YAĞMURDAN
SONRA; SARIYURT’TA…
15 Kasım 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Kemalpaşa’nın arka dünyası bize her zaman verimli rotalar
sunmuştur. Ovacık Yaylası da
bunlardan biridir. Bugün de Ovacık
Yaylası’nın arkasından Bayındır’a
doğru uzanan derin vadilerden birinde yürüdük. Bayındır-Ilıca Vadisi’nin doğu yakasında; yaklaşık 550 metre
yüksekliğindeki bir düzlükte yer alan Sarıyurt
köyünün çevresinde dolaştık ağırlıkla. Dünden kalan yağmurun izleri, toprakta
kendini hissettirse de; ufukların berraklığı, çam ve meşe ormanlarının içinde
geçen zaman, tertemiz hava ve bahtiyarlığımız bize yetti de arttı bile. Sarıyurt köyünden başlayan yürüyüşümüz,
önce Turgutlu yönüne ve kuzeye doğru ilerledi. Daha sonra yörenin en yüksek
tepesi olan Karlık Tepesi yönüne ve
doğuya döndük. Dik yangın yollarından indik çıktık; güneye ve batıya doğru
kıvrılan rota en sonunda akşamın kıyısında Sarıyurt
köyünün merkezinde kahvehanelerin önünde son buldu. Toplamda 16 km.lik
yürüyüşümüzü yaklaşık 6 saatlik sürede tamamladık.
Sarıyurt köyü; akşam vakti köye dönerken...
Sarıyurt Yaylası'nda orman yollarında yürüdük.
Bu yöreye 2014 yılında
bir kez daha gelmiş, Ilıca Vadisi’nin
batı yakasında yer alan Kızıloba
köyünün yakınlarındaki Sarı Kavak Mevkii’ndeki
anıt ağaç Aslan Kavağı’nı ziyaret
etmiş(1), daha sonra da Sarıyurt’a çıkıp köyü kabaca dolaşmış ve
meydandaki kahvehanelerden birinde oturup, köylülerle muhabbet etmiştik. Bu
yılın Mayıs ayında da Ovacık Yaylası’ndan
Kızıloba’ya dek uzun bir yürüyüş
yapmış(2) ve Sarıyurt’a bu kez karşı yakadan ve
uzaklardan bakmıştık. Şimdi yeniden Sarıyurt’ta;
bir kez daha bu cennet mekândayız.
Çeşme başlarında soluklandık.
Sarıyurt hakkında
Sarıyurt geçmişi oldukça eski bir Türkmen köyü aslında. Büyük
olasılıkla 11 yy.a dek uzanan köklü bir geçmişi var köyün. Batı Anadolu’ya Bey Dağları üzerinden ilerleyen büyük
göçün en batıda sonlandığı noktalardan birisi de Sarıyurt olmalı. Köylülerin anlatımına göre; köyün eski ismi olan Sarı Merye (Meryem) ise, köyün kurucu atası olarak kabul edilen bir kadın
çobana ait. Büyük olasılıkla Sarıyurt’u
kendilerine mekân bellemiş Türkmenlerin bu kadın önderi, göçerlerin burayı yurt
edinmelerini sağlamış. Bir başka anlatıya göre ise, köy, ilk olarak bugün Karlık Tepesi’nin eteklerindeki bir
düzlükte, Gağgı adı ile bilinen bir
ekolojik çiftliğin bulunduğu yerde kurulmuş. Ama köye musallat olan bir salgın
hastalık nedeniyle, Sarıyurt, kadın
çoban Sarı Merye’nin önderliğinde
bugünkü yerine taşınmış. Kısacası söylemek gerekirse; öyle ya da böyle; Sarı Merye isminin köyün kadim
geçmişinde önemli bir yeri var.
Gözlü Tepe; yangın kulesi
Sarıyurt Yaylası; çınarlar, kestaneler ve kızılçamlar...
Köyün meydanından dar geçitlerle ulaşılan sokaklarını dolaşırken, Sarıyurt’un eski zamanlara (büyük
olasılıkla Aydınoğulları’nın egemenlik dönemi) dayanan köklü tarihi; yerel
malzeme ile yapılmış ve neredeyse yan yana kurulmuş Yörük çadırlarından oluşan
bir obanın evrimleşmiş halini temsil eden yorgun evlerinden anlaşılıyor.
Sarıyurt-Turgutlu yolu
Sarıyurt köy meydanı
Kayrak taşlarla inşa edilmiş eski evlerin arasından geçtik.
Köy, yaklaşık 550 metre yüksekte bir yayla üzerinde konumlanmış. Köylülerden
öğrendiğimize göre Sarıyurt’un çıkışından
kuzeye yönelen asfalt yol, Kayrak
köyü üzerinden Turgutlu’ya; Irlamaz Vadisi’ne dek uzanıyor. Daha
önceki gelişimizde toprak olan yol, yakınlarda asfaltlanmış. Köyün meydanında
yer alan asırlık çınar ağaçları ise, Aslan
Kavağı kadar olmasa da, aslında birer tabii anıt görünümündeler. Hele bir
tanesi var ki; yaşı 500’ün üzerinde olsa gerek.
Hasan Hoca; köye indiğimiz sırtta yer alan evlerin arasında...
Köyün 19.yy.dan kalma eski çeşmesi
(Kasım 2014)
Çeşmenin kitabesi
(Kasım 2014)
Akşam bastı Sarıyurt'u...
(Kasım 2014)
Köyün neredeyse birbirine yaslanmış evlerinin arasında dolaşan daracık
sokaklarından geçerek ulaştığımız bir köşe başında, üzerindeki oldukça zor
seçilen kitabesinden 19.yy.dan kaldığı anlaşılan eski bir çeşme yer alıyor. Akşamüstü
Sarıyurt köy meydanına ulaşmak için
tepeden inerken daracık geçitlerde rastladığımız; birçoğu harap vaziyette ve
terk edilmiş sivil mimari örneği evlerin hali, yaşanmışlıkları barındırması
açısından oldukça hüzünlü bir manzara teşkil ediyor. Zamanında yöresel malzeme
olan kayrak taşlarla inşa edilen bu güzelim evlerin zamana ve doğanın
tahribatına dayanamayarak bugün yıkılmakta oluşu aslında çok üzücü. Bir göçün
ve kadim bir geçmişin delillerini taşıyan bu kıymetli mirasın Birgi’de olduğu gibi, konusunda ihtisas
sahibi mahir ellerin dokunuşunu bekledikleri çok açık. Ama gören yok, duyan
yok; her yerde hüzün…
Sırttan meydana inerken...
Dar geçitler, tarihin içinden...
Tireli yerel tarih araştırmacısı-yazar A. Munis Armağan’ın Bayındır üzerine
hazırladığı Tarihin Gizemli Kenti
Bayındır isimli çalışmasında ise Sarıyurt
köyü ile ilgili şu bilgiler aktarılıyor:
“Kayıtlarda
önce Sarı Merye, daha sonra Sarı Mekri olarak yer alan Sarıyurt, kadın
emirlerden Sarı Merye tarafından kurulmuştur. Sarı Merye köyü, 16.yy.da 86 hane
nüfusu ile büyük köyler grubunda yer almaktadır. Bir Peçenek köyü olan Sarı
Merye, daha çok ilk süreç adlar zenginliği ile belirginleşmektedir. Örneğin,
Eren Dede, Arap Dede, Kurt Bey, Oyuk Dede adlarını kendinde semtleştiren Sarı
Merye, Divan Deresi gibi Güney-Batı Karadeniz çıkışlı topluluklara da ışık
tutmaktadır. Köy coğrafyası, Sınırkavak, Çatma Dağı, Kuzluk, Beşpınarlar, Alma
Gediği, Karlık, İndere, Kurt Gediği, Tolos, Kaşar ve Semertepe mevkii adlarıyla
beslenmiştir. Köyün adı, salnamelerde Sarı Mekri olarak da verilmektedir.”(3)
Köyün yaşlılarından Bekir Amca; o anlattı, biz dinledik. Sarıyurt kahvehanelerinden birinde...
Sarıyurt'un köy meydanında yer alan tarihi su kuyusu ve tulumbası
Eve dönerken...
Sarıyurt’un kuzey çıkışında Ilıca Vadisi’ne doğru üzerinde bir yangın gözetleme kulesinin de bulunduğu 700 metre yüksekliğindeki Gözlü Tepe’nin eteklerine denk düşen bir konumda ve vadinin dibinde; bir de çinko ve kurşun madeni bulunuyor. 2013 yılından beri işletilen bu madenin, köy muhtarından öğrendiğimize göre; 19.yy.da bir Rum ya da Yahudi tarafından Osmanlı Devleti’nden alınan ruhsatla ilk kez işletime açıldığı biliniyor. Şimdi ise Ilıca Vadisi’nin üzerine; tam da mevcut Sarıyurt asfaltının bir kısmını sular altında bırakacak şekilde sulama amaçlı bir baraj çalışması (Ergenli Barajı) yürütülüyor. İleride vadide su tutulduğu zaman bu durumun kimleri etkileyeceği belirsiz olsa da, Sarıyurt’u Bayındır’a bağlayan karayolunun bundan etkileneceği kesin. Şimdiden yeni yolun yapım çalışmalarının daha güneyde sürdüğüne dair işaretlerini biz de köye arabayla çıkışımız sırasında fark ettik.
Sarıyurt'un tarih kokan sokaklarında...
Köyün Turgutlu yönündeki tarihi mezarlığı
Ilıca Vadisi'nin karşı yakasında Kızıloba...
Yürüyüşün Hikâyesi
Tire’den bize katılan Hasan Hoca ile Bayındır üzerinden ulaştığımız Dereköy Ilıca kahvehanelerinden birinde
sabah 9.30 civarında buluştuk. Havuzlu
Kahve’de sabah ayazına rağmen kahve keyfimizi yapmazsak olmazdı. Ilıca’da yazdan kalma her şeyin
satıldığı birkaç sergi hala varlığını sürdürse de, dükkânların çoğu sabahın bu
erken saatlerinde daha açılmamıştı bile. Yazın çevre kasabalardan insanların
akınla geldikleri Ilıca’da o telaşlı
günlerden eser kalmamış, ortalıktan el ayak çekilmişti artık. Avluda erkenci
çınarlar, bir sonbahar sabahında; birer birer yapraklarıyla vedalaşmaktaydı. Kahvelerin
eşliğinde harita üzerinden yapılan incelemeden sonra, Sarıyurt Yaylası’nda yapacağımız bugünkü yürüyüşün rotası hakkında
hepimiz aşağı yukarı bilgilenmiştik. Kahvelerin bitimini takiben, Dereköy Ilıcaları’ndan ayrılarak Sarıyurt’a doğru yola çıktık.
Bir Kasım sabahında; Bayındır Dereköy Ilıcaları'nda; günün başlangıcı...
Sarıyurt Yaylası'nda ağaç kütükleri arasında...
Dereköy’den yaklaşık 12 km kadar uzaktaki Sarıyurt
köyüne; Ilıca Vadisi’nin doğu
yamacını yılan gibi bir yolu tırmanarak ulaştık. Yukarıda da sözünü ettiğimiz Ergenli Sulama Barajı’nın yapım
çalışmaları vadide sürmekteydi. Bu nedenle takip ettiğimiz Sarıyurt yolu, vadi tabanında bir süre servis amaçlı bir toprak
yola dönüşerek devam etti.
Köyün girişi ; Sarıyurt'a merhaba...
Sarıyurt, köy meydanı; yaprakların arasından göz kırpan güneş içimizi ısıttı.
Meydana bakan Sarıyurt köy ilkokulu
Sarıyurt’un merkezindeki çınarlarla kaplı köy meydanına bağlanan köyün
girişindeki yol, önce meydana doğru daraldı, daha sonra birden genişleyerek
köyün kahvehanelerinin ve asırlık çınar ağaçlarının (Ödemiş, Bayındır ve Tire
civarında çınara kavak derler) bulunduğu alana ulaştırdı bizleri. Çınarlı meydanın
kuzeyindeki sırtta, köyün ilkokulu ve onun üstünde bir üzüm salkımını andırır
şekilde köyün eski evleri dizilmişti birbirinin üstünde.
Meydandaki ilk merhaba; Fehmi Amca'ya...
Köy meydanında; çınarlar altında yürüyüş rotasının mütaalası yapılıyor.
Köyün bakımlı ve eğitime açık haldeki ilkokulu, birçok köyde
karşılaştığımız metruk ve hüzünlü manzaranın tersine, sokağa taşıp meydana
ulaşan çocuk sesleriyle coşkulu bir hayatın habercisi gibiydi. Köylülerle
selamlaşarak meydandaki yeşil boyalı kahvehanelerden birinin önündeki
sandalyelere oturduk. Masada köyün yaşlılarından Fehmi Amca vardı. İlk
bilgileri ondan aldık. Sarıyurt kahvehanesinde
içilen sabah çayları sırasında rotamız köylüler tarafından doğrulanmış, emekli
bir ormancıdan rota hakkında bilgiler alınmıştı. Artık yürüme zamanıydı.
Meydanın köşesindeki koca kapılı, fırınlı ev
Kızarmış yapraklarıyla vedalaşmaya hazırlanan kiraz ağaçları ve arkada Kızıloba...
Bahçeler arasında bir kuru irim
Arabayı köy meydanına; tarihi tulumbalı su kuyusunun yakınlarına
bırakarak köyün kuzeyindeki çıkışına doğru yürümeye başladık. Meydanın
çıkışındaki köşede dışında bir fırın, muhtemelen avlusuna açılan köhne bir koca
kapı ve çatısında otantik bacasıyla dikkat çeken eski bir ev vardı. Dışarıdan
bakıldığında pek de anlaşılmayan evdeki hayatı ele veren tek şey, sanki kapının
önündeki plastikten üç tekerlekli bir çocuk bisikletiydi. Turgutlu’ya doğru ilerleyen
üstü mıcır kaplı yola ulaştığımızda kuzeye doğru döndük. Solumuzda vadiye doğru
alçalan kızarmış yapraklarıyla kiraz bahçeleri, bahçeler arasındaki pastoral
patikalar ve harç kullanmaksızın kayrak taşlarla örülmüş muntazam bahçe
duvarları son derece dikkat çekiciydi.
Köyün yüzlerce yıllık mezarlığı
Mezarlığın girişindeki döşeme yol
Osmanlı dönemine ait sarıklı mezar taşları
Biraz daha ilerleyince hafif bir rampanın kıyısında yükselen sekide;
vadiye doğru bakan çok yaşlı bir servi ağacı ve yanında bir musalla taşının
bulunduğu; çevresi duvarla çevrili bir alana geldik. Bu alan, kuzeye doğru;
yolun doğu kenarı boyunca uzanan köyün mezarlığının sanki bir girizgâhı
gibiydi. Çünkü balbal taşlarını andıran başlarındaki düz kayrak taşlarla
işaretlenmiş çok eski mezarlar; 19 yy.a ait sarıklı ya da fesli mezar taşları
ve daha yakın zamana ait mermerden örnekleri o kadar geniş bir alana yayılmıştı
ki; bu durum aslında köyün kadim geçmişine de ışık tutmaktaydı. Köyün mezarlığının
girişindeki iri taşlardan oluşan geniş döşeme yol ise farklı bir hikâyeyi
anlatır gibiydi. Fotoğraflayıp yola devam ettik.
Dağların arkasındaki dağ; Ovacık Yaylası'ndaki Dededağ...
Bahçeler arasındaki pastoral patika ve kayrak taşlarla örülü bahçe duvarları
Armut ağaçları
Armutların güzelliği
Bir süre Ilıca Vadisi’nin
öteki yakasındaki Kızıloba köyünün
şirin görüntüsü bize eşlik etti. Karşı sırtların ardında; kuzey batı yönünde Ovacık Yaylası’nın üstündeki Dededağ’ın silueti de görüş
alanımızdaydı artık. Yaklaşık 2 km kadar sonra Turgutlu yolundan ayrılarak
kuzey doğu yönündeki bir orman yoluna doğru saptık. Her ne kadar dün akşam bir
yağmurun izlerini barındırsa da toprak, yürümeye engel değildi.
Kızlar elması ya da üvez
Turgutlu yolundan ayrılıp orman yoluna saptığımız yerdeyiz.
Böğürtlenler
Batıdan doğuya doğru bir yay çizerek ilerlediğimiz rotada etrafımız, kızılçamların,
kestanelerin ve meşe ağaçlarının öne çıktığı ormanlık alanlarla kaplıydı. Bunun
dışında üvez ya da kızlar elması, melengeçler, ahlat armutları, ağaç çilekleri,
daha yükseklerde üzerinde sarı meyveleriyle alıçlar ve böğürtlen çalıları bitki
örtüsünün karşılaştığımız diğer önemli unsurlarıydı. Yol boyunca yer yer kesim
nedeniyle kıyıya düzgün bir şekilde istiflenmiş halde ağaç kütükleri vardı.
Zaman zaman yola inen sel yataklarının yakınından geçtik. Bu alanlar ise,
çınarlarla kaplıydı. Yürüyüşümüz sırasında; bazen ağaç kütüklerinden burnumuza
çarpan reçine kokusu, bazen de sonbaharın tüm renklerinin bir karışımını sunan
bitki örtüsünün göz alıcı güzelliği mest etti hepimizi. Ne güzel bir andı;
doğanın kucağında yürürken…
Dağa Kaçtım gezginleri, Sarıyurt Yaylası'nda ormanın derinliklerine doğru yürürken...
Dağ çilekleri
Gezgin, çınarlar altında...
Üç yol ağzındayız. Karar zamanı...
Vadinin ucunda; 700 metre yüksekliğindeki Gözlü Tepe’nin görüş açımızda olduğu bir noktada bir üç yol ağzına
geldik. Tam bu noktada ağaç gövdesinden yapılmış bir su yalağı dikkat
çekiciydi. Bir hortumla kaynağından buraya kadar taşınan su, ahşaptan bu
teknenin içine dökülüyor olmalıydı. Ama şimdi akmıyordu. Biz en kuzeyde ve
solda kalan koldan yola devam ettik. Bir süre sonra üzerinde bir dede mezarının
da bulunduğu; yörenin en yüksek tepesi olan Karlık
ve onun eteklerine doğru uzanan vadinin kuzey yamaçlarındaki görece düzlük
alanda kurulu Gağgı ekolojik çiftliği
göründü.
Şirin mi şirin bir ağaç gövdesinden oyulmuş su teknesi; üç yol ağzına yakın bir yerde rastladık ona.
Çamların binbir türü...
Yaşlı bir kestane ağacının altındaki o çeşme; suyundan doya doya içtik.
Yol boyunca biraz ilerleyince sararmış ve onunla vedalaşmakta olan
yapraklarıyla yolcusuna benzersiz bir manzara sunan asırlık bir kestane
ağacının dibinde usul usul akmakta olan bir çeşmenin başına geldik. Her şey o
kadar mükemmeldi ki; bir süre terk edemedik başını. Çeşmeden akan buz gibi
sudan kana kana içtik. Soluklandık bir süre çeşme başında. Hasan Hoca konuştu;
biz dinledik o anda; biyoloji dersinde dağ başında ameli eğitim alır gibiydik
sanki…
Yaprakların vedası; sonbaharda kestaneler zamanı...
“Kestaneler
yükseği sever; o yüzden doğanın mevsim dönüşümlerine karşı aldanmayan
ağaçlardır. Baharın sonlarına doğru uyanırlar; yani güneşin dikleşen ışınları
ve rüzgârlar, ağacın gövdesinin iç kısmındaki kılcal borularda su sütunları
oluşturur. Bu kılcal boruların bir ucu ağacın kökü ise, diğeri ucu da
yapraklarıdır. Bu su sütunlarının bahar, yaz ve sonbaharın sonlarına kadar dolu
olması gerekir. Zira ağaç, ışık enerjisini kullanarak iki inorganik maddeden
organik madde yapacaktır. Güneş sonbaharın sonuna doğru başını eğince, artık
yaprakları ile vedalaşacaktır. Terleme ve organik madde yapımı biteceğinden, su
sütunları da boşalacaktır. Zira artık büyük bir tehlike ağacı beklemektedir. Su
doğada donunca hacmi büyür. O zaman su bu kılcal borularda bulunursa,
döndüğünde bu borular patlar. Donma işi insan için de aynıdır. Donmuş insan
dendiğinde de aynı açıklama geçerlidir. Şimdi kışın ağaç bir şekilde zamansız olarak
uyarıldığında (örneğin rüzgâr gülleri tarafından); ani bir don olayı sırasında gerçekleşecek
olan durum budur. Rüzgâr türbinlerinin buradaki rolü ise, ağacın özsuyunun
yapraklara doğru yükselmesini sağlayan bir basınç farklılığını yaratmasıdır. Bu
basınç farklılığı nedeniyle yapraklara doğru yürüyen özsu, aniden soğuyan bir
kış havasında ortaya çıkan don olayı sırasında yukarıda ifade edilen kılcal boruların
içinde donar ve ağacın ölümüne neden olur.”
Kızılçamlar
Gezginlerin keyfi; Hasan Hoca hücrenin yapısını, ATP'leri ve yanmayı anlatıyor. Hepimiz cayır cayır yanmaktayız o an...
Kestirme diye girdiğimiz yol; önceden her şey güzeldi.
Atlar çıktı; yolumuz üstü...
Kestirmedir diye güney batıya doğru saptığımız yol, başlangıcındaki mükemmelliğini bir süre sonra kaybetti ve son derece dik bir eğimle doğudaki bir tepeye doğru tırmanan bir yangın yoluna dönüştü. Yolları sayemde karıştırmıştık; çünkü tercih benimdi, elimizdeki haritadan sapmıştık. Bu hata, ileride önümüze çıkan başka tepelerdeki yangın yollarından da inmek ve çıkmak zorunda bıraktı bizleri.
Arkamızda Gözlü Tepe; tırmanmaktayız acımasız bir yangın yolundan...
Eren Tepe'nin zirvesindeyiz. 970 metre...
Yaklaşık 970 metre yüksekliğindeki Eren
Tepe’ye vardığımızda iflahımız kesilmişti. Ama tırmanırken arkamızda
bıraktığımız manzara enfesti ve bu belki de rotadan sapmanın tesellisi olmuştu.
Eren Tepe’de her ne kadar bir eren
mezarına rastlamasak da, zirvesinde oldukça geniş bir düzlüğün bulunduğun
tepede alıç ve ahlat ağaçları vardı. Ahlat armutları tam olgunlaşmamış olsa da,
alıçlar bir o kadar ermişlerdi. Hepsinden tattık yeterince.
Eren Tepe'den Soğucak Tepe'ye; 970 metreden 1000 metreye...
Karşımızda Keltepe ve Bozdağ zirvelerinin hayali...
Eren Tepe’den doğuya doğru bakıldığında kuzeydoğu yönünde 1150 metre
yüksekliğinde Karlık, karşımızda 1000
metre yüksekliğinde Soğucak Tepe ve
onun arka dünyasında; Bozdağlar
silsilesinin bölgedeki en yüksek tepeleri olan Keltepe ve Bozdağ
zirveleri görüş alanımız içindeydi. Yangın yolunu takip ederek, önce bir miktar
indik, daha sonra Soğucak Tepe’ye
tırmandık.
"Meşeler gövermiş; varsın göversin"
(Fotoğraf: Hasan Doğan)
Soğucak Tepe'den iniş anında...
Ormanın taa kucağındayız. Başımızın üstünde dönüp duran bulutlar...
Soğucak Tepe’den güney yönünde sert bir meyille alçalan bir başka yangın yolu vardı.
Ya bu yolu takiben güneye doğru inecek ya da Soğucak Tepe’nin arkasına sarkarak Karlık ile Soğucak Tepe’nin
arasındaki vadiden geçtiğini tahmin ettiğimiz bir başka geçişe ulaşacaktık. Biz
birinciyi tercih ederek sık kızılçamlar, yer yer ağaç çilekleri ve
melengeçlerle kaplı bir güzergâhtan yaklaşık olarak 600 metrelere kadar indik.
Yarı yolda verdiğimiz bir helva-ekmek molası, yangın yollarından inip çıkmaktan
harap ve bitap düşmüş ekibi kendine getirmeye yetti.
Yürüyoruz; durmadan yürüyoruz.
Dört yol ağzında, çeşme başı molası yine.
Bir yalnız karadut ve dibindeki çeşme...
Bundan sonra Doğu yönünde ve solumuzda kalan bir vadinin kıyısından
yürüyerek, yazları bir konfor alanı olarak işlev gördüğünü düşündüğümüz 560
metre rakımda inşa edilmiş bir kır çeşmesine ulaştık. Çeşmenin başında bir
karadut ağacı vardı. Bulunduğumuz mevkii, aslında bir dört yol ağzıydı.
Doğudan, güneyden, kuzey doğudan ve kuzeyden gelen dört toprak yol, bu noktada
kesişmekteydi. Köy, tahminimizce; bulunduğumuz noktaya göre, kuzey batı
yönündeki çınarlar ve kavak ağaçlarıyla kaplı, oldukça zengin bir bitki
örtüsüne sahip vadinin çevresini dolaşan ve kuzey batıya yönelen bir toprak
yolu takiben ulaşılabilecek bir rota üzerindeydi. Yürüyüşümüze bu yolu takip
ederek devam ettik.
Arkamızda bıraktığımız çeşmedir şimdi.
Vadim o kadar yeşildi ki; önümüzde dağ çilekleri...
Vadinin kıyısı boyunca yürüyoruz. Yol konforlu...
Renkten renge bürünmüş pastoral bir vadinin kuzey yakasını dolaşa dolaşa
ilerledik. Karşıdaki tepelerden inen bir minibüs neden sonra bize doğru
yaklaştı. El ettik, durdu. İçindeki köylülere Sarıyurt yolunda olup olmadığımızı sorduk. Onlar doğru yolda
olduğumuzu söyleyince biraz rahatladık doğrusu. Çünkü yürüdükçe uzaklaşıyordu
sanki menzil. Bir süre sonra, bir tepenin yamacında kurulu Sarıyurt köyü göründü. Ama hala köyden çok uzaktaydık. Saat
neredeyse 5’e yaklaşmıştı. Bu sırada bir geriz ve çınarlarla kaplı bahçelerin
kıyısından geçtik. Her yer o kadar göz alıcıydı ki…
Vadiden bir başka görünüm
Yol boyunca bahçe duvarları
Geriz ve çınarlar
Önde Sarıyurt, arkada Kızıloba...
Önümüzdeki tepeyi aşınca, karşımızda Sarıyurt
ve onun arkasında Kızıloba köyleri
arka arkaya konumlanmış bir halde karşımıza çıkıverdi. Bu aralar vadi tabanına
doğru inen bir dizi patikanın yanından geçtik. Bunlardan birine dalmak, akşama
bu kadar yaklaştığımız bir anda macera aramak olabilirdi. Köyün bahçelere
ulaşan bu ana yolunu takip etmek en akıllıcasıydı. Zaten bir süre sonra köyün
ilk evleri ve kilit taşıyla döşenmiş köyün girişindeki yolu gözüktü. Köye
gelmiştik.
Köye girerken; yol kilit taşına döndü.
Akmayan bir eski çeşme; yol kıyısında...
Sırttan Sarıyurt'un görünümü
Sırta yaslanmış Sarıyurt evlerinden biri
Zamanın ve insansızlığın tahribatı; yok oluş süreci
Köy meydanının kuzeyindeki sırtlara yaslanmış; çoğu terk edilmiş eski
evlerin arasındaki daracık geçitlerden indik aşağılara. Bir yığın yaşanmışlığın
yıkık duvarlarına sinmiş bu evler, neden bu denli sahipsizdiler? Ata yadigârı
bu güzelim sivil mimari örneği taş evlerin birçoğu doğaya, zamana ve
insansızlığa yenilmişlerdi sanki. Kiminde hala hayat belirtisi vardı, kiminde
ise kapılarında koca bir kilit… Ama genel olarak bu sırtta bir hüzün iklimi
egemendi bütünüyle. Akşama doğru sırttan inerken bacalardan tüten dumanlar,
Yörüklerin Sarıyurt Yaylası’ndaki
yalnızlığını fısıldar gibiydi göklere.
Köy meydanına inerken bir sekideyiz.
Evlerin arasında daracık bir Sarıyurt sokağı
Yeşil boyalı ve beyaz badanalı ev; içinde hayat var.
Önünde mavi sepetli bir motosiklet bulunan, çatısı içine göçmüş, eski
bir konak eskisi, kayrak taşlarla yapılmış iki katlı bir evin önünden geçtik.
Pencereleri kırılmış, doğramaları çürümüş, kepenklerinin kanatları kimi kopmuş,
kimi kopmak üzere olan bu eski evin koca kapısı ise ayaktaydı hala ve
kapalıydı. Sanki içinde kalmış hatıraları saklamak istercesine sımsıkı
kapalıydı koca kapı…
Hatıraları saklayan koca kapı; kapıda eski bir sepetli motosiklet...
Ekibin mimarı; köy ona çok şey anlatıyor olmalı.
Bir süre sonra kuzeydeki sırttan inen daracık sokakları takip ederek
köyün meydanına ulaştık. Meydandaki kahvehanelerden birinin tahta
sandalyelerine iliştiğimizde artık akşam vakti iyiden iyiye yaklaşmıştı. Ama
yoldaki kısa helva-ekmek molasından başka bir şey yeme fırsatımız olmamıştı yol
boyunca. Kısa sürede kahvehaneden gelen çaylar eşliğinde gecikmiş yemeğimizi
masamıza buyur ettiğimiz köylüler ile birlikte paylaştık. Bir süre sonra köyün
muhtarı da aramıza katıldı. Kuzeydeki sırttan inerken rastladığımız eski
evlerden, onların harap halinden söz ettik. Bir Birgi neden olmasın Sarıyurt
dedik; heyecanlandık, durulduk; konuştuk, dertleştik. Bizimkisi bir temenniden
öte değildi aslında. Zaten akşam karanlığı da çökmek üzereydi Sarıyurt Yaylası’na… 16 km.lik uzun bir
rotayı yaklaşık 6,5 saatlik bir sürede tamamlamış, orman içindeki kimi zorlu,
ama tümüyle keyifli iniş çıkışlarla dolu bir yürüyüş gününü daha
sonlandırmıştık. Şimdi Tire ve İzmir yolcularının dönüş zamanıydı artık.
Alacakaranlıkta Sarıyurt Yaylası’ndan
Dereköy Ilıcaları’na doğru iniş
sonrasında; Hasan Hoca’yı Tire’ye uğurladık ve biz de bir günü daha dağlarda
geçirmenin bahtiyarlığı içinde yönümüzü İzmir’e doğru çevirdik.
Dipnotlar:
(1) Aslan Kavağı ve Ilıca
Vadisi hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2014/11/bayindir-ilica-vadisi.
(2) Kızıloba hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/07/kemalpasa-ovaciktan-bayindir-kizilobaya.html
(3) A. Munis Armağan, Tarihin
Gizemli Kenti Bayındır; Bayındır Belediyesi
Kültür Yayınları, 2.Baskı, Şubat-2013, Bayındır; sayfa: 33
(4) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Gecenlerde Bayındır da soba satan bir esnafla uzun bir sohbet etme şansım oldu. Sarıyurt köyündenmiş. Babaannem kızıloba köyünden gelin gelmiş çıplak köyüne. Kızıoba ile bağımız hala devam ediyor. komşu iki köylü olunca sohbet uzadı. Sarıyurt adının Sarı Meryem den geldiğini O da anlattı. Başka bir ad kaynağının da Altın madeninden geldiğini duymuştum bir yaşlı Kızıloba'lı dan . Eskiden Sarıyurt civarında bir altın çıkarılan bir yer varmış. Altının sarı rengine izaften buraya Sarıyurt denmiş. Doruluğu kesin değil. Teşekkürler sevgili gezgin dostlarım.Coşkun Dilme.
YanıtlaSilİlginize ve geri bildiriminize teşekkürler. İF
SilMerhaba bende gaggi cifliginde yasiyorum, efeler yolu ile ilgili gorusmek tanismak isterim.
YanıtlaSilMemnun oluruz. Corona günleri bitince inşallah...İlginizin devamlılığı dileğiyle.IF
YanıtlaSilÇok harika bir anlatım. Devamının gelmesini bekliyorum. Sağlık ve afiyette kalın.
YanıtlaSilİlginize ve övgülerinize teşekkürler... Yürümek bizin için yaşamın bir parçasıdır. Liginizin devamlılığı dileğiyle...İF
Sil