27 Şubat 2017 Pazartesi

DAMLACIK'tan ÇÖRÇÖR KULE'ye doğru

16 Şubat 2017
Mehmet Yavuzcezzar

Önceki yürüyüşlerimizde Kemalpaşa'nın; özellikle güneyindeki köylerini, vadilerini ve zirvelerini sıkça ziyaret etmiştik. Bu kez kuzeyindeki Damlacık'tan, Spil'in alt düzleminde bulunan ve İzmir-Manisa yolu ile Kemalpaşa Ovası'nın neredeyse tümüne hakim bir noktadaki orman yangın gözetleme kulesi; Çörçör Kule'ye ulaşmayı hedefledik.

Gecenin soğuğu biraz olsun etkisini kaybetsin diye geç başladık güne. İzmir'den doğuya doğru; Kemalpaşa yönüne yaptığımız yolculuğumuzda, Ulucak Köyü sapağından sola - kuzeye yöneldik. Yeni yapılmakta olan İzmir-İstanbul otoyolu inşaatından dolayı bir hayli karışık ve bozulmuş yollardan geçerek Ulucak merkezine ulaştıktan sonra, yine kuzeye sapıp saat 10 gibi Damlacık Köyü'ne vardığımızda, yer yer buz tutmuş bir zeminle karşılaştık. Köyün görünüşü pek de hoşumuza gitmedi, Kemalpaşa'nın güneyindeki köylerle kıyasladığımızda oldukça dağınık ve pis göründü bize. Neyse, köyün dağa doğru giden yoluna saparak köy mezarlığına ulaştık ve aracımızı park ettik.

 Kütüklerle çamların birlikteliği

Spil eteklerine doğru

(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Damlacık'tan kuzeye, bağ ve bahçelerle Spil'in yamaçlarına, oradan da Atalanı ve Manisa'ya kadar ulaşabilen bu yol; önceki yıllarda şose ve toprak iken, bu kez asfaltlanmıştı. Yürüyüş için konforlu olmasa da “ne yapalım kısmetimize bu çıktı” deyip, köyün merkezinden mezarlığa ulaşan bu yoldan başladık rotamıza.

1,5 km kadar kuzeye ilerledikten sonra asfalt bitti ve toprak yola dönüştü. Bu iyiydi.

Kuzeye doğru kıvrıla kıvrıla giden yol

Yaklaşık 4-5 derece civarında seyreden hava sıcaklığı; Damlacık’tan Çörçör Kule'nin konuşlandığı yaklaşık 1100 metre rakımlı Büyükkır Tepesi'ne doğru yaklaştıkça azaldı ve zaman zaman eksi değerlere ulaşarak özellikle parmak uçlarımızı oldukça fazla etkiledi.

Yol kenarında bağ ve kirazlık içiçe...

Yol boyunca kiraz bahçeleri, bağlar, zaman zaman kızılçamlardan oluşan koruluk alanlar ve bunların bir bölümü açılarak oluşturulmuş tarım işletmelerine rastladık. Bağ, bahçe ve kızılçamlar dışında; böğürtlenler, Girit ladeni, pırnar meşesi, makilikler hakim bitki örtüsünü oluşturmaktaydı. Geçmiş yıllardaki orman yangınları nedeniyle açılmış alanların bir bölümünün, genç çam fidanları ile yeniden ağaçlandırıldığını gördük.

Orman yolunda, uzaklarda Çörçör Kule...

 Gezgin yolda...

 Gezgin, buz tutmuş karın üzerinde...

Damlacık’tan çıkışımızdan Çörçör Kule'ye kadar durmaksızın ve tırmanarak yürüdük. Toprak yolun başladığı sapaktan 500 m. kadar batıya doğru yol aldıktan sonra kuzeye döndük ve rotamızın yaklaşık 5. km'sinde bir yol sapağına geldik; sapaktan sağa - doğuya yönelerek bu kez 700 m kadar yürüdük ve solda - kuzeye doğru yönelen yol ağzında bir kapıya vardık. İşte bu kapı, bizi kuleye götürecek yolun giriş kapısıydı. Nitekim buradan itibaren hedefe kadar hep kuzeye doğru yürüdük.

 Kuleye giden yol ve kapı

Spil'in başı dumanlı, sağ yukarıda Çörçör Kule...
(Fotoğraf:İF; Ocak-2016)

Sabah 10,30 civarı Damlacık'ın sırtlarından başladığımız yürüyüşümüzün ilk etabı, yaklaşık 7 km sonra, saat 13.00 gibi Çörçör Kule'de sonlandı. Ancak hava çok soğuk olduğundan, orada fazla oyalanmadan; yemeğimizi yiyebileceğimiz kuytu bir yer bulmak üzere dönüşe geçtik.

Orman yangın gözetleme kulesi: Çörçör Kule

Kule'den Manisa civarı

Kule özçekimi...

Eriyen karlarda ıslanan toprak yol; çıkış sırasında soğuk hava nedeniyle donmuşken, dönüşte zaman zaman bulutların arkasından çıkan güneşin kısmen ısıttığı hava sayesinde buzların çözülmesi sonucu yer yer çamura dönüştü.
 
Dönüşe geçip bir süre yürüdükten sonra, çıkış yolundaki kapıyı da geçtik ve yol sapağına geldiğimizde, yılkı atlarının mesken tuttukları kuytu bir alanda mola verdik. Civardaki eski bir hayvan ağılından kalan tahta parçalarından yaptığımız masamızda yemeğimizi yiyip, çayımızı da yudumladıktan sonra yolumuza devam ettik. Spil’in eteğinde yer alan bu coğrafyada, baharın ön habercisi çiğdemler, çiçek açmıştı.

Bahçeler arasında yalnız bir çam

 Çiğdemler açmış.

Aracımızı bıraktığımız mezarlığa vardığımızda saat 16 olmuştu. Sabahleyin soğuktan yer yer donmuş olan mezarlık çeşmesinden dökülen sular, günün bu saatlerinde çözülmüştü...

Artık evlere dönme zamanıydı.

Dipnot
Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında MYC tarafından çekilmiştir.


Yazan / Düzenleyen: MYC
Edit: İF


18 Şubat 2017 Cumartesi

ŞEHR-İ MUAZZAMA; ATA YADİGARI TİRE'DEN İZLER...



Tire’nin Dereleri ve Uygarlığın İzleri

19 Şubat 2017
Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu

Su hayatın kaynağıdır. Uygarlık, tarih boyunca su kenarlarında serpilip gelişti. Tire’de de böyle oldu. Sardeis’ten Ephesos’a uzanan Kral Yolu boyunca vadilere gizlenmiş dere yatakları, Güme dağından Kaystros (Küçük Menderes) Ovası'na binlerce yıl durmadan usanmadan uygarlığın kaynağı suyu taşıdı. Suyun bereketi üstüne, bugün kırık dökük de olsa izi hala sürülebilen, Tire’nin güçlü tarihsel dokusu bu şekilde oluştu.

 
Hisarlık’dan Tire’ye bakış

Tire, yedi adet tepe ve bu tepelerin arasından akan dereleri bağrında taşır. Kültürlerin kesiştiği bu küçük Anadolu kasabası, zamanında başkentlik bile yapmıştır. Lidya’nın sayfiye kenti, Roma Senatosu’na konsül göndermiş, Beylikler döneminin başkenti; Timur’un etkilendiği, Kanuni’nin uğradığı bir kenttir burası.

 
Canbazlı sırtlarından Tire'ye bakış

 
Hisarlık Camisi

 
Hisarlık Camisi'nin duvarına atılan imza; Kiklad adalarından esen rüzgarın getirdiği...

Tire’ye Selçuk tarafından gelişte, ilk önce Yuvalı Deresi karşılar bizi. Yuvalı Deresi’nin üstünde Hisarlık köyü ve Hisarlık tepesi yer alır. Tepeye adını veren Hisarlık, aslında Pers ve Bizans döneminde savunma amaçlı bir kaleyi tanımlar. Köyün hemen dışında yürüme mesafesinde ulaşılabilen kaleden günümüze, ovaya doğru bakan cephede burçlar ve sur duvarları kalmıştır. Hisarlık köyü içinde, harap vaziyetteki ahşap cami ise mihrabında yer alan barok süslemeler, ahşap minberi ve doğanın tahribatına teslim olmuş çökmekte olan ahşap çatı ve onun üzerini örttüğü son cemaat yerine girişte yan yatıp yıkılmış mavi boyalı tahtadan parmaklıklı kapı zamane ziyaretçilerine esen rüzgârla birlikte derdini fısıldar gibidir.

 
Hisarlık Kalesi

Kaplan Deresi, Güme dağında yer alan Kaplan köyünden ovaya doğru akar. Aşağıda derenin bir kolu Beyler Deresi adını alır. Beyler Deresi’nin ovaya kavuştuğu noktada ise 15.yy. yapısı Yavukluoğlu (ya da Yoğurtluoğlu) Külliyesi yer alır. Dönemin güçlü kişilerinden Yoğurtluoğlu Mustafa Paşa tarafından yaptırılan külliyede cami, imarethane, medrese, şadırvan, muvakithane ve kabristan bulunmaktadır.

 
Yavukluoğlu (Yoğurtluoğlu) Külliyesi; muvakithane ve medrese

 
 Yavukluoğlu Camisi

Harlak, Tire’ye hâkim tepelerden belki de en güzellerinden birisidir. Adı üzerinde harıl harıl akan su anlamına gelmektedir. Bu su, Bedri Bey Deresi yoluyla düze iner. Bir zamanlar Harlak meydanında çok büyük bir çınarın olduğunu yörenin sakinleri anlatıyor. Hatta çınarın beli o kadar büyümüş ki, yolu kaplamış; o yoldan yüklü develer geçemez olmuş. Zamanla da çınarı kesmişler. Şu anda meydanda zamanın tanığı kara servi ve altında ismini kimsenin bilmediği bir Horasan ereni yatmaktadır ve belki de mahallenin kurucusudur. Bugün Tire’nin Cumhuriyet mahallesinde oturan pek çok insanın ataları orada yaşamıştır. Tire’nin zaman içindeki değişimi, buralarda yaşayan halkın ovaya ve apartman dairelerine doğru yönelişini tetiklemiştir.

  
Güdük Minare ya da Kara Hayrettin Camisi


Harlak’ın daracık Arnavut kaldırımlarından süzülerek inmek, insanı yüzlerce yıl gerilere götürür. Aşağıya doğru daracık koridorlardan ilerlediğinizde Tire’nin eski Hükümet Binası, Güdük Minaresi, eski hayatlı evleri ve renk cümbüşü ile karşılaşırsınız. Güdük Minare diğer adıyla Kara Hayrettin Camisi ve dibindeki tarihi çeşmesi, sanki yıllara meydan okurcasına durmaktadır. Caminin çapraz karşısında Giritli Ahmet Evi, mimari özellikleri ile hemen dikkati çeker. Bir vakitler Güme Dağı’nın suları evden eve künk kanallarla taşınırmış. Her evin bahçesinde kayrak taşlar, kenarlarda da rengârenk sümbüller, laleler, kara Fatmalar, ıldır şahiler, özellikle de şimşir ağaçları yer alır. Şimşir; geç büyümesi, daima yeşil kalması ve sert odunu ile yemek kültürü malzemesi olarak kullanılmıştır. Çatal ve kaşığın hammaddesi şimşir ağacıdır. Tireli, çiçeği ve ağacı çok sever. Evin bahçeleri bahar aylarında oturulan, dinlenilen mekânlardır. Asma, erik, yenidünya evlerde mutlaka yetiştirilen meyvelerdir. Evlerin dış duvarlarının renkleri genelde sarı, altta kırmızı kuşak, iç duvarlarda ise çivit mavi olarak görülmektedir. Bu renkler ise; gökyüzü, güneş ve ateşi anımsatır. Bir anlamda; Türklerin kadim inançları, evlerin boyasına kadar yansımıştır.

 
Eski Hükümet Binası

 
Sarıca Yusuf’da eski Tire evleri

 
Sarıca Yusuf'da dolaşırken; Hasan Hoca ve hatıralar...

Yalınayak Camisi, Alay Parkı’nı terk edip eskiden Yahudilerin oturduğu Mısırlı Mahallesi’ni geçince karşınıza çıkar. Sağınızda hamam kalıntısı, solunuzda Yayla Fakih Mescidi, onun yanında da Neşet Bey Konağı yer alır. Ne yazık ki tüm bu yapılar restorasyon beklemektedir. Üç beş sene sonra bu yapıların hiç birini göremeyebiliriz.
 
Yalınayak Camisi’nin kapısının üstünde yer alan onarım kitabesi

Yalınayak Camisi imamı, kendi ifadesinde camiden söz ederken “bu benim aşkım” demektedir. İmamın sözlerinde yatan derin anlam köklere ve yaratanın kutsallığına olan tutkulu bağlılığını ifade etmektedir. Caminin avlusunda yer alan şadırvandaki mermerlerin her birinin çiçek motifi, sanki bu toplumun çiçeğe olan sevgisinin bir kanıtı gibi orada; su, çeşme, mermer, şadırvan ve sanatını konuşturmuş ustaların bir armonisi gibi yüzyıllardır nazlı duruşu ile zamana meydan okumaktadır. Tüm güzellikler kalıcıdır. Aşk, vücutta salgılanan sadece bir mutluluk hormonu değil; birikimle, isteklerle, kültürle, yaşamın her alanı ile ilgili olduğuna göre; bu güzelliklerin tamamına, yaşama olan tutku ve sevgi ile bakmak gerekir. Yoksa arada konulan tek bir taş veya tuğlanın emeği başka türlü nasıl anlatılır? Bu suyun getirdiği bir yaşam sevdası mıdır? Bu bir çamuru tuğlaya dönüştürüp, mükemmeliyete dönüştüğünü görme aşkı mıdır? Yoksa yüzyılların birikiminden gelen kültürel davranışı camide, minberde, minarede, mihrapta görüp haz duyma sanatı mıdır? Belki de bunların hepsidir. İmam kardeşimizin aşkı belki böyle açıklanabilir. Bize düşen bu değerli insanı kutlamak ve aşkının her dem taze kalmasını, gelecek kuşaklarda da bu aşkın sürmesini canı gönülden dilemektir.

 
Yalınayak Camisi

 
Yalınayak Camisi; son cemaat yeri

Yalınayak Camisi ve çevresini bu duygularla terk edip doğuya doğru ilerlediğinizde; karşınıza bu kez Eskiyeni Hamamı, biraz aşağıda minaresi mısır motifli Karahasan Camisi, muhteşem görüntüsü ile sizi kendine çeker. Eskiyeni Hamam, hala çalışır vaziyette olup içindeki havuzu ile türünün tek örneğidir. Hamamdan yukarı çıkarken, solda Ali Ulvilerin Evi, sağda ise boş bir arsa görürsünüz. İşte bu boş arsada, yakın zamana kadar, belki de akıbetinden dolayı toplum olarak hepimizin suçlu olduğu Sancaktar Ağa (Bayraktar Ağa) Konağı yer almaktaydı. Ne yazık ki zamanın akışına dayanamamış bu muhteşem yapının yerinde şimdi yeller esmektedir.

  
Sancaktar Ağa (Bayraktar Ağa) Konağı (Seha Gidel'in gravürü)

 
Kaziroğlu Camisi

 
Kaziroğlu Camisi'nin haziresi

 
Kaziroğlu Külliyesi'nin medrese odaları; vaziyet iç acıtıcı...

Şimdi artık yerinde bulunmayan Sancaktar Ağa Konağı’nın hemen üstünde Kaziroğlu Camisi ve geniş avlusu içinde medrese odaları ve Mevlevi dervişlerinin yattığı haziresi yer almaktadır. Cami 14. yüzyıl eseridir. Kazir sözcüğü, Osmanlıca’da su kanalı anlamına gelmektedir. Caminin özelliklerinden birisi de içinde devamlı akan çeşmesinin varlığıdır. Aynı kaynak suyu, Yalınayak Camisi’nde de bulunmaktadır. Kaziroğlu Camisi’nin üstünde, batıya doğru bir zamanların meşhur Havuzlu Kahvesi yer almaktaydı; ancak ne yazık ki şu anda orası da boş bir arsa haline gelmiş bulunmaktadır. Tirenin Derekahvesi gibi, Havuzlu Kahvesi de insanların topluca eğlendikleri mekânlardı.


 
Günümüzde Derekahve

Şehri, kuzey-güney ekseninde ikiye bölen Tabakhane Deresi'nin başlangıcında Derekahve yer alır. Ulucami'den aşağıya; ovaya doğru yönelen Tabakhane Deresi'nin iki yanında zamanında şehrin deri tabaklama atölyeleri bulunmaktaydı. Yoğun çalışma ikliminin olduğu bu bölge, bu anlamda bugün dahi bu eksenin iki yanında yer alan camiler ve diğer önemli yapılarla izlenebilir niteliktedir.  Derekahve'den yukarıda konumlanmış değirmenler ile Şeyh Camisi ve Hamamı, Neslihan Mescidi, Narin Camisi, Beylikler Döneminde kiliseden camiye dönüştürülen şimdiki Ulu Cami, aşağıya doğru; bugünlerde restorasyonu devam eden  Bedesten, Gazazhane Camisi, karşıda Yeni Cami, Tahtakale Camisi ve Kutu Hanı, Hüsamettin Camisi, Leyse ve Paşa Camileri; Tabakhane Deresi'nin iki yakasında kurulmuş ve bugüne de bir şekilde ulaşabilmiş kültür yapılarıdır.

  
Ulu Cami
(Fotoğraf: Hasan Doğan)


Yeni Cami'nin şadırvanı

 
Derekahve'de kış
(Hasan Doğan Arşivi)

Havuzlu Kahve’den doğuya doğru yürürseniz Ulu Cami’ye ulaşırsınız. Oradan da Derekahve çok yakındır. Derekahve; zamanında Değirmendere, Kaplan dereleri gibi akan bol suyu ve değirmenleri ile başta İzmir olmak üzere çevreden daima bol ziyaretçi çekmiştir. Derekahve, İzmirli Levantenlerin hafta sonları akın ettikleri, bir zamanların meşhur mesire yeriydi. Seha Gidel Hocamızın anlatımına göre; Derekahve, o yıllarda İzmir’den trenle gelen azınlıkların katıldığı baharı karşılama şölenlerinin düzenlendiği, kendine özgü ahşap eyvanlı iki katlı dereye bakan evleri ve güçlü bir şekilde akan sularıyla hoş bir dinlenme mekânıydı. Bu şölenlerin meşhur yemeklerinden biri de verimli Küçük Menderes Ovası’nın sunduğu, küçük bir çocuk büyüklüğündeki o güzelim marullardan yapılan marul yemeği idi. Daha yakın zamanlara kadar adına şölenler düzenlenen marul yemeği de birçoğu gibi şimdilerde unutuldu. Çınar ağaçlarının altında toplu olarak yenilen yemekler, söylenen şarkılar ile eğlence kültürünün en mükemmeli buralarda yaşanmıştır. Bu yerler 6000 yıllık bir yaşamın izlerini taşımaktadır.

 
Derekahve'nin eski hali
(Hasan Doğan  Arşivi)

Hoşgörünün ne demek olduğunu öğrenmek isteyenlere Derekahve’deki aynı binanın altının havra, üstünün ise cami (Şems Mescidi) olarak kullanıldığını anımsatalım. Bu insanlar; herhalde, dinlerimiz farklı, ama yolumuz aynı diyorlardı. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” demiş ünlü şairimiz Nazım. Küresel baronların girdiği her yerde, ilişkilerde insana ait hiçbir şey kalmıyor. Derekahve’deki Şems Mescidi dünyada örneği olmayan bir hoşgörü yeri olarak ilan edilmelidir.

 
Hıdrellez'de Derekahve; ah nerede o eski marullar...

Hıdrellez'de Derekahve

Derekahve, günümüzde kentlerin giderek ağırlık kazanan dışarıdan göç alma eğilimi ile yerlilerin her yerde olduğu gibi düzdeki apartman dairelerine göç etmeleri sonucu eski orijinalliğini yitirdi. Dereye bakan Hattatların, Hadimlilerin evleri yıkılıp yerine beton binalar yükselmiş durumda şimdi. Orada yaşayan bir kültür varsa; evi ve bahçesi, bahçesindeki çiçeği, meyvesi, ahşap yapısı, eyvanı, evinde pişen yemeği ile anımsanır. Zira o yaşam biçimi ve kültür, yüzlerce yıllık bir birikimin sonucu ortaya çıkmaktadır. Oranın gerçek ev sahipleri; kaderde, kıvançta ve tasada birlikte olmuş, beraber gülmüş, beraber ağlamış, düğünlerinde beraber oynamış, keşkeğini şölenle dövmüş, fedakârlıkların en güzel örneklerini sunmuş bir toplumun üyeleridir. Bu toplum, mutlaka geçmiş birikimlerini geleceğe taşımalıdır. Yeni kuşaklara bunlar aynen aktarılmalıdır. Güme Dağı’na yaslanmış Canbazlılı bir dede, atalarının karadut ağaçlarını mutlaka çeşme başlarına dikmelerini; kuş gelsin, dut yesin, suyunu içsin, aynı zamanda ağaçta konaklasın diye açıklamıştı. Bu toplumun davranışındaki yücelik; doğayı gözetip, kendilerinin yaşadığı bu dünyada başkalarının da yaşadığının farkına ve bilincine varma gibi yüksek bir değere karşılık gelmektedir. Bu davranış sistematiğine geçmişimizden pek çok örnek vermek mümkündür.

 
Kara Hayrettin Camisi ve Mısırlı Çeşmesi

 
Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi

 
Yeşil İmaret Camisi

Dut için şöyle bir söylem de vardır: Dut, peygamber meyvesidir. Herkes mutlaka senede bir defa da olsa yemelidir. Hoca Ahmet Yesevi’nin, dutun dalını Anadolu’ya fırlattığı ve Hacı Bektaşi Veli’ye “Bu dal nereye düşerse orayı yurt edin” dediği; dut dalının Kayseri civarında Sulucakarahöyük beldesine düştüğü ve Hacı Bektaşi Veli’nin de oradan müritlerine Rum Eli’ne gitmeleri yönünde emir verdiği söylenmektedir. Bu anlamda; Tire, tarihsel konumu gereği pek çok Horasani erene ev sahipliği yapmış olup, bu gün bizler bu gerçeği onların türbelerinin çokluğundan anlamaktayız.

 
 Özbekistan'da Buhara yakınlarındaki Bahauddin Nakşibend'in kabrinin de bulunduğu külliye içindeki kutsal kabul edilen binlerce yıllık dut ağacı gövdesi ve adak ritüeli (Eylül 2013)

Tire’nin yamaçlarında yer alan mahalleleri sıralarsak; doğuda Hafsa Hatun Külliyesi’nin bulunduğu Duatepe Mahallesi, batıya doğru Paşa Mahallesi, Dere Mahallesi, Bahariye Mahallesi, Ketenci Mahallesi ve Dumlupınar Mahallesi yer alır. Buradan tekrar Tire’nin en batısına dönersek, orada Beyler Deresi ve Bedri Bey Deresi sanki uygarlığın beşiği burası izlenimini vermektedir insana. Dünya uygarlıkları da öyle kurulmadı mı? Mezopotamya, Maveraünnehir, Nil nehri deltası bu uygarlıkların beşiği olmadı mı? Tire’de Türklerden önce uygarlığın izlerine Küçük Menderes havzasında rastlansa da, Türklerin Tire’ye Aydın Dağları’ndan sarktıkları kesindir. Temel ekonomik geçim kaynağı hayvancılık olan bir toplumun yerleşik bir topluma geçmesi kolay olmamıştır. Tire’nin Güme Dağı’nın eteklerindeki tepeler ve semtlerine baktığımızda Türklerin izlerine rastlamak mümkündür. Ayrıca, şehrin yukarılarında yer alan camilerin kuruluş tarihi olarak eskiye, yani beylikler dönemine gitmesi de bunu kanıtlamaktadır. Narin Cami, Kazir Camisi, Güdük Minare, Molla Camisi, Hafsa Hatun Külliyesi, Şeyh Camisi gibi camiler dağın eteklerine saçılmış, tarih bakımından oldukça geriye giden mimari yapılarımızdır.

 
 Şanizade Ataullah Efendi 
(Seha Gidel’in Tablosu)

Tire’ye bir de Alay Parkı’ndan ve hemen üzerinde yer alan Mısırlı Mahallesi’nden bakalım. Adı üzerinde, zamanında askeri alayın bulunduğu ve tüm bayramların halkla birlikte kutlandığı alan burasıdır. Bu alan, bir zamanlar şehrin merkezi olarak işlev görmüştür. Şimdi ortasında, zamanında Tire’nin misafir olarak ağırladığı önemli şahsiyetlerden Şanizade Ataullah Efendi’nin anıtı vardır. Osmanlının önemli hekimlerinden olan Şanizade Ataullah Efendi (1771 – 1826), Tire’ye sürgün olarak gelir ve ilk hastane kuruluşunda önderlik yapar. Alay Parkı, aynı zamanda Şanizade Meydanı olarak da bilinir.

 
Yanık Konak ya da Hacı Ali Paşa Konağı 
(Seha Gidel'in gravürü)

Meydanın tam karşısında Yanık Konak olarak bilinen ve geçirdiği bir yangın sonrası bu hale gelmiş olan yıkık bir konak bulunmaktadır. Konağın sahibi Hacı Ali Paşa olarak bilinen, tahminen 19.yy.da Tire’ye Saray’dan atanmış bir kazaskerdir. Seha Gidel Hocamızın anlatımına göre; kendisine binlerce dönüm arazi tahsis edilmiş olan Hacı Ali Paşa’nın sülalesi, yakın zamana kadar Tire’nin en zengin kuşağını oluşturmuştur. Söz Hacı Ali Paşa’dan açılmışken torunu Ali Okan’ın belediye başkanlığı yaptığını belirtelim. Tire onun zamanında ilk defa elektrik motoruna kavuşmuştur. Seha Gidel Hocamızın anlatımına göre; motorun kurulması ve çalıştırılma aşamalarında Ali Tamer diye bir usta çalışır. Motor; Alman malı, Deutz marka, oldukça güçlü bir sesi olan, devasa büyüklükte bir motordur. Tireliler, gecelerinin aydınlanması uğruna bu sese kulak asmaz. Hatta sonraları ilave motorlar da getirilir. Yeniden kaldığımız yere, Hacı Ali Paşa’ya dönersek; damadı torunu derken bu ailenin sonraki kuşaklarının Tire sosyal hayatından çekildiğini görmekteyiz. Aile üyelerinin kimi çiftliklerinde kendi hayatını yaşarken, kimi de okuyup Tire’yi terk etmişlerdir. Demokrat Parti’nin önemli simalarının sözünü ettiğimiz bu aile ile akrabalık ilişkileri vardır. En başta Adnan Menderes, bu ailenin anne tarafından akrabasıdır. Demokrat Parti’den milletvekilliği yapan Sadık Giz de öyle.

 
Tire; Küçük Menderes Ovası, Beşkavaklar Mevkii

Son yıllarda feodal yapıların parçalanması ile birlikte sermayenin daha çok ticaret erbabında toplandığını görmekteyiz. 1950’lerde Amerikan yardımları ile tarıma makineler sokulmuş ve tarımın modernizasyonu çalışmaları dışarıdan güdümlü ekonomilerle yürütülmüş; bu hata bugünlerde koskoca ovanın çölleşmesine sebep olmuştur. Dünyanın en verimli ovalarından olan Küçük Menderes Ovası bilinçsizce, hoyratça kullanımın cezasını kullananlara ödetecektir. Büyük çiftlik sahiplerine tanınan bir sürü ayrıcalıklar sayesinde, ne yazık ki tarımın sadece teknolojik araçlar ile değil, özellikle bilgi ile donatılmış insan gücünün desteğinde daha başarılı sonuçlar verebileceğini göremedik. Şimdilerde gübre ve ilaçla kirletilmiş, yüzeyden alınan suların artık iyice derinlere kaçtığı Küçük Menderes Ovası kurumuş ve kirli atıkların çöplüğü haline gelmiştir.

 
Şanizade Meydanı; Şanizade Ataullah Efendi için dikilen anıt
(Hasan Doğan Arşivi)

Şanizade Meydanı’na dönersek; meydan, Tire’de daha çok 39. Alay’ın Cumhuriyet kutlamaları ile anımsanmaktadır. Halkın, Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Şenlikleri’ndeki coşkusu hala belleklerdedir. Yeni cumhuriyetin kurucuları, halkla birlikte meydanı hınca hınç doldurup zaferin coşkusunu hep birlikte iliklerinde hissetmişlerdir. Bu millet, bağımsızlık düşkünüdür. Tarihin hiçbir devrinde boyunduruğu kabul etmemiştir. Tire Halkı, aynı coşkuyu 4 Eylül Kurtuluş Günü törenlerinde hala yaşatmaktadır. 4 Eylül kutlamaları, sosyolojik açıdan ayrıca incelenmelidir. Zira bu kutlamalarda, tüm esnaf örgütleri meydanda sıraya girip halkı selamlamaktaydı. Demircisi, semercisi, tandırcısı, daha nice esnaf örgütü meydanda toplanırlar ve düzenli bir şekilde yürüyüşe geçerlerdi. Bir yanda davullar çalınır, diğer taraftan Belediye Bandosu marşlar çalardı. Bu kutlamaların aynısını, bu gün Orta Asya Türkî Cumhuriyetlerinde görmek mümkündür. Tire’nin; bu geleneği, Anadolu’nun Türkleşmesinde emeği geçen ve ebedi mekânlarına bağrında yer açtığı Horasani önderlerden devraldığı kesin bir gerçektir. Onlar buralara gelmekle aynı zamanda insanımızın binlerce yıllık yaşam biçimlerini de, şimdi üzerinde yaşamakta olduğumuz bu topraklara taşımış oldular. Bedri Bey, Alamadan Dede, Derviş Gazi, Alayhan Dede ve daha niceleri ata kültürümüzün taşıyıcılarıdır.

 
Tire'de Tahtakale'de bayram telaşı

Bayramlardan söz edince, dini bayramların toplumdaki işlevinden söz etmeden olmaz. Bayramların Türk toplumunda ayrı bir anlamı vardır. Küçükler, büyüklerin evlerinde toplanır ve onlara saygı anlamında beraber yemekler yenir. Hal hatır sorarlar birbirlerine. Ailenin en küçükleri ile en büyükleri arasında sevgi ve saygı köprüleri oluşturulur. Ölenlerin mezarlarına ziyaretler yapılır. Ata mezarının başında dua edilir. Mezarlar, mersin ağaçlarının dalları ile süslenir. Tire, bu kültürel yoğunluğunu, bu topraklarda yaşamış olan çok farklı medeniyetlerden almış ve ortaya bir sentez çıkarmıştır. Burası; kesinlikle medeniyetlerin kesiştiği, harmanlandığı yer, Anadolu’nun bir parçasıdır. Dünden bugüne geleneklerini koruyup onun üzerine geleceğini kuran toplumlar ilerler ve yaşamlarını geleceğe aktarırlar.

 
Alaybey Camisi

 
Karahasan Camisi

Meydandan batıya, Ketenci Mahallesi’ne doğru yürüdüğümüzde, yukarı doğru üç ana sokak gider. Bir zamanlar; bu sokaklarda farklı kültürlerin bir arada yaşadığına dair tanıklıklar vardır. Alaybey Camisi çevresi, Yahudilerin yoğun olarak oturdukları mekânlardı. 1960’lara kadar Mısırlı Mahallesi’nde Yahudilerin kendilerine özgü yaşamları sürmekteydi. Yahudi Mahallesi’nde, uzun kış gecelerinde çerez olarak tüketmek üzere kurutulan karpuz, kavun çekirdekleri ve mısırların kavrulduğu bu evlerin sahipleri, Tire’nin ticaret hayatını ellerinde tutuyorlardı. Ayrıca Mısırlı Mahallesi’nin bu sakinlerinin kavun çekirdeğinden yazın yaptıkları ve soğuk içilen sübye şerbeti de pek meşhurdu. Oldukça leziz bu içeceği bugün de Tire’de bulmak ve içmek mümkündür. Demo adlı ağabeyimiz yazları sübyeyi özellikle Tire’nin meşhur Salı Pazarı’nda Tirelilere hala içirmektedir.

 
Sübyeci Demo
(Hasan Doğan Arşivi)

Bu gün Mısırlı Mahallesi, yanı başında Şanizade Meydanı ve tıbbın büyük insanı Şanizade Ataullah Efendi adına dikilen anıt, yine yanı başında yanan konağının kalıntısı, askerlik şubesi, eski hapishanesi ile iç içe yaşamış; ama belleklerde kalan güzel anıları ile mahzun bir görüntü sergilemektedir. Zamanında meydanda düzenlenen partiler, güzel Yahudi kızlarının alımlı yürüyüşleri; hepsi de yaşlı büyüklerimizin belleklerinde çok güzel anılar olarak kalmış bulunmaktadır. Bir yanda Cumhuriyetin Onuncu Yıl kutlamaları ve o muhteşem coşku, bir yanda da gece baloları ve hangi etnik topluluktan olursa olsun bu sevincin paylaşıldığı o anların unutulması mümkün değildir.

 
Yalınayak Hamamı

 
Yalınayak Hamamı'nın içinin 2007 yılındaki hali

Tire’de resmi bayramlar, önceleri İlk Mektep Caddesi’nde (Türkocağı Caddesi) yapılırdı. Bu cadde, Ihlamur Meydanı’ndan aşağı doğru inen caddedir. Bu gün Ticaret Odası’nın bulunduğu bina, ahşap ve oldukça eskiydi. Bu bina, Yunan işgalinde hükümet binası olarak kullanıldı. Seha Gidel Hocamız, yıllar sonra o binanın bodrum katında insan iskeletleri ve üniformalı ölmüş askerler gördüklerini belirtmektedir. Bu binanın yan tarafı da jandarma binası idi. Bu bina, daha sonra Türkocağı binası olarak kullanılmıştır. İşte ilk resmi törenler bu binanın önünde gerçekleştirilirdi. Bu caddenin başında Seha Gidel’in doğduğu ev ile önceleri Türkocağı’na ait olan sinema ve daha aşağıda Kumkuma Meyhanesi (daha sonraları Seha Bey’in atölyesi olarak hizmet vermiştir) bulunuyordu. Dini bayramlarda bayramlaşma töreni ise Tahtakale’den Yeni Cami’ye doğru ilerleyen sokakta yapılırdı.

 
Ihlamur Meydanı'nda bir Cumhuriyet Bayramı kutlaması
(Hasan Doğan Arşivi)

Meydandaki Hacı Ömer hayratı olan çeşmeden kim bilir kaç Yahudi kızı su içmiştir? Kim bilir kaç Türk delikanlısı su içen bu güzel kızlara iç geçirerek bakmıştır? Tire hoşgörüsü ile yıllarca Yahudileri ve Rumları bağrında taşımıştır. Komşuluk ilişkilerinden tutun da, aynı okullara gidip, aynı sokaklarda gülüp eğlenen ve sadece inanışları diğerlerinden farklı bu insanların Tire’nin toplumsal belleğinde derin izler bıraktıktan sonra yakın geçmişte Tire’yi terk ettiklerini biliyoruz.

 
Rumlardan kalan bir kapı kemeri

 
Rum Mahallesi

Buradan göç eden Yahudiler, zaman zaman Tire’ye gelip hasret gidermektedirler. Aynı şekilde; geçmiş yıllarda eski dostlarını ziyaret etmek amacıyla bir grup Tireli, Tireden İsrail’e gider. Ziyaretin bitiminde, bizim grubu uğurlarken duygulanan eski hemşerilerden bir Yahudi, Türk bayrağını çıkarıp “Yaşasın Türkiye, ben Türkoğlu Türküm” diye hem bağırır hem de bayrağını sallar. Bendeniz de göçtükten sonra ziyaret amacıyla Tire’ye gelen Yahudilerin, özellikle yaşlılarının Tire’yi karış karış dolaşıp her noktada hasret giderdiklerini ve zaman zaman hüzünlenip ağladıklarına şahit olmuşumdur. Yüzyıllar boyu iç içe yaşamış bu iki toplum, birbirine et ve tırnak kadar karışmış ve hatta birbirlerine kız alıp vermişlerdir.

 
Organize Sanayi Bölgesi’nde bir kenara atılmış yüzlerce Yahudi mezar taşından birisi

 
bir diğeri...

Tire Müzesi’nin de bulunduğu Şanizade Meydanı’ndan sokaklar, sizi uygarlığın başka izlerinin bulunduğu Eski Yeni Hamam ve hemen yanındaki Yalınayak Meydanı’na götürür. Meydanın bitişiğinde Alaybey Camisi, biraz ileride Kara Hasan Camisi yer alır. Bu sokaktan Kaziroğlu Camisi’ne kadar çıkabilirsiniz. Bu arada Yalınayak Meydanı’ndan Havuzlu Kahve ve Hacı Kalfa’ya da ulaşmak mümkündür. Tire’ye bir de Hacı Kalfa’dan ve yanındaki Buğday Dede’den bakıldığında şehrin tarihi dokusu kendini ele verir. Hanların, hamamların, camilerin, türbelerin, bedestenlerin ve eski evlerin, tepelerin diplerinden yukarılara doğru tırmandığı görülür. O alanlarda Türklerin miras bıraktığı eser yoğunluğu, şehrin geçmişi ile ilgili izleri gözler önüne serer. Zira beylikler döneminden itibaren bu şehir, önemini daima korumuştur. Özellikle 14. yy.dan sonra çok önemli külliyelerde yetiştirilen öğrenciler, fetih hareketinden sonra Rumeli’ye yerleştirilmiştir. Tire bu anlamda; Osmanlı’nın Balkanlar’daki egemenliğinin perçinlenmesinde, bağrından yetişen öğrencileriyle bir ocak işlevi görmüştür.

 Karakadı Necmettin Camisi'nin avlusu

Bu külliyelerin bugünün üniversiteleri olduğu gerçeği göz önüne alınırsa, şehrin o yıllarda eğitim ve kültür mekânı olduğu anlaşılır. Yavukluoğlu, Molla Arap ve Hafsa Hatun külliyeleri bugün yetkililerin ilgisini beklemektedir. Paris veya Roma dendiğinde ilk akla gelen nedir? Tire dendiğinde ilk akla gelecek nedir? Turizmin mikro değerlere yöneldiği, Dünyanın küçüldüğü günümüzde, geleneksel değerlerin korunması ve geliştirilmesiyle geleceğe yönelmek gerekir. Karakadı Camisi restorasyonu için hayatını adayan Halil Amca, ayağa kaldırılan eserin karşısında gururla bize bu muhteşem eseri anlatmaktadır. Gönül ister ki bu tür bireysel çabalar kurumsallaşsın.

 
Karakadı Necmettin Camisi'nin avlusuna giriş

Karakadı Necmettin Camisi

Karakadı Necmettin Camisi, bugün Kocabıyık Mahallesi’nde bulunmaktadır. Devşirme sütun başlıklarının hepsi birbirinden farklı olup, medrese odaları ve minaresindeki süslemeler görülmeye değerdir. Tire’yi Tire yapan değerlerin onlarcası bugün ne yazık ki bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu arada belirtelim; Osmanlı döneminde en güzel minare yapma yarışmalarının yapıldığını, 2007 yılının Aralık ayında ebediyete intikal eden Lütfi Filiz’den öğrenmekteyiz. Bugün Tire’de Karahasan, Narin, Kazir, Hüsamettin ve Karakadı Necmettin camilerinin minareleri, motif zenginliği ile ziyaretçileri büyülemektedir. Yine, Seha Gidel Hocamızın anlatımına göre; bir gün Tire’ye ülkemizin değerli bilim adamlarından Ord. Prof. Süheyl Ünver gelir. İbni Melek Hazretleri’ni ziyaretinde “bir gün ülkemizin yabancıların eline geçebileceğini, ülke topraklarının bize ait olduğunu kanıtlamak zorunda kalırsak, o gün; geçmişten gelen en küçük bir parçanın, en muhteşem apartmanın tapusundan daha değerli olacağını” ifade eder.

 
Karakadı Necmettin Külliyesi’nde avludaki sütun başlığı detayı

Tire’nin en doğusuna geldiğinizde, başı Paşa Çeşmesi’nden başlayan derin bir vadi uzanır. Burası Değirmendere olarak anılır. Vadi içinde eski zamanlarda; 37 adet değirmeni ile birlikte gürül gürül akan suyun Tire’ye ulaştığı noktada, tarihi oldukça eski (14.yy. yapısı) Hafsa Hatun Külliyesi ile birlikte Duatepe Mahallesi ve bu mahallenin Ekinhisarı semti yer alır. Ekinhisarı, bir zamanlar yüzlerce tarihi beledi dokuma tezgâhının çalıştığı ve onu besleyen diğer lojistik noktaların bulunduğu yerdi. Bu geleneğin son temsilcilerinden birisi olan Saim Bayrı da bu semtte yaşadı. 1402’deki Ankara Savaşı’ndan sonra Timur’un, Tire’ye geldiğinde bu bölgede dört ay konakladığı söylenmektedir. Ayrıca Timur’un, Canbazlı, Kemerdere ve çevre köyleri gezerken söylediği rivayet edilen sözler bugün dahi hala halkın hafızasındadır. “Canbazlı kadınları onsun” veya “Kemerdere erkekleri onsun” gibi övücü ifadeler bugüne kadar söylene gelmiştir.

 
Değirmendere Vadisi'nde yer alan Hafsa Sultan Külliyesi

 
Değirmendere; şimdi suyu yok.

Batıdan doğuya, dereler boyunca; suyun, tarihin derinliklerinden sızarak ardında bıraktığı izlerdir aslında anlattıklarımız. Bazısı söylence olsa da, hala bugün Tire’de daracık sokakların ve Aydın Dağları’na doğru tırmanan dik yokuşların ulaştığı köşe başlarında, bunların delillerini ve bazen de sırlarını saklamaktadır burada hayat; tabii ki görene ve duymak isteyene…

Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen ve Fotoğraflayan: İ.Fidanoğlu