17 Şubat 2015 Salı

YUKARI KIZILCA’DAN MAHMUT DAĞI’NA



4 Şubat 2015
İbrahim Fidanoğlu

Zaman zaman yürüdüğümüz birçok rotayı barındırır Kemalpaşa havalisi. Bugün de dar zamanda; Kemalpaşa’nın isminde Kızılca geçen köylerinden birisi olan Yukarı Kızılca’dan, sırtını dayadığı Mahmut Dağı’nın zirvesine dek yürüdük. Zirvedeki bir dede mezarı, eski yürüyüşlerimizde zirvelerde karşılaştığımız Türkmen babalarını hatırlattı. Ama bunun dışında bir de vurgulanması gereken geçen haftaki lodosun ormanda bıraktığı derin izlerdi. Acımasız lodos fırtınası, Yukarı Kızılca’nın üstündeki kızılçam ormanını tepeden bir kosayla biçmişti sanki. Doğanın yaptığı benzersiz bir yıkımdı geriye kalan.

 Yukarı Kızılca karlar altında
(Fotoğraf:İF; Ocak 2015)

Yukarı Kızılca


Yukarı Kızılca, eski Kemalpaşa-Kasaba (şimdiki Turgutlu) karayolu üzerinde yer alan bir dizi eski yerleşimden birisi olarak öne çıkıyor. Turgutlu asfaltından ayrılan sapaktan sonra, nispeten tatlı bir meyille yükselen bir rotada; önce Aşağı Kızılca Köyü’ne daha sonra da Yukarı Kızılca Köyü’ne ulaşılıyor. Yukarı Kızılca; Mahmut Dağı, hemen onun altındaki kireç taşından dev kaya kütlesi Akkaya ve güneyindeki Kuşça Tepeleri arasında yer alan, 19.yy. Rum mimarisinin izlerini taşıyan günümüze ulaşabilmiş birkaç güzide konak eskisini de barındıran bir eski belde. Eski belde diyoruz; çünkü son yıllarda siyasi iktidarların pek sık başvurduğu Ali Cengiz oyunları sonucunda, yaklaşık 4000 kişinin yaşadığı bu köy irisi kasaba da artık Armutlu, Parsa (Bağyurdu), Ören gibi Kemalpaşa’nın birer mahallesine dönüştürülmüş durumda…

 Yukarı Kızılca sırtları; arka planda karlarla kaplı Akkaya
(Fotoğraf:İF; Ocak 2015)

Yukarı Kızılca, 19.yy.a tarihlenen ve en tepesindeki cihannüması ile dikkat çeken Hacı Halil Ağa Camisi, onun güneyinde yer alan ve kahvehanelerin hemen arkasındaki sokağa bakan bir hamam kalıntısı, yine 19.yy. Rum yaşantısını yansıtan eski Rum evleri ve köyün güney yamaçlarında sık serviler arasında kaybolmuş Türkmen önderi Tufan Dede’nin Türbesi ile önemli bir tarihi arka plana sahip olduğunu ele veriyor aslında.

 Yukarı Kızılca
(Fotoğraf:İF; Ocak 2015)

Anlatılanlara göre köy, Türkmenlerin Anadolu’da Batı’ya yönelen göçleri sırasında 13.yy.da yurt olarak benimsenmiş. Rivayet odur ki; köyün ilk yerleşimi, bugün köyün üst düzleminde yer alan Akkaya Tepesi’nin eteklerinde kurulmuş. Daha sonraki yüzyıllarda köyü vurup geçen bir veba salgını sonrası, köy bugünkü bulunduğu yere taşınmış. 19.yy.da köyde önemli sayıda bir Rum nüfus da yaşamış. Ancak; Kurtuluş Savaşı sonrasında onlar açısından “Büyük Felaket” sırasında onlar da bu toprakları terk ederek Yunanistan’a göçmüşler. 1919-1922 yılları arasındaki Yunan İşgali sırasında Yukarı Kızılca’daki Rumlarla Türklerin ilişkilerini algılamak için şu satırlara bir bakalım:

 Yukarı Kızılca Köy Meydanı
(Fotoğraf:İF; Ocak 2015)

“Muammer Öztürk (1327/1911, Yukarı Kızılca / Kemalpaşa)

Burada çatışma olmadı ama bir tabur, bir bölük asker geldi. Cami avlusuna topladılar askerleri urgan astılar, ayaklarından asıp sopaylan odunlan dövdüler çok. Silah getirin diyor, kimisi yok diyor. Silah aradılar. Bütün mahalleleri gezdiler. Yanlarında iki üç tane asker kapıya geliyor, çalıyorlar, silah çıkarın diyorlar. Bazıları teslim etti, bazıları etmedi. 

 Akkaya altından Yukarı Kızılca'ya ve ovaya doğru bakış

Yerli Rumlardan bazılarıyla bozuldu, bazılarıyla iyiydi aramız. Bazı Rumlar şımardı. Mesela eziyet yapıyorlardı. Bazılarıyla da eski dostluklar devam ediyordu. Babam askerliğini köyde yapmış, candarma olarak. Onun için kaçaklara, asker kaçaklarına izin vermediği için düşmanı çoktu. Bir ebe vardı, o geldi akşamüzeri. Babama “Hacı” derdi-hacca gitmiş babam- “Hacı sen durma burada, asker gelecek sen kaç” demişti. Babam da İzmir’e kaçtı.

 Akkaya

Bir Rum evi vardı, boşalttılar orayı, karakol yaptılar. Karakolda 10-15 tane vardı. Candarma yapmıyordu bir şey hiç. Silah aramanın dışında, asker geldi bir tabur, o tabur yaptı eziyeti. Yemeklerini Rumlar sağlıyordu. Yarısı Rumdu buranın, beri tarafı Türk mahallesiydi. Batı tarafı Rum mahallesiydi. Rumların mahallesine Meyhane Boğazı diyorlardı. Çok meyhane vardı orda. Müslümanların hepsi oraya gidiyordu içki içmeye. Yasaktı tabii burada.

Yalnız devriye askerleri geliyordu. Onlar atlarını Türk gençlerine bırakıyorlardı. Zaten çarşıya geliyorlardı. Aşağıda bir kahve vardı. Rum çarşısına gitmiyorlardı, o çarşıya geliyorlardı. Atlarını Müslüman delikanlılarına gezdirtiyorlardı.”(1)

Akkaya yakınlarında lodosun dayağını yemiş kızılçamlar

“Köyde geçimimiz bağcılıktı o zaman. Eskisi gibi herkes bağına gidip geliyordu. Yunan işgal edince iptidai yok oldu. İlkokula iptidai diyorlardı. Rüştiye de vardı burada. Rüştiyenin izci takımı vardı. İzcilerin tahtadan silahları vardı, bayağı silah, mavzer gibi. Rum talebeleri geldiler bastılar, kapıyı vurdular. Şey de vardı, borozan trompet falan, onları da aldılar gittiler hepsini. Gösteriş için kendileri elbiseleri giymişler, trompetleri borozanları. Sonra yürüyüşe geçtiler,-Türk mahallesi- oraya yürüyüşe gidiyorlar hepsi. Orada bir Hakkı Dayı vardı, bahçenin kenarında dikenli çalı. Dirgeni sokmuş, havaya kaldırırken –ben de caminin önündeydim- birbirini çiğniyor çocuklar, kaçışıyor Hakkı Dayı’dan. Bizim üzerimize gelecek zannetmişler. O kadar korkak çocuklar. Hemen candarmalar geldi. Sonra anlaşıldı mesele.”(2)

Mahmut Dağı yolunda küçük derecikler akar Nif'e doğru

Velhasıl, 19.yy.da köyde farklı mahallelerde de olsa sürüp giden ortak yaşam, 1919’da Yunan İşgali sonrasında ortadan kalkmış ve Kurtuluş Savaşı’nı takiben de her şeye rağmen; bu toprağın renklerinden olan Rum mübadilleri doğdukları toprakları arkalarında bırakarak Kıta Yunanistanı’na göç etmişler. Rumlardan geriye kalan ise zamanın yıpratıcılığına direnen köyün mezarlık çıkışına yakın sokaklarında yer alan birkaç konak eskisi…

 Yukarı Kızılca'da cami yakınlarındaki eski konaklardan ikisi; sırt sırta direnmekte zamana...
(Fotoğraf:İF; Haziran 2014)
 Akkaya altındaki zeytinliklerin lodostan sonraki hali

Köyün merkezinde yer alan Halil Ağa Camisi, köyün en önemli tarihi yapısı olarak dikkat çekiyor. İslam Ansiklopedisi’nde Halil Ağa Camisi maddesinden derlenen bilgiler şu şekilde:

19.yy.da yapılan Halil Ağa Camisi, aslında aynı yerdeki daha eski bir caminin bulunduğu yere yapılmış. Bu da normal olmayan bir biçimde ana binaya bitişik minareden anlaşılıyor. İzmîrî mahlaslı bir şairin düzenlediği, cümle kapısı üstündeki dört beyitlik kitabeye göre cami, aynı zamanda Kemalpaşa merkezindeki ve Parsa’daki (Bağyurdu) Çarşı Camileri’nin de mimarı olan Talib isminde bir usta tarafından Hicri 1311’de (Miladi 1893-94 yıllarında) yapılmış.

 Yukarı Kızılca Halil Ağa Camisi ve Köy Meydanı
(Kemalpaşa Kaymakamlığı Web Sitesi'nden alınmıştır.)

Yakın tarihlerde pek başarılı sayılamayacak bir tamir gören dikdörtgen planlı cami, yüksekçe bir bodrum üzerinde yükseliyor. Bu nedenle son cemaat yerine iki tarafındaki merdivenlerden çıkılarak ulaşılmakta. Cepheleri sadece köşelerde muntazam işlenmiş taşlardan, esas yüzeyler ise aralarda tuğla ve kiremit kırıkları olan moloz taşlardan örülmüş. Her cephede açılmış iki sıra halinde yarım yuvarlak kemerli pencereler yer alıyor. Ayrıca dış duvarlarda binanın inşası için kurulan iskelelerin delikleri mevcut. Şimdi bu delikleri, Yukarı Kızılca Meydanı’nın asli sakinlerinden olan güvercinler kullanıyor.

 Caminin son cemaat yeri ve kitabesi
(Fotoğraf:İF; Şubat 2011)

5 bölümlü olan son cemaat yeri, tonozlarla örtülmüş. Caminin içine girişi sağlayan kapının kemeri üstünde ise caminin kitabesi yer alıyor. Dikdörtgen biçimindeki ana mekânın bütün iç aksamı ve örtü sistemi ahşap. Camiyi sanat tarihçileri için önemli kılan ise, iç mekânın bir köy camisi için oldukça iddialı sayılabilecek planı… Korint tarzı başlıklara sahip altı sütunla birbirinden ayrılan iç mekân, caminin sıra dışı düzenlemesini oluşturuyor. Dışları sıvalı ve boyalı olan bu direkler, kemerler ve gergi demirleriyle ana duvarlara bağlanmış durumda.

 Caminin duvarında yer alan eski bir çeşmeden kalan mermer rölyef
 (Fotoğraf:İF; Şubat 2011)

İç mekânın ortasında yer alan büyük bölüm, sekiz köşeli bir kasnağa sahip bir kubbeyle örtülmüş. Bu kubbe dışarıdan bakıldığında bir cihannüma hissini yaratıyor. İki yanda bulunan üçgen kubbeli bölümler ise, iç mekânın kalan bölümlerini örtüyor. Ayrıca ortadaki büyük kubbeli bölümle son cemaat yeri arasında oval kubbeli üç bölüm oluşmuş. Bu kısmın içinde bir galeri halinde kadınlar mahfeli yer alıyor.

 Yukarı Kızılca Halil Ağa Camisi
(Kemalpaşa Kaymakamlığı Web Sitesi'nden alınmıştır.)

İki yanında birer sütunla çerçevelenen mihrap, taç kısmındaki alçı süslemeleriyle dikkat çekiyor. Bitki motiflerinin kullanıldığı bu süslemelere 18-19.yy. İzmir Camilerinde sıkça rastlanıyor. Caminin içinde ve son cemaat yeri kubbelerinde, XIX. yüzyılda çok yaygın olan Türk sanat geleneğine yabancı üslupta kalem işi nakışlar göze çarpıyor. Bu da caminin inşaatında Rum yada İtalyan ustaların cami inşaatında görev almış olabileceğini düşündürtüyor.

Caminin kıble duvarına bitişik olan minaresinin her yüzü kör kemerli sekizgen kaidesi, aynı yerde inşa edilmiş bulunan daha eski bir ibadet mahalline ait olmalıdır. Yuvarlak gövdeye geçişin organik bir biçimde olmayışı bu tahmini destekler.”(3)

Yukarı Kızılca’dan Mahmut Dağı’na


Sabah 10.30 civarında Yukarı Kızılca’nın üst düzleminde yer alan Haydaroluk Mevkii’ndeki subaşında arabamızı bırakarak, güney batı yönünde bizi Mahmut Dağı’nın zirvesine ulaştıracak orman yoluna doğru yürüyüşe başladık. Son yağmurlarla Mahmut Dağı’nın bütün eteklerinden süzülen sular, onlarca dereye dönüşüp Yukarı Kızılca Deresi’ne, oradan da Nif Çayı’na ulaşmak için aşağıdaki vadiye doğru aceleyle akıyordu. Dar asfaltın üstünü kaplayan suları atlayıp orman yoluna girdik.

 Lodosun biçtiği kızılçamlar

Tatlı bir meyille yükselen orman yolu, Akkaya’nın çevresini yalayarak bizi lodosun yıkım alanına sürükledi. Alt düzleminde zeytinliklerin ve Yukarı Kızılca Köyü’nün konumlandığı Akkaya’nın çevresinde yer alan kızılçamlardan oluşmuş ormanlık alandaki ağaçların bütün tepeleri rüzgârla biçilmiş ve başsız bırakılmış gibiydiler. Biraz daha ilerleyince; kökü ile birlikte yerinden sökülüp orman yoluna devrilmiş dev gibi kızılçamlar karşıladı bizi. 

 Devrilen ağaçlar yolları kaplamış.

Lodos fırtınası sonrası yeniden yakındaki bahçelere ulaşma imkânı yaratmak için, yolun üstündeki ağaç gövdelerinin iş makinalarıyla kenarlara doğru çekildiği belliydi. Ormancılar, belli ki; fırtına sonrası yolu açmak için bir çalışma yapmışlardı. Ancak yaklaşık bir saat kadar yürüdükten ve Akkaya’nın batısına doğru kıvrıldıktan sonra, yol üstündeki gövdelerin fırtına sonrası olduğu gibi bırakıldığı bölgelere ulaştık. Yol artık tamamen kapanmıştı ve ormandaki ağaçlar, kırıla döküle olduğu gibi yola ve aşağılardaki yamaçlara doğru devrilmişti. Devrilen ağaçların kırılan dalları ve gövdeleri arasından boğuşarak ilerledik.

Mahmut Dağı yolunda ağaç gövdelerinin arasından geçtik.

Akkaya Tepesi ile nerdeyse aynı yüksekliğe ulaşmıştık. Kireç taşı kütlenin tam arkasına doğru ilerledik. Biraz altımızda ve bir yarın başında; daha önceden haritada gördüğümüz küçük bir göletle karşılaştık. Akkaya’nın hemen yanındaki küçük bir düzlüğün üzerine konumlanmış ve çevresi tel örgü ile çevrilmiş göletin ne amaçla yapıldığı konusunda tereddüde düştük. Çünkü göletin sıkıştığı dar alanda, helikopterin manevra yapması oldukça zordu; belki de bu yüzden gölet, hayvanlar için sulama amaçlıydı.

 Akkaya'nın arkasına sıkışmış konumdaki gölet

Göletten ayrıldıktan sonra tırmanmaya devam ettik. Mahmut Dağı’nın zirvesine kadar hiç durmadan devam eden tırmanışımız bu noktadan itibaren daha da dikleşti. Bu sıralarda hafiften bir yağmur başladı. Biraz ilerleyince; daha aşağılardan gelen bir başka yola kavuştuk. Ormanda artık lodosun izleri kalmamıştı. Demek ki, 1000 metrelere yaklaştığımız bu yükseklikte belki de yön ve arazinin topografik özellikleri nedeniyle lodosun etkisi en düşük düzeydeydi.

 Mahmut Dağı'ndan ovaya doğru akan dereciklerden biri

Yaklaşık 3 yıl kadar önce Dereköy yönünden gerçekleştirdiğimiz yürüyüşte ulaştığımız Kocaçam Düzlüğü’ne az kalmıştı. Biraz sonra Dereköy’den gelen orman yoluna kavuştuk. Sola doğru yürümeye devam ettik. Yükseldikçe hava iyice soğudu. Kocaçam Düzlüğü’ne vardığımızda dondurucu bir soğuk karşıladı bizi. Zirveye daha epey vardı. Yaklaşık 12 adet zigzagla ulaşılan Mahmut Dağı’nın zirvesine doğru yöneldiğimizde eğim arttı ve lodos fırtınası öncesindeki son soğuk hava dalgası sırasında yağan ve yerden kalkmayan kar örtüsü yangın kulesine kadar artarak devam etti.

 Dereköy sapağına doğru

 Bir lodos hatırası

Mahmut Dağı zirvesine doğru karla kaplı zeminle karşılaştık.

Gezginler, Mahmut Dağı'nda...

Yaklaşık 1350 metrelik Mahmut Dağı zirvesindeki yangın kulesine ulaştığımızda ortalık rüzgârdan uçuyordu. Yaklaşık 10.30’da Yukarı Kızılca’dan başladığımız yürüyüşümüz, 3,5 saatlik bir seyir sonrası saat 14’de zirvede sonlandı. Görüş mesafesi yoğun sisten dolayı neredeyse birkaç metre düzeyindeydi. Zirvede bizi aynı zamanda tırmandığımız dağa ismini de veren bir eren babanın mezarı karşıladı: “yedi kardeşten birisi Mahmut Dede’nin mezarı”… 13.yy.da Türkmenlerin Batı’ya ilerleyişine önderlik eden eren babalardan biri olmalıydı Mahmut Dede… Bu havalideki türbeleri yada makam mezarları bulunan Hamza Baba’yla, Tufan Dede’yle, Çal Dede’yle bir ilişkisi var mıydı? Neydi bu zirvelerin sırrı? Orta Asya’nın bozkırlarından Anadolu’nun en batısına kadar taşınan bu inanç sarmalındaki büyük güce saygı duymamak olanaksızdı. Anadolu’ya yönelen bu büyük göçün sırları belki de bu zirvelerde saklıydı; arayana bulana…

 Zirvede Mahmut Dağı'na adını veren Mahmut Dede'nin mezarı

Şiddetli rüzgârın etkisinden korunmak için, kulenin üst katına çıkan merdiven boşluğuna sığındık. Burada daha fazla kalamadık ve dağa ismini veren “yedi kardeşten biri Mahmut Dede”nin mezarının da yer aldığı zirveden ayrıldık.

 Mahmut Dağı Yangın Kulesi'ni sis basmış.

Geldiğimiz güzergâhı kullanarak Dereköy sapağından Yukarı Kızılca yönüne doğru inişe geçtik. Yaklaşık 1 saatlik bir yürüyüş sonrası Kemalpaşa Düzlüğü’ne hâkim bir dönemeçte yaklaşık yarım saatlik bir yemek molası verdik. Yemek sonrası saat 16’da yeniden inişe başladık. Bu kez gölete uğramadan diğer sapağı kullanarak başladığımız noktaya inmeyi denedik. Ancak; Yukarı Kızılca yönüne doğru kıvrılan bir sapağı dalgınlıkla fark etmeyerek, Karabel yönüne doğru ilerlediğini sonradan anladığımız şoseye girdik. Bu da yolumuzun epey uzamasına yol açtı.

 Mahmut Dağı'ndan dönüş yolundayız.


Halk arasında anılan ismiyle; Hitit Baba Kabartması’nın yer aldığı Karabel’e yönelen yoldan ayrılan bir sapak, bizi yeniden Yukarı Kızılca yönüne döndürdü. Akkaya’nın alt düzleminden ilerleyen bu yol boyunca zeytinlikler, hayvan çiftlikleri ve kır evlerinin arasından geçtik. Yukarı Kızılca’ya iyice yaklaşmıştık. Yemek molasını takiben 2 saatlik bir yürüyüş sonrası, köyün batı yönünden giriş yaparak, önce Yukarı Kızılca’nın hemen arkasındaki piknik alanı Saklıbahçe’ye, daha sonra da arabayı bırakmış olduğumuz subaşına alacakaranlıkta ulaşabildik. Saat 18 olmuştu. Sabahtan beri 25 km yol kat etmiş, yaklaşık 1000 metre kadar tırmanmış ve toplamda 6,5 saat yürümüştük. Gün boyu yürümekten yorgun düşmüş bedenlerimiz isyan etse de; hedefimize ulaşmanın mutluluğuyla; önce Yukarı Kızılca’nın merkezine, oradan da İzmir’e doğru hareket ettik.

 Yukarı Kızılca'ya karlı veda...
(Fotoğraf:İF; Ocak 2015)

Dipnotlar:
(1)      İzmir, 1919-1922- Tanıklıklar; Pelin Böke, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ekim-2006; sayfa:93,
(2)      a.g.e; sayfa: 129,
(3)      İslam Ansiklopedisi, cilt: 14; sayfa: 477’de yer alan Hacı Halil Ağa Camii maddesinden yararlanılmıştır. İlgili bölüme http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php?idno=140477 adresinden ulaşılabilir.
(4)      Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi anında M. Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu 
Düzenleyen: M.YC





1 yorum: