TİRE ALİ BABA ALTI-ESKİ BOYNUYOĞUN YOLU
25 Mayıs 2017
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Sıcak bir günde Tire’deydik bu kez. Tire’nin Ödemiş çıkışında yer alan Boynuyoğun köyüne; şimdiki Tire-Ödemiş
asfaltının üst düzleminden ulaşan benzersiz güzellikte bir parkurda yürüdük.
Hava sıcak olduğundan dolayı kendimizi fazla yormadan, biraz da çiçektir
böcektir diyerek; avarelik tadında bir yürüyüştü bizimkisi. Yine de güzeldi
doğrusu. İşte hikâyesi…
Boynuyoğun yolunda baharın renk cümbüşü; beyaz papatyalar, gelincikler ve krizantemler bir arada...
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Tire’ye doğru
Sabah erkenden 7.30 civarında İzmir’den ayrıldık. Kahvaltı molası için
uğrak noktamız, bu yöne yaptığımız seyahatlerin çoğunda olduğu gibi yine Belevi oldu. Köy meydanındaki
kahvehanede içtiğimiz sabah çorbaları ve çaylar eşliğinde tatlı bir serinlikte
kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı sonrası Belevi’den
Tire yönüne doğru hareket ettik. Biraz sonra, Belevi çıkışında İlkçağ’ın Pegasus;
günümüzün Belevi Gölü’nün kıyısında
Tire-Selçuk karayolunu genişletmek için yapılan hafriyat çalışmalarıyla
karşılaştık. Bildiğimiz kadarıyla yakın geçmişte yazları gölü kurutan pamukçuların
tacizinden kurtarılarak doğal sit alanı ilan edilen Belevi Gölü, uzun süredir buralara uğrayan kuş sürüleri için önemli
bir sulak alan işlevi görmekteydi. Özellikle kıyıya yakın, sazlarla kaplı
alanlar kuşların yumurtlama ve yuva yapmaları için ideal bölgelerdi. Ancak, bu
özel koruma alanı da birçok yerde olduğu gibi yine ülkedeki inşaat seferberliğinin
tacizine uğramıştı ne yazık ki. Mevcut Tire asfaltının kıyısından başlayan ve
büyük olasılıkla kuşlara yuva olan sazlıkların üstüne yüzlerce ton toprak
boşaltılmış ve göl çok gerilere çekilmek zorunda bırakılmıştı şimdi. Doğada
sanki tek başınaymış gibi anlamsız bir pervasızlık içinde kıvranan zavallı
insanoğlunun bu hallerine hayıflanarak Tire’ye doğru devam ettik.
Öksürük Dede Mevkii'nde kuşburnu ya da yaban gülleri
Tire’deki dostlarımızla buluştuktan sonra onların belirlediği rota
çerçevesinde saat 10.30 gibi Ödemiş yönüne doğru hareket ettik. Tire Asri Mezarlığı’nı
geçtikten sonra yeni kurulmuş, ancak şu anda çalışmayan bir su fabrikasının
yanındaki toprak yoldan içerilere girerek arabamızı zeytinlikler altına
bıraktık. Gördüğümüz manzaradan bu bölgenin Tireli şarapçıların demlenme
noktası olduğu anlaşılıyordu. Daha fazla oyalanmadan ve güncele takılıp
kalmadan, her iki yanı çalılarla kaplı toprak bir yoldan geçmiş zaman
yolculuklarından birine daha çıktık.
Gezginler, Boynuyoğun yolunda...
Boynuyoğun yolunda eren
babaların izinde
Boynuyoğun köyünden eşekler
üstünde köylüler gelip geçerdi bu yoldan yüzlerce yıldır Tire’ye doğru. Salı
günleri Tire pazarında soluklanırlar, alacaklarını alır, satacaklarını satar;
yine bu yolu takiben Boynuyoğun ve
ötesine doğru aynı yoldan geri dönerlerdi. Küçük çeşmelerle donanmış çınarlar
altındaki konfor alanları, sıcak yaz günlerinde yolcuların soluklanma mekânları
olsa gerekti. Biz de yürüyüşümüz sırasında öyle yaptık; biteviye akan soğuk
sularından içtik ve neredeyse üstümüzdeki göğü örten dev çınarları saygıyla
seyrettik.
o çınarlardan biri...
Hava sıcaktı, ama yürüdüğümüz yol, asırlık çınarların koyu gölgesinde
rastladığımız eski kır çeşmelerinin başında; kısa molalarla renklendi zamanla.
Çınarlar, onlara dolanmış sarmaşıklar, aralarında baş vermiş berbat kokuları ve
baştan çıkarıcı renkleriyle yılan yastıkları, kocaman patlak birer göz gibi
bize bakan son papatyalar, sağımızdaki tepeliklere doğru yükselen arazinin
kıyısını kırmızıya boyamış gelincikler bu konforlu anın tanıkları gibiydiler.
Yüzlerce yıldır burulmuş gövdeleriyle zamana karşı direnç kazanan bilge zeytin
ağaçlarının yanından geçtik. Biraz ilerde; yürüdüğümüz yol düzleminden biraz
aşağılarda yer alan bir kara servi dikkat çekiciydi.
Yolun başında patlak gözlü papatyalar
Aslan dişinin güzelliği
Göz alabildiğine zeytinlikler...
Yılan yastığı çiçekte; kendi güzel, kokusu berbat...
Gezginler, yol üstündeki bir tulumbanın başında...
Gezginler, yol üstündeki bir tulumbanın başında...
Kara servi, bir eren babanın habercisiydi sanki. Yanına yaklaştığımızda
mesele anlaşıldı. Yörede Öksürük Dede
olarak da bilinen; ama modern zamanlarda dikilmiş bir mezar taşından
edindiğimiz bilgiye göre Saka Baba
olarak nam salan bu dede, servi ile birlikte düşünüldüğünde yine göç hikâyeleriyle
ilintili bir Türkmen önderini temsil ediyor gibiydi. Tire ile ilgili birçok
yazımızda belirttiğimiz üzere; Batı Anadolu’ya yönelen Türkmen akınlarına
önderlik eden bu ulu kişilerin Aydın Dağları’nın kuytu köşelerinde, Küçük
Menderes Havzası’nın bilinmez mekânlarında saklı hatıraları bugün dahi yöre
halkının belleğinde yaşamaktadır. Dağların yüksek zirvelerine çekilmiş
Yörüklerin mahya şenlikleri, bugün dahi bu büyük hatıranın yılın belli
zamanlarında nasıl büyük bir kutsiyet içinde anımsandığını gösteren bir koca
delil gibidir.
Saka Baba'nın başındaki kara servi
13.yy.da Bizans’ın çöküşü sürecinde kolonizatör dervişlerin önce Batı
Anadolu’da, daha sonraki yüzyıllarda ise buralardan hareketle Rumeli’de
giriştikleri benzersiz kampanyada; bir yandan beraberinde getirdikleri insan
sevgisi ve tolerans temeline dayanan Alevi-Bektaşi düşüncesinin bu topraklarda
tutunmasına ve henüz askeri ve siyasi bir güç olarak ortalıkta görünmeyen
Osmanlı’nın buralara gelişinden önce bir anlamda yerel halkın yumuşatılarak bu
yeni gücün egemenliğine hazırlanmasını sağlamışlardı.
Ali Baba Türbesi
(Fotoğraf: İF; Eylül-2011)
Aydın Dağları’nın kuzey etekleri boyunca kimi yok olmuş, kimi halen
yaşayan kadim yerleşimlerin kenarında köşesinde; bazen yoğun makilikler
arasında bulduğumuz bu eren baba mezarları bu eski hikâyelerin bugüne erişmiş
tanığı gibidirler. Elbette; o yaşanan hikâyeler, bugüne farklı katmanlar
halinde evrilmiş olsa da; yine de eren babaların engin düşün dünyasında yer
bulmuş mücadelelerinin derin hatıraları, her zaman bu halkın hafızasında yer
bulmayı sürdürecektir.
Tire şehir merkezinde bulunan Alihan Baba Türbesi
(Fotoğraf: İF; Aralık-2015)
Peşrefli köyünde Tokat Mevkii diye
bilinen yerde; bir ulu servinin dibinde yüzlerce yıldır yatan Pir Veli Beşe(1), Boyunyoğun
köyünün altındaki kır kahvesinin dibindeki ulu çınarla özdeşleştirilen ve
buradan gittiği Rumeli’nde adıyla anılan bir tekkesi ve mezarı bulunan Kızıl Deli Sultan(2), Tire’nin batı girişinde Hisarlık köyü altındaki Balım
Sultan(3), şehrin
içindeki Alamadan Dede, Alihan Baba ve Beniayıran Dede, Tire Ödemiş yolunun üzerindeki bir sekide kara
serviler içinde yatan Ali Baba bu
eren babaların bugüne ulaşan izlerinden bazılarıdır. Bütün bunlara bugünkü su
kaynaklarıyla zengin, benzersiz bir coğrafyada yer alan Eğridere Vadisi’nin içerlerindeki Eğridere köyünün mezarlığında çalılar içinde kaybolmuş bir eski mezarda
yatan Seyyit İsmail’i de eklemek
yerinde olur.(4) Onun
namı babasından ve dedesinden ötürüdür; rivayet odur ki; Seyit İsmail’in dedesi
İsrail Bey’in (Şeyh Bedrettin’in babası) İran’ın içlerinden başladığı ve bir
zaviye kurarak büyük yolculuğunu sonlandırdığı yer, Tire civarındaki bu köy
olmalıdır. Şeyh Bedrettin’in torunu Hafız Halil’in yazdığı Menakıbname’de yer alan şu satırlar bazı
kaynaklara göre bu coğrafyayı işaret etmektedir:
Tire Eğridere köyü mezarlığı
(Fotoğraf: İF; Kasım-2006)
“Vefat itdü Şeyh’in ogulı dahi
İsmail Beg dirler ana iy sahi
Künyesin Seyyid Beşe dirler anın
Atamdır ben fkıyr Hafız Halil’in
Menderes suyu katındadır mezar
Karye içindeki ismidir Nizar
Defnidüp anı Nizar’ın Hazreti
Börklü Mustafa’yı gönderdi biti
Gelüben bizi aluban gitdiler
Girü Börklü Mustafa’yı iltdiler
İki kız kardaşıla olduk yetim”(5)
Eğridere sokaklarında...
(Fotoğraf: İF; Kasım-2006)
Bugünkü rotamızda ilk uğramız Saka
Baba’nın mezarı oldu. Saka Baba,
herhalde bu yöredeki sulak coğrafyadan olsa gerek; bu isimle adlandırılmış
olmalıydı. Belki de böylesine su yönünden zengin bir coğrafyayı yurt edinmekle,
kendisinden sonra bu topraklarda yaşayan takipçileri ona bu sanı uygun
görmüşlerdi. Halk arasındaki diğer adı olan Öksürük
Dede ise; rivayete göre yakındaki çeşmeden her derde deva suyunu içen
yolcunun boğazındaki öksürüğü dahi geçirdiği ile ilgili olmasıydı. Mevkii
olarak da bulunduğumuz yere Öksürük Dede
Mevkii denmekteydi.
Saka Baba'nın; kara servinin dibinde yer alan mezarı
Saka Baba için yazılmış kitabe
Saka Baba’nın bugünkü Türkçe ile ifade edilen kitabesinin bulunduğu mezarın
yanında bir başka mezar daha vardı; biz onun Saka Baba’nın mezarı olabileceğini düşündük. Çünkü o mezar, tam
servinin dibinde; bir sıra taş ile sınırları belirgin ve başında sarık şeklinde
eski bir mermer mezar taşına sahipti. Ama sonuçta kara servinin dibinde iki
mezar vardı. Birisinin kitabesi yoktu; diğerinde ise Bektaşiliğin sembolü olan on
iki köşeli yıldızın altında şu ifadeler vardı:
“Hü Dost
Bendeyi Ali Aba,
Taçsız Saka Baba
Gelen şifa bula
Ruhu revanın
Şadı handan ola”
Kara servinin dibindeki diğer mezar
Mezarın tarihi hakkında fikir veren kara servinin muazzam gövdesi
Yabani hanımelleri
Kara servinin biraz ilerisindeki dere yatağının iki yakasını sarmış yaban güllerinin (kuşburnu); insanı ele geçiren kokusunun hafif sarhoşluğu içinde, bizim de “yürüyen ruhumuz huzur bulmuştu” sanki. Saygıyla ve huzurla ayrıldık Saka Baba’nın başından…
Kuşburnu çiçekleri
Bu da yakından...
Yakındaki bir çeşme
Ulu çınarın dibindeki o çeşme
Çeşmenin haznesi ve aynasındaki mezar taşı
Mezar taşına yakından bakış
Biraz ileride yol kıyısındaki yabani hanım ellerinin çiçeklerinden
kokladık. Sağımızda solumuzda; yol kıyısındaki mor renkli kadın aynalarının,
emek ürünü taşlarla döşeli güzelim bir bahçe duvarının yanından geçtik. Bir
süre sonra yol bizi, dev bir çınarın dibindeki taşın oyulmasıyla elde edilmiş
geniş bir hazneye usul usul akmakta olan güzelim bir çeşmenin yanına taşıdı.
Hava sıcaktı ve bundan iyi bir soluklanma anı olamazdı. Suyun sesini dinleyip,
çeşmenin çınar ağacının köklerine yaslanmış aynası arasında sıkışıp kalmış eski
bir mezar taşının üstündeki Hicri 1215 tarihini okuduk. Tabii ki; bu mezar
taşının çeşme ile ilgisi yoktu; başka bir yerden taşınarak buraya getirilmiş
olmalıydı. Ama onun da ayrı bir hikâyesi vardı mutlaka; bizim bilmediğimiz…
Yol boyunca mor renkli kadın aynaları
Boynuyoğun yolunda emek ürünü seki duvarları
Yaşlı bir zeytin ağacı
Boynuyoğun köyünün ilk evlerine yaklaşmıştık. Yönümüzü sırtta yer alan Ali Baba Tekkesi’ne doğru çevirdik.
Yağmur ormanlarını andıran sıklıktaki bir floranın içinden ve koyu gölgeden
ilerleyerek düzgün bir patikadan sırta doğru ağır ağır tırmanmaya başladık.
Yükseldikçe arkamızda bıraktığımız bereketli Küçük Menderes Ovası, zeytin ağaçlarının arasından belirmeye
başladı. Ağaçlarının altı sürülmüş, budamaları zamanında yapılmış düzgün ve
bakımlı bir zeytinliğin içinden geçen patikayı takip ettik. Bir süre sonra patika,
bir bayırın kıyısı boyunca Tire’ye doğru yöneldi. Kendimize uzaktan görünen Ali Baba’nın kara servilerini kerteriz
alarak bayırın kıyısını bırakmadan yürümeye devam ettik. Sağımız solumuz
sapsarı çiçekleriyle kantaronlarla
kaplıydı. Gezginlerin iştahı buralarda fazlasıyla açıldı. Yanlarında
getirdikleri çuvalı coşkun kantaronlarla doldurdular. Bir süre sonra Ali Baba Tekkesi’nin tam üstüne
gelmiştik. Kısa bir patikadan avlunun giriş kapısına ulaştık.
Boynuyoğun'a doğru yürüdüğümüz yol
Yabani kirazlar
Boynuyoğun yolunun güzelliği
Çınarlarla kaplı bir başka konfor alanına doğru ilerlerken...
ve çınarlar...
Ali Baba Tekkesi
Tireli araştırmacı-yazar Munis Armağan’ın
Anadolu’nun Gizli Tarihi Horasaniler
isimli kitabında verdiği bilgiye göre; Ali
Baba’nın ilk zaviyesi, bugünkü Gökçen
kasabasında kurulmuş. Daha sonraları; hangi nedenle olduğu bilinmemekle
birlikte, bugünkü yerine Hacıköy Mevkii’ne
taşınmış. Hacıköy de şimdi artık
varlığı ortadan kalkmış; kayıp köylerden biri olsa gerek. Bu sırtlarda, Hacıköy, Börülceköy gibi kayıp köylerden
söz ediliyor bugün.
Ali Baba yolunda kantaronlar...
Gezgin, kantaron hasadında...
Çınarların gölgesinde...
Ali Baba’nın ilk yerleştiği yer olan Fota
(şimdiki Gökçen) sırtlarında öğleden sonraki kekik toplama seansında eski bir
duvar kalıntısına rastladık. 1 metreye yaklaşan kalınlığıyla ve geniş bir
düzlüğün çevresinde izlenebilen diğer duvar parçalarıyla birlikte bütün
gördüklerimiz, burada Türkmenlerin bu topraklara nüfuz edişi öncesinde önemli
bir yerleşimin izlerinin bulunduğu fikrini akla getiriyor. Peşrefli yakınlarındaki Küçük
Kale ve Büyük Kale kalıntıları; Küçük Kale’nin bulunduğu tepenin en üst
noktasında yer alan ve ana kayaya oyulmuş basamaklar bu bölge ile ilgili önemli
bilgiler sunuyor bize. Peşrefli köyünün
daracık sokaklarında dolaşırken evlerin duvarlarında rastladığımız nazarlık
misali mermer antikiteler de bu düşünceyi güçlendiriyor.
Gökçen üstünde kayalara oyulmuş merdivenler
(Fotoğraf: İF; Mayıs-2008)
Peşrefli'de bir evin duvarından...
(Fotoğraf: İF; Nisan-2007)
Bir başka evin duvarından detay...
(Fotoğraf: İF;Nisan-2007)
Peşrefli Kalesi'ndeki taşa oyulmuş basamaklar
(Fotoğraf: İF; Kasım-2007)
Gökçen yakınlarında 2008 yılında bir tarlada gördüğümüz; ancak şimdi yok olan; üzerinde frizleriyle bir mimari parça
(Fotoğraf: İF; Mayıs-2008)
Gökçen Mezarlığı yakınlarındaki eski bir duvar kalıntısı
Gökçen Mezarlığı
(Fotoğraf: İF; Mayıs-2008)
Mezarlık ve duvarın bulunduğu zeytinlik
İşte bu düşüncelerden hareketle; hetorodoks bir derviş görünümüyle Fota civarına gelen Ali Baba’nın henüz bu bölgede bir beylik oluşumu öncesinde yerli
ahali arasında Türklerin egemenliğine yönelik; yumuşatıcı bir kolonizatör
derviş rolü oynamış olabileceği söylenebilir.
Ali Baba'nın kara servileri
Munis Armağan, Ali Baba’yı Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesi’ne
dayandırarak babası Bahaeddin Sultan
üzerinden Hacı Bektaş Veli ile
ilişkilendiriyor. Babası Bahaeddin Sultan’ın
Hacı Bektaş-ı Veli ile birlikte
Horasan’dan geldiğini; göreve çağrıldığında ise, Akşehir’den hemen Hacı
Bektaş-ı Veli’nin yanına ulaştığını; görev sonrasında yeniden Akşehir’e döndüğünü aktarıyor.
Ali Baba'nın Türbesi
Ali Baba'nın türbesinin taç kapıyı andıran girişi
Yine Munis Armağan’ın
aktarımlarında; yazımızda daha önceden söz ettiğimiz Öksürük Dede ya da Saka Baba’nın
bir ulu servinin dibinde yer alan mezarının Ali
Baba Zaviyesi’nin vakıf arazileri içinde yer aldığı belirtiliyor. Ayrıca;
Tire Yeğenli köyünde de Ali Baba’nın bir başka zaviyesinden söz
ediliyor.
Ali Baba'nın Türbesi
“1835 (H.1251) tarihli bir
belgede “Nezareti Evkaf-ı Humayun-u mülhak gullesi beynel evlat iktisama meşrut
Aydın Sancağı dâhilinde Medine-i Tire’ye tabi Yiğenlü karyesinde vaki Bahaeddin
oğlu Ahi Baba Zaviyesi’nin zaviyedar ve vakfının derecede müsavi…” ifadeleriyle
zaviye kaydı verilirken, diğer taraftan; “Nezareti Evkaf’-ı Humayun-u
mülükhaneye mülhak evkaftan Tire kazasının Yiğenlü karyesinde vaki Bahaeddin
oğlu Ali Baba vakfından Aktaş Çiftliği demekle maruf mezranın…” ifadesiyle
başlayan 1903 (H.1321) tarihli
çiftlik kayıtlarına da değinmektedir.”(6)
Gezginler, Ali Baba Türbesi'nin avlusunda...
Hasan Balım Baba ve eşi Naciye Hanım'ın hatırasına yaptırılan avludaki çeşme
Avludaki ocaklar
Ali Baba Türbesi'nin avlusundan bir başka köşe
Gezginler, Ali Baba Türbesi'nin avlusunda yer alan kır kahvehanesinde..
Özetlersek; Horasan erenlerinden Ali
Baba ismiyle tanınmış bir dervişin 13.yy. sonlarında Fata civarına gelip yerleştiği, orada bir zaviye kurduğu; daha
sonra zaviyenin bilinmeyen bir nedenle bugünkü Hacıköy Mevkii’nde yer alan bir sekiye taşındığı; yörede bir Ahi
önderi olarak bilindiği; bugün bir belirsizlik olsa da zaviyenin çevresinde yer
alan geniş vakıf arazilerinin gelirleri sayesinde de günümüze dek sağlam bir
şekilde korunup kollandığı anlaşılmaktadır. Tabii ki bugün için Ali Baba Zaviyesi’nden ve vakıflarından
bir haber almak mümkün görünmüyor. Uzun zamanlar; kendisi ve eşi de burada
gömülü bulunan Hasan Balım Baba
tarafından yürütülen Ali Baba Türbesi’nin
bakım faaliyetleri, bugün için gönüllülük temelinde yürüyor. Özel mülkiyet
arazisi olan türbenin oturduğu alan ve çevresindeki binaların hepsi, Tire’de
müteahhitlik yapan bir iş adamı tarafından satın alınmış. Umarız; bu
girişimlerin tümü, tarihin derinliklerinden günümüze ulaşabilmiş bu değerli
hatıranın yaşaması ve geleceği açısından hayırlı olur.
Ali Baba'nın ulu kara servisi
Yakınlardaki bir bilge zeytin ağacı
Geometrinin mükemmelliği; Tire yöresinde bu bitkiye yemlik diyorlar.
Ali Baba Tekkesi’nden ayrıldıktan sonra Kireli
Altı’ndaki yol üstü kahvehanesine uğradık. Gecikmiş de olsak yemek için
ideal bir mekândı burası. Yemek sonrasında yol kıyısındaki dut ağaçlarını
ziyaret etmeden olmazdı. Yüksek dallara kolayca ulaşmak için konulmuş bir
merdivenden de yararlanarak leziz dutlarından tattık bu kutsal ağacın. Ne güzel
bir geleneğimizdi bizim; gelen geçen yesin diye yol kıyısına dut ağacı
dikmişlerdi atalar. Yüzlerce yıllık bu güzelim dut ağaçları, böyle büyümüştü
umarsızca her yerde.
Dut yeme telaşındayız.
Yılan yastığının (Tire'de yılan bıçağı da deniyor) estetiği
Kireli Altı’ndaki kahvehaneden ayrıldıktan sonra, uğrak noktamız Gökçen Mezarlığı yakınlarındaki alçak
tepeler oldu. Yazının üst bölümlerinde sözünü ettiğimiz Ali Baba’nın zaviyesini ilk kurduğu yer buralarda olmalıydı. Buraya
geliş amaçlarımızdan bir diğeri de kışlık kekik ihtiyacımızı karşılamaktı. Gökçen’in arkasındaki tepelere doğru
yürüdük. İki tepe arasındaki tatlı bir eğimle yükselen vadi tabanında
ilerlerken sağda solda gördüğümüz mimari parçalar, bu bölgenin geçmişinde saklı
zenginliğe işaret eder gibiydi. Ama zaviyeye ait somut bir izi yüzeyde görmek
mümkün olmadı. Etkin maddesi thymol ile
zenginleşmiş güzelim kekikleri toplayıp, mezarlığın kıyısında bıraktığımız
arabanın başına döndük.
Gökçen üstündeki tepelerden biri
(Fotoğraf: İF; Mayıs-2008)
Duvar parçaları
(Fotoğraf: İF; Mayıs-2008)
Ali Baba Zaviyesi'nin ilk kurulduğu Gökçen yakınlarında rastladığımız mermerden bir kiriş parçası
Gezginler, kekik hasadından dönerken...
Gezginler, kekik hasadından dönerken...
Gökçen üstünden Küçük Menderes Ovası'nın renkleri
Gezginler, dönüş yolunda...
Günün sonuna yaklaşmıştık. Kısmen eren babaların, kısmen coşkun doğanın peşinde
yürümüş, bir anlamda bu vatanın tapusu niteliğindeki; yüzlerce yıl önce bu
toprağı yurt edinmiş atalarımızın kabirleri çevresinde anlamlı bir gün
geçirmiştik. İçilen yorgunluk kahvelerinin eşliğinde günün kritiğinin yapıldığı
Çınaraltı sohbetleriyle sonlandı gün
Tire’de. Artık İzmir’e dönme vaktiydi; Tireli dostlarla vedalaşarak eski Kral Yolu’nu takiben Belevi’ye doğru
hareket ettik.
Tire Çınaraltı'nda içilen yorgunluk kahveleri eşliğinde günün değerlendirmesi
Dipnotlar
(1) Pir Veli
Beşe için bkz.
http://dagakactim.blogspot.com/2014/03/pir-veli-bese-icin-pesrefliden.html
(3) Balım Sultan Türbesi için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/04/tire-kaplan-deresi-gelin-kayasi-balim.html
(4) Seyyit İsmail ve Eğridere için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-egridere-vadisinde-manastir.html
(5) Menakıbname; Hafız Halil’den aktaran Munis Armağan; Tire’den Darağacına; Şeyh
Bedrettin; Bilkar Matbaacılık, Temmuz-2004; sayfa:123-124
(6) Munis Armağan, Ege’nin Gizli Tarihi Horasaniler, Tüze Yayıncılık, 2001-Ankara;
sayfa: 146-147
(7) Fotoğraflar yazıda
belirtilenler dışında gezi sırasında MYC/İF tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Bu sefer ki yazınızda sizinle sanki adımladım. Bir gün oraları fotoğraflamak dileğiyle. Topladığınız kekik ve kantaron şifa olsun.
YanıtlaSilBekleriz, biz oralardayız. Sevgiyle kalın...İF
SilCidden bende sizleri okuduğumda sanki sizlerle oraları gezmiş gibi oluyorum şehir hayatını sevmiyor ve hayallere dalıyorum
YanıtlaSilNe mutlu size... Sizin gibi izleyenlerimiz olduğu için de ne mutlu bize... Katkılarınızın devamını dileriz. İF
YanıtlaSilOlağanüstü bir gezi yapmışsınız. Bu geziyi okurlarla paylaşmanız da ayrı güzel. Tire Bektaşileri ile ilgili bir araştırma çalışması yapıyorum. Kaynak göstererek alıntı yapmak istiyorum. Teşekkür eder, benzer güzel gezilerinizi paylaşmanızı dilerim.
YanıtlaSilSayın takipçimiz, değerli katkılarınız için teşekkürler... Yazılarımız, iyi niyetli her türlü kullanıma açıktır. Amacımız, Anadolu-Türk Kültürü'nün ayaklar altında süründüğü günümüzde erişebildiğimiz kadarıyla ve gücümüz oranında bir farkındalık yaratmak; ülkemizin talan edilen kültürel varlıklarının korunması yönünde bir nebze olsun katkı sağlamaktır. Bu uğurda değerli katkılarınızı ve eleştirilerinizi bekleriz. İF
Sil