ALABANDA’NIN KEMERLERİ
İNCEKEMER ve KARGI KEMER
23 Aralık 2016
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
İlkçağ’ın efsanevi ırmağı Marsyas’ın
suladığı topraklardaydık bugün. Kimimiz duyduk derinlerden gelen Marsyas’ın kavalının o baştan çıkarıcı
ezgilerini; kimimiz aramaktayız hala Alabanda’nın
debdebeli hayatına karışmış arp çalan güzel kızlarının rüzgâra bıraktığı
fısıltılarını…
Gökbel'in bin bir şekle benzettiğimiz grano gnays kayaları
(Fotoğraf: İF; Kasım-2011)
Dolaşırken Karia
topraklarında; çay boylarında ve tarih boyunca Alabanda’ya hayat veren suyun taşıyıcıları; görkemli kemerlerin
başında soluklanırken, şöyle seslendi gezgin; Alabanda’nın yalnız ve garip sessizliğinde:
“Derinden gelen Marsyas’ın flüt sesi,
Karışırken poyrazın serinliğine,
Hayalle gerçek bir olur,
Kaybolur gecenin karanlığına.
Nerede bu arp çalan
İpek saçlı güzeller,
Nerede cesur yürekli,
Yiğit, genç savaşçılar.
Dokundu buralarda ilmik ilmik,
İnsanoğlunun medeniyet ipliği,
Gelenler gidenleri anarken,
Taptılar bu toprağa, yaşarken.
Garip bir baykuş öter,
Bu harap, yıkık viranda,
Yaşlı bir ishakkuşu bekler,
Yana devrik, kırık sütunda.”
Dağa Kaçtım
Gezgini; Aybey ÇİNİ
Kargı Kemer
Günün ilk yarısında Çine
yakınlarındaki Alabanda Antik
Kenti’ne su sağlayan sistemin bir parçası olan ve bugün Çine Barajı’nın suları
altında kalmış İncekemer’e göre daha
az bilinen Kargı Kemer’i görmek; Kargı Çayı’nın her iki kıyısı boyunca
yürümek ve öğleden sonra ise Çine’nin
İlkçağ’daki selefi diyebileceğimiz Alabanda
ören yerini (Araphisar) etraflıca
dolaşmaktı hedefimiz.
Alabanda Tiyatrosu
(Fotoğraf:İF; Kasım-2009)
Sabah erken saatlerinde ayrıldığımız İzmir’den Aydın yönüne doğru
seyreden yolculuğumuz, kahvaltı molası amacıyla Çakırbeyli köyünde yaklaşık yarım saatlik bir molayla kesildi. Hava
oldukça soğuktu. Sabah 4-5 derece civarındaki sıcaklık, gün boyu 9 dereceden
fazla yükselmedi. Çakırbeyli köy
meydanında Cuma pazarının kuruluş telaşı vardı. Meydana bakan kahvehanelerden
birinde; bu sabah koşuşturması eşliğinde yaptığımız kahvaltı sonrası, yeniden
Çine yönüne doğru hareket ettik.
Gökbel topografyası; arkada Çine baraj gölü
(Fotoğraf: İF; Kasım-2011)
Çine Çayı ve Marsyas
Yatağan’dan Büyük Menderes Ovası’na doğru akan, akarken doğanın
şekillendirdiği bin bir çeşit gnays kayalarla kaplı Gökbel Vadisi’nden geçerek binlerce yıldır bereket saçtığı Çine Ovası’na ulaşan Çine Çayı’nın önü artık bir barajla
kesilmiş durumda… Bendin arkasında oluşan baraj gölü, doğa harikası Gökbel Vadisi’nin büyük bir bölümünü
sularla örtmüş durumda… Bundan etkilenen en önemli yapılardan biri de Roma
Döneminden kalma İncekemer… Madran Dağı’nın eteklerindeki su
kaynaklarından beslenen yaklaşık 18 km.lik bir suyolu İlkçağ’da bu değerli
hayat kaynağını Alabanda kentinin
sınırlarına kadar taşıyordu. Bunun izlerini, zamanın bütün yıpratıcılığına
rağmen bugün dahi görebilmek mümkün. İncekemer
artık yok, ama bu büyük suyolunun bir parçası olarak Eski Çine yakınlarındaki Kargı
Kemer hala ayakta duruyor. Yolda karşılaştığımız Kargılı bir köylünün
anlattığına göre; çevredeki tepelerde bu kemer gibi irili ufaklı 7 tane su
kemerinden söz ediliyor. Ancak; amcanın anlatımına göre bu kemerlerin çoğu
harap durumdaymış; en iyi durumda olan ise Kargı
Kemer olarak tanımlanıyor. Bize de düşen oraya gitmek ve Kargı Kemer’i ziyaret etmek…
Ama önce bizi bu topraklara çağıran bir söylenceyle başlayalım
anlatımımıza; Marsyas’ın Tanrı Apollon ile olan yarışmasını anlatan…
Çine Çayı, Yatağan Bozüyük köyü
yakınlarındaki Pınarbaşı Mevkii’nde
bulunan kaynaklarından doğar. Bu çaya güzergâhı boyunca; doğudan ve batıdan (Kargı Deresi, Mesevle Çayı gibi) gelerek
karışan başka dereler de güç katar. Gösterişli yeryüzü topografyası ile dikkat
çeken Gökbel Vadisi’nin
derinliklerinden akarak Çine Ovası’nda
dinlenir. İlkçağ’da Yunan Mitolojisi’nde yer alan bir satir; Marsyas’ın adıyla anılan Çine Çayı; artık Gökbel Vadisi’nde binlerce yıldır sürdürdüğü bu köpüre köpüre
akışını, bugünlerde Eski Çine önlerinde
kesilen bir bendin arkasındaki baraj gölünde sonlandırır. Bekler, bekler; bazen
ovaya doğru akışına izin verir ilahlar; bazen de kavrulan Çine Ovası’na doğru
bir nefes vererek ulaşır düzlüklere… Ama eninde sonunda vardığı yer, Büyük
Menderes’in bereketli yatağıdır. Ona kavuşur ve onunla birlikte batıya; Ege’ye
doğru nihai yolculuğunu sürdürür.
Gerga'dan Çine baraj gölünün görünüşü
(Fotoğraf: A.Aydemir; Mayıs-2015)
Çaya ismini veren Marsyas
söylencesine gelirsek eğer; Azra Erhat,
Mitoloji Sözlüğü’nde Marsyas’ı ve
onun yaşadığı rivayet edilen coğrafyayı en az 50 yıl önceki haliyle ve
etkileyici anlatımıyla şu şekilde aktarmaktadır:
“Marsyas efsanesi Anadolu’ya
özgüdür ve asıl anlamı ancak içinde oluştuğu dekor göz önünde tutulursa
anlaşılabilir. Aydın’dan Muğla’ya gidildiğinde Çine ile Yatağan arasında Gökbel denilen bir yer vardır, manzarası
akıllara durgunluk veren bir yer: Yol orada 30 kilometrelik bir arayı 380 viraj
yaparak alır, gökten düşmüş meteor taşlarına benzer kapkara, korkunç biçimlerle
üst üste yığılı kayalar arasında yılan gibi sürüne sürüne, bin bir dönemeç yapa
yapa ilerler. Kendinizi bu dünyada değil, göklerin sarsıntısıyla yeryüzüne
düşmüş bir gezegende sanırsınız. Göz alabildiğine ne bir ağaç, ne bir ot, ardı
ardına dağlar, kayalar, taş yığınları, öyle baş döndürücü, tüyler ürpertici bir
çevre ki; her dönemeçte bir cin, bir şeytan, tarih öncesi çağlardan kalma bir
sürüngenle karşılaşacağınıza inanırsınız ve korkudan soluğunuz kesilir. Bu doğa
dışı karaltı içinde uzaktan bir şırıltı duyar gibi olursunuz, yaklaşır,
bakarsınız ki bir yarın dibinde bir yeşillik kümesi, püfür püfür esen kavaklar,
yer yer pembe zakkumlar ve yemyeşil bir su. Ne o? Bir ırmak, Çine Çayı; İlkçağ’ın Marsyas’ı kavalını öttürüyor tatlı
tatlı, acı acı; çünkü bu kavalcınınki kadar korkunç bir alın yazısı olmamış
başka hiçbir kavalcının. Dinleyelim Marsyas’ın
serüvenini:
Gökbel'in gerçeküstü yeryüzü kayaçları
(Fotoğraf: İF; Kasım-2011)
Tanrı Pan’ın yapıp kullandığı syrinks denilen yedi borulu kavala karşın,
Marsyas iki borulu kavalın bulucusu sayılır. Bu yüzden de kimi kaynaklarda
Marsyas’ın Kybele’nin alayından olduğu söylenir, çünkü Ana tanrıça kültünde
tefle birlikte bu kaval kullanılırdı.
Bu kavalı bulan tanrıça Athena imiş. (rivayet odur ki, Büyük Menderes’in Dinar yakınlarındaki kaynağında bulunan sazlara delik açarak ilk kavalı yapmıştır Tanrıça Athena) Günün birinde kaval çalarken bir derenin suyundan yüzüne bakacak olmuş, kavalın yüzünü nasıl buruşturup çirkinleştirdiğini görmüş ve kavalı öfkeyle atıp dere kenarından uzaklaşmış. Bir başka anlatıma göre (Tanrıçalar) Hera ile Afrodite, Athena’nın kaval çaldığını görerek onunla alay etmişler, tanrıça da Phrygia’ya giderek duru bir suda yüzünün gerçekten çirkin olduğunu görmüş de kavalı atarken, onu yerden toplayacak olanı en büyük cezalara çarpacağına ant içmiş.
Apollon ve Marsyas; derisini yüzerken...
İspanyol Ressam Jose de Ribera'nın (1591-1652) tablosu
(https://ferrebeekeeper.wordpress.com/2016/10/27/apollo-and-marsyas-by-jose-de-ribera/)
İspanyol Ressam Jose de Ribera'nın (1591-1652) tablosu
(https://ferrebeekeeper.wordpress.com/2016/10/27/apollo-and-marsyas-by-jose-de-ribera/)
Marsyas, bunu nerden bilsin, yerde bulduğu kavalı almış ve çalmaya koyulmuş. Marsyas bayılmış sesine, o kadar sevmiş ki dünyada bundan güzel ses veren saz olmadığını ileri sürmüş ve Apollon tanrının lyra’sıyla yarışmayı bile göze almış. Tanrı bu yarışma için bir şart koşmuş: Kim yenerse yenilene istediğini yapacak. Yargıç olarak Tmolos (Bozdağ) tanrısını almışlar. Birinci yarışma sonuç vermemiş, ikincisinde Apollon, Marsyas’a meydan okuyarak kavalını tersine tutup çalmasını buyurmuş; kendisi lyra’yı ters tutunca aynı sesleri çıkardığı halde; Marsyas, kavalını öttürememiş, bu yüzden de yenik düşmüş. Yarışmayı gözleyen Phrygia Kralı Midas, gene de kavalın lyra’dan üstün olduğunu söyleyince, tanrı onun kulaklarını eşek kulakları haline getirmiş. Ama bununla kalmamış, Marsyas’ı tutmuş bir (zeytin) ağacına bağlamış ve derisini yüzmüş. Marsyas, bu korkunç işkence içinde can vermiş. Apollon, sonradan yaptığına pişman olmuş derler, lyra’sını yere atarak kırmış, Marsyas’ı da bir ırmak haline getirmiş. Gökbel’den akan Çine Çayı, işte bu ırmakmış.”(2)
Gökbel kayaları; sanki bir Kybele
Bugün artık Çine Barajı’nın sular altında bıraktığı Gökbel Vadisi’nden geçerek, bu çayın ezgilerini duymak kabil değil; Alabanda’ya su sağlayan sistemin bir parçası olan İncekemer’in üzerinden yürüyerek geçmek de… Ancak, Gökbel’in neredeyse arşa değecek başını temsil eden o korkunç kayaların arasından kendisine yeniden yol bulan Çine-Muğla asfaltının bir kıyıcığından Çine Baraj Gölü’ne ve karşıdaki Madran Dağı’nın aynı dokudaki yamaçlarını seyretmek mümkün. Gökbel köyü yakınlarındaki seyir terası, topografyayı değiştiren bu barajı ve baraj gölünü panoramik olarak seyretme fırsatı veriyor.
Ama bizim bugünkü dolaştığımız yerler, daha kuzeyde ve alçaklarda
kalıyor; Çine Ovası’ndayız genellikle…
Çine Çayı'nı besleyen derelerden biri; Alabayır köyü yakınlarındaki Gürlan Deresi ve üstündeki tarihi köprü
(Fotoğraf: A.Aydemir; Mayıs-2015)
Karia Dünyası’nda…
Büyük Menderes’in hemen
güneyinden başlayarak bir yandan bugünkü Uşak ve Denizli illerinin bir bölümünü
de kapsayacak kadar doğuya uzanan; bir yandan da Dalaman Çayı’na kadar dayanan bu bölgeye Karia, burada yaşayan halka da Karialılar
adı verilmekteydi.
İlkçağın ünlü coğrafyacı ve gezgini Amasyalı
Strabon, Karialılar hakkında şu bilgileri aktarıyor:
“Karialılara ilişkin sayısız söylentilerden genellikle üzerinde uyuşmaya
varılan birisi şudur: Karialılar, Minos’un egemenliğine tabi idiler ve bunlara
o zamanlar Lelegler deniyordu ve adalarda yaşıyorlardı; sonradan karaya göç
ettiklerinde, kıyıların ve iç kısımların çoğunu ilk sahiplerinden alarak ele
geçirdiler. Onların çoğu Leleg ve Pelasglardı. Karşılığında topraklarının bir
kısmı Grekler tarafından ellerinden alındı. İonları ve Dorları kast ediyorum.
Askerlik işlerindeki şevklerinin bir kanıtı olarak yazarlar, kalkan kulplarını,
kalkan armalarını ve sorguçları gösterirler, çünkü bütün bunlar “Karialı”
olarak adlandırılır.”(2)
Bafa; Latmos Herakleia'sı; Leleglerin savunma surları
(Fotoğraf: İF; Mart-2004)
Latmos Herakleia'sı; surlar
(Fotoğraf: İF; Mart-2004)
Karia dünyası,
tüm ilk çağ tarihi boyunca dış çevreden soyutlanmış ayrıksı bir iç dünya olarak
bilinmektedir. Özellikle İç Ege’de dağlık bölgelerde hayvancılıkla uğraşan ve
izole bir yaşam süren Karialıların her ne kadar çözülememiş olsa da yerli
Anadolu dili Luvi diline benzer bir dil konuştukları sanılmaktadır.
Alabanda; şehir meclisinin içi
(Fotoğraf: İF; Kasım-2009)
Karia’yı; şimdiki
Bafa Gölü çevresinde yer alan Latmos ve çevresi; Karia’nın yönetim
merkezi Mylasa (Milas) ile dinsel
merkez Labraunda ve çevresi; Halikarnasos ve çevresindeki
yerleşimler; en güneyde Knidos –Rodos
ekseninde yer alan kentler olmak üzere 4 bölüme ayırmak mümkündür.
Gerga; Tapınak
(Fotoğraf: İF; Aralık-2006)
M.Ö. 4.yy. Karialılar için önemli bir dönüm noktasıdır. Persler, Anadolu istilası sonrası Anadolu’yu eyaletlere böldüler ve kendileri Anadolu’dan çekilip giderken, yönetimi satrap adı verilen eyalet valilerine bıraktılar. Bunlardan biri de Milas’ta hüküm süren Karia Satraplığı idi. Bu satraplığın idaresi Milaslı Hekatomnos ailesine aitti. Bu ailenin en bilinen üyesi, M.Ö. 4.yy.da yaşayan Mausolos’tur.
Selevkoslar'ın mermer şehri Stratonikeia; Bouleuterion (şehir meclisi)
(Fotoğraf:İF; Nisan-2014)
Mausolos, Kıta Yunanistanı’ndan gelen teknolojik ve kültürel yeniliklere açık bir yönetici idi. Bazı yazarlara
göre; İlkçağda bir “Karia Rönesansı”nın
yaratıcısı olarak adlandırılmaktadır. Yönetimin merkezini, Milas’tan Bodrum’a (Halikarnasos) taşıdı. Ayrıca, o zaman
Ege Denizi’ne birleşik olan Bafa Gölü
kıyısında (Latmos Körfezi’nde) Helen
şehircilik normlarına uygun olarak dağdaki Latmos’u
deniz kıyısında yeniden kurdu. (Latmos Herakleia’sı) Kentin ismini de
bir Yunan tanrısı olan Herakles’e
izafeten Herakleia olarak verdi. Eski
Latmos’da da kimsenin kalmaması ve
kurulan yeni kente yerleşmesi için tüm kenti yıktırdı ve sadece eski şehrin
kahramanı çoban Endymion’un mezarını
bıraktı. Aynı zamanda, bu kültü yeni şehre de taşıyarak şimdiki Endymion
Sunağı’nı yaptırdı. Halikarnassos’da zamanının en önemli yontu
sanatçılarını (Skopas, Bryaksis) ve mimarlarını bir araya topladı.
Onlara önemli yapıtlar yaptırdı. Kendi ölümünden sonra eşi Artemisia tarafından anısına yaptırılan ve dünyanın 7 harikasından
biri olarak kabul edilen Mausolos’un
Anıt Mezarı (Mimarları Pytheos ve Satyros’dur) da bunlardan biri
idi.
Milas yakınlarındaki Labraunda kutsal alanının merdivenleri
(Fotoğraf: İF; Kasım-2012)
Karia’nın ayrıksı iç dünyasına erişmek için; bugünkü Büyük
Menderes Irmağı’nı Ege Denizi’ne kadar izleyip Bodrum’a ulaşmak, bir başka iletişim havzası olarak ise; Çine Çayı boyunca uzanan vadiyi takip
ederek bu havzada yer alan Apollon ve Artemis’e adanmış Amyzon, halk
arasında Anadol Geçidi diye bilinen güzergâh
üzerindeki Alinda (Karpuzlu),
Alabanda (Araphisarı), Milas-Yatağan arasında elinde bir altın kılıç
tutan Zeus Khrysaoreus’u ile birlikte bir dinsel merkez olarak tanınan
Stratonikea ve Yatağan civarında Koranza, Turgut Beldesi (Leyne) yakınlarındaki Hekate Tapınağı ile öne çıkan Lagina
ve Çine’nin üstünde; Kırsakallar köyü
yakınlarında yer alan Gerga’ya ulaşmak mümkündü.
Alinda; Anadolu'daki en iyi korunmuş agoralardan biri...
(Fotoğraf: İF; Ocak-2004)
Buradan güneye doğru hareketle; Karia kentleri Mobolla
(bugünkü Muğla), İdyma (Ula), Pisia ya da Pisye (Pisi ya da
Yeşilyurt), Mylasa yakınlarında Zeus
Tapınağı ile öne çıkan Euromos;
kıyıda İassos ya da Kıyıkışlacık,
Milas –Ören yakınlarında; yine kıyıda yer alan Keramos; Bodrum yakınlarında Pedasa;
eski Dor yerleşimcilerinin yerleştiği bölge; Datça – Hisarönü bölgesi, Marmaris
ve Knidos’a kadar uzanmaktaydı. İç Ege’de, bugünkü Aydın vilayeti
sınırları içinde yer alan Koskinia (Çine-Dalama
geçişinde) ve Euhippe
(muhtemelen bugünkü Dalama civarında, Büyük Menderes kıyısında bir yerleşim), Orthosia
(Yenipazar), Harpassa (Bozdoğan – Nazilli yolu üzerinde; Arpaz-Esenköy üstündeki bir tepede), Pyginda
(Bozdoğan civarında), Tabae (Tavas –Kale arasında), Karacasu
yakınlarında Aphrodisias (son Karia
başkenti) ve Menderes Antiocheiası uzanıyordu.
Nazilli-Arpaz; Harpassa'nın surları
(Fotoğraf: Kasım-2015)
Milas Müzesi'nden; kylix...
(Fotoğraf: İF; Kasım-2012)
İncekemer; şimdi sular altında…
Bugün Kargı Kemer’i gezdik aslında; ama İncekemer’in hatırasını anmadan olmazdı.
Yıllar önce Çine baraj gölünün suları altında kalmadan son kez gördüğüm,
üzerinden yürüdüğüm o kemeri unutmamalıydım.
İncekemer, yukarıda da sözünü
ettiğimiz gibi Alabanda’ya su
sağlayan yaklaşık 18 km.lik bir suyolunun bir parçası aslında. Çine-Yatağan
arasındaki yolun zaman içinde Gökbel
Vadisi’ndeki yer değiştirmeleriyle ziyaretçisine bir görünen bir kaybolan
bu Roma su kemeri, artık bir daha görünmemek üzere sular altında kalmış
bulunuyor. Son kez, Ebruli gezginleriyle
değerli Şükrü Tül Hoca’nın
rehberliğinde dolaşmıştık oraları.
İncekemer Köprüsü
Bu anıtsal
kemer ve diğerleri, Mesevle çayının
ve Madran Dağı’nın güney eteklerinden
derlenen suları Alabanda Antik
Kenti’ne doğru taşıma işlevi görmüş. Bugün bu sistemin yaşayan diğer önemli
parçası ise Kargı köyü yakınlarında Kargı Deresi’nin ( ya da Değirmenlik Deresi) üzerinde yer alan Kargı Kemer’dir. Her iki kemer de ana
kayaya yaslanmış ayaklar üzerinde yükselen dev boyutlu; vadinin iki yakasını
birbirine bağlayan görkemli yapılardır. Kargı
Kemer’in bugün 2 büyük, 2 küçük kemeri var iken, İncekemer’in ise ortada en büyüğü olmak üzere 6 adet kemeri
bulunmaktaydı. Kemerler daha sonraki zamanlarda çayların üzerinden geçişi sağlamak
amacıyla köprü işlevi de görmüş olmalıdır.
Kargı Kemer gezginleri
1970’li
yıllarda arkeoloji sevdalısı genç bir delikanlı iken dağ tepe dolaştığı bu
havzada, Kırsakallar köylülerinden
dinlediği İncekemer’e atfedilen
söylence ise Şükrü Tül Hoca tarafından
aşağıdaki şekilde aktarılmıştı:
“Arapasarı (Alabanda) kentinin kralı,
kızını vermek üzere memlekete en hayırlı işi yapacak kişiyi aramaya başlamış. Bahret adında bir delikanlı su getirmek
için çalışmaya başlamış. Kemerleri tam bitirecekken, prensesin üvey anası
devreye girerek kötü bir tertip kurmuş. Bir kocakarının eline kanlı bir gömlek
ve bir sepet içinde lokma vererek Bahret’in
yanına göndermiş. Bahret kocakarıyı
ağırlayıp, nereden gelip nereye gitmekte olduğunu sorgularken, kralın kızının
öldüğünü öğrenmiş. Kocakarının demesine göre; kanlı gömlek kızınmış ve lokmalar
da ölü hayrı imiş. Bahret, köprüleri
yıkıp, birini alıkoymuş. Muradı, köprüden ahalinin gelip geçmesi ve adını anması
imiş. Daha sonra da elindeki balyozu havaya fırlatıp altında durmuş ve kendi
canına kıymış.”
Şimdi sular altında kalan İncekemer
(http://sanattarihivearkeoloji.blogspot.com.tr/2012/11/arkeoloji-sanat-tarihi-turkiyedeki-tarihi-kopruler-koprulerimiz-.html)
Kargı köyü ve Kargı Kemer
Kargı köyü, Eski Çine’nin karşısındaki düzlükte; bir
tepenin eteğinde yer alıyor. Oraya ulaşmak için Çine’den yaklaşık 8 km uzaklıkta bulunan Eski Çine’ye kadar gitmek; buradan da batıya dönen ve Akçaova’ya giden asfalt yola sapmak
gerekiyor. Yol bir süre sonra hafif bir eğimle yükselirken, biraz ilerde Umurköy, Camızağılı ve Kargı köy
isimlerinin yer aldığı bir levhayla tanımlanmış sağa doğru yönelen bir sapağa varılıyor.
Bu sapaktan ovaya doğru sapıldığında ise, Umurköy
ve Camızağılı’nı geçtikten sonra kısa süre içinde Kargı köyüne ulaşılabiliyor.
Kargı köyünden Kargı Kemer'e doğru...
Kargı'nın kuşları
Gezginler, Kargı Kemer önünde...
Kargı Kemer rotası 5.7 km (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizlmiştir. by MYC)
Kargı Kemer rotası 5.7 km (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizlmiştir. by MYC)
Kargı Kemer ise, Kargı köyünün içinden de geçen ve üzerinden bir demir köprü ile
aşılan Kargı Deresi’nin (ya da Değirmenlik Deresi) yaklaşık 2 km kadar içerlerinde ve vadinin
oldukça derin bir bölümünde yer alıyor. Kargı’nın
karşısındaki tepelerin üstünde yer alan Akdam’ın
altından dolaşan bir asfalt yol, sizi arabayla dahi Kargı Kemer’in yakınlarına kadar götürebiliyor. Ancak biz tabii ki;
arabayı Kargı köyünde bırakarak
kemere yürüyerek ulaştık.
Dikkat çekici köşe çatı uzantılarıyla terk edilmiş bir Kargı evi
Köy meydanındaki çeşme
Görünüm
itibariyle; ağırlıklı olarak zeytincilik ve büyükbaş hayvancılıkla geçinen Kargı köyünün kilit taşı döşeli
sokaklarından birine daldık ve köyün sırtını yasladığı arkasındaki tepeye doğru
yürümeye başladık. Köyün eski evlerinden kalan birkaç örnek, zor ayakta
durmaktaydı. Özellikle biri, çatı köşelerindeki kuş gagasını andıran
uzantılarıyla dikkat çekiciydi. Köyün meydanlık yerinde bir çeşme ve onun hemen
yanında eski zamanlarda zeytin ezmek için kullanıldığını düşündüğümüz bir
düzenek vardı. Bu düzeneğin daha özgün örneklerini Menemen Dumanlı Dağ’ın eteklerindeki Yanıkköy’ün
üstünde yer alan Neonteikhos Antik
Kenti’nde görmüştük.(3)
İlkçağ’da “trapetum – orbis” adı
verilen bu düzenekle taştan bir çanağın içinde; merkezinden geçirilmiş bir
demir ya da ahşap bir kol yardımıyla döndürülen büyük bir taş değirmenle zeytin
kolaylıkla ezilebiliyordu.
Zeytin ezmek için kullanılan taş değirmenler; şimdi birer anıt gibi...
Sırta doğru yürürken rastladığımız eski bir evden geriye kalan...
Evlerin
arasından sırta doğru yöneldik. Sağımızda çatısı çökmüş, ancak oldukça güzel, yerel
mimari örneği bir köy evi vardı. Yerel gnays malzemeden yapılmış taş evin uzun
kenarı boyunca iki adet ocak, batıya bakan pencerelerinin çevresinde yine taş
örgü ile tamamlanmış silmeler mevcuttu. Evin bu harap hali bile geçmişindeki
gösterişli hayatın işaretlerini verir gibiydi. Yola devam ettik.
Kargı Kemer'i ilk gördüğümüz an
Bu da daha yakından...
Köyün
son evlerinden sonra zeytinlikler arasından geçerek Akdam’ın altından gelen bozuk asfalta ulaştık. Birkaç kilometre kadar
bu yolun kıyısından; ama daha çok Kargı Vadisi’nin
batı yamaçlarına paralel bir şekilde güneye doğru yürüdük. Bütün topografya
zeytin ağaçlarıyla kaplıydı ve genellikle henüz toplanmamıştı. Ama zeytin
ağaçlarının diplerinde çok miktarda döküntü vardı. Görüldüğü kadarıyla bu
bölgedeki ürün bu yıl fena değildi.
Değirmenlik ya da Kargı Deresi yatağı
Dere yatağına yakın bir noktadan ve güneyden Kargı Kemer'in görünüşü
Virajlarla
devam eden yol boyunca devam eden yürüyüşümüz sırasında vadinin derinliklerinden
gelen suyun sesini duymaya başladık. Biraz sonra da vadinin iki yakasına bir
gerdanlık gibi asılı görkemli Roma su kemeri Kargı Kemer karşımıza çıkıverdi. Dere yatağına doğru uygun bir
patika bularak, zeytin ağaçlarının arasından inmeye başladık. Kemerin ışık
açısından uygun fotoğraflarını alabilmek amacıyla biraz daha güneye yürüyüp bir
anlamda köprünün arkasına dolandık ve vadi tabanına ulaştık.
Kargı Kemer
Kargı Kemer ve Değirmenlik Deresi; aynı karede...
Kargı Kemer'in görkemi
Bu yılki yağışların azlığı nedeniyle, Kargı Deresi’nde su son derece azdı. Dere yatağındaki gnays kayaların üstünden atlayarak kolaylıkla karşı kıyıya geçtik. Kargı Kemer, Roma Döneminde gnays malzemeden kesme taşlarla inşa edilmiş; Alabanda kentine su götüren sistemin bir parçasıydı. Kargı Kemer’in kemer açıklıkları birbirine eşdeğer büyüklükte 4 adet kemeri vardı. Bunlardan orta-batıdaki kemer, dev ayaklarıyla vadi tabanına dek inmekteydi. Kemerin en yüksek yerinin dere yatağına olan yüksekliği, en az 25 metre civarındaydı. Kemerin iki yakasını birleştirdiği vadi açıklığı ise, 35-40 metre arasındaydı. Elbette bu ölçüler, tamamen yaklaşık olup, bizim kestirimimiz gücündeydi. Kargı Deresi’nin doğu kıyısı boyunca yürüyerek Kargı Kemer’i en iyi fotoğraflayabileceğimiz; onun doğu yönündeki başlangıcından biraz daha güneydeki bir sekiye kadar tırmandık. O noktada tahkim edilmiş ve zamanla basamaklaşmış düzgün bir duvar örgüsü vardı. Vadinin karşı yamacında da ana kaya üstüne oturtulmuş benzer bir başlangıç duvarı seçilmekteydi. Bu noktadan köprüye olan uzaklığın 20 metre civarında olduğu söylenebilir. Vadinin iki yamacına yapılmış bu dayanak duvarının tam olarak ne işe yaradığını anlamamakla birlikte, bunun vadi geçişini sağlamak amacıyla daha sonraki zamanlarda yapılmış bir köprü olabileceğini ve belki de zaman içinde bu yapının yıkılmış olduğunu düşündük. Çünkü karşı yamaçtaki duvar parçasının arkasından sırta doğru ilerleyen son derece düzgün bir patika yol da mevcuttu.
Kargı Kemer
Kargı Kemer'in üzerindeyiz.
Kemerin üzerinden görünen taşların arasındaki aralıklar
Kargı Kemer’in üstünde gözlem
yapabilmek için yamacın doğu yakasındaki başlangıcına doğru tırmandık. Kemerin
girişine yakın bir noktada yer alan bir eski mezar, birileri tarafından delik
deşik edilmişti. Dönüşte Kargı
köyünün merkezine indiğimizde, köylülerden; bu mezarın, kendini bu yarın
başından atan bir kadına ait olduğu bilgisini öğrendik. Bu da ilgimizi çeken
bir yerel aktarımdı doğrusu.
Gezginler, Kargı Kemer'i inceliyor.
Kargı Kemer'in üzerinden dere yatağına bakış
Değirmenlik ya da Kargı Vadisi
Kemerin
üstünde yürürken dikkatimizi çeken, birbirine şekil ve sürtünme bağlı olarak
irtibatlandırılmış olan dev kesme taşların arasındaki zamanla oluşmuş
boşluklardı. Bu boşluklardan dere yatağını görebilmek mümkündü. Bu durumun;
tarihi Alabanda suyolunun bir parçası
ve nadide örneği olan Kargı Kemer’in,
bir insanlık mirası olarak gelecek kuşaklara ulaştırabilmesi açısından; ne
denli bir risk taşıdığı konusunda endişelendik.
Kemerin üzerinden Akdam köyüne bakış
Kargı Kemer'in doğu ucunda rastladığımız kazılmış mezar
Bir süre
kemerin üstünden dere yatağını, binlerce yıldır akan Kargı Deresi’nin; taşları bir hamur gibi şekillendiriş
dinamiklerini, sonbaharın renkleriyle bezenmiş dere kıyısındaki nebatın
güzelliğini seyrettik. Vadi, güney yönünde yoğun zeytin örtüsüyle dikkat
çekiyordu. Ama artık Kargı Kemer’den
ayrılma zamanıydı. Dönüşümüzü bu kez vadinin doğu yakasından yaptık.
Dönüş yolunda Kargı Kemer'e kuzeydoğu yönünden bakış
Kargı köyüne doğru giden döşeme yolun başlangıcı
Değirmenlik Deresi'nin yatağına paralel yürüdük.
Zeytinlikler,
çalılardan oluşan çitler ve yığma taşlardan oluşan duvarlarla birbirinden
ayrılmıştı. Zeytin ağaçlarıyla kaplı bu yamaçtaki kısmen kesme taşlarla kaplı
bir döşeme yoldan ilerleyerek Kargı
köyünün kuzeydoğumuzda kalan merkezine doğru yürüdük. Dere yatağının
derinleştiği ve kuzeydoğuya döndüğü bir noktada, vadinin yürüdüğümüz yakasında
bir tahkimat duvarı dikkatimizi çekti. Duvar, oldukça düzgün ve kesme taştan
yapılmıştı ve suyoluyla ilintisi vardı. Zaman zaman yürüdüğümüz patikanın iki
yanında gördüğümüz yönlendirici kenarlıklar, acaba açıktan giden bir suyolunun
üstünden mi yürüyoruz düşüncesini aklımıza getirdi. Ancak yine de emin
olamadık.
Kargı köyü yakınlarında rastladığımız Hellenistik tahkimat duvarı
Duvarın bir diğer görünümü
Yürüdüğümüz patika
Gezginler, Kargı yolunda...
Kargı köyü ve deresi
Benzersiz
güzellikteki patika hafifçe kuzeydoğuya yönelerek, sonunda bizi Kargı köyünün üstündeki girişine kadar
getirdi. Köyün ilk evlerinde hemen fark ettiğimiz, Milas’taki Gümüşkesen Anıt Mezarı’ndan esinlenerek
Karia bölgesinde yaygınlaşmış baca tipolojisi dikkat çekiciydi. Fotoğrafladık
ve Milas’tan ne kadar uzakta da olsak coğrafyadan kaynaklanan Karia etkisinin
derinliği karşısında saygı duyduk.
Köyün yukarıdan girişinde rastladığımız ilk evlerden biri
Evlerin çatısındaki Gümüşkesen Anıt Mezarı'ndan esinlenilen Karia bacaları
Gümüşkesen Anıt Mezarı-Milas
(Fotoğraf: İF; Mart-2007)
Bu da Milas'da fotoğrafladığımız bir baca örneği...
(Fotoğraf: İF; Kasım-2006)
Kargı'ya inen yol
Köyün hayvancılıkla geçindiğinin delili
(DEVAM EDECEK )
Dipnotlar
(1)
Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi;
11.Basım-Kasım 2002; sayfa: 200, Marsyas
maddesi
(2)
Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası
(Geographika: XII-XIII-XIV), Çeviren: Prof.Dr. Adnan Pekkan; Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, 3. Baskı- İstanbul 1993; sayfa: 187
(3)
Neonteikhos yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/02/aiol-bolgesinde-kalelerin-izinde.html
(4)
Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında MYC
tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
hocam elinize kolunuza ayağınıza sağlık,çok güzel anlatımdı.kargı su kemerini bizzat görmüş biri olarak teşekkür ediyorum.
YanıtlaSilİlginiz ve geri bildiriminiz nedeniyle çok teşekkürler... Özel bir coğrafyada; kendine has bir su yapısı... İlgiyi hak ediyor. İlginizin devamı dileğiyle...İF
SilEn son çocukluğumda geçmiştim o köprüden, karşıya geçinceye kadar aklım başımdan gidiyordu. Şimdi okuyunca bir adamın sevdiğine kavuşamayıp çekicini havaya attığı hikayesini anımsayıverdim birden. Çocukluktan kalma unutulmuş bir anı gibi
YanıtlaSilKatkınız ve geri bildiriminiz için teşekkürler... İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
Silkargı kemerinden geçmek bizede kısmet oldu.iyi bilirim o coğrafyayı.sizlerin açıklamaları ile dahada bilinçlendik teşekkürler yüreğinize sağlık.birde hasanlar köyü tarafında gözetleme kulesi var zorlu bir yürüyüşten sonra orayada gitmiştim.sayğılar..
YanıtlaSilİlginize teşekkürler. Gerçekten benzersiz bir coğrafya... Kıymetini bilmek gerek. Söylediğiniz kuleyi hatırlıyorum. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
SilHarika emeklerinize sağlık
YanıtlaSilİlginize teşekkürler...Devamlılığı dileğiyle...İF
SilBu kadar ayrıntılı ve bilgilendirici bir kaynak sunduğunuz için çok teşekkür ederiz. Saygılar
YanıtlaSilBloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz ve geri bildiriminiz için çok teşekkürler. Yazılarımız popüler olmaktan uzak belki ama biraz meraklısı için yazıyoruz diyebilirim. Bu nedenle de uzun ve ayrıntılı bilgiler içerebiliyor. Okuma sabrı gösterdiğiniz için ayrıca teşekkürler... İlginizin sürekliliği dileğiyle...İF
Sil