MAHMUT
DAĞI’NIN ETEKLERİNDE BİR SEYRÜ SEFER
24 Ocak 2020
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Nif ve Mahmut Dağı
kütlelerini birbirinden ayıran Karabel
Geçidi, İlkçağ’dan beri İzmir’in arka dünyasında; kuzeydeki Gediz Havzası ile Menderes coğrafyasını birbirine bağlayan önemli bir geçiş yolu
olarak öne çıkar. Bugün insanlığın binlerce yıllık değerli bir mirası olarak
defineci tayfasının defalarca saldırısına uğramış Karabel’deki Hitit Baba
Kabartması, bu geçide tarih boyunca atfedilen önemin taşa işlenmiş halidir
aslında. Prof. Dr. Ersin Doğer, İzmir’in Smyrna’sı isimli kitabında
İzmir’in savunması açısından son derece önemli bir yere sahip Karabel Geçidi ve çevre topografya
hakkında şu bilgileri aktarıyor:
Karabel Hitit Baba Kabartması; son hasardan önce...
(Kasım 2014)
(Kasım 2014)
“Belkahve
eşiği, aynı zamanda Bozdağ’ın (Tmolos) batı uzantısı Mahmut Dağı (Drakon) ile Nif Dağı (Olympos) arasında, Gediz (Hermos) ile Küçük Menderes (Kaystros) çöküntü ovalarını bağlayan Karabel Geçidi’ne de çok yakın konumdadır. Karabel Geçidi ise, Hermos
(Gediz) Vadisi’nden gelip Kaystros
(Küçük Menderes) Vadisi’ne ve hatta Belkahve Geçidi’ni
zorlamadan İzmir’e güneyden sarkmak isteyenlere Tahtalı Dağı üzerinden geçit veren vadilere de hâkimdir. Bu nedenle
de Karabel Geçidi, Belkahve Geçidi’nin yanında,
barındırdığı Hitit üslubundaki savaşçı kabartması ve Luvi dilindeki sınır
yazıtlarının da göstermiş olduğu gibi İzmir’in çevre savunması için oldukça
önemli bir konumdadır.”(1)
Sabah ayazında; ardımızda Dereköy...
Bugün Karabel Geçidi’ni geçtikten sonra Nif Dağı’na karşı Mahmut Dağı’nın eteklerinde konumlanmış bir dizi köyün çevresinde,
kâh yükseklerde, kâh alçaklarda; ama oldukça soğuk bir havada dolaştık. Sabah
yürüyüşe başladığımız Dereköy’e
ulaştığımızda, hava sıcaklığı 00C idi. Gün içinde 8-10 dereceye
kadar yükseldi; akşamüstü saat 17 gibi Dereköy’den
ayrılırken ise, hava sıcaklığı 6 derece civarındaydı. Güneş, gün boyu hep
tepemizdeydi.
Dereköy Camisi ve köy meydanı
Dereköy’de Sabah
Sabah 10.30 gibi Kemalpaşa’dan 10 km, Karabel Kabartması’ndan ise yaklaşık 3
km kadar uzaklıkta; Mahmut Dağı’nın
eteklerine sinmiş Dereköy’e ulaştık.
Hava sıcaklığı 00C dereceydi ve keskin bir ayaz hâkimdi köyün sokaklarında.
Önce Pazar günleri köy pazarının kurulduğu alanın önündeki çeşmeye uğradık. Bu
alanda eskiden sadece bir kahvehane vardı. Yakın zamanda İzmir Büyük Şehir Belediyesi mevcut binanın bir kısmına bal süzme
ve paketleme tesisi kurdu. İşte bu avlunun hemen önündeki çeşmeden, yanımızda
getirdiğimiz şişelere lezzetli Dereköy
suyundan doldurduk önce. Eskiden sürekli açık kalan, bal dolum tesisinin
yanındaki kahvehane şimdilerde sadece hafta sonları açılıyormuş. Bu nedenle
köyün meydanındaki kahvehaneye geçtik ve orada yanan sobanın başında sabah
kahvelerinin eşliğinde biraz ısındık.
Dereköy'de sabah vakti; köy kahvehanesindeyiz.
Dereköy'ün patikaları aşan küçük derelerinden biri
(Kasım 2006)
Dereköy, Mahmut Dağı’na
çıkış rotalarının başlangıcında olması nedeniyle, hafta sonları yürüyüş
gruplarının rağbet ettiği önemli bir uğrak noktası. Son yıllarda kurulan
üretici köy pazarı sayesinde buralar oldukça canlanıyor; kalabalıklar sayesinde
köylü de bir şekilde pazara getirdiği ürünlerini değerlendirebiliyor. Var olan Dereköy –Gökyaka Kalkınma Kooperatifi, İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin desteği
sayesinde her iki köyün umudu ve dayanak noktası olmuş. Bir dönem Mahmut Dağı’nın çevresindeki alçak
tepelere kurulmak istenen rüzgârgüllerine karşı köylünün gösterdiği tepki de bu
birliktelik çevresinde gelişmiş. Ama bugün gördüğümüz manzaraya göre; köylünün
verdiği bu mücadele, pek de gerekli yerlerde yankı bulamamış, umursanmamış ve Gökyaka ile Cumalı arasındaki sırtlarda dönmekte olan pervanelere dönüşmüş bu
duyarsızlık.
Dereköy-Gökyaka üstünde yol boyunca yer alan arı kovanları; arkada yol arkadaşımız "Gamit"...
Dereköy'den kaynağa giden yolun başlangıcı
Bugün Dereköy’den Cumalı’ya kadar yükseklerde dolaşırken, güzergâhımız üzerinde
yüzlerce arı kovanına rastladık. Kış uykusundaydılar hepsi. Ama çarpıcı olan
şuydu; gördüğümüz kovanlar, bu civardaki köylerde; bal üretiminin, köylünün
önemli bir geçim kaynağı olduğunu göstermekteydi. Daha önceleri Kemalpaşa-Bayramlı köyünde, Karaburun Yarımadası’nda, Datça Yarımadası’nda ve diğer yerlerde
arıcılık yapan köylülerin anlatımına göre; ölçüsüz bir şekilde kurulan rüzgâr
elektrik santralleri, bal üretimini olumsuz yönde etkilemekteydi. Temiz enerji
dahi olsa; yeni yatırımların planlanırken, bu olumsuz etkilerin de tarafsız bir
bakışla gözetilmesinde yarar olduğunu düşünüyoruz.
Dereköy köy meydanına ve camisine uzaktan bakış
Dereköy'den kaynağa giderken...
(Kasım 2006)
Dereköy pınarına giderken yolumuz üstünde ağaç kütüklerinden yapılmış şirin su yalakları
(Aralık 2011)
Dereköy’ün doğusunda, yıllar öncesinden beri bildiğimiz benzersiz
bir köşesi var; büyük kaya kütlelerinin arasına saklanmış köye su sağlanan bir
kaynak bu vadinin doğu ucunda yer alıyor. Fethiye’deki
Saklıkent’e benzettiğim kanyonu
andıran bu saklı dünyanın görünümü, özellikle doğanın yeniden uyandığı bahar
aylarında benzersizdir. Ben buraya Dereköy’ün
“saklıyurt”u adını verdim.
Dereköy'e su sağlayan pınar ve küçük kanyon; "saklıyurt"
(Nisan 2017)
Dereköy, pınarın derinliklerine doğru
(Nisan 2017)
Kayanın içinden aşağılara doğru akan su
(Aralık 2011)
Karşıdaki Nif Dağı’nın eteklerinde yer alan Yukarı Vişneli köyünden bu yakaya
bakınca, Mahmut Dağı’nın eteklerine
gündüzleri bir gerdanlığın boncukları gibi dizilmiş olan bu sıra sıra köylerin;
içinde yer aldıkları vadinin yamaçlarına doğru taşmış evlerinin gece
karanlığında bir yanıp bir sönen ışıklarıyla size göz kırpışları var ya; ne
hikâyeler anlatır; kim bilir?
Dereköy'e adını veren deresi
Dereköy sırtlarından Nif Dağı'na bakış
Nedense çok uzaklarda
yanan titrek köy ışıklarını görünce, hep Cahit
Külebi’nin şu şiiri aklıma gelir; gecenin zifiri karanlığında gördüğüm
manzarayla ansızın zaman, en az yüz yıl geriye doğru akar ve dile gelir soluk
ışıkların ardındaki köy; şöyle fısıldar usulca kulaklara; içindeki “hikâye”yi…
Hikâye
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe
hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu, Dağıt
saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç
sevmem
Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde
Şimal rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım
çatlaktır
Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve
güzelsin!
Benim doğduğum köyler de
güzeldi,
Sen de anlat doğduğun
yerleri,
Anlat biraz
Cahit Külebi (1917-1997)
Dereköy’ün güney yönündeki çıkışından itibaren Gökyaka köyüne doğru yürümeye başladık. Köyden ayrılırken;
kemikleri sayılan, kirli beyaz renkte bir köpek de takıldı peşimize.
Zayıflığından hareketle, ona “gamit”
ismini verdik. Cumalı’ya dek, terk
etmedi bizi hayvancık. Tam yemek zamanına geliyorduk ki; Cumalı girişinde karşımızdan iki köylüye sırnaştı hayvan. Köylü
kadın da kimsesiz köpeklerle ilgilenmeyi seviyormuş; belki de hayvanın hayatı
kurtuldu bu şekilde. Takıldı peşlerine; onlarla birlikte vadinin içinde
kaybolup gitti “gamit”, bir bilinmeze
doğru.
Yol arkadaşımız; Dereköylü "Gamit"
Dereköy'den Mahmut Dağı'na bakış
(Aralık 2011)
Eski yürüyüşlerden birinde Mahmut Dağı yolundayız.
(Şubat 2012)
Sabahın sert ayazı
yürüdükçe etkisini kaybetti; bir süre sonra iyice ısındı içimiz. Dereköy’den Gökyaka’ya dek yaklaşık 3 km kadar asfalt köy yolundan yürüdük.
Solumuzdaki kızılçamlar altında üç-beş kişi kozalak topluyordu. İlgimizi çekti;
sorduk kendilerine. Kozalakları ormancılar, tohum için kullanacaklarmış; onlar
için topluyorlarmış. Anladığımız kadarıyla kendileri Orman İşletme Müdürlüğü’ne iş yapan bir taşeronun elemanlarıydı.
Mahmut Dağı
(Şubat 2012)
Mahmut Dağı eteklerinden Gökyaka köyünün görünüşü
(Şubat 2012)
Dereköy civarında eski yıllarda da defalarca yürümüş, köyün
kahvehanesinde de köylülerle zaman zaman sohbetler yapmıştık. Bunlardan birinde
yukarıda sözünü ettiğimiz su kaynağının başında karşılaştığımız bir köylüden
yurtdışına yok pahasına satılan humuslu toprak vurgunu üzerine hikâyeler
dinlemiştik. Yine bir başka Dereköy
çıkışlı yürüyüşümüz sonrasında da; Dereköy
kahvehanesinde karşılaştığımız posbıyıklı ve görmüş geçirmiş bir Dereköylü
amca, 1994 yılında Karabel civarından
başlayarak Bayındır’a kadar devam
eden ve hektarlarca ormanlık alanın telef olmasına neden olan o büyük yangının
nasıl başlayıp geliştiğini anlatmış ve bizim, üzüntü ile kızgınlık arası
karmaşık duygularla donanmamıza yol açmıştı. Orman taşeronlarını görünce,
nedense köylülerden dinlediğimiz bu hikâyeler aklımıza geldi birden. Niyet
iyiyse bir diyeceğimiz yok tabii ki; ama çoğu orman yangınının ardından medyada
yer alan haberleri okudukça, insanın tüyleri diken diken oluyor.
Gökyaka köyüne girerken...
Gökyaka'nın Nif Dağı'na nazır bir sekideki manzaralı yazlık kahvehanesi
Gökyaka köyü ve Şah Ahmet Dede
Bir süre sonra Gökyaka köyüne girdik. Nif Dağı’na ve Torbalı’ya doğru uzayıp giden düzlüklere hâkim konumdaki Gökyaka kahvehanesi ilk uğrağımız oldu.
Kahvenin terasından gördüğümüz manzara eşsizdi. Nif Dağı’nın gösterişli kütlesi ve birkaç hafta önce çıktığımız
karlarla kaplı zirvesi Nif Karlığı
görüş alanımız içindeydi. Yazın önünden geçerken sürekli açık görüp oturmaya
imrendiğim bu kahvehane, herhalde soğuk hava nedeniyle bu aralar kapalıydı.
Köylüler yukarıdaki cami civarındaki köyün merkezine çekilmiş olmalıydılar. Biz
de kayrak taşlardan yapılmış köy evlerinin duvarları arasından seğirterek,
köyün yukarılarına doğru yürüdük.
Ipıssız Gökyaka kahvehanesinin avlusundan ovayı ve Nif Dağı'nı seyrettik.
Gökyaka'nın merkezine doğru...
Köyün camisinin
yakınında köyün kuruluşu ile ilişkilendirilebilecek bir dede türbesi var Gökyaka’da. Horasan erenlerinden olduğu
söylenen dede, köylüye sorarsanız; Şıh ya da Şeyh Ahmet olarak tanımlanıyor.
Ancak doğrusu Şah Ahmet olmalı. Kare planlı ve üzerinde bir kubbe ile
tamamlanan son derece basit bir mimariye sahip türbenin içindeki dede mezarı incelendiğinde,
mezarın doğu-batı ekseninde konumlandığı görülüyor. Bu da bize mezarın
Türklerin İslamiyet’i kabul ettikleri erken döneme denk düşen bir dede mezarı
olduğuna işaret ediyor. Ayrıca şunu da belirtmeliyiz ki; Şah Ahmet Türbesi, aslında çok eski, belki de 700 yıllık bir
mezarlığın içinde yer alıyor. Mezarların başlarında yer alan taşlar ise, son
derece basit ve balbal özelliği
gösteriyor.
Gökyaka Camisi
Avlusundaki tarihi servilerden biri
Şah Ahmet, 12-13.yy.larda Türkmenlerin Bey Dağları üzerinden Batı Anadolu’ya
yönelen büyük göçleri sırasında; ziyaret ettiğimiz diğer dede mezarları gibi bu
göçün manevi-askeri önderlerinden biri olmalı. Aslında yakın çevrede buna
benzer çok sayıda dede mezarı mevcut. Bunların en meşhurlarından birisi aslında
Hamzababa köyüne de ismini veren Hamzababa(2)… Yukarı
Kızılca’da bulunan Tufan Dede(3), Mahmut Dağı’nın zirvesinde yatan Mahmut Dede(3),
Tire’nin arkasında; Aydın Dağları’nda Dibekçiler Yaylası’nın üstündeki Çaldede Zirvesi’nde yatan Çaldede(4), Tire-Peşrefli köyünde
Pir Veli Beşe(5), Tire-Boynuyoğun köyü yakınlarındaki türbede
yatan Ali Baba(6), yine Tire’de Güme Dağı’nın arka dünyasındaki saklı
vadilerden birinde yer alan
Büyükkemerdere köyünde yatan Sarı
İsmail Dede(7) ve
yine Aydın’da Paşa Yaylası’nda İmam Baba Tepesi’nde yatan İmam Baba(8) da bizim zirvelerde ziyaret ettiğimiz;
Anadolu’nun anonim isimli kadim erenlerinden bazıları… Dolayısıyla onların referans
verilen hikâyeleriyle Şah Ahmet’in
hikâyesi, karşılaştırıldığında benzer öğelere rastlamamak mümkün değil.
Şah Ahmet Türbesi ve başındaki her şeyin tanığı; en az 700 yaşındaki servi ağacı
Köyün kurucu atası Şah Ahmet'in kabri
Şah Ahmet Türbesi ve hazirede yer alan diğer mezarlar
Şah Ahmet Dede’nin türbesinin yanındaki ve hemen üst düzlemde
yer alan Gökyaka Camisi’nin avlusunda
bulunan ulu serviler de Gökyaka’da
saklı bu hikâyeyi ele veriyor aslında. En az 700 yıllık bu anıt ağaçlar, köyün
kuruluşundaki önderi işaret ediyorlar bir anlamda. Şah Ahmet ile ilgili olarak yörede anlatılan bir söylenceye göre, Şah Ahmet’in Haçlılarla yürütülen bir
savaşta şehit düştüğü ve buraya gömüldüğü belirtiliyor. Bunu elbette ki
kanıtlayacak bir durum söz konusu değil, ama kuşaktan kuşağa anlatılan bu
bilgi, büyük olasılıkla Denizli
civarında Miryakefalon’da; 1176
yılında Anadolu Selçuklu Hükümdarı II.
Kılıçarslan komutasındaki Türk Ordusu ile Bizans Hükümdarı I. Manuel Komnenos komutasındaki Bizans
Ordusu’nun Miryakefalon Savaşı’nda
karşı karşıya gelmeleri ve Bizans Ordusu’nun yenilgisi sonrasında Türklere Batı
Anadolu topraklarının kapısının açılması ile paralellik arz ediyor.
Hazirede yer alan karakteristik Türkmen mezarlarından biri; sanki bir balbal...
Yaşlı servi ve mezarlar
Şah Ahmet’in bugüne ulaşabilmiş bir manevi-askeri önder
olarak; 12 yüzyılın sonlarıyla 13.yüzyılın başları arasında bir zamanda, bu
topraklara gelip; kendini, öğretisi ve mücadelesiyle bir şekilde kabul ettirmiş
ve halk tarafından her bakımdan benimsenmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Anadolu’nun bu kadim önderlerinin askeri başarılar sonrasında, sahip oldukları
manevi donanımları sayesinde; karşılaştıkları Hıristiyan yerli halkı da
yumuşatıp kendilerine tabi kılarak, bir anlamda bu topraklarda bugüne dek süren
egemenliklerinin temelini perçinledikleri gerçeğini de asla unutmamalıyız.
Bazen de bu mekanizma Balkanlar’daki Türk-İslam egemenliğinin tesisi sırasında
yer değiştirerek; yani önce Hıristiyan halkın kolonizatör dervişler aracılığıyla
yumuşatılması ve daha sonra askeri başarılarla Balkan coğrafyasının Osmanlı
topraklarına dâhil edilmesi şeklinde çalışmıştır. Sarı Saltuk Baba, Kızıl Deli
Sultan, Otman Dede gibi kolonizatör dervişler bu işlevi yerine
getirmişlerdir.
Şah Ahmet'in kare planlı ve kubbeli türbesi
Şah Ahmet Türbesi'nin bulunduğu düzlemden Gökyaka Camisi'ne bakış
Gökyaka’dan Cumalı’ya
Gökyaka Camisi’nin arkasından köyün yukarılarına doğru çıkan yolu
takip ederek, Gökyaka’dan ayrıldık.
Yol, güneye doğru kıvrılarak yükselmeye başladı. İlk virajda “Şifalı Su; 4 km” yazan bir levha, bizi
meraklandırdı doğrusu. Köyün üst düzlemindeki yola çıkınca, epey bir süre
aşağımızdaki düzlüklerde yer alan yoğun zeytinlikleri ve Nif Dağı’nı seyrederek yürümeye devam ettik. Gökyaka’dan çıktıktan sonra, vadiye karşı yol kıyısında dizilmiş
yüz civarı arı kovanına rastladık yine. Bizim yürüdüğümüz düzlemin bir
üstündeki sırtta ise, üç dört tane rüzgârgülü vardı. Sırt ise karla kaplıydı.
Güney yönünde ise, sırasıyla Cumalı ve
hemen yanında Yeşilköy uzanmaktaydı.
Gökyaka'dan sırtlara doğru yürüdük.
Gökyaka'dan çıkarken yol kıyısında gördük tavşan memelerini; üzerinde kırmızı meyveleriyle, bu yılbaşı çalılarını...
Gökyaka sırtlarından Nif Dağı'nın görünümü
Gamit ismini verdiğimiz yol arkadaşımız, zaman zaman yol
kıyısındaki çalıların arasına daldı çıktı; sonra yeniden bizi takip etmeyi
sürdürdü. Bir süre sonra toprak yol, doğuya doğru kıvrıldı ve içerilere nüfuz
eden derin vadilerin çevresinden dolaşarak ilerlemeyi sürdürdü. Doğuya doğru
döndükten sonra, vadinin dibinde devam eden bir sulama barajı inşaatını fark
ettik. Cumalı köyünün hemen çıkışında
yer alıyordu baraj. Hafriyat kamyonlarının biri gidip biri geliyordu; ortalık
toz dumandı kısacası.
Gökyaka sırtlarında sıra sıra arı kovanları
Karakaya'nın eteklerinde Cumalı ve Yeşilköy...
Vadiyi çepeçevre döndük.
90 derecelik dönüş noktasında nihayet şifalı
suyun aktığı çeşmeye ulaşabildik. Çeşmenin üstünde yer alan derme çatma bir
levhanın üstünde”şifalı su; guatr için”
yazısı vardı. Sudan içtik; ama içimi çok lezzetli değildi. Demek ki hikmetleri
başkaydı suyun. Yola devam ettik.
Doğuya doğru; vadinin derinliklerinde...
Çevresini dolandığımız vadinin çıkışında Cumalı köyü vardı.
Şifalı su; Gökyaka çıkışından 4 km. kadar uzaklıkta...
Vadiyi çevreleyen yolun
en doğudaki noktasındaydık. Vadinin ağzında Cumalı
köyünün evleri görünmekteydi. Yoldan vadiye doğru inen bir sürü yol vardı.
Çeşmeden sonra üçüncü patikadan vadiye doğru inmeye başladık. Oldukça dik ve
iki yanı meşelerle kaplı bir yangın yoluydu indiğimiz yol. Gamit önden, biz arkadan; yavaş yavaş bozuk yoldan vadinin
aşağılarına doğru indik.
Bir kızılçamın ardından vadiye doğru; kuzey-güney ekseninde bakış
İndiğimiz yangın yolundan önceki patikadan ulaşılan yangın göleti
İki yanı meşe ağaçlarıyla kaplı yangın yolundayız. Arkada Karakaya...
Meşeler ve "gamit"
Vadinin dibinde
yaprakları tamamen dökülmüş halde çınarla ağaçlarıyla kaplı bir dere (Akalan Deresi), güneydoğu yönünden Cumalı’yı saran Karakaya’nın eteklerini yalayarak, baraj inşaatının sürdüğü yönde
akışını sürdürmekteydi. Derede su, yağışlarının son derece az miktarda
seyrettiği bu aylarda oldukça düşük seviyedeydi. Taşların üstünden atlayarak
dereyi geçtik. Sola giden yol, Karakaya’nın
çevresinden güneye doğru dönerek Yeşilköy’e;
sağa giden yol ise, baraj inşaatının sürdüğü vadinin kıyısından geçerek Cumalı köyüne doğru gidiyor olmalıydı.
Biz sağdaki yola saptık.
Yangın yolunda bir eski ağıl
Gezginler, Akalan Deresi'nin yatağında...
Gamit döndü ve geriye baktı uzun uzun.
Önümüzden yürümekte olan
Gamit, arkalarından vuran ışığın
içinden birer karaltı şeklinde beliriveren bir köylü çiftin üzerine doğru
koşarak onlara sırnaştı. Köylülerden kadın olanı, hayvanı okşadı; sevdi. Gamit, kendisine gösterilen ilgiden
cesaret alarak, kadının sırtına tırmandı; işi iyice şaklabanlığa vurdu. O
sırada biz de onlara yetiştik; selamlaştık köylülerle. Gamit’in Dereköy’den beri
peşimize takıldığından ve çok aç olduğundan söz ettik köylülere. Kadın, köyde
kendisinin birçok hayvanı olduğunu; kedi ve köpekleri de beslediğini söyledi.
Bu Gamit için belki de bir kurtuluş
umudu idi. Zaten Gamit de bunun
farkındaydı ve kadının peşinden ayrılacak gibi durmuyordu. Köylülerle
vedalaşarak yanlarından ayrıldık. Bir süre sonra arkamıza dönüp baktığımızda, Gamit’in oynaya zıplaya köylülerin peşi
sıra vadinin derinliklerinde kaybolup gittiğini gördük. Üç köyü aşarak peşimiz
sıra ardımızdan gelen hayvancık, derin bir vadide son sığınağını bulmuştu; ne
mutlu ona, belki de hayatı kurtulmuştu.
Akalan Deresi
Akalan Deresi; güney kolu
Akalan Sulama Barajı'na doğru; son üç yol ağzındayız.
Cumalı yönünde bir süre yürüdükten sonra, sulama barajının (Akalan Sulama Göleti) inşaatının devam
ettiği vadiye ulaştık. Hafriyat kamyonlarından biri vadiden çıkmak üzereydi.
Ondan atik davranarak ve hatta koşarak, Cumalı
yol ayrımına dek hızlı bir şekilde yürüdük. Kamyondan ucuz kurtulmuş, tozunu
yememiştik. Ancak vadinin içinde ortalık toz dumandı. Bir yerden kaldırılan
toprak, yaklaşık 500 metre ilerideki bir başka alana dökülüyor; buradan da
barajın dolgusunda kullanılmak üzere inşaatın ilgili alanlarına yığınak
yapılıyordu.
Akalan Sulama Barajı inşaatı
Barajın ana gövdesi; üst dolgusu sürüyor.
Akalan Sulama Barajı'nın önünü kestiği vadinin kıyısından Nif Dağı'nın görünümü
Cumalı Köyü
Cumalı, Dereköy ve Gökyaka
köylerinde olduğu gibi kayrak taşlarla yapılmış köy evleriyle dikkat çeken
bir sivil mimariye sahip. Her üçü de sırtını Mahmut Dağı’nın eteklerindeki alçak tepelere dayamış durumda. Cumalı köyünün bulunduğu yer, belki de
henüz yerleşik hayatın tam olarak gerçeklik haline dönüşmediği bir başlangıçta,
Cuma namazlarını kılmak için bir araya gelinen bir mekân olmalı. Belki çok eski
zamanlarda yerinde bir Yörük obası yer almaktaydı. Anadolu’nun birçok yerinde
olduğu gibi; köyün bulunduğu alanda Cuma günleri kurulan pazara gelen köylüler,
Cuma namazlarını da buradaki camide kılmaktaydılar. Zamanla köyün camisi
çevresinde gelişen hayat, yine Cuma namazları ritüeli çerçevesinde öne çıkarak,
köyün ismini ve cismini bugünlere taşıdı.
Cumalı'ya doğu yönünden girerken...
Bir zeytinliğin içinde kayrak taşlarla yapılmış eski bir bağ evi
Cumalı'da geçmişin izlerini taşıyan yorgun bir koca kapı
Köyün arka dünyası
tamamen kızılçamlarla kaplı… Mahmut Dağı’nın
sırtları ve etekleri orman yönünden oldukça zengin… Ama daha yukarılarda da
andığımız 1994 yangını, bu civardaki ağaç örtüsüne büyük zararlar verdi. Köyün
daracık sokaklarından geçerek ulaştığımız köyün meydanındaki ulu çınarlar,
taban suyu hakkında bize bir fikir veriyor. Cumalı’nın
kahvehanesi ve camisi, meydana bakan; karşı karşıya iki ayrı sekide yer alıyor.
Caminin bulunduğu sekinin önünde, suyu gürül gürül akan bir çeşme var. Kahvehaneye
doğru yöneliyoruz; selam verip giriyoruz içeri. Şimdi bizim için yemek vakti…
Cumalı Camisi
Cumalı'nın merkezindeki kahvehanenin bulunduğu seki
Kahvehanenin çapraz karşısında bir ulu çınar
Kahvehanenin ortasındaki
soba cayır cayır yanıyor. Sobanın üstündeki bir hazneden boşaltılan iri granül taneler
şeklindeki katı yakıt, haznenin boğazındaki bir kelebek yardımıyla zaman zaman
elle açılarak, sobanın yanma odasına besleme yapılıyor. Kahveciden
öğrendiğimize göre; pirina ve çam kozalağı kırığı yakıt olarak kullanılıyormuş.
Pirinanın daha verimli olduğunu söylüyor kahveci. Çevremizdeki köylülerle kısa
bir sohbet sonrası yemeğimize dönüyoruz; ardı ardına gelen sıcak çayların
eşliğinde yanımızda getirdiğimiz azığımızı afiyetle indiriyoruz midelere. Sıra
son keyif çaylarında... Sonrasında köylülerle vedalaşma vaktidir.
Cumalı'nın merkezinden yukarı doğru çıkan yol
Cumalı köy kahvehanesinin bulunduğu sekideki asırlık çınar ağacı; tabii anıt...
Cumalı köy meydanından bir görünüm; yaşlı çınar ağaçları taban suyunun habercisi
Köyün çıkışındaki ovaya
doğru yol ayrımında bulunan çok eski mezar taşlarının yakınındaki bir levhada
şu ifadeler yer alıyor:
“Bu köy, Osmanlı Sancağı’nı düşmana teslim etmeden
Balkanlar’dan köyüne kadar getiren Hasan Çavuşların, 1.Dünya Harbi ve İstiklal
Savaşı boyunca Çanakkale ve Sakarya’da savaştıktan sonra Afyon Cephesi’ni yaran
17 kişiden biri olan ve İzmir’e ilk giren kafilede yer alan Gazi Ahmet
Onbaşıların (Ahmet Taşkın) yetiştiği, İstiklal Savaşı’nda sancağı saklayıp
düşmana teslim etmeden, 2002 yılında Ege Ordu Komutanlığı’na teslim ederek
teşekkür beratı almış kahraman insanların köyüdür.”
Cumalı köyünün meydanında yer alan çeşme
Cumalı köyünün ovaya doğru çıkışındaki tarihi mezarlık ve serviler
Söz konusu sancak, uzun
yıllar boyunca Cumalı Camisi’nde
muhafaza edilmiş. Levhadaki ifadede belirtildiği gibi 2002 yılında eski
muhtarlardan Fevzi Lütfi Taşkın ile araştırmacı-yazar
ve öğretmen; rahmetli Necat Çetin’in
emeğiyle Ege Ordu Komutanlığı’na
teslim edilmiş, oradan da İstanbul’daki Harbiye
Askeri Müzesi’ne gönderilmiş. Necat
Çetin tarafından yapılan araştırmaya göre; İşkodra Sancağı olarak adlandırılan sancak, şimdi müzede
sergilenmekteymiş.(9) Bu
vesile ile kendisini tanımış biri olarak; Bayındır
çevresinde yürüttüğü yerel tarih çalışmaları ile hatırladığımız bu değerli
araştırmacı-yazar Necat Çetin’in
hatırasını da burada anmış olalım. Nur içinde yatsın.
Zeybek ruhlu araştırmacı-yazar ve tarih öğretmeni Necat Çetin; ruhu şad olsun.
(Kaynak: https://www.efelikruhu.com/2017/04/07/mursallili-ismail-efe-destani.html/necat-cetin)
(Kaynak: https://www.efelikruhu.com/2017/04/07/mursallili-ismail-efe-destani.html/necat-cetin)
Cumalı'da avluya açılan bir yaşlı koca kapı daha...
Cumalı’dan Dereköy’e
Köyün çıkışındaki eski
mezarlığın yanından geçerek, ovadan Dereköy’e
doğru devam eden asfalt yoldan bir süre yürüdük. Amacımız baraj inşaatının
bulunduğu alana yaklaşmadan, yine Cumalı
köyünün arkasındaki sırtlarda Gökyaka
köyüne doğru yönelen toprak yolu bulabilmekti. Bunun için, asfalt yoldan
ayrılarak tatlı bir meyille yükselen eğimli bir arazideki zeytinliklerin
arasından devam eden bir traktör yoluna saptık. Yol, bir süre sonra yer yer
kopuk şekilde devam eden kesikli patikalara dönüştü. Zeytinliklerin sınırlarını
belirleyen çalılarla kaplı bahçe çitlerini ve zeytin teraslarını aştık. Gökyaka köyüne doğru yaklaşırken,
kızılçamlarla kaplı konforlu bir patika çıktı karşımıza. Bu patikanın ulaştığı
nokta ise, Gökyaka köyünün
güneyindeki kilit taşlarla kaplı bir yolun başlangıcı oldu. Köyün evleri de bu
noktadan itibaren başlamaktaydı. Yolu dosdoğru takip edince, sabah Şah Ahmet Türbesi ve Gökyaka Camisi’nin bulunduğu alana
ulaşmıştık.
Yılın ikinci anemonunu Cumalı sırtlarında; bir zeytinliğin içinde gördük. İlkini ise, geçen hafta Ildırı'da Erythrai eteklerinde görmüştük.
Cumalı'dan Gökyaka'ya doğru konforlu bir patika
Sabah yaptığımız gibi,
yine caminin arkasından dağa doğru giden yolu takip ederek yukarı doğru
yürüdük. İlerideki üç yol kavşağında ise, bu kez sabah döndüğümüz yönün tam
tersine ve kuzeye doğru yöneldik. Bundan sonrası kolaydı. Kıyısında yer yer
kovanlarla kaplı toprak yol, bizi Dereköy’ün
sırtını çeviren kızılçam ormanının sınırına dek götürdü. Yol burada nihayete
ermişti; aşağı doğru Cumalı-Dereköy
asfaltına inen bir dik yangın yolunu takip etmekten başka seçeneğimiz yoktu.
Buradan aşağıya usulca indikten sonra, vadiye sinmiş Dereköy’ün evleri göründü karşıdan. Tarlasından traktörüyle dönmekte
olan bir köylü, römorkunu işaret ederek “atlayın isterseniz, köye kadar” dedi.
Köye çok yaklaşmıştık; teşekkür edip, yürümeye devam ettik.
Patikadan kilitli taş döşeli yola geçiş; Gökyaka'nın güney girişi
Yarım kalmış bir odun kesim işi, bir balta ve en arkada Gökyaka Camisi'nin minaresi
Dönüş yolunda yine Gökyaka Camisi'nin önünden geçtik. Bu toprakları yurt yapan Şah Ahmet'lere saygıyla...
Dereköy’deki son durağımız, sabah olduğu gibi meydandaki köyün kahvehanesi
oldu. İçerisi oldukça kalabalıktı. Çift-çubuk muhabbetleri ve okey taşlarının
sesleri arasında yorgunluk çaylarımızı içtik. Önümüzde son uğrak yerimiz
olarak, Karabel Geçidi’ndeki Hitit Baba Kabartması vardı. Vandal
saldırıları ile son yıllarda epey yara almış bulunan bu binlerce yıllık kültür
mirasının son halini görmeliydik. Kısa bir dinlenme molası sonrası Dereköy’den ayrıldık.
Karabel Hitit Baba Kabartması; o gün bile ufak tefek hasarlar vardı, ama bugünkü başkaydı.
(Kasım 2014)
Karabel Kabartması ya da Hitit Baba Anıtı
II. Hattuşili döneminde (İ.Ö. 1400-1380) zayıflayan Hitit Devleti’nin bu güç kaybından Arzawa Krallığı yararlanır ve en parlak
dönemini yaşar. Prof. Dr. Ersin Döğer’in
İzmir’in Smyrna’sı isimli kitabında
bu dönemdeki gelişen olaylar şu şekilde aktarılmaktadır:
“Bir Arzawa
ordusu Alçak Ülke’yi (Batı Anadolu-İF) geçip Hatti Ülkesi’ne (Anadolu Platosu-İF) girer ve sınırını Hitit Devleti aleyhine genişletir. Bu saldırının başında
muhtemelen, Mısır Kralı III. Amenophis
ile mektuplaşan ve firavuna kızını veren Kral
Tarhundaradus olmalıdır. Bu ilişkiler Mısır’da bulunmuş ve Arzawa Mektupları olarak bilinen çivi
yazılı tabletlerde ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.
Büyük
Hitit İmparatorluğu’nun
kurucusu Şuppililuma I’in henüz
prensliği sırasında ve ardından tahta geçtiğinde (İ.Ö. 1380-1340) Hititler
yeniden harekete geçerek daha önce kaybetmiş oldukları Alçak Ülke’yi geri alırlar ve Arzawa
Krallığı’nı yeniden vasal
konumuna getirirler. Şuppililuma I’in
oğlu Kral II. Murşili (İ.Ö.
1339-1306) ise tüm Arzawa Krallığı’nı
işgal eder ve ortadan kaldırır. Arzawa
Krallığı ile bizzat Murşili
komutasındaki Hitit ordusunun Arzawa’nın
kalbinde yaptığı savaşlar, başkent Apasas’ın
(bugünkü Efes-İF) ele geçirilmesi, Arzawa Kralı yaşlı Uhhazitis’in
denizdeki bir adaya sığınması ve ölümü, Murşili’nin
önünden Arinnanda Dağı’na (bugünkü Dilek Yarımadası’ndaki Samson Dağı-İF) ve Puranda
Kalesi’ne (Bugünkü İzmir-Aydın
otoyolunun ikiye böldüğü; Torbalı yakınlarındaki Bademgediği Kalesi-İF) sığınanların geri getirilmesi Murşili’nin Yıllıkları’nda canlı bir
şekilde tasvir edilmektedir. Aslında savaş, Murşili’nin
iktidarının üçüncü yılında Hitit ordusunun Arzawa
ile işbirliği yapan Milawanda’yı (Miletos) ele geçirip yağma ve tahrip
etmesi ile başlamaktadır. Arzawa Krallığı’nın
fethi, kralın oğullarının direnişleri nedeniyle kolay olmamış, Murşili ve Hitit ordusu en azından iki
yıl Batı Anadolu’da oyalanmıştır. Buna rağmen II. Murşili sonunda Arzawa
Krallığı’nı ve konfederasyonunu ortadan kaldırmış, topraklarını daha önce
konfederasyonun üyeleri olan ve son anda Hititler’e
katılan Mira, Seha Nehri Ülkesi ve Hapalla beylikleri arasında
paylaştırmıştır.”(10)
Karabel Kabartması; definecilerin verdiği büyük zarar; tarih: Mart 2019
Arzawa Krallığı’nın II. Murşili tarafından ortadan kaldırılması sonrasında bölgenin yeni hâkimi olarak İ.Ö. 13. ve 12. yy.larda Mira Beyliği ortaya çıkar. Mira Beyliği, II. Murşili’nin Batı Anadolu’da Arzawa Krallığı’nın ortadan kaldırılması sonrasında oluşturduğu üç bağlı beylikten birisidir. Bugünkü Milas’a dek uzanan Kuwaliya topraklarının da katılmasıyla ismi Mira-Kuwaliya Krallığı olarak anılır. Güneybatıda Bafa Gölü civarında; Beşparmaklar’a doğru tırmanan yılan gibi bir yolla ulaşılan Sakarkaya’daki Kral Kupanta Kurinta’nın mührünün bulunduğu bir sınır taşıyla belirlenen bu beyliğin güney sınırı; Bafa Gölü’nü doğu yönünden sınırlayan Beşparmak Dağları’dır. Kuzey sınırı ise, yine Ayrancılar’a oldukça yakın bir konumda; Torbalı-Kemalpaşa arasındaki Karabel Geçidi’nde yer alan ve halk arasında Hitit Baba Kabartması olarak da bilinen Karabel Hitit Savaşçısı Kabartmasıdır. Bu da beyliğin Bozdağlar tarafından sınırlanan kuzey sınırını işaretlemektedir.
Hasar büyük; matkap delikleri fotoğrafta dahi fark ediliyor.
Prof. Dr. Ersin Doğer, yine aynı kitapta J.D. Hawkins’in çözümlemelerine göre; Karabel Geçidi’nde yer alan Hitit
Savaşçısı Kabartması’nın yanında Luvi
dilindeki yazıtın, Mira Kralı Targasnawa’ya
ait olduğunu söyler. Aynı yazıtta şifre edilemeyen iki isimle ilgili olarak
ise, yine aynı bilim adamına göre Targasnawa’nın
babası Alantalli ve dedesi Kupanta-Kal’a ait olduğu yargısını
belirtir.
Karabel Geçidi; karayolu genişletilmeden önce...
(Kasım 2006)
“Bozdağlar’ın
batı uzantısı Mahmut Dağı ile Nif Dağı arasında, Gediz Vadisi’ni Küçük
Menderes Vadisi’ne bağlayan Karabel
Geçidi, Antikçağ’da da bölgenin en önemli stratejik noktası olarak kabul
edilmekteydi. Büyük İskender’in
ordusu da Sardeis’ten Ephesos’a giderken buradan geçmiş
olmalıdır. Geçidin her iki yanında bulunan sınır yazıtları ve anıtlar, Herodotos (İ.Ö. 5. yüzyıl) döneminden
beri bilinmektedir. Tarihçi, o günkü bilgileri ile anıtın Mısır Kralı Sesotris tarafından bölgenin fethi
sırasında yapıldığını zannetmekteydi ve “anıt,
Ethiopia Kralı Memnon’a aittir” diyenleri de küçümsemekteydi. Son yıllarda
karayolunun genişletilmesi sırasında Hititlerin
de kullandığı hiyeroglifle Luvi
dilinde yazılmış sınır taşlarını ve diğer kabartmayı kaybeden geçitte tek
korunan anıt, doğu yamaçtaki Hitit üslubunda
savaşçı kabartmasıdır. Son yıllarda savaşçının başı ve mızrağı arasında oldukça
silik olan hiyeroglif yazıtı okumayı başaran J.D.Hawkins’e göre anıt, Hititlerin bölgedeki vasalı (uydusu-İF)
Mira Beyliği’nin kralı Targasnawa’ya aittir. Kral, Mira Beyliği ile Seha Nehri Beyliği (Gediz Vadisi’nden
Bakırçay Vadisi’ne ve onun arka alanına dek uzanan topraklar; eski Assuwa
Ülkesi toprakları-İF)
arasında sınır oluşturan Karabel Geçidi’ne
oydurduğu bu anıt ile tüm geçidin kendisi tarafından korunduğunu anlatmış
olmalıdır. (İ.Ö. 13. yüzyıl) Mira
Krallığı, Kral Targasnawa’dan üç
kuşak önce Hitit Kralı II. Murşili’nin
Batı Anadolu’daki Arzawa Krallığı’nı
yenip ortadan kaldırmasından sonra Arzawa’nın
topraklarına (Büyük ve Küçük Menderes Vadileri) yayılmış bir beylik olarak Hititlerin desteği ile varlığını
sürdürmüştü.”(11)
Karabel Hitit Baba Kabartması; hasardan sonra...
(Fotoğraf: Bengi İnak; Kaynak: https://arkeofili.com/wp-content/uploads/2019/03/karabel2.jpg)
(Fotoğraf: Bengi İnak; Kaynak: https://arkeofili.com/wp-content/uploads/2019/03/karabel2.jpg)
İşte bugün kendisine
neler olduğunu görmek için akşama doğru yanına uğradığımız, Karabel Geçidi’ndeki Hitit üslubunda yapılmış son sınır anıtı
Hitit Savaşçı Kabartması’nın arka
planında yatan tarihsel hikâye aşağı yukarı yukarıda anlatılanlardan ibarettir.
Yukarıda da belirtildiği gibi zaman içinde yol genişletme çalışmalarına kurban
edilen geçidin batısında kalan diğer kabartma ve sınır yazıtları dışında,
bugüne ulaşan bu değerli anıt, ne yazık ki son yıllarda; ana kayanın arkasında
bir define olduğunu ve bunu metal dedektörlerle saptadıklarını düşünen zavallı defineci tayfasının defalarca saldırısına uğramış bulunmaktadır. Bu anıtı, geçmiş yıllarda birçok kez ziyaret ettik. Bir keresinde önünde açılmış dev bir
defineci çukurunun varlığını İzmir Müzesi’ne
ve bölgedeki kolluk kuvvetlerine bildirdik. Müzeden bize yapılan dönüşte; söz
konusu anıt ve çevresinin bir rekreasyon alanı olarak düzenleneceği ve bu
konuda Ankara’nın bir proje çalışması yürüttüğü bilgisi verildi. Bunu takip
eden süreçte gördüğümüz tek değişiklik, anıta giden merdivenli yolun başına İzmir Müzesi tarafından konulan “Karabel Kabartması Anıtı” yazısı oldu.
Tabii ki vandalların bu biçare kültür
varlığına saldırıları bitmek bilmedi; en son basından öğrendiğimize göre 3 Mart
2019 tarihinde anıta verilen hasar ise benzersizdi. Kabartmanın ana öğeleri,
geri döndürülemez bir şekilde tahrip edilmiş ve kabartmanın muhtelif yerlerinde
delici aletlerle (büyük olasılıkla hilti ile) korkunç delikler açılmıştı.
Karabel Hitit Baba Kabartması
(Kaynak: https://www.arkeolojikhaber.com/haber-uc-bin-yillik-hitit-aniti-karabel-kaya-kabartmasi-boyle-parcaladi-20066/)
Bugün biz de bu acımasız
tahribata tanıklık ettik bir anlamda. Gördüğümüz manzara, gerçekten çok can
acıtıcıydı. Belli ki anıtın başına gelen vandallar,
yanlarında birçok teçhizatı da birlikte getirmişlerdi. Basında yer alan
bilgilere göre(12);
kabartmanın muhtelif yerlerinde matkapla delikler açılmış, bu deliklerden 4’üne
kablo düzeneği döşeyerek ana kayanın kalbinin havaya uçurulması planlanmıştı.
Anlaşıldığı kadarıyla bir ihbar ya da devriye tespiti sonucu vandalların sonuca
ulaşması bir şekilde engellenmişti. Ama sonuçta 3200 yıllık bu dünya mirası
kültür varlığı ne yazık ki geri döndürülmez bir şekilde tahrip edilmiş durumda;
Karabel Geçidi’nde ırzına geçilmiş
bir şekilde ıssızlığın ortasında yatıyor. Kimin umurunda? Yazık, çok yazık…
Benzer bir hasarın verildiği Konya-Ereğli'deki İvriz Kabartması; Hitit kültürünün
bölgedeki temsilcilerinden Tuwana Kralı
Warpalawa; bir elinde buğday başakları, diğer elinde ise üzüm salkımı tutan
Tanrı Tarhunsa’ya tapınırken
betimlenmiş.
(Mayıs 2017)
Karabel Hitit Baba Kabartması’nın bulunduğu gri renkli dev kayanın yanından kızgın ve çaresiz bir şekilde ayrıldık. Kafamız karmakarışıktı. Bugün en az 700 yıl önce; çok uzaklardan bu topraklara gelerek Mahmut Dağı’nın eteklerini kendilerine yurt edinen ve bu uğurda canlarını feda eden kurucu ataları düşündük; Şah Ahmet’i, daha sonraki zamanlarda Balkanlar’dan Cumalı’ya; düşmana teslim etmeyerek getirdikleri İşkodra Sancağı’nı, Yunan işgali sırasında bile düşmana kaptırmayan bu toprağın namuslu ve cesur insanlarını düşündük. Kurtuluş Savaşı’nda yüzlerce yıl önce yurt edindikleri bu güzelim toprakları düşman çizmelerine çiğnetmemek, yer altında ve yer üstünde yer alan; maddi ve manevi her türlü zenginliğimizin talan edilmesini önlemek uğruna “bir şarkı söyler gibi” ölebilen insanları düşündük. Acaba dedik; o insanlar; o güzel insanların hepsi mi binip gitti o güzelim atlara? Hiç kimse kalmadı mı geride şimdi?
Dipnotlar:
(1) Prof. Dr. Ersin Doğer, İzmir’in Smyrna’sı; İletişim Yayınları, 1.Baskı, 2006-İstanbul;
Sayfa: 15
(2) Hamzababa hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/01/karli-bir-gunde-hamzababadan-zeamete.html
(3) Yukarı Kızılca, Tufan Dede ve Mahmut Dede hakkında bkz.
https://dagakactim.blogspot.com/2015/02/yukari-kizilcadan-mahmut-dagina.html
(4) Çaldede ve mezarı başında düzenlenen Çaldede
Mahyası hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2012/07/tirede-caldede-mahya-senlikleri.html
(5) Pir Veli Beşe ve Peşrefli köyü hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2014/03/pir-veli-bese-icin-pesrefliden.html
(6) Ali Baba ve Ali Baba Tekkesi
hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2017/05/aydin-daglarinda-eren-babalarin-izinde5.html
(7) Sarı İsmail Dede ve Büyükkemerdere hakkında
bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2016/06/buyuk-kemerdereden-dundarliya.html
(8) İmam Baba ve Paşa Yaylası hakkında
bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2014/06/aydin-daglarinda-eren-babalarin-izinde2.html
(9) Cumalı ve İşkodra Sancağı hakkında
bkz. http://www.kemalpasaaktuel.com/haber-cumalI-koyu-4855.html
(10) Prof. Dr. Ersin Doğer, a.g.e; sayfa:42
(11) Prof. Dr. Ersin Doğer, a.g.e; Ekler bölümü; sayfa:168
(12) Basında Karabel Kabartması tahribatı ile ilgili olarak bkz. https://onedio.com/haber/3-200-yillik-karabel-kaya-kabartmasi-defineciler-tarafindan-tahrip-edildi-864383
ve https://www.arkeolojikhaber.com/haber-uc-bin-yillik-hitit-aniti-karabel-kaya-kabartmasi-boyle-parcaladi-20066/
(13) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında yürüyüş sırasında İ. Fidanoğlu
tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder