19 Haziran 2014 Perşembe

AYDIN DAĞLARI'NDA EREN BABALARIN İZİNDE-3 VE DAHİ BAŞKA ÖYKÜLER



PAŞA YAYLASI VE ETEKLERİNDEKİ VADİLERDE YÜRÜDÜK


28 Mayıs 2014
İbrahim Fidanoğlu

Paşa Yaylası, Aydın Dağları’nın (zaman ekseninde Mesogis yada Cevizli Dağları da denirdi bir zamanlar) en yüksek zirvelerinden birini barındırır. Üzerindeki; zirvelerin sahibi bir eren baba mezarıyla da dikkat çeken 1665 metre yüksekliğindeki Paşa Yaylası’nın İmam Baba Tepesi, çevredeki topografyaya olan hâkimiyeti ile de öne çıkar. Zirvede, bu özelliğinden ötürü olsa gerek; eren baba mezarının hemen yanı başında bir de yangın gözetleme kulesi yer almaktadır. Aydın Dağları’nın kayaç tabakaları, genellikle kireç taşı ve şist özelliklidir. Zirveye doğru tırmanırken bunun örneklerini görmek pek mümkündür. 

 Paşa Yaylası'na doğru

Mayıs ayı boyunca devam eden yağmurlarla; bir anlamda yürüyüş sezonunun uzamasına ve yaz sıcaklarının ötelenmesine yol açan hava koşulları, bu hafta da bize ovaya göre nispeten daha uygun bir yürüyüş ortamı sunan Paşa Yaylası’nda yürüme olanağı yarattı.

 Gezginler, Paşa Yaylası'na varmadan son mola yerindeler.
(Fotoğraf: M.YC)

Paşa Yaylası, Aydın’ın kuzeydoğusunda yer alıyor. Yaylaya ulaşmak için Aydın’ı geçtikten sonra Yılmazköy-Paşa Yaylası sapağından kuzeye doğru sapmak gerekiyor. Yol çatısından Paşa Yaylası’na uzaklık yaklaşık 17 km. kadar tutuyor. Büyük Menderes’in yüzyıllardır şekillendirdiği ova yüzeyinden tektonik hareketlerle yükselerek oluşmuş konglomera adı verilen son derece verimli alüvyonlu toprağın, bir kısmının yükselip bir kısmının çökelmesiyle oluşmuş derin bir vadiden ilerliyoruz. Yılmazköy’ü geçtikten sonra başlayan tırmanış, yılan gibi dağa doğru tırmanan asfalttan Karaköy’e kadar devam ediyor.

Paşa Yaylası yakınlarında; arkamızda yamaca asılı gibi duran son köy; Karaköy
(Fotoğraf: M.YC )

 Yürüyüş Rotası; 10 km.
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Karaköy, Paşa Yaylası’na varmadan önce son köy. Paşa Yaylası’nın hemen alt yamacında aşağıdaki derin vadiye ve Büyük Menderes Ovası’na karşı konumlanmış köyün yaylaya uygun mimari dokusu dikkatimizi çekiyor. Aşağılara doğru alçalarak inen yamaçları ve daha ötesini seyretmek için uçurumun başında kısa bir mola veriyoruz. Buralarda artık ovanın yakıcı sıcağından eser yok. Aşağıdaki ova ise, su buharından iyi seçilemiyor.

 Paşa Yaylası, bir ulu çınarın kovuğu

 Paşa Yaylası'ndan İmam Baba Zirvesi'nin görünümü

Ardımızda bıraktığımız Karaköy’ün evleri giderek küçülürken, karşımıza Paşa Yaylası’nın yeni sahipleri; yazlıkçı villaları çıktı. Yaylanın hemen girişinde ovaya hâkim konumdaki yamaca bir üzüm salkımı gibi serpilmişti villalar. Biraz daha ilerleyince 50’lı 60’li yıllarda derme çatma malzeme ile yapılmış gecekondu misali Paşa Yaylası’nın ilk yerleşimleriyle karşılaştık. Bir kısmında; bugünlerde bir “yapısal dönüşüm” hamlesi var besbelli. “inşaat ya Resul Allah” buralara da uğramış anlaşılan…

 Paşa Yaylası'nın minyatür camisi

Paşa Yaylası'ndan Tire yönündeki Çaldede Zirvesi'nin görünümü

Paşa Yaylası; zengin su kaynakları, temiz ve serin havası, zengin florası ve ovaya hâkim konumuyla yüzyıllar boyu Aydınlıların kavurucu yaz sıcaklarında sığındığı bir kaçış noktası olmuş. Hatta anlatılanlara göre; adı bile Osmanlı döneminde Aydın Vilayetini yöneten Paşa unvanlı devlet görevlilerinin yazları buraları mesken tutmaları ve uzun süreler buralarda konaklamalarından türemiş, bugünlere dek ulaşa gelmiş. Bugün yaylada gördüğümüz biraz da gecekonduyu andıran yapılaşmaların ise Demokrat Parti dönemine kadar uzandığı söyleniyor.

 Gezginler, Paşa Yaylası'ndan İmam Baba Zirvesi'ne doğru yürüyorlar.

 Aydın Dağları'nın kireç taşından ana kaya çekirdeği

Paşa Yaylası'nın ardıçları

Paşa Yaylası’na ulaşan asfalt yol, bu noktada ikiye ayrılmakta, yaylanın alt düzleminde yer alan düzlüğe doğru inen yol üzerinde Aydın Belediyesi’nin şimdi kapalı durumda bulunan oteli yer alıyor. Bu toprak yol, biraz daha ileride dev çınar ağaçlarının altındaki geniş gölgelikler ve karşısında geniş düzlüklerdeki piknik alanlarıyla devam ediyor. Toprak yol, aşağıdaki derin vadilere doğru kıvrılarak inmekte ve yolun sonu başka bir hikâyenin başlangıcını barındırmakta. O hikâyenin bazı satırbaşlarından yazının ilerleyen bölümlerinde söz edeceğiz.

 Paşa Yaylası'nda karaçamlar ve ardıç ağaçları bir arada

Paşa Yaylası'nda kayaç tabakaları ve üstündeki yıllara meydan okuyan anıt ardıç ağacı

Paşa Yaylası'nın beyaz çiçekleri

Tabandaki güzellik; pembe çiçekler

Sapaktaki yaylanın yukarılarına doğru çıkan orman yolu ise, yerleşimlerin arasından karaçamlardan oluşan geniş bir ağaçlık bölgeye doğru ilerliyor. Bu yol, İmam Baba Tepesi’nin kuzeydoğu eteklerini yalayarak geniş bir kavis çiziyor ve zirveye doğru ilerliyor.

 Paşa Yaylası'nda ormanlık alanların taban örtüsü; eğreltiotları

Paşa Yaylası'ndan başka bir yerde görmediğimiz ve çiriş otunun bir türü diye düşündüğümüz sarı çiçekler

 İki kaya arasın sıkışmış yaşamın resmidir.

Ormanda bir kütüğün son hali

Yılmazköy üzerinden bir vadiyi takiben karşılaştığımız konglomera tabakalarından Paşa Yaylası’nda eser yok. Kireç taşından ana kaya çekirdeğinin etrafında yer alan kayaçlarda simsiyah rengiyle ilgimizi çeken kırılgan tabakalar, eteklere doğru parçalanarak döküntü alanları oluşturmuşlar. Yayladaki hâkim bitki örtüsü; bu yükseklikte görülebilecek karaçamlar, daha alt düzlemde ardıçlar, cevizlikler, dev çınar ve kestane ağaçları, taban örtüsü olarak yaygın eğreltiotu kolonileri ve ilk kez burada karşılaştığımız ve bizim bir tür çiriş otuna benzettiğimiz; belli ki soğanlı bir bitki olan uzun boyunlu ve cazibeli sarı renkli çiçekler…

 Paşa Yaylası'nda meyve bahçeleri

 Paşa Yaylası'nda bir başka bahçe ve havuzu

İmam Baba Zirvesi'nin hemen altındaki kayaçlarda kuvars kristal oluşumlar

 Paşa Yaylası'nın zengin su kaynaklarından beslenen bir çeşme

İmam Baba Tepesi’ne tırmanırken dağın kayaç tabakalarından sızarak gelen suyun çıkarıldığı noktalara rastlıyoruz. Bunların bazıları, ilkel çeşmeler şeklinde düzenlenmiş. Dağın etrafında dolaşarak ilerlerken, sağımızda yer alan düzlükler, tarımsal alanlar olarak açılmış. Genellikle üzüm bağları ve kirazlıklar dikkat çekiyor.

 Paşa Yaylası'nın İmam Baba Zirvesi'ne kuzeydoğu yönünden bakış

Zirveye doğru kireç taşı kayalıklar

İmam Baba Zirvesi'ne yaklaşırken ulu bir karaçam

Eskiden beri Aydın’ın şehir pazarına; Paşa Yaylası’na yakın köylerden, dibi eğrelti otlarıyla kaplı sepetlerde; köylülerin yaylanın geç eren pembe renkli ve eşsiz bir lezzete sahip üzümlerini ne zahmetlerle indirdiklerini anlatan ne öyküler vardır; kim bilir? Bugün için ise; Aydın’ın içinde kentin ana akslarından birisi Adnan Menderes Bulvarı’na açılan dar koridorların köşe başlarında; hala bu benzersiz lezzetteki Paşa Yaylası Üzümü’nün satıldığı küçük tezgâhlara rastlamak mümkün. 

 Aydın Dağları'nın kuzeydoğu yönündeki uzantıları

Zirveye yaklaşırken yaşlı bir ardıç ağacının gölgesinde soluklandık.

Paşa Yaylası'nın zirvesi ve ormancıların yangın gözetleme kulesi

İmam Baba Zirvesi'nden Paşa Yaylası'na, derin vadilere  ve Aydın'a inen toprak yola bakış

Kıvrıla kıvrıla ilerlediğimiz yol bir süre sonra İmam Baba Tepesi’nin kuzeydoğusuna doğru döndü. Karşımızda Aydın Dağları’nın Nazilli yönünde uzayıp giden derin vadileri vardı. Tepeye doğru sağda solda karlık kuyuları başladı. Ege’nin yüksek zirvelerinde kışın bu karlıklarda biriktirilen karı, Mayıs’tan itibaren çuvala sarılmış bloklar halinde at yada katır sırtında alçaklara indirmek ve pekmez yada vişne benzeri meyve özleri ile karıştırarak yazın sıcak günlerinde kar şerbeti olarak tüketmek geleneksel bir ritüeldir. Bu karlıklar da onun bir delilidir.

 Gezginler, Paşa Yaylası'nın zirvesindeler.
(Fotoğraf: M.YC)

 Paşa Yaylası'nın zirvesinde bir karlık kuyusu

Ormancıların Willys cipi

Gezginler, İmam Baba Zirvesi'nde yemek molasında...
(Fotoğraf:I.Fidanoğlu)

Paşa Yaylası’nın zirvesinde yer alan yangın gözetleme kulesine ulaşmıştık. Yayladan buraya yaklaşık 5 km.yi bir buçuk saatte yürümüştük. Yangın kulesinin önünde Aydınlıların modern eşekleri Willys ciplerinden biri duruyordu. Kuleye tırmanınca gözetleme kulesindeki görevli ormancıların yemek hazırlığında olduğunu gördük. Tanıştık ve en üst terasa çıkarak çevredeki topografyayı seyrettik. Yüksek zirvelerin sahipleri; eren babalardan biri olan İmam Baba’nın mezarı kulenin hemen arka düzlüğündeydi.

 Paşa Yaylası'nın zirvesinde İmam Baba'nın revize edilmiş mezarı

Zirveden Aydın (Cevizli) Dağları'nın panoromik görüntüsü

İmam Baba Zirvesi’nden, kuzeybatı yönünde aradaki derin vadileri saymazsak nerdeyse kuş uçuşu kucaklaşacak uzaklıkta Tire’nin üstündeki Dibekçiler Yaylası’nın Çaldede Zirvesi seçiliyor. O zirvenin üstünde de bir başka eren babanın makam yada gerçek mezarı var.(1) Her yıl Eylül aynın ilk Pazar günü, Aydın Dağları’nın iki yakasındaki Tire’nin ve İncirliova’nın köylerinden gelen Yörüklerin torunları, büyük göçün hatırasını anıyor. Halk, bu dedelere öyle büyük bir kutsallık atfetmiş ki, geceleri eren babaların; zirvelerin arasındaki ışıklı yolculuklardan söz eden çok hikâye anlatılıyor bu köylerde.

 İmam Baba ve karşı sivrinin en tepesinde Çaldede

Türkmenlerin Orta Asya’dan Batıya doğru yönelen ve yüzlerce yıl süren büyük göçünün sonlandığı noktalardan biriydi besbelli burası. Hayvanlarının peşinde dağların sırtlarından ve orman yollarından ilerleyerek ulaşılan bu yüksek noktalarda Orta Asya’dan bu topraklara taşınan Gök Tengri’ye yakın olma refleksi, eren babaları Aydın Dağları’nın yüksek zirvelerine taşımıştı.

Bu dramatik göçe önderlik eden Eren Babalar, bugün Batı Anadolu’nun yüksek zirvelerinde; toplumsal hafızanın unutmadığı bu göçün anısına düzenlenen mahyalarda, giderek azalsa da hala anılmaya devam ediliyor. Cumhuriyet döneminde istimara uğrayan toplumsal gelişme ve çağdaşlaşma süreci, Sünni reflekslerle yüzlerce yıl baskılansa da çok derinlerdeki o kökler, asla yok olmuyor ve toplumsal hafıza bir şekilde onu ve geçmişin büyülü hikâyelerini hep hatırlıyor ve hatırlamaya da devam edecek.

 İmam Baba Zirvesi ve arkada Aydın Dağları

Yangın gözetleme kulesinin hemen arka düzleminde biz de soframızı kurup, yanımızda getirdiklerimizi bu güzel manzaranın eşliğinde yedik. Ormancılar, yeni sezonu 26 Mayıs’ta açmışlar. O günden beri iki kişi olarak nöbetlerine gece ve gündüz devam ediyorlarmış. Biz yemeğimizi bitirmek üzereyken, onlar aşağıdaki ocağı yaktılar. Yemeğimizi bitirdikten sonra, biraz daha kulenin terasından çevredeki vadileri doya doya seyrettik ve ormancı arkadaşlarla vedalaşarak aşağıdaki düzlükte yer alan Aydın Belediyesi’nin oteline doğru; bu kez kayalıklar arasından devam eden patikaları izleyerek aşağı doğru süzüldük.

 Gezginler, zirveden inişte...

 İniş anında bir dar geçitteyiz.
(Fotoğraf: M.YC )

 Dağ başında cevizlikler içinde bir çeşmenin başındayız.

 Bu kayalıklardan Paşa Yaylası'na indik.

 Şimdi kapalı olan Paşa Yaylası Oteli

 Paşa Yaylası Oteli; ön cephe

Paşa Yaylası'nda  piknik alanındaki asırlık kestaneler

 Paşa Yaylası'ndan İmam Baba Zirvesi'ne son bakış

Oldukça dik bir yamaçtan kimi zaman karaçamların arasındaki hoş patikalardan, kimi zaman da kireç taşı kayalıkların arasındaki basamaklı geçişlerden ilerleyerek yaklaşık bir saatlik bir iniş sonrasında otele yakın bir noktadan yola ulaştık. İndiğimiz noktadan biraz yürüyünce otele geldik. Yerel seçimler sonrasında otel, sahiplik durumunun belirsizliği nedeniyle kapalıydı. Biz biraz daha aşağıdaki piknik alanına kadar indik. Dev kestane ağaçlarının gölgesinde kendimize biraz dinlenme molası verdik. Otelden aşağıya doğru inen yolun Aydın’a kadar indiğini, ancak Tire yönündeki dağ yollarının araç güvenliği açısından pek de uygun olmadığını yoldan geçenlerden öğrendik. Bu bilgi üzerine Aydın-Tire aksındaki derin vadiye bu yoldan inmeye karar verdik.

 Paşa Yaylası'ndan ineceğimiz derin vadilere doğru bakış

Oldukça dik ve Mayıs ayında yağan son yağmurlarla kısmen bozulmuş yoldan inerken zaman zaman üzerinde “Akpınar suyudur, içilir” şeklinde yazılar bulunan çeşmelerin yanından geçtik. Karadeniz bölgesindeki Karayolları’nın şantiyelerinde çalışmış, emekli bir Karayolcuya bahçesinin önünde rastladık. Vadideki yollar ve kalitesi üzerine en doyurucu bilgileri bize bu arkadaş verdi. Tire yönüne giden dağ yollarının arabaya uygun olmadığını bir kez daha teyit ettikten sonra, vadinin dibine doğru inişimize devam ettik.

 Paşa Yaylası'nda bir keçi ağılı

Vadi, Zeytinköy ve Ambarcık Köyleri arasında uzanan ve 1500 metrelerden Paşa Yaylası ve çevresindeki havzaların suyunu Tabakhane Deresi havzasına taşıyan bir işlev görüyor. Tarih boyunca Tabakhane Deresi’nin Tralleis’in alt düzlemine taşınan su, bu vadinin farklı noktalarında yer alan Roma döneminden kalma su kemerleriyle Tralleis Kenti’nin dış yerleşimlerine ulaştırılmış olmalı.

 Gezgin, Paşa Yaylası'nın şerbet gibi suyundan içerken...
(Fotoğraf: M.YC)

Tralleis kentini besleyen suyolları önemli iki havzadan derlenmekteydi. Birincisi Karagözler Yaylası’ndan başlayarak Horozköy altından geçip kentin akropolisine batıdan giren suyoluydu. “Thebaitos” adını taşıyan su kaynağının en önemli yapısı, günümüzde dev bir kalıntı biçiminde izlenebilen Karakemer’dir. Balıkköy ile Alatepe arasını aşan kemer üç kattan oluşur.”(2)

Karakemer(3)

Bizim Ambarcık Köyü’nün altında Tabakhane Deresi’nin aktığı vadide gördüğümüz su kemerleriyle ilgili aynı kaynaktaki bilgi ise şu şekilde:

Tralleis için ana su iletimi olan bu sistem dışında 340-350 yıllarında Asya Proconsülü (Roma dönemi valisi) olan Lucius Caelius Montius’un yeni bir su iletimi kanalı yaptırma girişiminde bulunduğu bir yazıttan anlaşılıyor. Öte yandan, Eudon/Tabakhane içinde gözlemlenen kimi kemer ve kalıntılar, aşağı düzlemde kalsalar da, doğudan kentin kendisine olmasa da dış alanına su girişi sağladığını gösteriyor. Ambarcık Köyü ve daha yukarı vadiden derlenen suları aktaran Roma dönemi kemerler, suyolu destek kemerleri daha sonra Osmanlı döneminde besleme bentleri, su kemerleri ile canlandırılmış ve kente aktarılmıştır. Su değirmenlerini besleyen bu sistemin bir bölümü, Tabakhane Deresi’nin doğu ve batı yamaçlarında bitik toprak (konglomera) içindeki oyuklar biçiminde Aydın’a, Pınarbaşı’na kadar ulaşır. 1970’lere dek su akışı gözlenen bu kanalların Türk döneminden önceye tarihlenmesi olanaksızdır.”(4)

Eudon (Tabakhane) Vadisi'nde su bentleri
(Fotoğraf: M.YC)

Paşa Yaylası’ndan vadinin dibine doğru inen toprak yol, Ambarcık Köyü’nün üstünde asfalta kavuştu. Zeytinköy ile Ambarcık Köyü arasında ovaya doğru alçalan vadinin içinde akmakta olan Tabakhane Deresi’nde neredeyse hiç su yoktu. Biraz daha aşağılarda vadinin batı yönünde su kemerleri ve bentlerle karşılaştık. Dereye yakın konumdaki bahçelerin sınırlarını takip ederek kemerlerin üstünden karşı kıyıya kolaylıkla yürüdük. Burası neredeyse Tralleis Kenti’nin alt düzlemine karşılık geliyordu.

 Vadideki su bentlerine yakından bakış
(Fotoğraf: M.YC)

 Roma dönemi su kemerleri
(Fotoğraf: M.YC)

Tabakhane Deresi, Tralleis Antik Kenti’nin konumlandığı düzlemle Kepez Düzlüğü arasından akar. Paşa Yaylası ve çevredeki diğer havzaların sularını toplayarak yaklaşık 1500 metrelerden inen derenin akışı, bizim de tanıklık ettiğimiz gibi yaz aylarında kesilir. Bundan sonra kimi derin vadi tabanlarında ve Aydın’da Pınarbaşı’ndaki kum tabakaları altında sızıntı biçiminde varlığını sürdürür. Pınarbaşı’ndan geçerken kentin en güney ucuna dek Tabakhane Deresi, derince bir yarma açmıştır. İlkçağ’da Eudon tanımıyla adlandırılan Tabakhane Deresi, bu sıfatın karşılığı olan berrak akışını kışın güçlü yağış dönemlerinde gösterir. Neredeyse Ekim-Haziran ayı arasında su akışının belirgin bir biçimde var olduğu Tabakhane Deresi, Cevizli Dağları’ndan suyu ovaya çıkaran en önemli akıştır.

 Tabakhane Deresi Vadisi'ndeki su kemerlerinin yandan görünüşü
(Fotoğraf: M.YC)

Ancak Eudon/Tabakhane suyu, topografik nedenlerle Tralleis düzlemine çıkarılmamıştır. Tüm zamanlar boyunca Tabakhane’nin Aydın’a kavuştuğu yer olan Pınarbaşı önemsenmiştir. 1825’de Aydın Valisi Hüseyin Paşa’nın, 1850’de Hasan Paşa’nın Aydın’ın Topyatağı kesiminden dereye bakan uçurumlarında günümüze ulaşmamış kökleri bulunmaktaydı. Pınarbaşı’nın doğu düzleminde ise 1841'den 1847’e dek Aydın’da bulunan Vali Karaosmanoğlu Yakup Paşa’nın köşkü inşa edilmişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında “Uray Bahçesi” denen bu yer, aynı zamanda Yakup Paşa Köşkü diye de anılıyordu. Pınarbaşı yarıntısının üstünde, Gülbahçesi denen yerde ise Necip Paşa’nın 1879’da sahip olduğu köşkü vardı. Tüm bu çevreler dereni mutlu çevresini bildirmektedir. Cumhuriyet öncesinde Pınarbaşı, bir mesire yeri özelliğini korudu. Cumhuriyet döneminde ise, Uray Bahçesi adı altında yeniden düzenlendi.”(5)

19.yy.da Aydın’ın mesireliği Pınarbaşı ve Tabakhane Deresi’nin görünümü (Şükrü Tül Arşivi)(6)


Tabakhane Deresi, Kalfaköy yol ayrımında iyice irtifa kaybederek daha dingin bir akışa kavuşuyordu. Kalfaköy’ün üç yol ağzında; dut ağaçlarının gölgesi altındaki kahvehanede çaylar ve sodalar eşliğinde soluklanmak ve ovanın hissedilen yakıcı sıcağında birazcık serinlemek için kısa bir mola verdik. Kahvehanenin önünde sayabildiğimiz 9 tane Willys cipi ve köy yolunun girişindeki eski fabrika dikkat çekiciydi. Köyün içinde attığımız kısa turda dişe dokunur bir şey bulamadık; bu vadide saklı hatıralardan başka…

Ambarcık Köyü altındaki su kemerleri
(Fotoğraf: M.YC)

 Roma dönemi su kemerleri
(Fotoğraf: M.YC)

Tabakhane Deresi boyunca su bentlerine örnekler
(Fotoğraf: M.YC)

Aydın’ın Pınarbaşı ve Tabakhane Deresi’nin yamaçlarına dizilmiş Türk köylerinden ekmek parası için sökün edip zengin Rum tüccarlarının yanında çalışan Türk köylülerinin; azınlıkların çocuklarıyla paylaştıkları hatıraları, hüzünlü bir özlemle Ege’nin öteki yakasından anan Aydınlı Dido Sotiriu’nun Ölüler Bekler romanında şu şekilde dile gelir:

“O toprağın köklerinden yükselmiş bir ağaç gibi olan deveci Hasan’ın, başka bir halk adamı Türkün bana söylemiş olduğu ve her şeyi çok güzel anlatan bir sözü hep hatırlarım:

-Kızcağızım... Biz ancak, kısacık fitilli fenerimizin gösterdiğini görebiliriz...

Eski anılarla yenilerin harmanlaştığı bugünlerde, o sözü, kısmete inanç ve tembellik dolu kahverengi gözlü, gür beyaz sakallı, kısa boylu o saygın ihtiyar sanki bana daha dün söylemiş gibi oluyorum.

Bazen, bir zamanlar tanımış olmama rağmen şimdi çoktan unuttuğum pek çok Türkün aksine, neden hala Hasan ile Ali’nin hatıralarının anılarımda böylesine canlı kalmış olduklarını kendime sorarım. Bulabildiğim tek cevap, her ikisinin de, sinsi ve kötü niyetli güçlerin aleyhimize kışkırtıp “ezeli düşmanımız” haline getirdikleri o dertli ve geri bırakılmış halkın pırıl pırıl ve saf yüreğinin en iyi temsilcileri olmalarıdır.(7)

“Hasan ile civardaki Türk köylerini gezerdik. Tanaş Amca bizi sıkça Hacıdima’ların çiftliklerine götürdüğü için, Rum köylerini iyi bilirdim.

Ne var ki, o geri kalmış Türk köylerinin bana bırakılmış olduğu etkiyi hiç unutmayacağım. Oralarda tek bir Rum’a rastlamazdım. Daha ucuza gelsin diye, çoğunlukla insanların kendilerinin çektikleri o ilkel aletleriyle kan ter içinde toprağı işlemeye çalışan zavallı insanlar, insanlar...

Aydınoğulları döneminden kalma Alihan Baba'nın oğlu İsmail  Türbesi 
(2011'de İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Nefes almamacasına, durup dinlenmeden, tek bir avucu dahi kendilerinin olmayan o toprakta didinip uğraşırlardı. Verimli ovalardan başlayıp göklere doğru tırmanan tepelere kadar toprağı işleyerek, gülyağının elde edileceği mis kokulu gül yetiştirmeye çalışırlardı. Ve, Hasan’ın yüreğinin ta derinliklerinde hazzını duyduğu tüm kendi yaşam ve ölüm haklarını dahi devretmiş oldukları efendilerine, beylere teslim etmektelerdi. bu Allah vergisi güzellikleri, kendi yaşam ve ölüm haklarını dahi devretmiş oldukları efendilerine, beylere teslim etmektelerdi. 

 Aydın'ın simge yapısı; Tralleis'in Gymnasium'undan kalan kemerli yapı; Üçgözler
(2008'de İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Tüm o Türk köyleri, cevabını bulmam için beni huzursuzlaştıran bir soruyu aklıma takmışlardı. O böylesine verimli toprak, gerçekte kime aitti: Türklere mi, yoksa bize mi?

O katkısız Rum mahalleleri ile köylerinde yaşadığımda ve okulda Yunanca’yı okuyup sokakta onu konuştuğumda ve kiliselere gidip duamı yaptığımda ve de Rum çorbacılarının sahibi olduğu tüm o fabrika ve çiftlikleri gördüğümde, Küçük Asya’nın, hiçbir kuşkuya yer kalmadan, gerçekten bizim olduğuna inanırdım. Ama biraz ilerdeki Türk mahallelerine doğru gidip o binlerce Türk işçisinin aynı toprak üzerine nesilden nesile çalışıp çabaladığını, kendi evleri ile camilerini yapıp kendi öz lisan ve geleneklerine sahip olarak vatanlarında bulunduklarını kendi öz varlıklarının derinliklerinde hissettiklerini gördüğümde de kafamın karışmamasına olanak yoktu.

 Aydın; Nasuh Paşa Hamamı
(2011'de İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Bir gün babama sormuştum:

-Baba, biz mi çoğunluktayız yoksa Türkler mi?
-Aydın’da on bin kadar Rum ve yirmi bin kadar Türkün bulunması gerek.”(8)

Ve Dido Sotiriu’nun Pınarbaşı yarıntısının Kepez yönündeki yamaçlarında oynadığı oyunlarla ilgili çocukluk hatırasına dair yazdıkları:

“İzmir’e gelişimizin üstünden daha bir ay bile geçmemişti, ama ben Aydın’da olmayı öylesine istiyordum ki… Gene bir ceylan gibi salkımsöğütlerin altına o serin bahçelerde koşuşmayı, Çakıroğlu bayırında kelebek ve cırcır böceği yakalamayı, diğer kız çocuklarından farklılığımı kanıtlamak istercesine Tağaraki’deki uçurumun üstüne sarkmış ve ağacım olarak bellediğim üç dallı dut ağacına tırmanıp orada taht misali kurularak masallardaki kahramanlarla yaşattığım hayallerime kendimi kaptırmayı öylesine istiyordum ki…”(9)

Aydın’ın damı Paşa Yaylası’ndan bir dağ yolunu takip ederek ulaştığımız Tabakhane Deresi’nin aktığı vadi içinde gördüklerimiz ve geçmişte bu vadide yaşanmış hüzünlü hatıralar bizi Ege’nin iki yakasında yaşanmış dramatik hayat hikâyelerine aldı götürdü. Yok olmuş nesiller, kaybolmuş zenginlikler ve elde kalan sadece hatıralar… Son sözümüz 17 Haziran 1919’da; ilk Yunan işgalinin Yörük Ali Efe tarafından kırıldığı Birinci Aydın Bozgunu sonrasındaki yerli Rumların ruh haline tercüman olan yine Dido Sotiriu’dan olsun:

 Kepez Üstü; Çengeloğlu Tahir Köşkü ve Kız Mektebi 
(2011'de İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

“Yüzümde şaşkın bir çaresizlik ifadesi ile tek bir kelime söyleyemeden ağzım açık durakladım. Zorlukla avlunun üst basamağına kadar süründüm ve sığınmacıların beraberlerinde getirmiş oldukları küçük bir bohça gibi ufaldığımı hissettim. Gözlerim üzerlerinden kalın yağmur damlalarının aktığı buğulu camlara dönmüştü. Şayet büyükler, felaketler karşısında çocukların nasıl kahrolduklarını ve acı çektiklerini bilselerdi, belki de, dünya daha yumuşak olurdu. Neden, neden oluyor tüm bunlar? Hangi millete ait olursa olsun, bir baba, çocuğunun ağlamasını istemez; ve nasıl oluyor da tüm babalar, bir an içinde, diğer babaların çocuklarının ağlamaları için ellerinden geleni yaparlar? Neden bizler Hasan ve Ali’nin çocuklarını öldürdük ve neden Hasan ve Ali de çocuklarımızı kestiler? Yıllarca o topraklarda Türklerle yan yana yaşadık... Onlar bize gülümsüyor. Bizler de onlara gülümsüyorduk... Onlar bizleri böylesine bol hediyeye boğuyor, bizler de hediyelerin en güzellerini onlara veriyorduk. Ve oralarda kilise çanları çalarken hocanın ezanı da etrafa yayılıyor, bizler Paskalya’yı kutlarken onlar da Bayram’ı kutluyor, karşılıklı birbirimize iyi niyetlerimizi ve saygılarımızı sunuyorduk! Nedir? Mutluluğu ve canlıları öldüren, sevgili evcikleri yakıp insanları mateme boğan, insanları akıllarından eden ve savaş dedikleri o korkunç şey nedir?”(10)

İşte çağlar boyu akılları sarsacak büyük soru budur ve bugün de aynen sorulmalıdır!


Dipnotlar
(2)   Bitek Topraklar Üstünde AYDIN; Şükrü TÜL, Ege Yayınları,2013; sayfa:78-80
(3)   Fotoğraf, http://www.aydinnethaber.com/tarih-dostlari-tralleisi-gezdi-18298h.htm adresinden alınmıştır.
(4)  Bitek Topraklar Üstünde AYDIN; Şükrü TÜL, Ege Yayınları,2013; sayfa:80
(5)   a.g.e; sayfa:24-25’den yararlanılmıştır.
(6)  a.g.e;sayfa:25-Fotoğraf Şükrü Tül Arşivi’nden alınmıştır.
(7)   Ölüler Bekler; Dido SOTIRIU; Arion Yayınevi-3.Basım-Şubat 2003; Yunanca’dan çeviren: Kriton DİNÇMEN; Sayfa:53
(8)  a.ge. sayfa:55
(9)  a.g.e. sayfa:65
(10)        a.g.e. sayfa:101-102
(11)Fotoğraflar, belirtilenler dışında yürüyüş sırasında A.Aydemir tarafından çekilmiştir.


Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC




3 yorum: