10 Kasım 2017
İbrahim Fidanoğlu
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 79. ölüm yıldönümü… Her ne kadar
unutturulmaya çalışılsa da; Cumhuriyet
Devrimi ve inkılâpları, onun dediği gibi “iç ve dış bedhahlar” tarafından
yok edilmeye uğraşılsa da; bu milletin, ona beslediği minnet ve sevgi duygusu
söküp atılamıyor bir türlü.
Türk milletinin Atatürk'e sevgisi; Beşiktaş-Akaretler önünde Atatürk'ün naaşının top arabasında geçişi sırasında; 19 Kasım 1938...
(Kaynak: internet ortamı)
Böyle bir duygu yoğunluğu içinde, yeni sezonun ilk yürüyüşü için sabahın
erken saatlerinde yine düştük yollara. Menemen
yakınlarında dokuzu beş geçe sanki Türkiye’nin bütün sirenleri çalmaya başladı
birden. Hiç kimseyi yönlendirmeden; sadece bir lidere duyulan emsalsiz sevgiyle
ve içten gelerek; şehirlerarası trafik aniden duruverdi önümüzde. Anadolu
insanının yılda bir kez de olsa sanki bir ritüel kıvamında; kendi kendisiyle
hesaplaşma anı gibiydi o an… Kısa sürdü, ama yine de çok duyguluydu.
Atatürk'ün Türk halkına duyduğu sevginin resmidir. Bozkırda bir yerde; Atatürk köylülerle birlikte...
(Kaynak: internet ortamı)
Yeni sezonun bu ilk yürüyüşünde güzergâhımızı; Menemen-Emirâlem Boğazı’na bakan bir konumdaki Telekler köyünün arkasında yer alan çınarlarla kaplı bir vadide ve
onu sınırlayan Anadolu meşeleriyle kaplı sırtlarda oluşturduk. Uzaktan
bakıldığında pek de bir şeye benzetilemeyecek gibi görünen bu coğrafyada
sonbahar bize sürprizlerini hazırlamıştı bile. Hava koşulları, pastırma yazı
kıvamındaydı. Gün içinde sıcaklık 22 dereceye kadar tırmandı. Hava gün boyu
güneşliydi; ancak öğleden sonra mavi göğün içinde beyaz bulutlar göründü zaman
zaman.
Yürüyüş rotası 5,5 km (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Süleymanlı Göleti yakınlarındaki çınarlarla kaplı vadi
Menemen’den Emirâlem Boğazı’na doğru
saptık. Emiralem Boğazı, ikisi de
birer volkanik kütle olan Yamanlar
(Amanara) Dağı ile Dumanlı (Sardene)
Dağ’ı birbirinden ayırır. Bu boğaz; on binlerce yıl önce son buzul çağı
sonrasında, suların karalara hücum ettiği zamanlarda; suyun İzmir Körfezi’nden Manisa Ovası’na doğru ilerlediği bir geçiş güzergâhıydı.
Sisli bir sabah; Emiralem Regülatörü'nden Gediz'e bakış...
“İzmir Körfezi ve kuzey
parçası olan Menemen Ovası, jeolojik
zaman içinde iki kez oluşmuş gibi görünmektedir. Pliosen’de (5-1,6 milyon yıl)
veya bir sonraki dönem Pleistosen’in
(1,6 milyon yıl-10 bin yıl) başında
oluşan Manisa ve İzmir çöküntü alanlarını, Menemen’in
doğusunda bugünkü boğaz üzerinde yer alan bir eşik ayırmaktaydı. İzmir
çöküntüsüne dolan Akdeniz’in suları Menemen’in
doğusuna, eşik kıyısına kadar sokulmakta ve körfezi en geniş sınırlarına
ulaştırmaktaydı. Son buzul dönemi öncesindeki bu ilk istilada deniz seviyesinin
günümüzdekinden yaklaşık 7 metre daha yüksek olduğu ileri sürülür. Son buzul
döneminde ise deniz seviyesinin 90-100 metre alçalması ile İzmir Körfezi’ni
oluşturan çöküntü alanı yeniden karalaşmış ve çevre yükseltilerden gelen akarsular
bu alanda derin vadiler açarak batıya doğru akmış olmalıydılar. Bu arada
Menemen-Manisa Boğazı üzerindeki eşikte biri doğuya, Manisa çöküntüsüne doğru,
diğeri batıya, körfeze doğru akan ve aynı su çizgisinden beslenen iki akarsudan
batıya akanı zaman içinde aşınma ile diğerini kaparak boğazı oluşturmuş, Manisa
çöküntü havzasını dış drenaja bağlamış olmalıdır. Son buzul döneminin sona
ermesiyle yükselen Akdeniz’in suları eski deltayı yeniden sular altında
bırakmış ve körfez yeniden eski genişliğine kavuşmuştur.”(1)
Emiralem Regülatörü'nden bakış; Gediz'in halleri ya da kimyasallarla zehirlenen Gediz...
Bugün bu boğazda Gediz Irmağı,
doğudan batıya doğru Ege Denizi’ne kavuşmak için akar. Ama nasıl akar? Sabahın
erken saatlerinde Emirâlem Regülatörü
üzerindeki köprüden Süleymanlı köyü
yönüne doğru geçerken gördüğümüz Gediz’in
akışı, insanı korkutacak düzeydeydi. Uşak’tan başlayarak geçtiği tüm yerlerden
aldığı her türlü kimyasal atıkla zehirlenen Gediz,
içine tonlarca deterjan atılmışçasına köpürmüştü. Öyle ki; suyun, yatağın engebelerine
uygun olarak zaman zaman çağıldadığı noktalarda, bu köpükler birer pamuk yığını
gibi göğe doğru yükselmekteydi. Bu manzara, insanlığın 21.yy.daki utanç
hallerinden biriydi. Ne yazık ki çaresizliğimize yanarak, Emiralem Regülatörü üzerindeki; eski dekovil hattının da bulunduğu;
ancak bir arabanın geçeceği genişlikteki köprüden sadece bu durumu
fotoğraflayarak Süleymanlı köyüne
doğru yolumuza devam ettik.
Emiralem Regülatörü, Menemen Ovası'nı zehirleyen Gediz; en arkada boynuz şeklindeki tepe, Görece Kale ya da Temnos...
Süleymanlı köyünün merkezindeki kahvehane ağzına kadar dopdoluydu. İçerisi ise
sigara dumanından görünmez haldeydi. Biz, kahvehanenin hemen yanından sırta
doğru ilerleyen yola saptık ve Süleymanlı
Göleti’nin üst düzleminden Telekler
yönüne doğru devam ettik. Yükseldikçe çevremizdeki topografya belirginleşti;
kuzeyden Emiralem Boğazı’nı çeviren Dumanlı Dağ’ın yamaçlarında daha önceki
yıllarda uğradığımız Görece Kale ya
da Temnos’u(2); biraz daha aşağılardaki Görece köyünü ve dağın güneye bakan yamaçlarına serpilmiş birkaç
güneş enerjisi tesisinin kolektörlerini görebiliyorduk. Daha önceleri Dumanlı Dağ çevresinde birkaç yürüyüş
yapmıştık; ancak o dönemde bu güneş kolektörlerinin hiç biri yoktu henüz.
Bir-iki yıl içinde Foça’dan Dumanlı Dağ’a dek; güneş ışığını
doğrudan alan dağların güney yamaçlarında güneş kolektörleri yaygınlık
kazanmıştı. Uzaktan simsiyah bir tarlayı andıran görüntüleriyle dikkat çeken
kolektörlerin bu şekilde bir anda patlayışının bir anlamı var mıydı? İşin o
tarafı uzmanlık gerektiren bir konu; ancak rüzgâr enerji santrallerinden de
bildiğimiz bir şey var ki; biz iyi bir şeyi pekâlâ kötüye çevirebiliriz ve
çevreci diye bildiğimiz bir enerji kaynağını da doğaya zarar veren bir
hadsizlik noktasına taşıyabiliriz. Bu kötü deneyimlerimiz, bugün Telekler yolunda bize bunları
düşündürttü. Belki de yanılıyoruzdur; kim bilir?
Telekler yakınlarında güneş kolektörleri
Arabayı Telekler yolundaki
Anadolu meşeleriyle kaplı bir düzlüğe bırakarak Süleymanlı Göleti’nin bendinin arkasında biriken suyun Süleymanlı Deresi'nin yatağıyla buluştuğu noktaya doğru inmeye başladık. Karşı yamaçta büyük bir besi
çiftliği vardı. Köpekler, aradaki vadiye rağmen hemen bizi fark ederek
hareketlendiler. Zaten bizim amacımız da onlara doğru değil; ters yöndeki dere
yatağının bulunduğu vadinin yamaçlarına doğru tırmanmaktı.
Traktör ve meşe; Süleyman Göleti yakınları...
Süleymanlı Göleti
Sıcak giden havalarla birlikte çiriş otları uyanmıştı bile...
Arabayı bıraktığımız yol düzleminden vadi tabanına indiğimizde usul usul
akan bir dereyle karşılaştık. Suyun en düşük düzeyinde olduğu bu aylarda
geldiğimizden, akış son derece zayıftı; ama yine de tabiattaki canlılığı
besleyecek denli bir potansiyel, her zaman vardı vadide. Vadinin kuzey yakasına
doğru tırmanarak köpeklerden uzaklaştık. Vadi sırtlarında volkanik dokuyla
uyumlu meşe ağaçlarıyla kaplı bir bitki örtüsü vardı. Vadi tabanında ise
sararmış yapraklarıyla çınarlar, üzerinde kızarmış yaprak ve meyveleriyle
melengeçler, dallarında meyveleriyle alıçlar, tamamen tohumdan ibaret hayıtlar ve suyun içindeki yaban naneleri
(yarpuz ya da narpuz) ilk dikkatimizi çekenlerdi.
Üzerindeki sarı sarı meyveleriyle bir alıç çalısı
Dumanlı Dağ coğrafyasında yürüdüğümüz vadi
Ama o doğanın bütün yıpratıcılığına karşın, volkanik bir zeminin
üzerinde hayat bularak serpilip gelişmiş türlü büyüklükteki meşeler bambaşkaydı
doğrusu. Yerler, iyice olgunlaşıp kadehlerinden dökülerek etrafa saçılmış meşe
palamutlarıyla (pelit) kaplıydı. Meşe palamudu, bir zamanlar etkin
maddesi tanenin deri tabaklamada yaygın
olarak kullanılması nedeniyle son derece önemli bir endüstriyel hammadde idi.
Özellikle çevresinde yer alan ve on binlerce yıl önce faaliyetini tamamlamış
çok sayıdaki volkan konisiyle (divlit)
dikkat çeken Demirci, Kula ve Salihli coğrafyasında; meşe ağaçlarının
yoğunluğu nedeniyle bu yörelerde palamut meşesinden tanen elde eden çok sayıda işletme vardı. Ama artık o zamanlar çok
gerilerde kaldı. Zamanında harıl harıl meşe
palamudu işleyen bu tesislerin çoğu, giderek endüstride kimyasal maddelerin
meşe palamudunun yerini almasıyla birlikte birer birer kapandılar. Şimdilerde
hatırladığımız kadarıyla Salihli’yi
geçince; Demirci sapağındaki köşede
hala bir meşe palamudu işleyen tesis faaliyetini sürdürmekte.
Ah şu meşeler; Anadolu meşeleri...
Antik çağlardan beri meşe, Lidya coğrafyasının o kadar önemli bir
ağacıydı ki; mitolojide bile İkiz Meşeler
Zeus’u diye adlandırılan Tanrı Zeus’un
bu yöreye özgü bir varyantı bile bulunmaktaydı. Öyle ki, meşe ağaçlarından
birine zarar vermek, bu ağaçların koruyucusu İkiz Meşeler Zeus’una karşı işlenmiş büyük bir suçtu.
Telekler yakınlarında bir meşe ağacı
“Lydia’nın Katakekaumene adı
verilen volkanik bölgesinde meşe ağacının kutsallığına inanılmaktaydı. Hatta Kula’nın Börtlüce köyü yakınındaki Toma
Dağı’nda “İkiz Meşeler Zeus’u”nun bir tapınağı vardı. Bu yörede bulunan
bir yazıt sayesinde, kutsal ağaçlardan kesilmiş odun ya da keresteyi satın alan
birinin Zeus’la başının nasıl belaya girdiğini öğreniyoruz:
“İkiz Meşeler’deki Zeus ve onun gücü yücedir! Menophilos, kutsal odun satın
aldığı için tanrı tarafından cezalandırıldı. Hayli acı çektikten sonra tanrı
onun oğlu Menophilos’a babasının işlediği günahın bedelini ödemesini emretti.
Şimdi de (baba Menophilos) bütün insanlara ‘Tanrı’yı küçümsemek doğru
değildir!’ diye seslendi ve bir kanıt olarak bu taşı dikti. 276 (İ.S. 191)
yılı, Daisios ayının 30. Günü”.
Önde meşe ağaçları; arkada Telekler köyü
Bu yazıttan yalnızca 3 yıl sonraya
ait olan ve yine Börtlüce köyü
civarında bulunmuş olan bir başka yazıt, ağaç kestiği için Zeus tarafından cezalandırılan birinin itirafını içermektedir:
“İkiz Meşeler Zeus’u yücedir! Euangelos oğlu Stratonikos Zeus Didymeites’in
meşe ağacını bilmeden kesti. Ve tanrı ona gücünü gösterdi. Çünkü o tanrıya
inanmıyordu. Tanrı onu ölümcül bir hale soktu. Ama sonra (tanrı tarafından) bu
tehlikeden kurtarılınca teşekkür etmek için bu taşı dikti. Şimdi ben
duyuruyorum ki hiçbir kimse tanrıyı küçümsemesin ve meşe ağacı kesmesin! 279
(İ.S. 194) yılı, Panemos ayının 18. Günü”
(Kaynak: http:http://hasanmalay.com )
“Her kim ağaca zarar verirse, karşısında öfkeli bir tanrı bulacaktır!”(2)
Bu coğrafyada yaşayan biz insanlar için, bu toprakları yurt bellemiş
bizden önce yaşayanların mirasına ne kadar sahip çıkıyoruz; meşelere bakıp
bakıp bir daha düşünme zamanıdır şimdi.
Dumanlı Dağ topografyası; arkada Görece Kale ya da Temnos
Kuzeyimizde sarp ve taşlı bir arazi yapısına sahip olması nedeniyle,
ismi “arabanın dingilinin kırıldığı yer”
anlamına gelen; sarp bir tepenin üzerinde kurulu Aiol yerleşimi Temnos
(Görece Kale) bulunuyordu. Aramızdaki birkaç tepenin hemen arkasındaydı Temnos.(3) Sırta doğru tırmandık. Önümüzü kuzeyden alçalarak
güneyimizdeki çınarlarla kaplı vadiye doğru inen bir sel yatağı kesti. Zaman
zaman andezit, bazen gnays kayaların üzerinden atlayarak ve
sel yatağını takip ederek vadiye doğru indik. Orada bizi günün sürprizi bekliyordu.
Dağa Kaçtım gezginleri, çınarlarla kaplı vadiye inerken...
Vadinin dibindeki dere yatağı göründü.
Gezgin, doğanın verdiklerinin farkında...
Vadinin dibine doğru, önce sızıntı şeklinde akan suyun sesi geldi
kulağımıza. Çınarlarla kaplı olduğu için yukarılardan fark edilemeyen dere
yatağının içine doğru indiğimizde ise, suyun parlattığı taşların arasından
süzülerek gelen suyun ve çevresinde hayat bulan tabiatın hoş görüntüleriyle
içimiz aydınlandı. Suya doğru eğilmiş zakkum dalları, arkamızda küçük bir
büvette çınarların arasından sızan göğün mavisi ile çevremizdeki yeşilliğin
sudaki yansımaları, hemen önümüzdeki küçük su birikintisi içindeki eflatun
rengi çiçekleriyle ve çevreye yayılan mis gibi kokularıyla yaban naneleri ve
sudaki yığınla çınar yaprağı sonbaharın bütün güzellikleriyle birlikte bir renk
cümbüşü içindeydiler. Belki her yerde karşılaşabileceğimiz basit ve sıradan bir
görüntüydü; ama verici doğa, bu saklı köşesinde yine bize güzelliklerinden bir
demet sunmuştu sanki. Bir süre sessizce suyun sesini dinledik; kendi içimize
döndüğümüz bir arınma anındaydık sanki.
Çınarların gizlediği saklı dünya; sanki bir akvaryumdaydık.
Önde yarpuzlar; yaban naneleri...
Zakkumlar, hayıtlar arasından süzülerek aşağılara indi su.
Gezginler, dere yatağında...
Güneyimizdeki meşelerle kaplı sırta doğru tırmanmak üzere dere
yatağından ayrıldık. Sırtın yukarılarındaki düzlüğe doğru vadinin kuzey
yamacındaki besi çiftliğinden ya da Telekler
köyünden geldiğini düşündüğümüz 20 civarı inekle karşılaştık. Kaygısızca ve
durup dinlenerek yeni baş vermiş türlü türlü otların tadına bakmakla
meşguldüler. Bu bölgede küçük ve büyük baş hayvancılık en önemli geçim
kaynağıydı. Köyün girişindeki hayvan çiftlikleri ve kasap tanıtım levhaları
bunun bir göstergesiydi.
Arkamızda bıraktığımız çınarlı vadi
Yemek için tırmandığımız sırt
Dumanlı Dağ coğrafyasının mutlu inekleri
Sırtın batı ucuna doğru küçük bir sulama göleti ve hemen arkamızda, ama
biraz uzakta Telekler köyünün evleri görünüyordu.
Çevremizdeki meşe ağaçları ve uzaklardan gelen çıngırak sesleri dışında etrafta
kimsecik yoktu. Soframızı buraya kurduk. Bir ara çıngırak sesleri bayağı
yaklaştı; yediklerimizin kokusunu alan bir kopay
havayı kokladı, daha sonra bir koyun sürüsü ve en arkadan üç tane çoban
köpeği yanımızdan geçip gittiler. Tabii ki paylarını alarak…
Soframızı kurduğumuz sırtta meşeler ve sulama göleti
Gezgin, meşeler arasında dinlenirken...
Amacımız Telekler köyüne
girmeden önümüzdeki bir başka sırtı aşıp, bir yay çizerek bizi arabaya
ulaştıracak yola erişmekti. Bunun için iki dere yatağını ve iki sırtı aşmamız
gerekti. Sürekli güney-doğu yönünde; yola doğru yürüdük. Yürüyüş sırasında
karşılaştığımız şekilsiz, konglomerayı andıran bir çamurun donup kalmasına
benzettiğimiz lav kütleleri arazinin volkanik yapısı hakkında bir fikir
vermekteydi. Güzelim dirençli meşeler ise, bu çıplak tepelerde bizi hiç terk
etmedi.
Yürüyüş güzergahında volkanik oluşumlar
Bir başka volkanik oluşum örneği; arkada Telekler köyü...
Yürüyüş sırasında aştığımız diğer vadi; bunun dibi kuruydu.
Telekler köyü girişindeki "Telekler'e hoşgeldiniz" levhası
Biraz sonra uzaktan karayolu göründü. İki dere yatağı ve iki sırtı
aşarak kolayca yola kavuştuk. Güney yönünde Yoğurtçu
Kalesi’ni(4), Uzunburun köyünü, Manisa Büyük Şehir Belediyesi’nin
yeni hizmete alınan katı atık depolama tesisini; aynı eksende hafif batıya
doğru ise Yamanlar Dağı’nın
eteklerine saçılmış Bağcılar, Ayvacık;
daha yukarılarda Çaltı, Alaniçi ve en
batıda bir tepenin üstündeki Göktepe
köyünü yüksek basınç altındaki sisli havada zorda olsa seçebiliyorduk. Tam Emiralem Boğazı’nın üstünde bir
yerdeydik. Batıya doğru yürüyerek, kısa sürede arabamızı bıraktığımız meşelerle
kaplı düzlüğe ulaştık.
Dumanlı Dağ'a son bakış; havada bulutlar...
Emiralem'de son mola; bir yol üstü kahvehanesinde akşam üstü...
Günün kapanışını Emiralem’de
kızıla boyanmış sarmaşıklar arasında; bir yol üstü kahvehanesinde yaptık.
Kimimiz için bir çocukluk hatırası olarak kalmış; çekmeceli tahta masaların
üstünde dama oynayarak ve “meşhur Karşıyakalı” Necati’nin(5) rakibi Deli Orhan’dan(6) taş yediğinde haykırdığı ünlemleri hatırlayarak günü
tamamladık.
Emiralem'de dama dersleri
Artık İzmir’e dönme zamanıydı. Kısa ama keyifli bir yürüyüş gününü
doğanın bağrında geçirmiştik. Biraz gecikerek de olsa, yeni sezonu
başlatabilmenin keyfiyle arabamızı Karşıyaka’ya doğru sürdük.
Dipnotlar:
(1) Prof. Dr. Ersin Döğer, İzmir’in
Smyrna’sı, Paleolitik Çağ’dan Türk Fethine Kadar; İletişim
Yayınları, 1.Baskı-2006; sayfa: 17-18
(2) Prof. Dr. Hasan Malay; “Bir Lydia
Yazıtından; Her kim ağaca zarar verirse, karşısında öfkeli bir tanrı
bulacaktır.” Bkz. http://hasanmalay.com/index.php/anasayfa/3-f/69-lher-kim-aaca-zarar-verirse-karsnda-oefkeli-tanry-bulacaktrr-malay-
(3) Temnos ya da Görece
Kale yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/03/gorece-kale-yuruyusu.html
(4) Yoğurtçu
Kalesi; Uzunburun-Gürle yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/11/uzunburun-gurle-yuruyusu.html
(5) Dağa Kaçtım gezginlerinden Aybey Çini’nin rahmetli
babası Karşıyakalı Necati Çini…
(6) Alaybey’in eski ve renkli simalarından; sıkı dama oyuncusu…
(7) Yazıda belirtilenler dışındaki fotoğraflar, yürüyüş
sırasında M.Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder