13 Kasım 2017 Pazartesi

SÜLEYMANLI GÖLETİ-TELEKLER YÜRÜYÜŞÜ



10 Kasım 2017
İbrahim Fidanoğlu

Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 79. ölüm yıldönümü… Her ne kadar unutturulmaya çalışılsa da; Cumhuriyet Devrimi ve inkılâpları, onun dediği gibi “iç ve dış bedhahlar” tarafından yok edilmeye uğraşılsa da; bu milletin, ona beslediği minnet ve sevgi duygusu söküp atılamıyor bir türlü.

 
Türk milletinin Atatürk'e sevgisi; Beşiktaş-Akaretler önünde Atatürk'ün naaşının top arabasında geçişi sırasında; 19 Kasım 1938...
(Kaynak: internet ortamı)

Böyle bir duygu yoğunluğu içinde, yeni sezonun ilk yürüyüşü için sabahın erken saatlerinde yine düştük yollara. Menemen yakınlarında dokuzu beş geçe sanki Türkiye’nin bütün sirenleri çalmaya başladı birden. Hiç kimseyi yönlendirmeden; sadece bir lidere duyulan emsalsiz sevgiyle ve içten gelerek; şehirlerarası trafik aniden duruverdi önümüzde. Anadolu insanının yılda bir kez de olsa sanki bir ritüel kıvamında; kendi kendisiyle hesaplaşma anı gibiydi o an… Kısa sürdü, ama yine de çok duyguluydu.

 
Atatürk'ün Türk halkına duyduğu sevginin resmidir. Bozkırda bir yerde; Atatürk köylülerle birlikte...
(Kaynak: internet ortamı) 

Yeni sezonun bu ilk yürüyüşünde güzergâhımızı; Menemen-Emirâlem Boğazı’na bakan bir konumdaki Telekler köyünün arkasında yer alan çınarlarla kaplı bir vadide ve onu sınırlayan Anadolu meşeleriyle kaplı sırtlarda oluşturduk. Uzaktan bakıldığında pek de bir şeye benzetilemeyecek gibi görünen bu coğrafyada sonbahar bize sürprizlerini hazırlamıştı bile. Hava koşulları, pastırma yazı kıvamındaydı. Gün içinde sıcaklık 22 dereceye kadar tırmandı. Hava gün boyu güneşliydi; ancak öğleden sonra mavi göğün içinde beyaz bulutlar göründü zaman zaman.


Yürüyüş rotası 5,5 km (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

 
Süleymanlı Göleti yakınlarındaki çınarlarla kaplı vadi

Menemen’den Emirâlem Boğazı’na doğru saptık. Emiralem Boğazı, ikisi de birer volkanik kütle olan Yamanlar (Amanara) Dağı ile Dumanlı (Sardene) Dağ’ı birbirinden ayırır. Bu boğaz; on binlerce yıl önce son buzul çağı sonrasında, suların karalara hücum ettiği zamanlarda; suyun İzmir Körfezi’nden Manisa Ovası’na doğru ilerlediği bir geçiş güzergâhıydı.

 
Sisli bir sabah; Emiralem Regülatörü'nden Gediz'e bakış...

İzmir Körfezi ve kuzey parçası olan Menemen Ovası, jeolojik zaman içinde iki kez oluşmuş gibi görünmektedir. Pliosen’de (5-1,6 milyon yıl) veya bir sonraki dönem Pleistosen’in (1,6 milyon yıl-10 bin yıl) başında oluşan Manisa ve İzmir çöküntü alanlarını, Menemen’in doğusunda bugünkü boğaz üzerinde yer alan bir eşik ayırmaktaydı. İzmir çöküntüsüne dolan Akdeniz’in suları Menemen’in doğusuna, eşik kıyısına kadar sokulmakta ve körfezi en geniş sınırlarına ulaştırmaktaydı. Son buzul dönemi öncesindeki bu ilk istilada deniz seviyesinin günümüzdekinden yaklaşık 7 metre daha yüksek olduğu ileri sürülür. Son buzul döneminde ise deniz seviyesinin 90-100 metre alçalması ile İzmir Körfezi’ni oluşturan çöküntü alanı yeniden karalaşmış ve çevre yükseltilerden gelen akarsular bu alanda derin vadiler açarak batıya doğru akmış olmalıydılar. Bu arada Menemen-Manisa Boğazı üzerindeki eşikte biri doğuya, Manisa çöküntüsüne doğru, diğeri batıya, körfeze doğru akan ve aynı su çizgisinden beslenen iki akarsudan batıya akanı zaman içinde aşınma ile diğerini kaparak boğazı oluşturmuş, Manisa çöküntü havzasını dış drenaja bağlamış olmalıdır. Son buzul döneminin sona ermesiyle yükselen Akdeniz’in suları eski deltayı yeniden sular altında bırakmış ve körfez yeniden eski genişliğine kavuşmuştur.”(1)

 
Emiralem Regülatörü'nden bakış; Gediz'in halleri ya da kimyasallarla zehirlenen Gediz...

Bugün bu boğazda Gediz Irmağı, doğudan batıya doğru Ege Denizi’ne kavuşmak için akar. Ama nasıl akar? Sabahın erken saatlerinde Emirâlem Regülatörü üzerindeki köprüden Süleymanlı köyü yönüne doğru geçerken gördüğümüz Gediz’in akışı, insanı korkutacak düzeydeydi. Uşak’tan başlayarak geçtiği tüm yerlerden aldığı her türlü kimyasal atıkla zehirlenen Gediz, içine tonlarca deterjan atılmışçasına köpürmüştü. Öyle ki; suyun, yatağın engebelerine uygun olarak zaman zaman çağıldadığı noktalarda, bu köpükler birer pamuk yığını gibi göğe doğru yükselmekteydi. Bu manzara, insanlığın 21.yy.daki utanç hallerinden biriydi. Ne yazık ki çaresizliğimize yanarak, Emiralem Regülatörü üzerindeki; eski dekovil hattının da bulunduğu; ancak bir arabanın geçeceği genişlikteki köprüden sadece bu durumu fotoğraflayarak Süleymanlı köyüne doğru yolumuza devam ettik.

 
Emiralem Regülatörü, Menemen Ovası'nı zehirleyen Gediz; en arkada boynuz şeklindeki tepe, Görece Kale ya da Temnos...

Süleymanlı köyünün merkezindeki kahvehane ağzına kadar dopdoluydu. İçerisi ise sigara dumanından görünmez haldeydi. Biz, kahvehanenin hemen yanından sırta doğru ilerleyen yola saptık ve Süleymanlı Göleti’nin üst düzleminden Telekler yönüne doğru devam ettik. Yükseldikçe çevremizdeki topografya belirginleşti; kuzeyden Emiralem Boğazı’nı çeviren Dumanlı Dağ’ın yamaçlarında daha önceki yıllarda uğradığımız Görece Kale ya da Temnos’u(2); biraz daha aşağılardaki Görece köyünü ve dağın güneye bakan yamaçlarına serpilmiş birkaç güneş enerjisi tesisinin kolektörlerini görebiliyorduk. Daha önceleri Dumanlı Dağ çevresinde birkaç yürüyüş yapmıştık; ancak o dönemde bu güneş kolektörlerinin hiç biri yoktu henüz. Bir-iki yıl içinde Foça’dan Dumanlı Dağ’a dek; güneş ışığını doğrudan alan dağların güney yamaçlarında güneş kolektörleri yaygınlık kazanmıştı. Uzaktan simsiyah bir tarlayı andıran görüntüleriyle dikkat çeken kolektörlerin bu şekilde bir anda patlayışının bir anlamı var mıydı? İşin o tarafı uzmanlık gerektiren bir konu; ancak rüzgâr enerji santrallerinden de bildiğimiz bir şey var ki; biz iyi bir şeyi pekâlâ kötüye çevirebiliriz ve çevreci diye bildiğimiz bir enerji kaynağını da doğaya zarar veren bir hadsizlik noktasına taşıyabiliriz. Bu kötü deneyimlerimiz, bugün Telekler yolunda bize bunları düşündürttü. Belki de yanılıyoruzdur; kim bilir?

 
Telekler yakınlarında güneş kolektörleri

Arabayı Telekler yolundaki Anadolu meşeleriyle kaplı bir düzlüğe bırakarak Süleymanlı Göleti’nin bendinin arkasında biriken suyun Süleymanlı Deresi'nin yatağıyla buluştuğu noktaya doğru inmeye başladık. Karşı yamaçta büyük bir besi çiftliği vardı. Köpekler, aradaki vadiye rağmen hemen bizi fark ederek hareketlendiler. Zaten bizim amacımız da onlara doğru değil; ters yöndeki dere yatağının bulunduğu vadinin yamaçlarına doğru tırmanmaktı.

 
Traktör ve meşe; Süleyman Göleti yakınları...

 
Süleymanlı Göleti

 
Sıcak giden havalarla birlikte çiriş otları uyanmıştı bile...

Arabayı bıraktığımız yol düzleminden vadi tabanına indiğimizde usul usul akan bir dereyle karşılaştık. Suyun en düşük düzeyinde olduğu bu aylarda geldiğimizden, akış son derece zayıftı; ama yine de tabiattaki canlılığı besleyecek denli bir potansiyel, her zaman vardı vadide. Vadinin kuzey yakasına doğru tırmanarak köpeklerden uzaklaştık. Vadi sırtlarında volkanik dokuyla uyumlu meşe ağaçlarıyla kaplı bir bitki örtüsü vardı. Vadi tabanında ise sararmış yapraklarıyla çınarlar, üzerinde kızarmış yaprak ve meyveleriyle melengeçler, dallarında meyveleriyle alıçlar, tamamen tohumdan ibaret hayıtlar ve suyun içindeki yaban naneleri (yarpuz ya da narpuz) ilk dikkatimizi çekenlerdi.

 
Üzerindeki sarı sarı meyveleriyle bir alıç çalısı

 
Dumanlı Dağ coğrafyasında yürüdüğümüz vadi

Ama o doğanın bütün yıpratıcılığına karşın, volkanik bir zeminin üzerinde hayat bularak serpilip gelişmiş türlü büyüklükteki meşeler bambaşkaydı doğrusu. Yerler, iyice olgunlaşıp kadehlerinden dökülerek etrafa saçılmış meşe palamutlarıyla (pelit) kaplıydı. Meşe palamudu, bir zamanlar etkin maddesi tanenin deri tabaklamada yaygın olarak kullanılması nedeniyle son derece önemli bir endüstriyel hammadde idi. Özellikle çevresinde yer alan ve on binlerce yıl önce faaliyetini tamamlamış çok sayıdaki volkan konisiyle (divlit) dikkat çeken Demirci, Kula ve Salihli coğrafyasında; meşe ağaçlarının yoğunluğu nedeniyle bu yörelerde palamut meşesinden tanen elde eden çok sayıda işletme vardı. Ama artık o zamanlar çok gerilerde kaldı. Zamanında harıl harıl meşe palamudu işleyen bu tesislerin çoğu, giderek endüstride kimyasal maddelerin meşe palamudunun yerini almasıyla birlikte birer birer kapandılar. Şimdilerde hatırladığımız kadarıyla Salihli’yi geçince; Demirci sapağındaki köşede hala bir meşe palamudu işleyen tesis faaliyetini sürdürmekte.

 
Ah şu meşeler; Anadolu meşeleri...

Antik çağlardan beri meşe, Lidya coğrafyasının o kadar önemli bir ağacıydı ki; mitolojide bile İkiz Meşeler Zeus’u diye adlandırılan Tanrı Zeus’un bu yöreye özgü bir varyantı bile bulunmaktaydı. Öyle ki, meşe ağaçlarından birine zarar vermek, bu ağaçların koruyucusu İkiz Meşeler Zeus’una karşı işlenmiş büyük bir suçtu.

 
Telekler yakınlarında bir meşe ağacı

“Lydia’nın Katakekaumene adı verilen volkanik bölgesinde meşe ağacının kutsallığına inanılmaktaydı. Hatta Kula’nın Börtlüce köyü yakınındaki Toma Dağı’nda “İkiz Meşeler Zeus’u”nun bir tapınağı vardı. Bu yörede bulunan bir yazıt sayesinde, kutsal ağaçlardan kesilmiş odun ya da keresteyi satın alan birinin Zeus’la başının nasıl belaya girdiğini öğreniyoruz:

“İkiz Meşeler’deki Zeus ve onun gücü yücedir! Menophilos, kutsal odun satın aldığı için tanrı tarafından cezalandırıldı. Hayli acı çektikten sonra tanrı onun oğlu Menophilos’a babasının işlediği günahın bedelini ödemesini emretti. Şimdi de (baba Menophilos) bütün insanlara ‘Tanrı’yı küçümsemek doğru değildir!’ diye seslendi ve bir kanıt olarak bu taşı dikti. 276 (İ.S. 191) yılı, Daisios ayının 30. Günü”.

 
Önde meşe ağaçları; arkada Telekler köyü

Bu yazıttan yalnızca 3 yıl sonraya ait olan ve yine Börtlüce köyü civarında bulunmuş olan bir başka yazıt, ağaç kestiği için Zeus tarafından cezalandırılan birinin itirafını içermektedir:

“İkiz Meşeler Zeus’u yücedir! Euangelos oğlu Stratonikos Zeus Didymeites’in meşe ağacını bilmeden kesti. Ve tanrı ona gücünü gösterdi. Çünkü o tanrıya inanmıyordu. Tanrı onu ölümcül bir hale soktu. Ama sonra (tanrı tarafından) bu tehlikeden kurtarılınca teşekkür etmek için bu taşı dikti. Şimdi ben duyuruyorum ki hiçbir kimse tanrıyı küçümsemesin ve meşe ağacı kesmesin! 279 (İ.S. 194) yılı, Panemos ayının 18. Günü”

 
(Kaynak: http:http://hasanmalay.com )

Kula’nın Emre köyünde bulunan ve belli ki ağaca zarar verdiği için Tanrı(lar) tarafından cezalandırılan ve sonra bu suçunu itiraf eden biri tarafından yazdırılmış ve ormanın görülebilir bir yerine diktirilmiş olan ve Roma İmparatorluk Devri’ne tarihlenen bir itiraf yazıtının günümüze ulaşabilen son satırları şöyledir:

“Her kim ağaca zarar verirse, karşısında öfkeli bir tanrı bulacaktır!”(2)

Bu coğrafyada yaşayan biz insanlar için, bu toprakları yurt bellemiş bizden önce yaşayanların mirasına ne kadar sahip çıkıyoruz; meşelere bakıp bakıp bir daha düşünme zamanıdır şimdi.

 
Dumanlı Dağ topografyası; arkada Görece Kale ya da Temnos

Kuzeyimizde sarp ve taşlı bir arazi yapısına sahip olması nedeniyle, ismi “arabanın dingilinin kırıldığı yer” anlamına gelen; sarp bir tepenin üzerinde kurulu Aiol yerleşimi Temnos (Görece Kale) bulunuyordu. Aramızdaki birkaç tepenin hemen arkasındaydı Temnos.(3) Sırta doğru tırmandık. Önümüzü kuzeyden alçalarak güneyimizdeki çınarlarla kaplı vadiye doğru inen bir sel yatağı kesti. Zaman zaman andezit, bazen gnays kayaların üzerinden atlayarak ve sel yatağını takip ederek vadiye doğru indik. Orada bizi günün sürprizi bekliyordu.

 
Dağa Kaçtım gezginleri, çınarlarla kaplı vadiye inerken...

 
Vadinin dibindeki dere yatağı göründü.

 
Gezgin, doğanın verdiklerinin farkında...

Vadinin dibine doğru, önce sızıntı şeklinde akan suyun sesi geldi kulağımıza. Çınarlarla kaplı olduğu için yukarılardan fark edilemeyen dere yatağının içine doğru indiğimizde ise, suyun parlattığı taşların arasından süzülerek gelen suyun ve çevresinde hayat bulan tabiatın hoş görüntüleriyle içimiz aydınlandı. Suya doğru eğilmiş zakkum dalları, arkamızda küçük bir büvette çınarların arasından sızan göğün mavisi ile çevremizdeki yeşilliğin sudaki yansımaları, hemen önümüzdeki küçük su birikintisi içindeki eflatun rengi çiçekleriyle ve çevreye yayılan mis gibi kokularıyla yaban naneleri ve sudaki yığınla çınar yaprağı sonbaharın bütün güzellikleriyle birlikte bir renk cümbüşü içindeydiler. Belki her yerde karşılaşabileceğimiz basit ve sıradan bir görüntüydü; ama verici doğa, bu saklı köşesinde yine bize güzelliklerinden bir demet sunmuştu sanki. Bir süre sessizce suyun sesini dinledik; kendi içimize döndüğümüz bir arınma anındaydık sanki.

 
Çınarların gizlediği saklı dünya; sanki bir akvaryumdaydık.

 
Önde yarpuzlar; yaban naneleri...

 
Zakkumlar, hayıtlar arasından süzülerek aşağılara indi su.

 
Gezginler, dere yatağında...

Güneyimizdeki meşelerle kaplı sırta doğru tırmanmak üzere dere yatağından ayrıldık. Sırtın yukarılarındaki düzlüğe doğru vadinin kuzey yamacındaki besi çiftliğinden ya da Telekler köyünden geldiğini düşündüğümüz 20 civarı inekle karşılaştık. Kaygısızca ve durup dinlenerek yeni baş vermiş türlü türlü otların tadına bakmakla meşguldüler. Bu bölgede küçük ve büyük baş hayvancılık en önemli geçim kaynağıydı. Köyün girişindeki hayvan çiftlikleri ve kasap tanıtım levhaları bunun bir göstergesiydi.

 
Arkamızda bıraktığımız çınarlı vadi

 
Yemek için tırmandığımız sırt

 
Dumanlı Dağ coğrafyasının mutlu inekleri

Sırtın batı ucuna doğru küçük bir sulama göleti ve hemen arkamızda, ama biraz uzakta Telekler köyünün evleri görünüyordu. Çevremizdeki meşe ağaçları ve uzaklardan gelen çıngırak sesleri dışında etrafta kimsecik yoktu. Soframızı buraya kurduk. Bir ara çıngırak sesleri bayağı yaklaştı; yediklerimizin kokusunu alan bir kopay havayı kokladı, daha sonra bir koyun sürüsü ve en arkadan üç tane çoban köpeği yanımızdan geçip gittiler. Tabii ki paylarını alarak…

 
Soframızı kurduğumuz sırtta meşeler ve sulama göleti

 
Gezgin, meşeler arasında dinlenirken... 

Amacımız Telekler köyüne girmeden önümüzdeki bir başka sırtı aşıp, bir yay çizerek bizi arabaya ulaştıracak yola erişmekti. Bunun için iki dere yatağını ve iki sırtı aşmamız gerekti. Sürekli güney-doğu yönünde; yola doğru yürüdük. Yürüyüş sırasında karşılaştığımız şekilsiz, konglomerayı andıran bir çamurun donup kalmasına benzettiğimiz lav kütleleri arazinin volkanik yapısı hakkında bir fikir vermekteydi. Güzelim dirençli meşeler ise, bu çıplak tepelerde bizi hiç terk etmedi.

 
Yürüyüş güzergahında volkanik oluşumlar

 
Bir başka volkanik oluşum örneği; arkada Telekler köyü...

 
Yürüyüş sırasında aştığımız diğer vadi; bunun dibi kuruydu.

 
Telekler köyü girişindeki "Telekler'e hoşgeldiniz" levhası

Biraz sonra uzaktan karayolu göründü. İki dere yatağı ve iki sırtı aşarak kolayca yola kavuştuk. Güney yönünde Yoğurtçu Kalesi’ni(4), Uzunburun köyünü, Manisa Büyük Şehir Belediyesi’nin yeni hizmete alınan katı atık depolama tesisini; aynı eksende hafif batıya doğru ise Yamanlar Dağı’nın eteklerine saçılmış Bağcılar, Ayvacık; daha yukarılarda Çaltı, Alaniçi ve en batıda bir tepenin üstündeki Göktepe köyünü yüksek basınç altındaki sisli havada zorda olsa seçebiliyorduk. Tam Emiralem Boğazı’nın üstünde bir yerdeydik. Batıya doğru yürüyerek, kısa sürede arabamızı bıraktığımız meşelerle kaplı düzlüğe ulaştık.

 
Dumanlı Dağ'a son bakış; havada bulutlar...

 
Emiralem'de son mola; bir yol üstü kahvehanesinde akşam üstü...

Günün kapanışını Emiralem’de kızıla boyanmış sarmaşıklar arasında; bir yol üstü kahvehanesinde yaptık. Kimimiz için bir çocukluk hatırası olarak kalmış; çekmeceli tahta masaların üstünde dama oynayarak ve “meşhur Karşıyakalı” Necati’nin(5) rakibi Deli Orhan’dan(6) taş yediğinde haykırdığı ünlemleri hatırlayarak günü tamamladık.

 
Emiralem'de dama dersleri

Artık İzmir’e dönme zamanıydı. Kısa ama keyifli bir yürüyüş gününü doğanın bağrında geçirmiştik. Biraz gecikerek de olsa, yeni sezonu başlatabilmenin keyfiyle arabamızı Karşıyaka’ya doğru sürdük.

Dipnotlar:
(1)   Prof. Dr. Ersin Döğer, İzmir’in Smyrna’sı, Paleolitik Çağ’dan Türk Fethine Kadar; İletişim Yayınları, 1.Baskı-2006; sayfa: 17-18
(2)  Prof. Dr. Hasan Malay; Bir Lydia Yazıtından; Her kim ağaca zarar verirse, karşısında öfkeli bir tanrı bulacaktır. Bkz. http://hasanmalay.com/index.php/anasayfa/3-f/69-lher-kim-aaca-zarar-verirse-karsnda-oefkeli-tanry-bulacaktrr-malay-
(3)  Temnos ya da Görece Kale yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/03/gorece-kale-yuruyusu.html
(4)  Yoğurtçu Kalesi; Uzunburun-Gürle yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/11/uzunburun-gurle-yuruyusu.html
(5)  Dağa Kaçtım gezginlerinden Aybey Çini’nin rahmetli babası Karşıyakalı Necati Çini…
(6)  Alaybey’in eski ve renkli simalarından; sıkı dama oyuncusu…
(7)     Yazıda belirtilenler dışındaki fotoğraflar, yürüyüş sırasında M.Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder