16 Ocak 2020
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Yaklaşık bir yıl kadar
sonra, bugün yine Germiyan’da idik. Germiyanoğulları’nın Subaşısı Aydınoğlu Mehmet Bey’in kurduğu Aydınoğulları
Beyliği’nin 14.yy.da Batı Anadolu’nun en batısında uzanıp değdiği toprak
parçalarından birinde hayat bulmuş ve köklerindeki Germiyan ismini asla unutmayarak kendine isim yapıp, bugüne taşımış
bu güzel köyü biz de unutmadık hiç. Türkmenlerin 13.yy.dan itibaren bu
topraklara doğru yönelen akınları sonucunda bölgede tesis edilen Türk
egemenliğinde, Batı Anadolu’nun kıyı kasabalarında özellikle 19.yy.da yoğunluk
kazanan Rum nüfus hareketlerine rağmen Germiyan
sürekli olarak bir Türk köyü özelliğini sürdürmüş.
Sabah Germiyan'a girerken...
Germiyan'da farklı bir nefes; naif duvar resimleri
Germiyan Mezarlığı girişinde 2013 yılında yapılan Şehitler Anıtı
Çeşme yarımadasında Reisdere, Ildırı ve Nohutalan gibi çevre köylerde yoğunluk kazanan Rum nüfus
hareketleri sırasında, sözü edilen köylerden özellikle Reisdere’nin tarımsal alanlarının yetersizliği nedeniyle Rumlar,
genellikle Germiyan kırsalındaki
hazine arazilerini ıslah ederek kullanmışlar.(1) Bugün Germiyan’ın
çevresinde dolaşırken rastlanan Rumlara ait yıkıntıların nedeni de bu olsa
gerek. İki toplum arasındaki bu temaslar sırasında; Çeşme’den Karaburun ve
Urla’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada Türkmen
kültürünün; yoğun olarak 19.yy.da Ege adalarından kopup gelen Rum ahalinin
taşıyıp getirdiği “ada”lı kültürü ve
Balkanlar’dan Batı Anadolu’ya yönelen Mübadillerle taşınan Rumeli kültürü ile bir şekilde etkileştiğini söylemek mümkündür.
Germiyan köyünde; cami civarı...
Germiyan Yalısı'na doğru yürürken sokak içinde karşılaştığımız güzel bir ev
Bir başka Germiyan evi; yaşlı ve yorgun...
Aynı zamanda Karaburun yarımadasının Çeşme’ye doğru uzanan ve İlkçağ’daki 12
İon kentinden biri olan Erythrai’nin
“demos” adı verilen köy ölçeğindeki
küçük yerleşimlerini toprağın altında saklayan bu coğrafyada; her dolaştığınız
rotada yeni sürprizler ve yeni hikâyelerle karşılaşmamak mümkün değil. İşte
oldukça soğuk bir Ocak gününde ve poyraza açık bir rotada üşüsek de zaman
zaman, bu yeniden ve yeniden öğrenme merakıyla bugün de Germiyan’dan Ildırı’ya
doğru yürüdük. Yaklaşık 9 km. uzaklıktaki Germiyan-Ildırı
arasındaki rotayı dönüş yolunda da kullandık. Gün boyu hava sıcaklığı yaklaşık
10-12 derece civarındaydı. Korunaklı sırtların dışında takip ettiğimiz rotadaki
düzlükler, genellikle kuzeydoğudan esen sert poyraz rüzgârına karşı korunmasız
bir durumdaydı. Ama ne gam; teçhizatımız tamdı; tepemizde gün boyu güneş hep
vardı.
Beyaz badanalı duvarları ve üzerindeki resimlerle dikkat çeken Germiyan evleri
Yürüyüşün Hikâyesi
Sabah biraz geç çıktık
yola. Ona rağmen Germiyan’a
vardığımızda ortalık hala ayazdı. Köy kahvehanesinin önünde rastladığımız bir Germiyanlı’ya rotamızı onaylatıp,
Ildırı’ya giden toprak yolun başlangıcını öğrendikten sonra hemen yürüyüşe
geçtik.
Sabah ayazında Germiyan Yalısı'na doğru yürürken...
Yukarıda da
belirttiğimiz gibi yaklaşık bir yıl kadar önce, yine Germiyan’dan kırsalda eski bir Rum yerleşimi olan Güvercinlik’e yürümüş ve bu topraklarda
geçmişi olan Türk ve Rum Kültürü’nün bu köydeki tarihsel köklerinden ve bugüne
ulaşan izlerinden söz etmiştik.(2)
Dolayısıyla o bilgileri burada yinelemeyeceğiz.
Köyün içinden geçerek Germiyan Yalısı'na doğru giden asfalt yoldan, bizi Ildırı'ya götürecek olan toprak yola saptık.
Ildırı'ya dek zeytinlikler bizi hiç yalnız bırakmadı.
Köyün camisini arkamızda
bırakarak asfalt yoldan Germiyan Yalısı’na
doğru ilerledik. Sokağın iki yanındaki beyaz badanalı evlerin duvarlarında
Germiyanlı bir kadın ressamın resimlediği çoğunlukla bitki ve çiçek
desenlerinden oluşan resimler dikkat çekiciydi. Yer yer naif barış ve sevgi
mesajları da içeren duvar yazılarıyla desteklenmiş resimleri seyrede seyrede
köyün çıkışına doğru yürüdük. Bir süre sonra, köyün çıkışına doğru; Ildırı yönündeki ilk toprak yola saptık.
Ildırı'ya doğru; adım adım...
Yol boyunca zaman zaman gördük onları; yabani hanımelleri çiçekteydi.
Yol, çok eski yıllardan
beri Ildırı ile Germiyan arasındaki bağlantıyı sağlamış olmalı. Fazla engebe
içermeyen yolda yer yer tatlı bir meyille deniz seviyesine göre yaklaşık 120
metreye kadar yükseldik. Germiyan çıkışında
yolun iki yakasında duvarlar ya da tel örgülerle sınırlandırılmış arazilerle
karşılaştık. Yapılaşma dinamikleri, hızlı bir şekilde Germiyan kırsalında da sürmekteydi. Ne yazık ki bölgedeki inşaat
faaliyetlerinin atıkları, nispeten gözden uzak bu yolun sağındaki ve solundaki
kuytuluklara dökülmüştü. Her tarafta gördüğümüz bu çevre kirliliği bu
güzergâhta da yakamızı bırakmadı.
Badem ağacının çiçeğe hazırlanışı; tomurcuklanma sürecindeyiz.
Bana göre; baharın habercisi çiriş otları; topraktan sıyrılıp gelen...
Germiyan-Ildırı yolu boyunca harnuplar (keçiboynuzları)
Bu yıl kış mevsiminin,
zaman zaman göz kırpan ayazlar dışında sürekli ötelenmesi ve yağmurların son
derece yetersiz kalması nedeniyle ağaçlar da şaşırmış durumdaydı. Kimisi
yapraklarını dökememiş; kimisi de çiçeğe hazırlanmaya başlamıştı. Yol boyunca
rastladığımız badem ağaçları da benzer bir tutum içindeydiler. Dallarında
belirgin bir şekilde çiçek öncesi bir tomurcuklanma hali vardı hepsinde. İncir
ağaçlarında bile nefti yeşil filizler patlama hazırlığındaydı Ildırı yolunda. Baharın habercileri çiriş otları, pıtrak gibi her yerden baş
verip serpilmişlerdi. Bütün bunların hepsi pek de iyiye işaret eden şeyler
değildi aslında.
Üç yol ağzındayız; soldaki yol, Ildırı'ya gider.
Ildırı'ya doğru alçak tepeleri birer birer aştık.
Arazinin topografyası için bir fikir verebilir. Her yer makilik; en arkada Karaada...
Yaklaşık yarım saat
kadar yürüdükten sonra, bir üç yol ağzına geldik. Haritaya göre sola ve deniz
yönünde alçalan yola saptık. Germiyan’dan
ayrıldığımızdan beri hâkim bitki örtüsü; zeytinlikler, yer yer keçiboynuzları (Germiyan’da harıp diyorlar; başka yerlerde harnup adı verilir) ile pirnar meşeleri, bunlara dolanmış
vaziyette; kırmızı meyveleriyle dikkat çeken bir tür sarmaşık; “zilcan”lar, üzerinde hala kalabilmiş
meyveleriyle ağaç çilekleri, Girit ladenleri, geçkin pirenler, ilkin ya da sakız çalıları ve çitlembiklerden (melengeç)
oluşmaktaydı.
Ağaç çileklerinin meyveleri ve çiçekleri bir arada...
Üzerlerinde kırmızı meyveleriyle "zilcan"lar; bir tür sarmaşık...
Ildırı yolunda bir "Dağa Kaçtım" merhabası...
Yol boyunca sağımızda ve
solumuzdaki araziler içinde, tarla açmak amacıyla toplanmış taş yığınları
gördük. Kimisi zeytinlikler için seki tahkimatında kullanılmıştı. Kimisi ise üstü
nispeten düz görünen küçük tepecikler halinde araziler içinde bir kenara
yığılmış durumdaydılar. Bazı zeytin sekilerinde rastladığımız tahkimat
duvarları ise mükemmeldi ve doğal peyzajı tamamlayan bir özelliğe sahiptiler.
Yine bir Germiyanlı olan Sosyolog Engin
Önen, bu taş yığınları ile ilgili olarak “Türk ve Rumların Yarımadada Birlikte Yaşadıkları Dönemin Kültürel
İzleri: Germiyan Köyünden Örnekler” isimli makalesinde şu bilgileri
aktarıyor:
Karşı sırtta taş yığınları
Arazilerden toplanan taşlarla zeytin teraslarının tahkimi
“Germiyan
köyünde bugün büyük çoğunluğu zeytinlik olarak kullanılan arazilerdeki
terasların ve üzüm sergi alanlarının (üzümleri kurutmak için) varlığı, geçmişte
burada bağcılığın çok yaygın olduğunu gösteriyor.
…
Kaymakam Hilmi Uran, bu durumu biraz da şaşkınlıkla şöyle ifade etmektedir:
“Çeşme’nin hâkim mahsulü üzüm, tütün
ve anasondu. Arazi küçük parçalar halinde idi. Bağların, şöyle uzaktan görünüşü
bile, bunların tamamen insan emeğinin ve ihtimamının mahsulü olduklarını
anlatıyordu: dağ, taş, bağ haline getirilmiş, seddelerle düzlükler meydana
getirilerek oralara bağ kütükleri dikilmişti.” (Uran, 1959:
s.67) Arazilerin büyük
bölümünün bağ üretimi için teraslamasının çok zor şartlarda gerçekleştiğini
teras duvarları ve arazi içine toplanmış taş yığınlarının büyüklüğünden de
anlamaktayız. Bunların varlığı günümüzde çeşitli öykülerle de beslenerek, o dönemde
Rumların çok çalışkan ve becerikli insanlar olduğu yönündeki imajını sürdürmeye
yaramaktadır. Dolayısıyla bu arazi duvarları ve taş yığınları, o dönemi yaşayan
yaşlılardan dinlenen öykü ve değerlendirmeleri canlı tutmaya yarayan kültürel
izler olarak varlığını sürdürmektedir.”(3)
Şemşi Boğazı'nı yeni geçtik.
Şemşi Boğazı'ndan sonra vadinin karşısında eski bir yerleşim; Şemşi köyünün yıkıntıları üzerine yapılan evlerden biri... Bu yoldan gidilirse 19.yy.da kırsalda bir Rum köyü olan Zeytincik'e ve Zeytincik düzlüğüne ulaşılır.
Akşamüstü Ildırı’dan Germiyan’a döndükten sonra, Germiyan
köy kahvehanesine uğradığımızda; Kahveci Mustafa’dan yürüdüğümüz rotadaki bazı
mevkii isimlerini öğrenme fırsatımız oldu. Bu bilgiler ışığında; yürüyüş
güzergâhındaki bazı gördüklerimizi anlamlandırmak daha kolaylaşmıştı. İşte bu
mevkii isimlerinden biri de Şemşi Boğazı
idi. Kuzeybatı-güneydoğu ekseninde; karadan denize doğru uzanan bu boğazın
biraz ilerisinde ve sağımızdaki (doğuda) vadinin karşı yakasında halen inşa
faaliyetleri süren bir taş ev vardı. Bu evin arkasında da henüz çatısı
tamamlanmamış vaziyette bir başka taş yapının inşaatı sürmekteydi. İşte bu ev
ve Kahveci Mustafa’nın ifadesine göre; çevresinde yer alan ev yıkıntıları,
Rumlardan kalma Şemşi köyünün kalıntılarıydı.
Amacımız Ildırı’ya yürümek olduğu
için bu vadiye inmeden yolumuza devam ettik.
Üzerinde meyveleriyle ağaç çilekleri
Geçkin pirenler
Sakız ve pirnar çalılarına dolanmış bir zilcan kolonisi
Şemsi Boğazı’nı geçtikten sonra yol kıyısında makilikler
arasında boğulup kalmış bir başka yapı yıkıntısı ile karşılaştık. Doğrusu
doğuya bakan duvarı kavisliydi, sanki hafif apsis yapmış gibi duruyordu; acaba Germiyan kırsalında bir Rum şapeli mi
diye aklımızdan geçirdik. Ama emin olamadık ve devam ettik.
Ildırı yolunda karşılaştığımız ilk yapı kalıntısı; doğuya bakan yöndeki duvarı, kavis yapıyordu.
Renkten renge giren sakız (ilkin) yaprakları
Tepeye tırmandığımızda, karşımızda karlı zirvesiyle Rüzgarlı Mimas (Akdağ) belirdi.
Solumuzda ise; çok uzaklarda Karaada, bir siluet halinde seçilmekteydi.
Bir süre sonra bir
rampayı tırmanmaya başladık. Epey yükseldiğimizde tam karşımızda beliren Rüzgârlı Mimas (Akdağ)’ın zirvesinde Aralık ayının son günlerinde yağan kar
örtüsünün hala kalkmadığını fark ettik. Solumuzda ise, Gerence Körfezi’nin bir anlamda ağzını kesen ve bu denizin
kıyılarını neredeyse mutedil bir limana dönüştüren Karaada uzanmaktaydı. Anlatıldığına göre; Karaada’nın güneybatı ucunda 19.yy.da Litrili (yani bugünkü
Ildırı) Rumların kullandığı Aya Yorgi’ye adanmış bir de manastır varmış. Ama
bugün manastırdan geriye pek de bir şey kalmamış.(4)
Ildırı yolunda bu yöreye özgü güzelim küre çiçekleri
Ufuk çizgisinde Akdağ ve Ildırı önlerinde Erythrai Akropolü
Biraz ileride mor-mavi
arası renkleriyle sadece buralarda gördüğümüz küre çiçeklerine, makilerin
arasında yine rastladık. Herhalde baharın habercisiydiler. Esas sürpriz bizi Erythrai’nin eteklerinde; Ildırı’da beklemekteydi.
Ildırı ve Erythrai Akropolü; üzerinde Matrona Kilisesi
19.yy. dan kalma Rumlara ait Matrona Kilisesi'nin apsisi; Erythrai Akropolü
(Nisan 2007)
Ildırı sahili; arkada Akropol...
Ildırı’ya doğru üçüncü ve son rampayı da tırmandıktan sonra yol,
doğuya doğru hafif kavis yaptı. Vadiye doğru inen bir toprak yol ve
zeytinliklerinin ötesinde; birkaç öbek halindeki oluşan yıkıntılar kümesini
fark ettik. Burası Belen’di. Dönüş
yolunda uğramayı hedefleyerek Ildırı’ya
doğru devam ettik. Tepeye ulaştığımızda Ildırı
köyü, İlkçağ’ın İon kenti Eythrai’nin
akropolü ve hemen onun doğu ucuna yakın bir konumdaki Matrona Kilisesi göründü.(5)
Ildırı'da Azmak
Sahilde terk edilmişlik ruhu kol gezmekteydi.
Harıplı Dere vadisi; önde Belen yıkıntıları...
Zeytinlikler arasından Ildırı’ya doğru hızla inerken, Ildırı’nın Germiyan yönündeki son yazlıklarının bulunduğu tepeyi bizim
bulunduğumuz tepeden ayıran Harıplı Dere’nin
güney doğuya doğru ilerleyen yatağını aştık. Harıplı Dere’nin içerilere doğru kıvrılarak ulaştığı düzlük ise,
Germiyanlı Kahveci Mustafa’nın anlattığına göre; şimdilerde 2000 civarı zeytin
ağacının bulunduğu verimli Zeytincik
Ovası idi. Bu bölgede de 19.yy.dan kalma yıkıntılar halinde eski bir Rum
yerleşimi vardı. Onu da başka bir zamana bırakarak, Ildırı köyünün yazlık siteler arasına sıkışmış esas çekirdeğine
ulaşmak amacıyla Azmak’a doğru
yürüdük.
Ildırı'da sahilde birkaç ördek ve güneşin suya vuran ışıkları...
Ildırı kıyısında okaliptüsler ve balıkçı tekneleri
Yazları oldukça hareketli
olan sahilden, çoktan el ayak çekilmişti. Her taraf ıpıssızdı. Sitelerin çöp
tenekeleri bile ters çevrilip, terk edilmişti sanki. Kıyıdaki birkaç ördek,
azmağın başındaki bir kamyonetin başında bir şeyler atıştıran birkaç işçiden
başka kimsecikler yoktu ortalıkta. Sert poyraz, herkesin iflahını kesmiş
gibiydi sanki. Biraz daha ilerleyince Erythrai’nin
eteklerinde günün sürprizi ile karşılaştık. Mordan pembeye farklı tonda, birkaç
öbek halinde Adonis’in o güzelim
çiçekleri; yılın ilk anemonları bize
göz kırpmaktaydı. Bu güzelim anemonlar,
bizim için her zaman baharın habercisi anlamını taşımaktaydı ve bizi, her zaman
heyecanlandırmışlardı. Yine öyle oldu; içimizi bir yaşama sevinci kapladı;
fırladım çıktım sekiye, çektim fotoğraflarını o güzelim anemonların.
Erythrai Akropolü'nün eteklerinde yılın ilk anemonları
Pembeleri de vardı.
Ildırı anemonları
Köyün merkezine gelince
kahvelerin önünde sigara içip bekleşenler arttı. Hedef ulaşmış, Ildırı’nın merkezine kadar yürümüş,
yemeği hak etmiştik. Şimdi yemek zamanıydı. Köyün denize doğru bakan camekânlı
kahvehanesine girdik; içeride soba yanıyordu. Ama biz güneşin ısıttığı
camekânlı balkona doğru yöneldik. Serdik soframızı masaya; güneşe ve denize
karşı afiyetle yedik yeğimizi Ildırı’nın
köy kahvehanesinde.
Ildırı köy merkezine girerken...
Rumlardan ve Litri zamanından kalma eski çeşme
Çeşmenin kitabesi; üzerindeki tarih 1880...
Ildırı'nın en güzel evi; bilin bakalım kimin evi? Hayatını Erythrai'ye adamış bir adamın?
(Ocak 2019)
Bu da aynı evin yandan ve güneyden görünüşü
(Ocak 2019)
İşte bu evde bu güzel insan yaşadı; Makedonya göçmeni "Antik Erythrai Valisi" Hüseyin Yavuz Amca... Işıklar içinde uyusun.
(Nisan 2007)
Yaşadığı evin duvarına asılan anı levhası... Halen ören yeri statüsü bulunmayan; iyi ya da kötü niyetli insanların elini kolunu sallaya sallaya girip çıktığı bu değerli kültür hazinesini yaşamı boyunca koruduğu için ona minnettarız. Ama başka Hüseyin Yavuz'lar kaldı mı acaba?
(Ocak 2019)
Yaklaşık 1 saatlik yemek
ve dinlenme molası sonrası, yaklaşık aynı rotayı kullanarak dönüş yolculuğunu
gerçekleştirdik. Ildırı’ya giderken
fark ettiğimiz, ama gitmediğimiz Belen’deki
eski yerleşime, dönüş yolunda bu kez uğradık. Ildırı’dan ayrıldıktan sonra ilk tepeyi aşınca, güneydoğu yönündeki
vadinin bize yakın yamacında yer alan yıkıntıları hemen gördük. Yürüdüğümüz
yoldan vadiye doğru ayrılan toprak patikayı takip ederek, önce zeytinliklere ve
daha sonra ise, makilikler arasında sıkışmış kalmış; sırt sırta birkaç ev
yıkıntısının bulunduğu alana ulaştık.
Ildırı köy meydanı
Ildırı'ya veda zamanı...
Dönüş yolunda Belen'den Akdağ'a bakış
Belen, sözlük anlamı olarak dağın aşılacak yeri, beli anlamına
geliyor. Ildırı-Germiyan toprak yolu
üzerinde; yaklaşık 100 metre yüksekliğindeki bir tepenin bulunduğu mevkie,
konumu itibariyle bu isim verilmiş olmalı. Zaten sözünü ettiğimiz Belen Mevkii de Germiyan’dan Ildırı’ya
doğru yaklaşırken tırmandığımız bir sırtın tam inişe hazırlandığı bir noktasına
denk geliyor. Bu yerden bakıldığında; güney-doğu yönünde ve karşı sırtta bir su
deposu referans noktası alınırsa, sözünü ettiğimiz 19.yy.a ait Rum yerleşim
izleri, bu iki yükselti arasında; Zeytincik
düzlüğüne dek uzanan Harıp Dere
vadisinin batı yakasında görülecektir.
Harıp Dere'ye doğru; makilikler arasından inerken; karşımızda Akdağ...
Belen harabeleri, evlerden en sağlam olanı...
bir diğeri...
Belen Mevkii’nde gördüğümüz yapı kalıntıları, kırsalda
yürütülen tarım faaliyetlerinde kullanılmak üzere dönemsel amaçlı konaklamak
amacıyla yapılmış gibi geldi bize. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi 19.yy.da Çeşme yarımadasındaki işgücü ihtiyacını
karşılamak amacıyla belli bir talebe karşılık olarak adalardan gelen Rumlar, bu
civardaki Türk çiftliklerinde tutunduktan sonra giderek kalabalıklaşmışlar ve Çeşme Kazası ile civarındaki köylerde
bir süre sonra belli bir ekseriyete ulaşmışlar.
Gezgin, bir evin duvarı üzerinde...
Sırt sırta vermiş evlerin bugünkü durumu
Bu durumla ilgili
olarak; yukarıda sözünü ettiğimiz Germiyanlı Sosyolog Engin Önen, “Türk ve
Rumların Yarımadada Birlikte Yaşadıkları Dönemin Kültürel İzleri: Germiyan
Köyünden Örnekler” isimli makalesinde şu bilgileri aktarıyor:
“1914-1918
tarihlerinde Çeşme Kaymakamı olan Hilmi Uran, “Hatıralarım” adlı kitabında, görev yaptığı dönemdeki Çeşme’deki
nüfus dağılımını şöyle tarif etmektedir: “İlçenin 45 bin nüfusundan 40 bini
Rumdu ve Türkler kasabada olduğu gibi, bütün ilçede de azınlıkta idi” (Uran,1959:
s.66). Yine Uran’ın hatırlattığı gibi söz konusu
dönemde, Rumlar ilçede çok büyük ağırlığa sahip olduğu gibi, Alaçatı, Agrilya, Çiftlik, Reisdere ve Köste (Dalyan) gibi büyük ve kıyı köylerinde
Türklerden ayrı olarak yaşıyorlardı. Türkler ise daha iç bölgelerdeki bazı
köylerde yaşamlarını sürdürüyorlardı. Yani yerleşim yerleri; özellikle köyler,
Rum ve Türk yerleşim yeri olarak tarif edilebiliyordu.
Germiyan köyü bu nüfus
kompozisyonu içinde Çeşme’nin az
sayıdaki Türk köyünden biriydi. Söz konusu dönemde Germiyan köyünün sürekli ilişkide bulunduğu komşu yerleşim yerleri Reisdere, Ildırı ve Alaçatı ise Rum yerleşim yerleri idi. Tabii ki Germiyan köyünün sürekli resmi ve ticari ilişki içinde olduğu ilçe
(Çeşme) merkezinde de Rumlar
ağırlıktaydı. Hatta dönemin kaymakamı Uran, Çeşme’de işe başladığı günlerde,
kendini adeta yabancı bir yere gelmiş gibi hissettiğini söylüyor. İlçenin
sosyal ve ticari hayatını ise şöyle tarif ediyor: “Servet Rumlarda, mal ve mülk
Rumlarda, ticaret ve sanat Rumlarda idi… Türkler hep Rumca biliyorlar ve
Rumlarla Rumca konuşuyorlardı.” (Uran, 1959:66)”(6)
Belen evlerine doğu yönünden bakış
Yıkıntılar arasında ada soğanı; bahardan haber var.
Germiyan’a en yakın köylerden Reisdere
de zamanında Rum nüfusun yoğun olarak yaşadığı bir yerleşim olarak dikkat
çekiyor. Reisdere’nin tarıma uygun
arazileri ise fazla değil. Bu yüzden özellikle Reisdereli Rumlar, Germiyan köyünün kırsalındaki taşlarla
kaplı hazine arazilerini ıslah ederek, bu bölgede bağ tarımı ve zeytincilikle
uğraşıyorlar. Bu faaliyetleri yürütmek için de Germiyan kırsalında Zeytincik,
Güvercinlik, Narlıca ve bugün
gördüğümüz Belen gibi mezra
sayılabilecek ölçekte yerleşimler oluşturuyorlar. Genellikle bu köylerin hemen
yakınlarında ibadet ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bir şapel, su ihtiyacını
karşılamak için de su kuyuları açıyorlar. Genel manzara bu şekilde...
Belen'deki yerleşimin en güneyinde kalan evin duvarı
Muhtemelen Erythrai'den devşirilmiş bir bazalt kesme taş
Belen’de dolaşırken, şapeli andıran bir yapı göremedik. Bir
birine sırt sırta vermiş 4-5 evden oluşan yapı yıkıntıları vardı genellikle.
Bunlardan en ayakta olanı yerleşimin güneyine denk düşüyor. Bu yapının
duvarları kısmen hala ayakta. Evin duvarlarında dolap görevi gören nişler ve
ahşap hatıllar için delik yerleri mevcut. Bu evin Belen Mevkii’ne bakan yüzünde yere devrilmiş durumda birkaç bazalt
kesme taş mevcut. Erythrai’den
getirilmiş olabileceğini düşünüyoruz. Belki göremediğimiz başka yapı elemanları
da olabilir. Ama bizim gözümüze çarpan kesme taşlar, oldukça yaşlı görünüme
sahiptiler.
Belen yıkıntıları; güneybatı yönünden bakış; arkada karlı Akdağ...
Bu da bir başka açı; güneydoğudan...
Daha sonraki zamanlarda
yapıların ağıl olarak kullanılmış olması da muhtemel. Çünkü depremlerle yıkılan
ev duvarlarından etrafa dağılan taşlar, insan eliyle ve harç kullanılmadan üst
üste konularak yeniden bir duvar örgüsü oluşturulmaya çalışılmış. Yıkıntılar
arasında dolaşırken, yaklaşmakta olan baharın bir başka habercisi olan ada
soğanlarını görüyoruz. Hepsi topraktaki yumrularından fışkırıp çıkmışlar
yeryüzüne. Belli ki yeni yaşama hazırlanmaktalar el birlik.
Evin içindeki hatıl delikleri ve nişler
Bir ada soğanı kolonisi; toprağın altındaki yumrular uyanmış gayri, tut tutabilirsen hayatı...
Bir de şu gerçek var ki;
Rumlar buralardan ayrıldıktan sonra, Kurtuluş Savaşı sonrasında 1924 Nüfus
Mübadelesi ile Anadolu’ya gelen Mübadillerin çoğu, onların terk ettikleri
yerlere yerleştirilmişler. Germiyan’da
bugün yaşayanların ataları da çoğunlukla Rumeli muhacirleri ve Mübadiller…
Sonuçta savaşların yarattığı yıkımların iki yakada yarattığı acı ve hüznün
bugüne taşınmış izleri, bütün bu gördüklerimiz.
En az 120 yıllık bir kırık testi kulpu; yaşanmışlığın ve terk edilmişliğin simgesi...
Belen'e veda zamanı...
Yıkıntılar arasında çok
sayıda kiremit parçasına da rastlamak mümkün. Bunlardan en anlamlı olanı ise,
bir kırık testi kulpu… Zamanın darlığı nedeniyle makiliklerin arasında başka
yapı izleri olup olmadığına bakmamız pek mümkün görünmüyor. Suyun nasıl temin
edildiğine dair de bir bilgi elde edemiyoruz ortalıkta. Dediğimiz gibi her yer
makilikler tarafından teslim alınmış gibi. Tam karşımızda kuzeydoğu yönünde;
zirvesi karlı Akdağ ve Balıklıova-Ildırı yolundan görünen
dağdaki mermer ocaklarını seçebiliyor gözlerimiz. Ama bizim için şimdi Germiyan’a dönme vaktidir.
Belen zeytinlikleri
Anemonlara dönüş yolunda Germiyan kırsalında da rastladık.
Belen'den Germiyan'a dönerken rastladık ona. Üzerinde siyah meyveleri vardı. Kuşkonmaza benzettik ama değildi. Sonuç olarak ismini bilemedik.
Akşama doğru aynı
güzergâhı kullanarak saat 17.30 civarı Germiyan’a
döndük. Akşam ayazı iyice hissedilmekteydi artık. Sabah Ildırı’ya doğru yola çıkarken bıraktığımız gibiydi köyün içi.
Soğuktan dolayı olsa gerek; kimsecikler yoktu sokaklarda. Kahvehaneye doğru
yürüdük. Günün sonunda birer yorgunluk kahvesini içmeyi hak etmiştik.
Akşam vakti Germiyan'a girerken...
Kahveci Mustafa,
kahvelerimizi getirdi, koydu önümüze. Çekti bir sandalye; oturdu yanımıza.
Başladık onu, soru yağmuruna tutmaya. Orası neresiydi; burasının ismi neydi;
falan filan... Mustafa kardeşimiz konumuzla son derece ilgiliydi; meraklı ve
aydınlık düşünceli bir insandı. Verdiği bilgiler, bu açıdan günümüzü daha da
anlamlandırdı. Kendisine müteşekkiriz.
Germiyan köy meydanı; ayrılmadan önce...
Muhabbet uzadıkça uzadı
kahvehanede. Mekâna akşamın müşterileri gelmeye başlamıştı bile. Zaten biz de
soracağımızı sormuş; gerekli yanıtları almıştık kendisinden. Vedalaşarak
ayrıldık kahvehaneden. Gün boyu; avareliklerimiz de dâhil olmak üzere, yaklaşık
6 saat kadar yürümüş; doğanın içinde zamanımızı tüketmiş; sonuçta soğuk, ama
keyifli bir gün geçirmiştik. Günün sonunda aklımızda kalan; geçmişe dair hüzünlü
hatıralar, bulamadığımız; makilikler arasında saklı kalmış eski bir şapel ya da
bir kör kuyu, önümüzde İzmir yolu; bastık marşa, döküldük yollara. Haydi
hayırlısı…
Dipnotlar:
(1) Yrd. Doç. Dr. Engin Önen, Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü; Türk ve Rumların Yarımadada Birlikte Yaşadıkları
Dönemin Kültürel İzleri: Germiyan Köyünden Örnekler; Sosyoloji Dergisi; Yıl:2017, Sayı: 35; sayfa: 1-19
(2) Germiyan-Güvercinlik yazısı için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/03/germiyandan-guvercinlike.html
(3) Yrd. Doç. Dr. Engin Önen; a.g.m. sayfa:8-9
(4) Karaada üzerindeki Aya Yorgi Manastırı için bkz. http://erythrealithri.blogspot.com.tr/search/label/%CE%9C%CE%BD%CE%AE%CE%BC%CE%B5%CF%82
(5) Ildırı ve Erythrai yazıları için
bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2016/11/erythraiden-ildiriya.html
ve https://dagakactim.blogspot.com/2017/04/ildiri-gerence-yuruyusu.html
(6) Yrd. Doç. Dr. Engin Önen; a.g.m. sayfa:4
(7) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında yürüyüş sırasında İ. Fidanoğlu
tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
bu kadar güzel görsellerın doyurucu anlatımlarıyla anlam bulması süper olmuş.emeklerınıze saglık.
YanıtlaSilİlginize teşekkürler... Ne yapalım; benzersiz bir coğrafyada yaşayoruz. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
Sil