8 Şubat 2020 Cumartesi

DATÇA’DAN BETÇE’YE-3


YAZKAM ve BADEM


“Payama giderim payama
Diken gaçtı ayama
Oğlan beni alacaksan
Taksi getir ayama”
Betçe ağzıyla bir Betçe manisi(1)

3-5 Ekim 2019
İbrahim Fidanoğlu-Hasan Doğan

Betçe’nin düzlükleri ve Yazkam

İngiliz Arkeolog George Bean, bir arkadaşı ile birlikte 1950’lerde Datça yarımadasında dolaşırken, yarımadanın topografyasını da incelemiş. Engebeli coğrafyayı tanımlarken, dağlardan ve onların arasına sıkışmış iki verimli düzlükten söz ediyor:

 
Kumyer Kalesi'nden Yaka'ya ve Sındı'ya doğru bakış
(Mart 2004)

Reşadiye Yarımadası, Tekir’den anakaraya bağlandığı Bencik’teki kıstağa kadar 64,4 km. uzunluğundadır. Yarımadanın tamamında, küçük kıyı arazileri haricinde sadece iki verimli alan vardır. Yarımadanın doğu yarısının tamamı çorak, dağlık ve hemen hemen ıssızdır… Fakat batı uca doğru, güney kenarda Palamut koyu kıyısına kadar uzanan ve büyük çapta sulanabilen bir arazi vardır. Bu arazi, bugünde ortak adları Betçe olarak bilinen bir grup köyü (beş tane) geçindirir. Tüm yarımada içindeki en iyi ve en büyük alan, yarımadanın ortasındaki kıstağın güneybatısıdır. Spratt, Datça ovasının ve çayının, meşe palamudu, zeytin, badem ve diğer meyve ağaçlarıyla birlikte bol suya sahip olduğunu ve iyi kullanıldığı takdirde çok verimli olabileceğini söyleyerek bu manzaranın gelecek için umut verici olduğuna dikkat çeker… Bu sebepten Knidos şehri, Rhodos ve Kos yerleşimlerinin kuruluşundan biraz sonraki bir tarihte, Peloponnessos’tan gelen Dorlar tarafından bu verimli orta alanda kurulmuştur.”(1)

 
Kumyer Kalesi'nden Yakaköy'e doğru
(Mart 2004)

 
Kumyer Kalesi'nden Sındı'ya bakış; arkada Yazkam...
(Hasan Doğan Arşivi-2019 Eylül)

George Bean’in 5 köy diye andığı yerleşimler Damgalı’nın batısında yer alan Mesudiye, Yaka, Sındı, Çeşmeköy ya da Cumalı ve Yazı köyleridir. Yukarıdaki alıntıda sözü edilen verimli düzlüklerden birisi; Eski Knidos’un ilk kurulduğu yer olan Burgaz ise, diğeri de; bugün dahi neredeyse deşilen her noktasında yerleşim izi veren Antik Çağ’daki Triopion’un kurulduğu; şimdiki Kumyer Kalesi ve çevresinden başlayarak Marin ve Yakamar’dan denize ve Palamutbükü’ne dek uzanan verimli toprakların bulunduğu alan olmalıdır. 

 
Yazkam Ovası
(Mart 2004)

 
Kumyer Kalesi'nde eski bir hatıra; arkamızda Yazkam...
(Mart 2004)

Hasan Hoca ise, Palamutbükü’nden epey uzaklarda, Gocadağ‘ın (Kocadağ) eteklerinde; Yakaköy ile Çeşmeköy arasında bulunan ve yüzlerce yıldır tarım yapılmayan bir başka alandan söz ediyor. Yerel ağızda bu geniş alanın adı Yazkam

Yazkam, Yakaköy ile Çeşmeköy arasında oldukça geniş bir düzlük… Yakın tarihe kadar tarıma izin verilmemiş bu geniş düzlükte. Bencik Kıstağı’ndan Tekir Burnu’na kadar yaklaşık 65 km.lik uzunluktaki yarımada, ancak yüzde 8’lik bir tarım alanına sahip iken, yüzde 79’u dağlık, yüzde 13’ü de engebelik arazidir. Tarım yapılabilecek düzlük alanlar, Datça (Burgaz civarı) ve Kızlan ovaları, Yaka’da; Kumyer’den Palamutbükü’ne kadar uzanan verimli düzlükler, susuz olsa da Yazkam ve adından da anlaşılacağı gibi Yazıköy civarı… 

 
Mecene'den Yazkam, Kumyer Kalesi ve Palamutbükü denizi, Hasan Hoca'nın dileği; bir küçük kulübe olmalı ve burada yaşamalı...
(Hasan Doğan, Ocak 2020)

 
Yakaköy'den Gocadağ'a bakış
(Hasan Doğan, Ocak 2020)

Hasan Hoca'nın sevgili Goca Memet Amca'sı; Yakaköy'de; kendi gibi saygıyı hak eden görmüş geçirmiş bir zeytin ağacının dibinde...
(Ocak 2020)

İşte tarıma uygun toprakların bu kadar kıt olduğu bir ortamda; Yazkam, yakın bir geçmişte tarıma açılmış ve köylüye düşük ücret karşılığı dağıtılmış. Betçeli köylüler de bu alanı, öncelikle badem ağacı ve daha sonraları zeytin ağaçları dikerek değerlendirmişler. Yazkam’ın güneyinden Uluçay geçer. Gocadağ’ın suları, yağmurda oluşan derecikler aracılığıyla Uluçay’a taşınır. Büyük yağmurlarda her yeri yıkıp geçer Uluçay; sonunda vardığı yer denizdir. Uluçay, böyle yoğun yağışlarla beslenip denize ulaştığında denizin rengi değişir, taşıdığı toprak yükü nedeniyle bulanıklaşır. Yöre halkı, çaya; belki de bu taşkın akışların hafızasında yer etmesinden kaynaklanan nedenlerle Uluçay der.

 
Kumyer Kalesi'nden Bekir Beleni'ne doğru...
(Mart 2004)

 
Kumyer'den Palamutbükü denizine doğru bakış
(Mart 2004)

 
Knidos'a doğru; Aslan Burnu
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

Yazkam’ın ilk hecesi olan yaz, yazı yani düzlük sözcüğünün son harfinin düşmesi ile oluşmuş olmalı. İkinci hecesi kam ise, eski Türklerde şaman yerine de kullanılan bir sözcük olabilir. Bu ikisi birlikte düşünüldüğünde; Türkmenlerin bölgeye ilk ulaştıkları zamanlarda, belki de Yazkam diye tanımlanan düzlükte bir toplanma yeri ya da çadırlardan oluşan bir alanı tanımlamaktaydı. Hasan Hoca’nın yorumu ise, Türkmenlerin hayvanlarını bu düzlüğe yaydıkları ve dinlendirdikleri yönünde…

 Barliana orkideleri; Goca Memet bunlara "ablabut" dermiş.
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

 
Barliana orkideleri
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

 
Datça orkidelerinden...
(Mart 2004) 

Bu yörenin yaşlıları, Yazkam’da çok miktarda orkide yetiştiğini ve bundan iyi gelir elde ettiklerini söylüyorlar. Bu köklerin alıcısı olan bir tüccar varmış, aynı köyden. Ayrıca bu köylüler, Gocadağ’a çıkarlar ve günlerce gelmezlermiş. Yatacak malzeme ve kuru yiyecek götürür, oralarda yatardık diyorlar. O yıllarda palamut da çok meşhurmuş. Bugün Palamutbükü denilen yerde; palamut ağaçları, iğne atsan yere düşmezmiş. Palamut meyveleri, deri sanayinde kullanılırmış ve Palamutbükü’ne gelen gemilere yüklenirmiş. Dericilik sektöründe palamutun içerdiği etken maddesi olan tanenlerin yerine zamanla geliştirilen kimyasal malzemeler kullanılmaya başlanınca, palamutun ekonomik değeri de giderek azalmış ve önemini yitirmiş. Zamanla o güzelim palamut meşeleri kesilip yerlerine incir ve badem dikilmeye başlanmış. Ne yazık ki bademlerin de ömrü bitmek üzere. Yarımadayı ele geçiren turizm dalgası, yakında onları da yok edecek gibi.

 
Datça deyince akla ilk badem gelir.
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

 
Datça Badem Çiçeği Festivali için hazırlanan bir afişten...
(Hasan Doğan Arşivi)

Datça Badem Çiçeği Festivali; açılış günü; 7 Şubat 2020
(Kaynak: Muzaffer Özgen; Youtube'dan alınmıştır.)

Esmeri Alev Ekebaş'ın videosu; "Aşam Oldu"...

Badem Ağacı(2) ve Datça

Ona ağaçların aptalı der bazıları(3); yalancı bahar rüzgârlarına kanıp o güzelim çiçekleriyle erkenden uyandıkları için… Bana göre onlar doğanın korkusuz, ama naif şövalyeleridir; yaramaz çocuklar gibi ortalığa atıverirler kendilerini; çünkü tutkulu bir aşkla bağlıdırlar yaşama… Erkenden yürüyüverir damarlarına yalancı baharın kışkırttığı öz suları.

  
Yakaköy bademleri
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

 
Badem çiçeği; yakından...
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

 
Belenköy'de Şubat bademleri
(Hasan Doğan; Ocak 2020) 

Gerçi Datça gibi bademi ile meşhur Ege’nin nispeten güneyine düşen bölgelerde Ocak sonu, Şubat başı gibi her yıl bir beyaz şölendir badem ağaçları. Özellikle de Datça’da… Daracık bir kıstakla ana karaya bağlanan Datça Yarımadası’nın kendine özgü mikro klima koşullarında bu törensel duruş her yıl tekrarlanır. Öyle ki; son yıllarda Datça’da genellikle Şubat’ın ilk yarısında, bu coşku artık Palamutbükü Badem Çiçeği Festivali ismiyle nerdeyse bir yöresel bayrama ve panayıra dönüşmüştür. Muğla Valiliği’nin desteğinde düzenlenen festivalde; köylülerin yerel ürünleri, badem ve badem türevleri, yöresel yemeklerin sunumu, Datça ve civarına dair folklorik oyunlar, türküler; hepsi ama hepsi bir şenlik havası içerisinde yaşanır; hep birlikte coşkuyla. Bu arada Yakaköy’den Palamutbükü’ne ve denize doğru inen yamaçlarda badem çiçeklerinin kar yağmış hissini uyandıran o bembeyaz manzarası ise benzersizdir. Bu yıl (2020) ise, Palamutbükü Badem Çiçeği Festivali, 7-8-9 Şubat 2020 tarihlerinde gerçekleştiriliyor.

 
Yakamar'da bir badem ağacı
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar isimli kitabında bir eski Türk geleneğinden söz eder:

“Eski Türklerden biri ölünce ne zaman ölmüş olursa olsun, cesedi tuza konarak ilkyazın gelişinde toprağa verilirdi. Bu adet, ruhun yeniden bedene dönmesi inanışına bağlıdır. Nasıl gündüz geceyi, ilkyaz kışı izliyorsa, yaşam da öylece ölümün yerini almaktadır ve yeni yaşam, baharda doğanın uyanışı ile birlikte başlamaktadır.”(4)

 
"Erkenci baharın naif şövalyeleri"; badem ağaçları
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

 
Palamutbükü bademleri; hayat yavaşça uyanıyor.
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Badem ağacı, yeryüzündeki bu döngünün ve onu ateşleyen dinamiklerin en öne sürdüğü bir öncü gibidir. O aldanır bazen; bazen karla ve boranla boğuşur, yenik düşer; ama yılmaz gene de ve sessizce yeniden dirilircesine; ertesi yıl kaldığı yerden devam eder yaşamı yükseltme mücadelesine… Badem ağacının genlerine kazınmıştır, bu kavganın kodları adeta. 

 
Şeytan payamları; dağlarda...
(Mart 2017)

Beyaz ve pembe çiçekleriyle karşılar yolcusunu bademler dağlarda. Halk arasında şeytan payamı olarak da anılan hele o çalılar, badem çalıları; inanılmaz bir dirençle tutunmuştur bütün kış, kara borana karşın kökleriyle toprağın derinliklerine doğru. Ama o rengârenk bir heyecan içinde yaşamı savunuşları yok mu; ıssız dağ başlarında, adamı çileden çıkarır; adımları sıklaşır yolcunun daracık dağ patikalarında…

 
Yakaköy civarında badem bahçelerinden biri...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Yol kıyısında badem ağaçları; Belenköy
(Hasan Doğan; Şubat 2020)


Erkencilerin çağlaları üzerinde...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Çırılçıplak kupkuru dallar, tomurcuklarla kaplanır zamanla; Ocak ayının bir açılıp bir kapanan göğüne karşın. Usulca yürür toprağın suyu gövdeye ve dallara doğru yükselir. Bir sabah uyandığımızda; ilk utangaç çiçekler patlar ağacın o güzelim dallarında. Sanki her şey ansızın olmuş gibidir; ama o uzun bir hikâyedir aslında. Binlerce yıllık genlere kazınmış bir hikâye…

Foça; Sazlıca'da baharın habercisi badem ağaçları 
(Şubat 2016)

Foça; Sazlıca'da bademler beyaza boyanmış. 
(Şubat 2016)

Çocukken; bademler erkenden patladığı zamanlarda babamlar hayıflanarak “yazık; yine aldanacak bu badem ağaçları” derlerdi. Ağaç nasıl aldanırdı; kim aldatırdı onları? Anlayamazdık doğrusu. Büyüdükçe, bademler ve insanların aldatılması üzerine pek çok şey gördük, öğrendik. Ama bademin bu korkusuzca; karakışı düşünmeksizin çiçeklenip donanması yok mu; her zaman biz de yaşama sevincini ateşleyen bir fişek gibiydi. Hayatın koşturması, sıkıntıları içinde; hele de zemheri günlerini yeni terk etmişken, bir yol kıyısında ya da dağ başında bir patikadan geçerken; çiçeğe dönmüş bir badem ağacı ya da çalısı ile karşılaşmak gerçekten bir başkaydı.

 
İzmir; Kızıldağ'da (Çatalkaya) Payamlı köyü; karşı yakadan ve uzaktan...
(Aralık 2007)

  
Kemalpaşa, Sinancılar'da çiçeğe durmuş bir badem ağacının önündeyiz.
(Şubat 2016)

Anadolu’nun birçok yöresinde bademe payam derler. Ne güzel bir isimdir payam. İzmir’de Çatalkaya’nın yükseklerinde her iki denizi de (Urla ve Seferihisar yönü) gören şirin bir köy vardır; ismi Payamlı’dır. Çiçekten başlayıp bademe uzanan serüven, bazen karla boranla kesilse de; bademin umurunda değildir bu durum. Genetiğinde saklı bilgi çalışır her zaman; ılık havaları görür görmez patlar gözelerinden çiçekler.

 
Yakaköy civarında bademler...
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

Payamın çiçekten sert bademe dönüşünceye kadar geçirdiği serüven de ilginçtir aslında. Her adımında ayrı bir lezzet saklıdır bu serüvende. Bir sabah aniden çiçeklenmiş gördüğümüz bademin soğuklardan kırılmadan eriştiği ikinci aşama, çiçeklerin meyveye dönüşüp çağla olma yolundaki ilerleyiş zamanıdır. Mart ayı yöresel iklim özelliklerine bağlı olarak içinde bembeyaz bir özsuyu saklayan çağlanın dişe gelmeye başladığı aydır. Azıcık tuza bandırarak çağlayı sanki bir erik gibi kütür kütür yemek ne kadar lezzetlidir. Kimisi rakısına meze yapar çağlayı; kimisi rendeleyip yoğurtlayarak ya da salata kıvamında yemesini sever. Ama bilmem bilir misiniz; baharın bu erkenci meyvesi çağladan yapılan enfes bir de yemeği vardır Ege’de. Taze enginar ya da baklayı andıran; dere otuyla çeşnilendirilip zeytinyağlı ve beyaz renkli olarak pişirilen bu yemeğin içinde ikiye bölünmüş halde; lokum kıvamındaki çağlaların tadına doyum olmaz. Eğer yolunuz Mart ayında İzmir’in Kemeraltı Çarşısı’nda; Hisarönü Camisi yakınlarına düşerse, Mehmet Davar’ın küçücük lezzet durağı; Bizim Lokanta’sına mutlaka uğramanız ve bu benzersiz lezzetteki çağla yemeğini tatmanız şiddetle önerilir. Peki ya çağlanın turşusuna ne dersiniz? O da başlı başına ayrı bir lezzettir sofralarda. Sarımsak, tuz ve üzüm sirkesi ile mayalanan çağla turşusu yine benzersiz bir meze olarak sofrada yerini alır.

 
Betçe bademleri... 
(Ocak 2020)

Çağlanın yediğimiz dış kabuğu bir süre sonra sertleşerek içi özsu ile dolu bademin çevresini bir zırhla sarar. Zamanla içindeki özsu giderek sertleşir ve bademe dönüşür. Ama onu daha bir süre dış kabuğu sımsıkı saklayacaktır. Datça’da her baharda sanki bir ayin gibi önce çağlalar toplanır, daha sonra yazın o sıcak günlerinde (20 Temmuz gibi) ise, sıra dışı sert mi sert bir kabukla kaplı bademlere gelir; günlerce sabahın ilk ışıklarıyla sıcağın etkisi henüz koyulaşmamışken, herkes bademliklerine doğru yola çıkar. Kestane, zeytin silker gibi sırıklarla silkelenir badem. Ne zahmetli iştir o kavurucu sıcaklarda Datça’da badem silkmek… 

 
Sevcan Abla; çağlaları dallarından tek tek toplarken... 
(Hasan Doğan Arşivi)

 
Dallarda çağlalar...
(Hasan Doğan Arşivi)

Badem ağacı, gözü tok ağaçtır; yaşamını sürdürebilme anlamında, su istemez ekmek istemez. Dağların başında, ovada ve vadi koyaklarında dirençli genetiğine yaslanarak ayakta durmaya çalışır, kara borana ve susuzluğa karşı. Hep direnir; tek istediği bir tımar gibi zaman zaman elinin yüzünün düzeltilmesi, yani budanıp tımarlanmasıdır. Bir de üstünde hayat bulduğu toprağının sürülüp havalandırılması…

  
Yazılı badem; eski bir tür...
(Hasan Doğan Arşivi) 

Hasan Hoca; Datça yarımadasındaki bademin seyri ve türleri ile bademi bekleyen tehlikelere dair şunları aktarıyor bize:

“Badem üreticisi her yağmur yağdığında bahçesini sürer. Bu senede en az üç kez olabilir. En son yaza girerken de, ızgara çekilerek tarla yabani ottan temizlenir. Benim bu arada gözlemim, bazı ağaçların bellerinden giren kurt, ağacın gövdesinde yerleşerek ağacın kurumasına neden olmaktadır. Bu zararlı, dolaştığım Betçe’nin badem bahçelerinde bir hayli yaygın… Hatta bu zararlının musallat olduğu ağaçlarda; odunsu dokunun dışarı doğru kurt tarafından boşaltılması nedeniyle çevresinde oluşan öbekler için Betçe’de yerel ağızda “bok sıçmış” denir. Üreticiler, ne yazık ki bu konuda umursamaz bir tutum içindeler. Bir badem üreticisi aileye mensup biri olarak; bizler çok kolay bir yöntemle bu kurdu bulunduğu yerde yok edebiliyoruz. Bu konuda çok başarılıyız, ağaçlar da kurtulmuş oluyor. Yöntemimiz şu; bir elimizde büyük bir şırınga olacak, diğer elimizde de tornavida... O da büyüğünden... Kurdun girdiği gövde veya delik bulunacak. Zaten bellidir. Ağacın kabuklarını kaldırmıştır. Zaten toz haline getirdiği partikülleri oradan dışarı atmıştır. Tornavida ile hastalıklı bölge açılır. Kalın ve uzun bir tel parçası ile bu delikten girilir. Yolları açılır. Ziraat'in önerdiği bir şırınga dolusu ilaç, bu delikten akıtılır. Gerekirse bir şırınga ilaç daha aynı deliğe enjekte edilir. Deliğin ağzı çamurla kapatılır. Bu müdahale ile ağacın kurtulma şansı oldukça yüksektir. Biraz sabır, biraz dikkat  ve biraz da şans; sonuçta ağaç yeniden hayata döner. Ben ayni hassasiyetin gösterilmediğini düşünüyorum. Kim bilir belki de yeni yeni buraya doğru sokulan turizmin ayak sesleri de bunda etkilidir diye düşünüyorum.


 
 Yakamar'da "bok sıçmış" badem ağaçlarına örnek...

 
bir başkası...


Dedebağ bademi
(Hasan Doğan Arşivi)

Bu ara her üretici, evinin bir kenarında badem fidanı yetiştirir. Bunları birkaç yıl orada büyütür. Sonra fidanlıktan yerine göçürür ve orada aşı yapar. En az iki sene su vermek zorundadır. Ayrıca dışarıdan domuzların saldırısı gibi tehlikelere karşı, fidanın etrafını çalı çırpı ile çevirirler. Bazı üreticiler, buna ek olarak fidanların dallarına domuzların hoşuna gitmeyen kokular salgılayan maddeler asarlar.

 
Norlu ya da Nurlu badem
(Hasan Doğan Arşivi)

Nurlu bademi geliştiren Nurlu Mustafa'nın torunu. Bademin ismi dededen geliyor. Bu badem türünün geliştirildiği bahçe, Yakaköy'de Belen Mevkii'nde imiş. 
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

Çağla; zaman olarak erkenciler esas alınırsa, Şubat ortalarında çıkmaya başlar. Fiyat olarak da oldukça iyidir. Piyasa bu aralar 120 TL olarak açılıyor, çağla çoğaldıkça, fiyat da düşer. 20 ila 10 TL arası olduğunda, yoğun toplanan zamanlara denk gelindiği anlamına gelir. Bu zaman dilimi, Mart ayının tamamıdır. Çağla, Nisan ayının ilk haftası toplanır ve piyasa kapanır. Çağla hasadı, en başta; ağaçların yükünün azaltılması açısından çok önemlidir. Zira ağaç, bu yükle yazı atlatamaz. Hatta toplanmayan meyveli ağaç, fazla yükünü üzerinden atar. 

 
Topan; bir Yazılı badem türü
(Hasan Doğan Arşivi)

Çağlanın hasadı, bahar mevsiminde ailecek ya da bir yardımcı ile yapılabilecek ölçüde bir iş olduğu için, toplama gideri de oldukça düşüktür. Burada silkme işlemi yoktur. Ayrıca mevsim gereği tam gün çalışırsın. Sabahtan akşama dek, elle toplanabilen bir meyvedir çağla. İnsanlar, kahvaltıyı ve öğle yemeğini badem bahçesinde yedikleri bir ortamda, zamana karşı mücadele verirler. Çünkü çağla, her gün büyür. Şubat sonu, Mart ayı tamamen ve Nisan başı çağla zamanıdır. O zamanlarda Betçe’de hemen hemen herkes, badem ağacındadır. Tüccar, elemanları ile bahçe bahçe dolaşarak ürünü toplar ve parasını orada peşin öder. Betçe’de her akşam zamana karşı yarış vardır. Dolan kamyonlar gece yola çıkar. Toptancı hali ile Datça arasında günde onlarca kamyon aralıksız sefer yaparlar.
 
 
 Ellerde çağlalar...
(Hasan Doğan Arşivi)

Çağla kurusuna göre, daha ağır çeker. Bu onun ekonomik getirisini daha da önemli kılar. Bir badem tüccarı arkadaşım söylemişti; yarımadada badem gelirinin yaklaşık % 60’ı çağladandır. Ayrıca Türkiye’de baharın ilk meyvesi olması itibariyle de çağlanın talebi oldukça yüksektir. Bu yüzden çağlanın pazarlama problemi yoktur. Oysaki silkme işi, pahalı bir iştir. Silkmeden sonra, toplama ayrı bir iştir. Onun için de ayrıca işçiye para ödersin. Kabuğunu soyma makinen yoksa, onu da ücretle soydurursun. Ayrıca kırma için de makinen yoksa, ücret ödeyerek kırdırırsın.

Knidos'ta bahardan kalma bir gün; Yakaköylü Ali Fidan ile Goca Memet'in sohbeti...
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

Bademin kurusunun toplanması yaz aylarına denk gelir. Tarih hemen hemen 20 Temmuz gibidir. Havanın oldukça sıcak olduğu bu günlerde çok erken kalkılır, gün ağarmadan tarlada olunur. Ağaçların silkelenme zamanı, bademin üst kabuğunun açılması ile belli olur. Badem silkmede sırık kullanılır. Bademin altına yazgı serilir. Yazgılara düşürülen bademler, daha sonra çuvallara konulur. Badem silkme işine, öğleye doğru son verilir. Öğleyin yemek ve dinlenme sonrasında; saat 16 civarında tekrar silkme işine başlanır. Bademler, önce makinede kabuğundan ayrılır. Son yıllarda bütün üretici aileler, hem badem soyma, hem de kırma makinesi edindiler. Soyma işleminden sonra bademler düz bir zemine serilir. En az üç gün sergide kalan bademler çuvallanır ve kaldırılır. Üretici fiyatı takip eder veya ihtiyaç olduğunda yine makinede kırar ve satar. Yörede badem tüccarı oldukça fazladır.


 Dedebağ bademi; en lezzetli badem...
(Hasan Doğan Arşivi)

Dedebağ bademi ise, çok lezzetli bir başka eski bir türdür. Üreticiler özellikle bu bademi yemeklik olarak ayırırlar.

Norlu bademin çağlası 
(Hasan Doğan Arşivi)
 
 
Norlu ya da Nurlu badem
(Hasan Doğan Arşivi)

Norlu bademi; kabuklu
(Hasan Doğan Arşivi)

 Norlu bademin içi
(Hasan Doğan Arşivi)

Norlu veya Nurlu bademi dış kabuğu çok sert, içinde çift yapmayan, oldukça iri ve çok lezzetli bir bademdir. Şu anda Türkiye genelinde en çok talep edilen tür bu bademdir. Birinci sıra bademdir. Tek problemi ise, ağaçlarında filiz kuruması olmasıdır. Bazı mevkiler, bu badem için uygun değildir. Özellikle içi yaşken, Haziran ayında müşteri bulabilmektedir. Fiyatı da oldukça yerindedir. Bu badem çeşidi koruma altına alınmalı, devlet destekli üretimi yapılmalı ve bu marka yurt dışında da tanıtılmalıdır.

 
Topan; Yazılı badem türü; daha çok çağlaya geliyor.
(Hasan Doğan Arşivi)

 
Topan bademin içi
(Hasan Doğan Arşivi)

Sivri, Yazılı badem türü; kuru olarak tüketilir.
(Hasan Doğan Arşivi)

Sivri bademin içi
(Hasan Doğan Arşivi)

Çok eski bir badem türü olan Yazılı badem, çok lezzetli bir bademdir. Topan, Yazılı da dediğimiz bademin bir alt türüdür. Sadece çağlası için yetiştirilen bu bademin kurusunu ağaçtan düşürmek çok zordur. Onun için üretici, bu bademi erken çıkan çağlasından dolayı üretir. Ayrıca kuru bademinin içi siyahtır. Diğer alt türü olan sivrisi ise, çağlaya uygun değildir; ekonomik değeri pek yoktur. Tatlıdır, ama çok küçüktür; üçüncü sınıf bir üründür. Kuru olarak tüketilir.

  
Engin Şafak'ın geliştirdiği badem
(Hasan Doğan Arşivi)

 
Bademin içi
(Hasan Doğan Arşivi)

Kendi bahçesinde ortaya çıkmış, tek içli ve lezzetli bu bademi, bir gün Engin Şafak getirdi. Adı bile konmamış bu badem, kim bilir belki bir gün Engin’in adıyla anılır Datça yarımadasında.

 
Amat payamı
(Hasan Doğan Arşivi)

 
Amat payamı; içi
(Hasan Doğan Arşivi)

Amat payamı, çok lezzetli tek içli, ne yazık ki yok denecek kadar az sayıdaki ağaç ile artık yaşlı insanların değer verdiği, ekonomik değerinin hiç olmadığı eski bir badem çeşididir.

 
Ak payam; Datça'da en iri badem türü...
(Hasan Doğan Arşivi)

 
 Ak payamlar
(Hasan Doğan Arşivi) 


Silkme zamanı ak payamların hali
(Hasan Doğan Arşivi)

Ak payam, Datça’da en iri badem türü olan Norlu’dan sonra ikinci sıra bir bademdir. Tek içlidir, pek lezzeti yoktur. Ama iriliği ile piyasada rağbet görür. Ağaç sayısı olarak Datça’da belki ilk sıradadır. Bu ağaçların çağlası da toplanır, oldukça iridir ve son yıllarda turşu fabrikaları da bu bademin çağlasını değerlendirmektedir.

Kababağ bademi; çağlanın kralıdır Kababağ...
(Hasan Doğan Arşivi) 

Datça yöresinde çağla dendiğinde en çok adı geçen Kababağ bademidir. Çağlası çok lezzetlidir. Üretici özellikle Kababağ bademini çağlası için yetiştirir. Ağaç sayısı olarak yörede belki de ilk sırayı alabilir. Ak payam ile yarışır. Kuru bademi de üçüncü sırada satılır.

 
Ceviz bademi
(Hasan Doğan Arşivi)


Ak payamlar; silkme sonrası...
(Hasan Doğan Arşivi)

Ceviz bademi de sadece çağlası için yetiştirilir. Bu bademin kurusunu sırıkla ağacından düşürmezsiniz. Çok ilginç; benim gözlemime göre, topan badem gibi bunun da kurusunun içi karadır. Onun için çağlasını tamamen toplarlar.

 
Hacı Ali bademi
(Hasan Doğan Arşivi)

Hacı Ali; hem çağlası, hem de kurusu değerli olan bir badem türüdür Datça’da. Son yıllarda üreticinin gözdesi diyebilirim. Çağlası erkenci, kurusu da oldukça güzel ve lezzetlidir.

 
Badem çiçeği; göz alıcı...
(Hasan Doğan; Ocak 2020)


Çok uzakta değil; 1950’li yıllarda Kızlan köyü ağasına sorulur; “köyümüzün ürünleri sıralandığı da ilk sıradaki ürün hangisidir” diye. O da birinci sırada tütün, ikinci sırada palamut, üçüncü sırada keçiboynuzu diye sıralar; badem daha sonralarda gelir. Hatta o yıllarda kamyon şoförü olan Şehabettin Bilgili, bir çuval çağlayı satmak için “yalvarırdık” demektedir. Ben 1970’li yılların ortalarında yarımadaya geldiğimde tütüncülük hala gözdeydi. Bu süreçte önce palamut piyasadan kalktı. Palamutbükü’ne adını veren ağaç, ortalıktan kayboldu. O güzelim ağaçlar bir bir kesildi. Tütün ekimi de yasaklanınca, yarımada insanı başka gelir kaynaklarına yöneldi. Badem bunlardan birisi idi ve yarımadanın havası toprağı ve başka mikro klima etkenleri buna uygundu. Bademe odaklanan yarımada insanı, pek çok çeşidin ortaya çıkmasına ve bunların üretime sokulmasına imkân sağlayınca, badem son yılların hâkim ağacı oluverdi. 


 
Bağlaryüzü, yavaş yavaş "gelin" olup gelir.
(Hasan Doğan; Şubat 2020) 

O zahmetli zamanlarda badem ağaçlarını aşılayan ve bu tekniği kullanarak bütün yarımadada yaygınlaşmasını ve türlerin ıslahını sağlayan bir adam vardı. Nailoğlu lakabı ile tanınan Mehmet Ali Okcan idi bu kişi. Eşeğine binip bütün Betçe’deki tarlaları dolaşıp ağaçları aşılayan bu adam, sayesinde aşıcılığın buradan tüm Datça’ya yayıldığını söylüyor yaşlılar bugün. Rahatsızlığı nedeniyle midesi alınan Nailoğlu, bu çabasını hastalandıktan sonra da sürdürmüş ve 59 yaşında vefatına dek bütün hayatını Betçe’de tarıma ve toprağa adamış bir anlamda.

Betçe'de badem bahçeleri çiçekte.
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

 
Bu yıl biraz gecikse de, Belenköy'de bademler yine bembeyaz; ama yavaş yavaş...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Bu süreçte bazı aileler zeytin ağaçlarını bile sökmeye yöneldiler. Bademin geliri çoktu. Üretici de bu konu da tercihini bademden yana kullanınca, incir ağaçları bile bundan nasibini aldı. Eski bir gelenek olan inciri kurutup fırınlama ve bademli inciri kış yiyeceği olarak sandıklarda saklamak hayal oldu. Şimdi de kapı da turizm var. Onun yarımadayı nereye sürükleyeceğini hep beraber göreceğiz.


  
Datça-Sındı köyü badem çeşitleri
(Mart 2004)

2000’li yılların başında yarımadadaki badem ağaçlarının sayısı, yaklaşık olarak 400.000’e ulaşmıştır. Özellikle ekonomik değeri yüksek olan Norlu bademi, Ak badem, Kababağ bademi, Hacı Ali bademi, Dedebağ bademi, Yazılı bademler, Ceviz bademi ve erkenci bademler gibi daha pek çok badem çeşidi ile Datça, sanki bir doğal laboratuardır. Yeni yeni çeşitler, denemeler, bunları paylaşmalar derken, kendi kendilerine yapıp etmeler derken, bir üniversitenin yol göstericiliğine dahi ihtiyaç duymadan gelinen noktalardır bunlar. Keşke bu bölge tamamen koruma altına alınabilseydi. Ne yazık ki son yıllarda denizin getirdiği turizm imkânları, özellikle 2000’li yılların başından itibaren badem ağaçları için tehlike çanlarını çalmaya başladı. Yöreye yabancılar, sonradan görme zenginler ve şehir kaçkınları, akın akın gelmeye başladılar. Bu dalga sonrasında; bu güzelim badem bahçeleri, yavaş yavaş el değiştirmeye ve yerlerinde yazlık siteler veya ultra büyük ölçekli ve görgüsüzlük kokan kâşaneler dikilmeye başlandı. Köylü de, 1980’lerden sonra; giderek ülkeye egemen kılınan tüketim ekonomisinin pençesine düşerek bu işlere yardımcı oldu. Malını mülkünü satmaya başladı. Gözlediğim bir şey varsa; bu badem bahçelerinin el değiştirme süreci devam ederken, kalan badem bahçelerinin de giderek bakımsız hale gelişidir. Bu da beni fazlasıyla üzüyor. Görünen o ki; bu dalga bu şekilde devam ettiği müddetçe, badem bahçelerinin el değiştirmesi ve bu bahçelerin yapılaşmaya açılması her gün için daha da hızlanacak. Umarız biz yanılırız.”
(DEVAM EDECEK)

Dipnotlar:
(1)     Betçe manileri; televizyonun ve radyonun olmadığı zamanlarda yarımada insanlarının aralarında bir iletişim kurma yöntemi idi ve karşılıklı yapılan bu eyleme “atma atmak” adı verilirdi. Bu atışma sıradan bir atışma değildir. Düşünülerek, tasarlanarak kurgulanmış bu cümleleri dörtlük haline çevirmek emek ister. Görüyoruz ki Betçe yöresi yakın geçmişe kadar bu geleneğini sürdürmüştür. Yarımadaya has bir özellik taşıyan bu konu, ilerideki yazılarımızda ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Kaynak: Betçeli Beydoğan Özcan
(2)    George E. Bean, Eskiçağda Menderes’in Ötesi; Çeviren: Pınar Kurtoğlu; Arion Yayınevi, Şubat 2000-1.Basım; Sayfa: 137-138
(3)    Badem ağacı ile ilgili bölümlerin bir kısmı blogda daha önce yayınlanmış Erkenci Baharın Naif Şövalyeleri: Badem Ağaçları isimli yazıdan alınmıştır. Bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2018/02/erkenci-baharin-naif-sovalyeleri-badem.html
(4)  Aziz Nesin’in şiiri; Arkadaşım Badem Ağacı: Sen ağaçların aptalı/Ben insanların/Seni kandırır havalar/Beni sevdalar/Bir ılıman hava esmeye görsün/Düşünmeden gelecek karakışı../Açarsın çiçeklerini../Bense hayra yorarım gördüğüm düşü.../Bir güler yüz bir tatlı söz../Açarım yüreğimi hemen/Yemişe durmadan çarpar seni karayel/Beni karasevda/Hem de bilerek kandırıldığımızı/Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza/Koo desinler bize şaşkın/Sonu gelmese de hiç bir aşkın/Açalım yinede çiçeklerimizi/Senden yanayım arkadaşım/Havanı bulunca aç çiçeklerini/Nasıl açıyorsam yüreğimi/Belki bu kez kış olmaz/Bakarsın sevdan düş olmaz/Nasıl vermişsem kendimi son sevdama/Vur kendini sen de bu güzel havaya.
(5)  Irene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, Çeviri: Turan Alptekin, Demos Yayınları, 3.Basım-2006; sayfa: 37
(6)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında yürüyüş sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder