TİRE KEMERDERE VADİSİ’NDE; KEMERLERİN İZİNDE
11 Mayıs 2016
İbrahim Fidanoğlu
Hararet
nardadır, sac'da değildir,
Keramet
baştadır, tac'da değildir,
Her
ne arar isen, kendinde ara,
Kudüs'te,
Mekke'de, Hac'da değildir.
Hünkâr Hacı Bektaş-ı
Veli
Giriş
Havalar ısınırken, biz de daha yükseklere doğru çekilmeye başladık
artık. Hedefimizde; her ilkyaz günlerinde olduğu gibi, Tire’nin arka yüzünde
yer alan Dibekçiler ve çevresindeki
serin yaylalar var. Bugün bunlardan birisi olan Kemerdere Vadisi boyunca yürüdük. Yüzlerce yıl Tire’ye doğru
yapılan yolculuklarda; vadinin aşılması amacıyla yapılmış ve hala ayakta olan,
oldukça derin kemerli köprülerin üzerinden geçtik. Işığın zor sızdığı, binbir
çeşit nebatın hayat bulduğu müthiş renkli bir coğrafyada zaman geçirdik.
Kekiğin, adaçayının ve dağ çaylarının, melisaların, katırtırnaklarının ve dahi
başka çiçeklerin birbirine karışan benzersiz kokuları sarıp sarmaladı bizi. Kemerdere Vadisi’nin başındaki Büyükkemerdere köyünden başlayarak Kemerdere boyunca Dündarlı köyüne kadar yaklaşık 8-9 km.lik bir yürüyüş yaptık. Dönüşü de
dikkate alırsak, bu; yaklaşık 17 km.lik bir rota demekti. Kısa günün kârı;
şimdi anlatmalı hikâyesini…
Büyükkemerdere'den Dündarlı'ya; Kemerdere Vadisi
Tire sırtlarında defne yapraklı laden; çiçek ve tomurcuk bir arada...
Büyükkemerdere ve Sarı İsmail Dede
Kemerdere Vadileri, Küçük Menderes Ovası’na bakan Peşrefli köyünün üstündeki Karakaya Tepesi’nden başlayarak İncirliova yönünde güneye doğru alçalan
topografyanın, derin yarıklarla İkizdere
Çayı’na doğru yöneldiği bir coğrafyayı tanımlar. Bu vadinin başlangıcında
yer alan Büyükkemerdere köyü, aynı zamanda bu vadinin kilidi gibidir.
Bugün bu köyün çıkışındaki bir sekide; yaşlı kara servilerin dibinde yatmakta
olan Türkmen önderi Sarı İsmail Dede’nin kabri, bu vadilerdeki en az 700 yıllık bir
yaşanmışlığın delili gibidir. Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya yönelen büyük göçün
Ege kıyılarında sonlandığı noktalardan biri olan bu yaylalar, yakın zamana
kadar bu göçün hatırasını yüzlerce yıldır zirvelerdeki Yörük mahyalarında
yaşatırdı. Ancak, 1980’lerden itibaren dünya sistemine eklemlenen ülkenin
kültürel deformasyon sürecinde, artık Canbazlı
ve Büyükkemerdere Mahyaları’nı
hatırlayanlar bile kalmadı belki de.
Büyükkemerdere; Sarı İsmail Dede'nin makam mezarının da bulunduğu; hayır ve şükür yemeklerinin düzenlendiği alan
Bilebildiğimiz kadarıyla
Tire’nin arkasındaki zirvelerden sadece Çaldede
eteklerinde mahya geleneği sürdürülebiliyor. Ülkenin ekonomik, sosyal ve
politik olarak son yıllarda kanalize olduğu konjonktürel mecralar, Osmanlı’dan
aldığı feyizle(!) halkın yüzlerce yıllık hafızasındaki izleri kazıyarak başka
bir boyuta doğru dönüştürmeye çalışıyor. Bu mekanizma, Türkmenlerin büyük
göçünün şifrelerini siyasi ve ekonomik gücün sihrini de kullanarak bir anlamda
silme gayretinde. Yani kısacası dağların zirvelerinde ve derin vadilerde yeni
bir “resmi tarih” yaratılıyor. Acaba bu mümkün olabilecek mi? Örneğin yüzlerce
yıllık Sarı İsmail Dede’nin makam
mezarı başındaki mahyalarda dile gelen halkın belleği, son yıllarda zamanı ve
niteliği giderek değişen yeni çehresi ile ne kadar sürdürülebilir olacak;
burası gerçekten yanıtlanması gereken bir sorudur?
Sarı İsmail Dede mahya alanından bir görünüm; yemeklerin piştiği ocaklar
Gelelim Saru
İsmail Dede’ye;
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Velâyetnamesi’nden İrene Melikoff’un
aktarımıyla “Hacı Bektaş; Efsaneden Gerçeğe” isimli kitabında; Hacı Bektaş, Kadıncık Ana ve kayınbiraderi Saru
arasındaki ilişkiler şu şekilde anlatılmaktadır:
“Çepniler boyundan Yunus Mukri adlı biri
vardı. Bilge okumuş ve tanınmış bir adamdı. Sulucakarahöyük’e gelip yerleşmişti.
Ulularından biri olduğu Çepniler boyundan ayrılmıştı. Dört oğlu vardı: İbrahim,
Süleyman, Saru ve İdris. İdris, babası gibi okumuş ve tanınmış bir kişi idi.
Saru da öğrenim görmüştü. Fakat öbür ikisi ümmi idiler. İdris’in Kutlu Melek
adlı bir karısı vardı. Kendisine Kadıncık denirdi. Bir gün Kadıncık, öbür
kadınlarla birlikte çamaşır yıkarken, Hacı Bektaş çeşmeye doğru yaklaştı. Açtı
ve yiyecek istiyordu. Kadınlar, ona verecekleri şeyleri olmadığını söylediler.
Kadıncık, eve koştu, ekmekle yağ alıp Hacı Bektaş’a getirdi. Hacı Bektaş ona,
“Küpün hiç boş kalmasın!” dedi.
Büyükkemerdere'de Sarı
İsmail Dede'nin makamı
Akşam olup da, İdris’in annesi yemek
koymaya gittiğinde, küpü ağzına kadar dolu buldu ve şaşırdı. Fakat Kadıncık,
bunun dervişten olduğunu anlayarak kocasına kerameti anlattı. Kocası gece
camiye varınca, orayı da aydınlık içinde buldu. Oysa mescidin mumları sönüktü.
Bir köşede başı ışıkla çevrili bir dervişin dua ettiğini gördü. Geri dönüp
karısını uyandırdı. Birlikte veliyi bulmaya çıktılar ve onu kendi evlerinde
kalmaya çağırdılar.
İdris’in kardeşi Saru, Hacı Bektaş’ın;
onların evlerinde kaldığını görünce, Veli’yi ve Kadıncık’ı zina ile suçladı.
Fakat İdris bu sözlere değer vermedi.
Hacı Bektaş, Kadıncık’ın evinde
kaldığında, Sulucakarahöyük’te yalnız yedi ev vardı. Herkes sıra ile sürüleri
otlatmaya ya da bağdan meyve kaldırmaya gitmedeydi. Bir gün Hacı Bektaş ve
Saru, bağa elma toplamaya gittiler. Saru, Hacı Bektaş’tan dalları dolu bir
ağaca çıkmasını istedi.
Hacı Bektaş, hemen ağaca tırmandı. Saru
başını kaldırdığında Hacı Bektaş’ın hayâlarının yerinde bir beyaz ve bir
kırmızı gül bulunduğunu gördü. Yanılgısını anladı ve veliden kendisini
bağışlamasını dileyerek ayaklarına kapandı. Ölünceye kadar da onun sadık müridi
oldu.”(1)
Sarı İsmail Dede ile özdeşleştirilen sarı suyun aktığı çeşme
Yine aynı kitapta Hacı Bektaş ve Abdalları ile ilgili olarak şu bilgiler veriliyor:
“Hacı Bektaş’ın halifeleri arasında
kendisine en yakın olanı Cemal Seyyid Sultan idi. Meclislerde en yüksek yer
onundu. Ondan sonra Hacım Sultan gelirdi. Hacım Sultan’a görünmeyen kılıcı,
batın kılıcını vermişti. Sonra, ibrikdar’ı
(su döken; Ayin-i Cem’de on iki görevden
biri) Saru İsmail Padişah geliyordu; bu da onun gizlerinin yakını
idi.”(2)
Sarı İsmail Dede'nin makam mezarı-2016 yılı
Saru İsmail’in Hacı Bektaş’ın ölümü esnasında yanında bulunduğu anın anlatıldığı
bölüm, aynı eserde İrene Melikoff
tarafından şu şekilde aktarılıyor:
“Öleceğini anlayınca, Hacı Bektaş, Saru
İsmail’i çağırttı ve ona, “Öldüğümde beni bir ceviz tabuta koyun. Kadıncık’ın
oğlu, Hızır Lale Civan benim yerimi alacaktır. Elli yıl sonra, onun yerini,
kırk sekiz yıl şeyhlik yapacak olan Mürsel alacak, sonra da Yusuf Bali, otuz
yıl onun halefi olacaktır” dedi.
Saru İsmail, mürşidinin cesedini yıkadı
ve tabuta koydu. O sırada bir boz atlı geldi. İmam yerine geçti, namazı kıldı
ve uzaklaşıp giderken Saru İsmail, kim olduğunu görmek istedi. Yüzündeki örtüyü
açmıştı ve bu Hacı Bektaş Hünkâr’ın kendisi idi.
“Er odur ki, ölmeden önce ölür ve kendi
bedenini yıkar. Buna ermeye çalış” diyerek gözden uzaklaştı.”(3)
Sarı İsmail'in mezarının Şubat-2004'deki hali
Saru İsmail’in Hacı
Bektaş’ın ölümü sonrasında Batı Anadolu’ya geldiği, Hacı Bektaş’ın öğretilerini bu coğrafyada yaydığı yönünde bir takım
bilgiler var. Kimi kaynaklar, Denizli’de Tavas
ilçesi yakınlarında bulunan Tekke
köyüne yerleştiğini ve yaşamının sonuna kadar bu köyde yaşadığını, ölümü
sonrasında da bu köyde toprağa verildiğini belirtiyor. Tekke köyünde bugün Saru
İsmail’in mezarının bulunduğuna inanılan bir türbe yer almakta. Bu savı
güçlendiren delil ise, yine Hacı Bektaş-ı
Veli’nin Velâyetnamesi’nde yer
alan bazı bölümler… Bunun dışında Saru
İsmail ile ilişkilendirilen Kütahya Tavşanlı
Dedeler köyünde ve Tire’nin Aydın Dağları’nın derin vadilerinden birinde
bulunan Büyükkemerdere köyünde de
mezar ya da makam mezarları bulunmakta. Bizim için ilginç olanı, elbette ki
Tire yakınlarında bulunan mezar; çünkü bugün onun başındaydık biz de.
Sarı İsmail Dede'nin mezarı başındaki levha; Şubat-2004
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Velâyetnamesi’nde Saru İsmail
Sultan’ın Hacı Bektaş-ı Veli ile
bağlantısı, Denizli (Menteşe, Tavas) yöresine giderek gerçekleştirdiği
faaliyetler aşağıdaki şekilde anlatılıyor:
“Hünkâr’ın hususi hizmeti, Saru İsmail Padişah’a
aitti. Hünkâr, onu pek çok severdi. Halifelerden hiçbiri, onun mertebesine
erişemedi. Hünkâr’ın ibrikdarı da oydu. Sulucakarahöyük’ten bir yere gitmek
istese çok defa yanına onu alırdı. Bir gün, acaba Hünkâr bize nereyi yurt
verecek, nerde dem-yom oynatacağız fikrine daldı. Hünkâr’a malum oldu.
İsmail’im dedi; ben göçtükten sonra sopanı at, nereye düşerse orası yurdun
olsun; yeşil fermanı da yanında götür, sana lazım olur buyurdu. Hünkâr’dan
sonra seccadeye geçen Habib Emirci’den izin aldı, dergâhtan çıkıp sopasını
attı, can gözüyle gördü ki; Menteşe ilinde, Tavaz’da bir kilisenin kubbesini
delip içeri düştü. O sırada meğer bir keşiş, kilisede İncil okurmuş. Sopa,
kubbeyi delip içeri düşünce keşişin gözüne bir ejderha gibi göründü. Derken Saru
İsmail gide gide Tavaz’a, o kiliseye vardı. Keşişi Müslüman etti, kiliseyi
yıktı, tekke hâline getirdi. Saru İsmail, orada yerleşti. Birçok kişiler, gelip
derviş oldular. Saru İsmail’den birçok kerametler belirdi. Bir nice zaman orda
dem-yom oynattı, sonucu göçtü; yeşil fermanla beraber gömdüler. Dem geçti,
devran geçti, Hünkâr oğullarından biriyle Sivrihisar’ın gündoğusu tarafından
Seyyid Ahmed oğulları arasında, icazet hususunda bir bahistir geçmeye başladı.
Nihayet Hünkâr sözünü hatırlayıp Saru İsmail’in mezarına geldiler. Ey Saru
İsmail Padişah dediler; sizde emanet olan yeşil ferman bize lazım, lütfet, ver.
Hemen mezar yarıldı, yeşil ferman çıktı. Okuyup maksatlarına erdiler”(Gölpınarlı,
1995: 80).(4)
Büyükkemerdere köylüleri Sarı İsmail Dede'nin başında düzenlenen bir hayır yemeği hazırlığında...
(Fotoğraf: Hasan Doğan; Nisan-2011)
Yukarıdaki paragrafın alındığı makalede Saru İsmail’in yaşam aralığı, 1260-1350 yılları olarak tahmin edilmektedir. Bizim Büyükkemerdere’deki makam mezarının yanında bulunan tanıtım levhasında ise Sarı İsmail’in 1350-1420 yılları arasında yaşadığı belirtilmektedir. Bizim bütün anlatılanların ışığında vardığımız sonuç, Anadolu’nun Türkleştirilmesi sürecinde Türkmenlere fikri ve sosyal önderlik yapan bu dervişlerin halkın hafızasında asla unutulmadığı, söylencelere konu edilip mucizevî güçler atfedilerek birer mit haline getirildiğidir. Bu öyle bir göç hikâyesidir ki, kim ne derse desin; yüzlerce yıl sonra Anadolu İslamlığı içine gömülmüş Şamanist öğeler, bu mezarların / makam mezarlarının başında düzenlenen mahya ve anma törenlerinde su yüzüne çıkar, dile gelir ve hatırlanır. Dolayısıyla, hiçbir zaman bu tarihlerin ne kadar doğru olduğu ya da hangisinin doğru olduğu, eren babalarının gerçekte nerede ebedi uykularına durdukları asla bilinemeyecektir. Gerçek olan bir şey varsa, o da eren babaların halkın bağrında ve o unutulmaz belleğinde sonsuza kadar gömülü olduğudur.
Kaplan sırtlarında dağ karanfilleri
Karamuklar; Kaplan sırtları
Deve dikenleri ve kelebekler
Defne yapraklı laden tormurcukta; Paşa Çeşmesi civarı...
Yaban gülleri ya da kuşburnu (rosa canina)
Pembe renkli Girit ladenleri; Paşa Çeşmesi civarı...
Katırtırnakları; baharda olmazsa olmazımız; Paşa Çeşmesi civarı...
Kemerlerin izinde
Sarı İsmail Dede’nin mezarı başından ayrıldıktan sonra Büyükkemerdere köyünün altında uzanan Kemerdere Vadisi’ne doğru indik. Köylülerden
aldığımız bilgiye göre; dereye paralel olarak ilerleyen toprak yolda ikinci
çeşmeden sonra vadiye doğru inen patikaya sapacak, ancak 1.kemere kadar daima
derenin hemen sağından yürüyecektik. Biz de öyle yaptık. Yaklaşık 1,5 km.lik
bir yürüyüş sonrasında dere yatağına doğru inen o muhteşem patikaya ulaştık.
Yüzlerce yıl Kemerdere Vadisi boyunca
Tire’ye doğru çalışan katırların yol edip aşındırdığı bu patika buram buram
tarih kokuyordu. Aynı zamanda kekik de… Patika, doğal kaya zeminin yüzlerce
yıllık aşınması sürecinde oluşmuş basamaklarla vadi tabanına doğru alçalırken,
rastladığımız şirin kır çeşmeleri, günün ödülü gibiydi. Kayrak taştan oyularak
yapılmış oval yalak, onun içine dökülen suyun aktığı oluk ve yine kayrak
taşlarla örülmüş çeşmenin ana yapısı hepsi tam tekmil bir bütünlük
içindeydiler. Kırsalda rastladığımız bu incelikli çeşme yapısı bizim için hoş
bir sürprizdi. Dündarlı’ya doğru
benzer başka örneklere de rastladık.
o güzelim çeşme
Gelincikler
Heracleumlar
Büyükkemerdere yakınlarından Kemerdere Vadisi'ne bakış
Dere yatağına
ulaştığımızda, bizi sık ağaçlıklarla kaplı bir vadi tabanı karşıladı.
Bulunduğumuz ortam her türden o kadar zengin ve sık bir bitki örtüsüne sahipti
ki, gökyüzünü görebilmek neredeyse olanaksızdı. Kekiğin türlüsü, eğrelti
otları, mora çalan çiçekleriyle ada çayları, kadın aynaları, hâkim yeşilin
içindeki mor adacıklar gibi efek kolonileri, sapsarı alimeç papatyalar, aslan
dişleri, tomurcuğa durmuş endemik zambaklar, gelincikler, kampana çiçekleri ve
koyu al renkli altın kamışlar Dündarlı’ya kadar takip ettiğimiz vadi boyunca
peşimizden hiç ayrılmadılar.
Büyükkemerdere köyünden çıktıktan sonra rastladığımız ilk çeşme
Vadinin karşı yamacında Küçükkemerdere köyü
Katır yolunda adaçayları (şalba)
Kekik kolonileri
Gezginler, katır yolundan Kemerdere vadi tabanına doğru inerken
patikanın güzelliği
Katır yolundan inerken rastladığımız bir diğer çeşme; ama suyu akmıyor.
Ada çayları (şalba) çiçekleri; yakından...
efekler
Katır (mekkare) yolundan bir başka görünüm
Bu zengin ve baş
döndürücü floranın etkisiyle ilk kemerli köprüye nasıl ulaştığımızı anlamadık
bile. Her üç köprü de oldukça derin bir kemer açıklığına sahip, yerel malzeme
olan kayrak taştan yapılmış, yüzlerce yıllık bir geçmişe sahip taş yapılar
olarak dikkatimizi çekti. Beylikler Dönemi’nden kaldığı izlenimini edindiğimiz
köprülerden ilki, Büyükkemerdere
köyünden yaklaşık 3 km.lik bir uzaklıkta ve dere yatağının batıya doğru
kıvrıldığı bir noktada yer alıyordu. Köprünün üzerinden geçen yol, derenin
karşı kıyısında Küçükkemerdere ve Dündarlı köylerine doğru ikiye
ayrılıyordu. Biz güneye; Dündarlı
yönüne devam ettik.
Kemerdere, göğe ulaşmak neredeyse imkansız...
Kemerdere Köprüsü; ilk kemer...
Patika devam ediyor.
Dündarlı yolu
Dündarlı yolunda bir diğer çeşme; suyun tadına baktık.
Bir gelincik daha...
Kemerdere'den Dündarlı'ya...
Yamaçlarda tarlalar
Dündarlı yolunda fasulye sırıkları
Vadinin doğu yakasına
geçtikten sonra, yaklaşık 1 saat kadar oldukça konforlu diyebileceğiz bir
toprak yoldan yürüdük. Güneye doğru vadi boyunca alçalarak devam eden
yürüyüşümüz, bir süre sonra bizi suyun kıyısına kadar taşıdı. Derenin en sığ
bölümünden taşların üstünden atlayarak yeniden karşı kıyıya geçtik. Bu noktada
dikkatimizi çeken husus, Büyükkemerdere,
Küçükkemerdere ve Büyükkömürcü
köylerinin atık sularını da içine alan Kemerdere’nin
çevresel açıdan tehditkâr boyutlardaki bu ağır yükü taşımaktan yorgun düştüğü
idi. Ne yazık ki, kırsalda sıkça karşılaşılan su kaynaklarının temiz tutulması
konusunda halkın sahip olduğu özensiz davranış, bu yörede de mevcuttu. Küresel rüzgârların
kasıp kavurduğu ülkemizin biçare köylüleri de bu tuzaktan kurtaramazdı
kendisini. “Aslan yattığı yerden belli olur” ya da “Temizlik imandan gelir”
gibi veciz sözleri geleneğine kazımış bir halkın, bugün mahkûm edildiği yaşam kalitesi,
kırda ve şehirde pek de farklı değildi artık.
Alimeçler (krizantem)
yoncagillerden...
Zambaklar, tomurcukta; çok yakında bembeyaz çiçek açacaklar.
Aslan dişi
Kadın aynaları
Duvar diplerinde biten altın otu; şifalıdır kendisi...
Derenin batı yakasına
yeniden geçtikten sonra yeniden tırmanışa geçtik. Bir süre sonra Dündarlı-Büyükkömürcü asfaltına yakın
bir konumda; asfaltın üzerinden geçtiği modern köprünün hemen yanında ikinci
kemerli köprü ile karşılaştık. Köylüler tarafından Dündarlı Kemeri olarak adlandırılan bu köprü, ilk gördüğümüz
köprüden daha derin bir vadinin iki yakasını birbirine bağlıyordu. Yaklaşık 10
metrelik bir derinliğe sahip tek kemerli köprü, ilki gibi yerel malzemeden
kayrak taşlar kullanılarak yapılmıştı ve etkileyici bir görünümü vardı. Bir
süre gölgede soluklandıktan sonra epeyce yaklaştığımız Dündarlı köyüne doğru yeniden yürümeye başladık.
Gezginlerin hepsi
Dündarlı'ya doğru rastladığımız bir başka çeşme daha...
sarı çiçekleriyle gözalıcı süpürge otları
Kemerdere Vadisi'nde bir an; papatyalar ve gelinciklerin kardeşliği
Sarı papatya
Göbek otlar filiz vermiş.
Koyu al renkli altın kamışlar
turpgillerden...
Gezginler, Dündarlı yolunda...
Dündarlı köyünün ilk evleri yaklaşık 1 km kadar sonra göründü.
Yaklaşık 27 derece sıcaklıkta uzun süredir devam eden yürüyüş, hepimizi
hırpalamıştı. Bir an önce bir subaşında yemek molası verme telaşındaydık.
Ancak, henüz üçüncü kemerli köprüye ulaşamamıştık daha. Dündarlı Kemeri’nden beri asfalt yoldan devam eden yürüyüşümüz, bu
anlamda da bizi yormuştu. Köye doğru son virajı döndüğümüzde, bir vadinin kuytu
yamacına yaslanmış Dündarlı köyünün
evleriyle karşılaştık. Köyün içine doğru ilerleyen asfalt yolun üstünde
konumlanmış çok sayıda evin yanı sıra; köyün bir kısım evleri ise, asfaltın
aşağılarında yer alan Kemerdere Vadisi’nin
sırtlarına doğru saçılmıştı. Aşağı yukarı her evin yanında ineklerin barındığı
hayvan damları bulunmaktaydı.
Yol boyunca domuz erikleri
Dündarlı köyü
Gezgin susamış; Dündarlı girişindeki çeşme...
Üçüncü ve son kemere doğru, Dündarlı köyünden Kemerdere vadi tabanına doğru inerken
Karşıda Somak köyünün evleri
Bir ceviz ağacının dibindeki konfor; çeşme ve gölgelik
Somak yönünde Kemerdere Vadisi'nin görünümü
Kemerdere’ye doğru inen toprak yolu takip ederek vadi
tabanındaki üçüncü kemerli köprüye doğru inmeye başladık. Yorgunluk ve sıcak
nedeniyle vadi tabanına doğru inişimiz bize hiç bitmeyecek gibi gelmeye
başlamıştı. Dündarlı köyü girişinde
karşılaştığımız köylünün tarifine göre, kemerli köprü; Dündarlı köy mezarlığının hemen yakınlarındaydı. Vadinin karşı
yamacına konumlanmış Somak köyünün
evlerini uzaktan seçebiliyorduk.
Üçüncü ve son köprü; Dündarlı-2 Köprüsü
Kuzu kulağı çiçekleri
Bir süre sonra toprak
yol, kuzeye doğru dönerek dere yatağına yöneldi. Aşağılarda gördüğümüz birkaç
servi, bize köy mezarlığına yaklaşmakta olduğumuzu işaret ediyordu. Zaten biraz
daha inince üçüncü köprünün kemeri görüş alanımıza girdi. Köprü, Dündarlı köyü ile Somak köyünü birbirine bağlıyordu. Üzerinden geçen toprak yol,
derenin batı kıyısını takiben vadinin karşı yamaçlarına doğru birden dikleşerek
Somak köyüne yöneliyordu.
Gezginler, Dündarlı-2 Köprüsü üzerinde...
Kemerin üstü
Yeşillikler içinde 3.kemer
Dündarlı-2 Köprüsü, diğer iki köprü gibi kayrak taşlarla örülmüş,
köprü düzleminden yaklaşık 7 metrelik derinlikte dik bir kemere sahip
bulunuyor. Yorgun köprü, yüzlerce yıldır üzerinden geçen yolcuların gamla,
tasayla yüklü yolculuklarının tanığı olmalı. Yosun tutmuş taşlar arasından
fışkıran otlar, her şeye rağmen yaşamın bitmek bilmeyen devinimini temsil
ediyor gibi.
Kemerdere
Dündarlı-2 Köprüsü'nün diğer yönden görünüşü
Köprüden sonra sıra
yemek molasına gelmişti. Zaman biraz ilerlese de köprüyü arkamızda bırakarak, Dündarlı köy mezarlığının hemen
yakınındaki bir düzlükte yemek molası verdik. Dere kıyısındaki sırtımızı
verdiğimiz çınar ağacının dibindeki eskilerden kalma bir dibek taşı dikkate
değerdi. Ama mezarlık yakınında bulunması ayrı bir muammaydı.
Çınarın dibindeki dibek taşı
Dündarlı'dan ayrılırken...
Dönüş yolunda kaya kekikleri
Merdiven gibi dizilmiş yaprakları; sikke otu diye bilinir.
Büyükkemerdere’den beri çiçekti böcekti derken; dura kalka
yaklaşık 3,5 saattir yürüyorduk. İsketeler, ispinozlar, karatavuklar ve hele
hele dere yatağına üslenmiş bülbüllerin coşku dolu haykırışları, envai çeşit
göz alıcı çiçekle bezenmiş zengin bir floranın çekiciliği ve tarih kokan bir
katır yolunun üzerinde yer alan usta işi kemerlerin izinde süren yolculuğumuzun
son noktasına ulaşmıştık. Artık dönüş yolculuğuna çıkma zamanıydı. Geldiğimiz
rotayı takip ederek yeniden Büyükkemerdere’ye
doğru yöneldik.
Uzaklarda Büyükkömürcü köyü
Gezginler, dönüş yolunda kekik hasadında...
Mekkare yolunda yukarıya doğru
Mekkare yolu; doyumsuz bir patika...
Büyükkemerdere göründü.
Büyükkemerdere Kemeri’ni geçtikten sonra bizi dere yatağından Büyükkemerdere düzlemine ulaştıracak mekkâre
yoluna yeniden girdik. Her iki yanı kekiklerle kaplı benzersiz güzellikteki
patikada ilerlerken hepimiz kışlık kekik ihtiyacımızı anaç doğadan
karşılaşmıştık bile. Yola ulaştığımız noktada bulunan ve suyu oldukça soğuk
çeşmeden kana kana içtik. Sıcak hava ve uzun yürüyüş bugün epey yormuştu bizi.
Çeşme başında kısa bir moladan sonra Büyükkemerdere
köyüne doğru yeniden yürüyüşe geçtik. Karşıda köyün evleri uzaktan görünmüştü.
Dönüş yolculuğumuz, gidişe göre daha kısa sürmüştü. Neredeyse 3 saatte Büyükemerdere köyüne ulaşmıştık. Artık
İzmir’e dönme zamanıydı. Sarı İsmail Dede’nin
makamının yakınlarına bıraktığımız arabamıza binerek Tire’ye doğru yola çıktık.
Dipnotlar
(1) İrene Melikoff, Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe;
Cumhuriyet Kitapları, Eylül 1998; Çeviren: Turan Alptekin; sayfa: 114-115
(2) İrene
Melikoff, a.g.e; sayfa:115
(3)
İrene Melikoff, a.g.e;124
(4)
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Velayetnamesi ile ilgili bu bölüm, www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/download/1816/1447
adresinden alınmıştır.
(5) Fotoğraflar, belirtilenler dışında İF tarafından çekilmiştir.
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder