31 Ağustos 2017 Perşembe

KARAMANLI COĞRAFYASINDA…(8)



MANAZAN MAĞARALARI VE TAŞKALE TAHIL AMBARLARI

1 Mayıs 2017
İbrahim Fidanoğlu
Manazan Mağaraları

Karaman’ın doğusunda; İbrala (Yeşildere) Vadisi’ne paralel bir şekilde ilerleyen karayolunun kıyısında bir duvar gibi yükselen killi kireç taşından kayalıkların üzerinde bir sürü mağara ağzı karşılar sizi. Erken Bizans Dönemi’ne tarihlenen ve Kapadokya’daki yer altı şehirlerini andıran görünümdeki bu yerleşime dair ilk izlenim şaşırtıcıdır elbette. Mağaraların içindeki sıcaklık ve nemin belli bir düzeyde korunması, insanların buraları yaşam mekânı olarak seçmesine neden olmuş olmalı. Bir diğer neden ise Erken Hıristiyanlık dönemindeki güvenlik endişesi gibi görünüyor. Aynı refleksle Kapadokya’daki Hıristiyanların da yer altı şehirlerinde yaşamlarını sürdürdükleri bilinen bir gerçek. 6-7. yüzyıllara dek uzanan bir tarihi geçmişe sahip mağara şehir, birbirlerine bacalar ve dar koridorlarla bağlanan 5 katlı bir yapıda oluşturulmuş. Her katın ortasında büyük galeriler ve bu galerilere açılan küçük odacıklar yer alıyor. Genellikle ilk iki katta şapel ve kaya mezarlarına rastlanmış. Mağaraların iç ikliminin bozunmayı önleyici nem ve sıcaklık özellikleri nedeniyle, kaya mezarlarından birinde; üzerinde elbisesiyle bulunan son derece iyi korunmuş bir kız cesedi, bugün Karaman Müzesi’nde sergileniyor.(1)

 
Manazan Mağaraları'na tırmanırken; önde ören yerinin her şeyi Mustafa Bey...

 
Manazan florasından örnekler; bir tür ada çayı

 
Yaşam mekanı olarak kullanılırken mağaralarının ön cepheleri kapalıydı; zaman içinde tahrip oldu.

 
Manazan Mağaraları ve ahşap yol

 
Ebruli gezginleri, Manazan mağraları yolunda; aşağıda İbrala Vadisi...

Manazan Mağaraları’nın fahri ören yeri bekçisi Mustafa Bey, bizi karanlık ve dar bacalardan geçirerek yukarıdaki galerilere çıkardı. Ören yerinin ilk girişine ahşaptan güzel bir yol yapılmış. Bu yolun bitiminde mağaraların bulunduğu düzleme ulaşan düzgün bir merdiven yer alıyor. Bundan sonrası biraz maceralı; karanlıkta ve daracık koridorlarda fener ışığında ilerlemek pek de kolay olmuyor. En güzeli; buraya gelirken, başa takılan mağaracı lambalarından edinmek… Üst katlara çıkmak için kat bağlantılarını sağlayan bacaların içine demir merdivenler yapılmış. Bunlara tırmanırken en üst noktada başı duvara çarpmamak ayrı bir beceri gerektiriyor. Bütün bu aşamaları geçtikten sonra, o katın geniş sahanlığına ve ona açılan odacıklara ulaşılabiliyor. Bunlardan bazıları mezar, bazıları da şapel görünümünde…

 
Manazan Mağaraları'nın önündeki yürüyüş platformu ve mağaraların konumu...

 
Manazan mağaralarından biri; iz bırakmayı ne de severiz ya(!)

 
Üst katlara çıkan koridorlardan biri; kayaya oyulmuş merdivenler...

 
Manazan'da bir odanın ön cephesinden İbrala Vadisi'ne bakarken...

 
Bir mağara odasının içi
 
İbrala Vadisi'nin Manazan'dan görünümü

 
Manazan florasından örnekler; mor renkte bir gelincik türü

 
Manazan'ın her şeyi; Mustafa Bey

Manazan Mağaraları’nın çevresindeki jeolojik ortam, daha önceki Taşkent-Balcılar yakınlarındaki Ağıl Ardıcı çevresinde rastladığımız gibi çok sayıda deniz kabuklusunun fosilini de barındırıyor. Bu da yine milyonlarca yıl önceki jeolojik dönemlerde kaybolmuş Tetis Denizi’ni akla getiriyor. Gerek killi kireç taşından kayalara oyulmuş mağaralar, gerekse buralardaki Hıristiyanlık tarihi ile ilgili geçmiş ve bölgenin jeolojik özellikleri açısından Manazan’ın en kısa zamanda adam akıllı bir korumaya alınmasına ihtiyacı var. Hem bölgede turizmle yaratılacak katma değer, hem de ülkenin sahip olduğu tarihi ve doğal kültür varlıklarının talan edilmemesi açısından…

 
Manazan Mağaraları; ikinci kattan bakış...

 
Bir mağara içinde rastladığımız Helen alfabesi ile yazılmış grafitiler

 
Manazan mağaraları; ön cephe...

 
Bir kısmı yıkılmış bir tavan detayı; üst kata uzanan baca ayrıntısına dikkat...

 
Bir başka mağaradan görünüm; bir şapel belki de...

 
Manazan şapellerinden birinin girişi

 
İbrala Vadisi ve karayolu

 
Manazan'dan İbrala'ya bakış...

 
Manazan fosilleri

 
Manazan jeolojisi

 
Manazan'dan Taşkale'ye giderken bu boğazdan geçtik.

Taşkale Tahıl Ambarları

Taşkale, Manazan gibi İbrala Deresi’nin aktığı dar vadinin hemen kıyısındaki bir başka kayalığın dibinde kurulmuş, oldukça eski bir yerleşimdir. Burası da; Manazan’dan hemen sonra, aynı jeolojik özelliklere sahip bir topografyada yer alır. Killi kireç taşından oluşan ve onların üzerinde volkanik tüf tabakalarıyla kaplı kayalıklara kat kat oyulmuş mağaralarda Erken Bizans Dönemi’ne dek uzanan yaşam izleri, daha sonraki zamanlarda buraların özellikle tahıl ambarları olarak kullanıldığını gösteriyor. Kayalara oyulmuş nişlere basılarak tırmanılan yukarılardaki mağaralara konulan ürünlerin, buralarda yıllarca bozunmadan kaldığı söyleniliyor. Bunu da sağlayan yegâne faktör, killi kireç taşından oluşan mağaraların bu bileşiminin sıcaklık ve nem açısından sağladığı benzersiz koşullar… İnsan eliyle oyulmuş yaklaşık 250 civarı ambar-mağaradan söz ediliyor. Ambarlar, tek ya da iki odalı şekilde oluşturulmuş. Ambarlarda saklanan ürünün taşınması ise zincirli makara sistemleriyle gerçekleştiriliyormuş.

 
Taşkale tahıl ambarları

 
Mağaralarda saklanan ürünü taşımak için kullanılan makara sistemleri

 
Taşkale  tahıl ambarlarının her bir odacığında kapılar var. Birinde ise Atatürk'ün soy bilgileri...

 
İbrala Vadisi'nin kıyısında yer alan Taşkale Kasabası

Bugün mağaraların önünden geçilerek ulaşılan kasabanın evleri ve sokakları ise, vadinin daha aşağılarındaki yamaçlara saçılmış durumda. Erken Hıristiyanlık Dönemi’nden beri kullanılan Taşkale tahıl ambarlarının içinde bir de cami yer alıyor. Caminin Bizans Dönemi’nde bir şapel olarak ana kayaya oyulduğu, daha sonradan camiye dönüştürüldüğüne dair bilgiler mevcut. Ancak bu dönüşümün ne zaman gerçekleştiğine dair bir kayda rastlanmamış.

 
Ana kayaya oyulmuş eski bir çeşme



 
Taşkale tahıl ambarları; bir başka açıdan...

 
Taşkale mağaraları içinde yer alan caminin merdivenleri 

 
Camiye çıkan ahşap merdivenler

 
Taşkale Camisi'nin içinden; kadınlar mahfili

 
Caminin mihrabı

 
Caminin minberi 

Taşkale’nin eski ismi ise KızıllarKızıllar ismi konar-göçer Türkmen aşiretleriyle ilişkilendiriliyor. Yapılan araştırmalarda; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün anne ve babasının köklerinin de bu coğrafyaya dayandığı; annesi Zübeyde Hanım’ın Konyarlar, babası Ali Rıza Bey’in ise Kocacık Yörüklerinden olduğu belirtiliyor.(2) Biz de Taşkale’nin tahıl ambarlarını ziyaret ettiğimizde; bu mağaralardan birinin ağzına yerleştirilmiş bir Atatürk resmi ve altında yer alan şu ifadelerle karşılaştık:


 
Taşkale'de Atatürk'ün soy kökeni hakkında bilgilerin yer aldığı resimli pano


“Atatürk’ün ata dedesi Kızıl Hafız Ahmet Efendi, Miladi 1466’da padişah fermanı ile Taşkale-Kızıllar’dan Rumeli (Ohri’nin Çupa köyüne) Evlad-ı Fatihan olarak buradan göçtü.”

 
Taşkale sokaklarında...

 
Taşkale tahıl ambarları

Bu göçün Karamanoğulları’nın Osmanoğulları ile Anadolu’da giriştikleri güç mücadelesinde yenilerek tarih sahnesinden çekilmeleri ve Osmanlılar’ın Anadolu’nun ortasındaki bu çıbanbaşını yok ettikten sonra yöre halkını dağıtarak, Rumeli’ne sürgüne göndermelerinden kaynaklandığını bir önceki yazımızda anlatmıştık. Asıl ilginç olan ise; sürülenlerin torunlarının Osmanlı Devleti’nin çöküşünde topluma kurtuluş umudu oluşları ve Anadolu’daki işgalcilere karşı bağımsızlık mücadelesinde önderlik rolüne soyunuşlarıdır. Ne mutlu bize; ne mutlu kurtuluş ve kuruluş vizyonunu işaret eden o büyük insanlara…

 
Ereğli'de Rüstem Paşa Kervansarayı ve Ulu Cami
(Kaynak: Ereğli Belediyesi Web Sitesi)

 
Ereğli Tren İstasyonu

Ulukışla yolundan Adana’ya inerken

Dönüş yolumuzun üzerinde Adana’ya doğru Niğde’nin Ulukışla kasabası vardı. Oraya ulaşmadan önce; Ereğli’nin içinde bir dostumuzun özenle hazırlanmış etli pide daveti nedeniyle bir süre eğlendik. Eski istasyon binası, Kanuni’nin sadrazamlarından Rüstem Paşa’nın yaptırttığı Rüstem Paşa Kervansarayı ve Ulu Cami o kısa arada dikkatimizi çeken yapılardandı. Ancak kentin merkezinde yer alan cami ve kervansaray civarı, restorasyon çalışmaları nedeniyle oldukça karışıktı; bu nedenle gezemedik ve pide ziyafeti sonrası karlı zirveleriyle gösterişli Bolkarlar’ın eteklerini yalayarak doğuya; Ulukışla’ya doğru hareket ettik.

 
Ulukışla'da Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı

Başı karlı Bolkarlar; dağcıların mabedi Medetsiz Tepesi ile taçlandırılmış Orta Toroslar’ın bu önemli sıradağlar kütlesi, Gülek (Kilikya) Boğazı’ndan güneye doğru inerken bize de eşlik etti; Issus Seferi’ne doğru ilerleyen Büyük İskender gibi. Ama öncesinde adını Öküz Mehmet Paşa’nın 16.yy.da yaptırttığı kervansaraydan alan Ulukışla vardı; on yıllar önce buralardan geçen bir şaire (Faruk Nafiz Çamlıbel) ilham kaynağı olmuş bu hanı görmeden edemezdik; restorasyondan yeni çıkmış kervansaray, henüz tam olarak ziyarete açılmamış olsa bile...

 
Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı; iç avlu

Aklımızda o mısralar, tozlu yollarında yürürken Ulukışla’nın; kapısından usulca içeri girdik Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nın; şimdi karşımızda işte o “Han Duvarları”;

Han Duvarları

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler…

Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
….

Faruk Nafiz Çamlıbel

Öküz Mehmet Paşa Külliyesi'nden; Kışla Camisi

Öküz Mehmet Paşa, Osmanlı padişahı I.Ahmet’in kızı Gevher Hatun ile evlenerek saraya damat olmuş, babasının öküz nalbantlığı mesleğinden ötürü olsa gerek “öküz” lakabıyla anılmış; Mısır Valiliği görevinde bulunmuş, 16-17. yüzyıllarda Osmanlı’yı sarsan Celali isyanlarının bastırılmasında Kuyucu Murat Paşa’ya destek olmuş ve 17.yy.da iki kez sadrazamlık yapmış; döneminin önemli devlet adamlarından biri olarak dikkat çekiyor. Aile kökeninin Ulukışla olması ihtimalinden yola çıkılarak mevcut kervansarayın Ulukışla’ya yapılmış olabileceğini belirtiyor kaynaklar.(3) Ama Anadolu topraklarında bir tane daha var Öküz Mehmet Paşa kervansaraylarından; o da Ege Denizi kıyısında, Kuşadası’nda.

 
Arasta

 
Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı 

Öküz Mehmet Paşa’nın 1615 yılında çıktığı İran Seferi sırasında Ulukışla’da konaklamak için kışlak olmadığını görünce, sefer sonrasında bu külliyeyi yaptırttığı söyleniyor. Külliye kuzeyden güneye; tren yolu hattına doğru tatlı bir eğimle alçalan bir topografyada yükseliyor. Külliye, güneydoğu ucunda Kışla Camisi, onun hemen yanında hamam; kompleksin güneyinde; doğu-batı eksenli ve üstü kapalı bir sokak görünümündeki arasta, onun kuzeyinde han ve avlusu; doğu ve batısında revaklar, kuzeyinde ise hücre ve eyvanlardan oluşan konaklama mekânlarına sahip bir yapı görünümünde… Yakın zamanda restorasyonu tamamlanan arastanın dükkânlarına yerel esnaf daha yeni yeni yerleşmeye durmuş gibi…

 
Şadırvan

Arasta’nın güneyinden geçen caddenin hemen altında ise, Ulukışla’nın tarihi istasyon binası yer alıyor. Şimdi sarı badanalı bu tarihi yapı, 1.Dünya Savaşı sonrasında Fransızlar tarafından işgale uğrayan Adana’dan bölgeye gelen bir heyetin Kuvayı Milliye’nin yerel temsilcileri tarafından bir güç gösterisi sonrasında; Ulukışla istasyonundan geri çevrilerek yeniden Adana’ya gönderildiğine dair anlatılarla hatırlanıyor.

 
Ulukışla İstasyonu

Pozantı; Şeker Pınarı’nda

Gülek Boğazı’ndan aşağılara doğru inerken önümüzü Şeker Pınarı kesti. Köpüre köpüre Seyhan Barajı’na doğru akan Çakıt Suyu’nun üstündeki tek kemerli Akköprü ya da diğer ismiyle Şeker Pınarı Köprüsü defalarca geçirmiş olduğu restorasyonlar sonucu aslına ne kadar benziyordu bilinmez, ama yine de yol kıyısındaki suya doğru teraslar halinde alçalan çay bahçelerinden bakıldığında, görünümü hiç de fena değildi. Yol kıyısındaki tesislerin hemen yanından kaynayan suya lezzeti itibariyle Şeker Pınarı ismi verilmiş olmalı. Bir firmanın dolum tesislerinin de bulunduğu kaynağın yakınlarındaki yol üstü konaklama tesisleri her zamanki gibi kalabalıktı. Fazla durmadan Adana’ya doğru inmeye devam ettik.

 
Akköprü ya da Şeker Pınarı Köprüsü

 
Toroslar'ın kucağında Şeker Pınarı

 
Toroslar, boğaz, otoyol ve Şeker Pınarı konaklama tesisleri

Adana’da son armağan; Ulu Cami

Adana’ya akşamüstü girdik; ona rağmen hava sıcaklığı 30 derece civarındaydı. Adana, baharı pas geçip yaza atlamıştı sanki. Adana sokaklarında fıstıklı lokumdu, pestildi, kebaptı derken; bir telaş içinde oradan oraya koşturdu İzmirliler… Akşama kalkacak uçağa yetişme telaşında; günün son armağanı, bazıları için bulunmaz bir fırsattı. O da mimarisinde Memluk izlerini saklayan; Ramazanoğulları’ndan kalma Ulu Cami oldu.

 
Adana Ulu Cami minaresi

 
Caminin içinden avluya bakış


Adana Ulu Cami, Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol saldırıları sonrasındaki çöküş sürecinde; bölgede ortaya çıkan ve çoğunlukla Mısır’da hüküm süren ve çoğunlukla Memluklular’ın nüfuzu altında hareket eden Ramazanoğulları döneminden kalma bir cami olarak biliniyor. Cami inşaatına 1508 yılında Ramazanoğlu Halil Bey zamanında başlanılmış; ancak onun ömrü camiyi tamamlamaya yetmemiş. Cami, Ramazanoğlu Piri Mehmet Paşa tarafından 1541 yılında bitirilmiş. Cami ile birlikte çevresinde yer alan Halil Bey Mescidi, medrese, selamlık, Çarşı Hamamı, Gön Hanı, imaret ve arasta bir külliyeyi oluşturmuşlar. Bu yapılardan imaret, Çarşı Hamamı’nın kadınlar kısmı ile Gön Hanı (kapısı dışında) bugüne ulaşamamış; selamlık olarak bilinen yapının ise bir kısmı harap bir şekilde günümüze erişebilmiş. Ulu Cami ile içinde bulunan caminin banisi Ramazanoğlu Halil Bey’in gömülü olduğu türbe, medrese ve diğer yapılar orijinal özelliklerini günümüze dek koruyabilmişler.

 
 Caminin hariminin sivri kemerli ve mukarnas süslemeli üç giriş kapısı

 
Ulu Cami; mihrap

  
Ulu Cami; minber

Cami ve mimarisi ile ilgili olarak İslam Ansiklopedisi’nde şu bilgiler yer alıyor:

“Taş, tuğla ve yer yer her ikisinin birlikte kullanıldığı Ulu Cami; asıl cami, türbe ve caminin batısındaki dikdörtgen planlı eski bölüm olmak üzere üç kısımdan meydana gelmektedir. Asıl caminin sade başlıklı bir sıra sütunla kıbleye paralel iki nefe bölünmüş harimine kuzeydeki avludan açılan sivri kemerli üç kapıyla girilmektedir. Siyah-beyaz taşlarla alternatif örülen kemerler birer sıra mukarnas, geometrik süsleme friziyle süslenmiştir. Mihrap önü yüksek bir kasnak üzerine oturan kurşun kaplı soğanvari bir kubbeyle, diğer yerler çapraz tonozlarla örtülmüştür. Harimin batısında Ramazanoğulları beylerinin namaz kılmasına mahsus olduğu tahmin edilen; caminin bünyesine dâhil bir bölümle doğusunda içinde üç sanduka bulunan, mihrabın önündeki kubbenin tam bir benzeriyle örtülü türbe yer almaktadır. Sandukalar ve bu üç mekân duvarları 1,30 m. seviyesine kadar XVI-XVII. yüzyıl çinileriyle kaplanmıştır. Mihrap, çinilerden başka minberle birlikte Zengî ve Memluk geleneğini yansıtan renkli taş kakmalarla ayrıca tezyin edilmiştir.


 
Ulu Cami; revaklar

 
Ulu Cami; kubbe

 
Ulu Cami; son cemaat yeri


Avlunun batı tarafında sade başlıklı sütunların taşıdığı, oluklu kiremit kaplı kubbelerle örtülü bir sıra, kuzey tarafında ise iki sıra halinde revaklar bulunmaktadır. Halil Bey tarafından konulan H.914 (M.1509) tarihli kitabenin yer aldığı doğu taç kapısının siyah-beyaz taş işçiliği ve dikine gelişmiş şekliyle Memluk üslûbunu yansıtır. Onun yanında, üzeri dilimli sağır kemerler ve düğümlü düz kuşaklarla süslenmiş sekizgen gövdeli, şerefesinin üstü sakıflı(4) minare vardır. Avlunun batısında vakfiyesinde dârülkurrâ(5) olarak zikredilen, beş kapalı mekânla bir dehlizden meydana gelen üçüncü bir kısım daha bulunmaktadır. Bu kısımla batı kapısı H.948 (M.1541) yılında Ramazanoğlu Pirî Mehmet Paşa tarafından yaptırılmışsa da; onun hemen gerisindeki kasnağında bir ejder motifi görülen, içten ve dıştan mukarnaslı konik çatının daha önceki bir yapıdan kaldığı sanılmaktadır. Asıl caminin aksine tuğlanın daha çok kullanıldığı bu kısmın kuzey cephesindeki dilimli ikiz kemer, Suriye ve Mısır tesirinin etkili olduğu bir döneme işaret etmekte, mukarnaslı sivri çatı ise Bağdat’ta Sitti Zübeyde Türbesi’ni andırmaktadır. Adana Ulu Cami, plan itibariyle Artuklu geleneğini devam ettirmesinin yanında; renkli taş süslemeleri ve yüksek kasnaklı sivri kubbeleriyle Memluk, dilimli kemerleriyle Zengî üslûbunu uyumlu bir terkiple bünyesinde toplayan, çinileriyle de Osmanlı etkilerini yansıtan bir yapıdır.”(6)

 
Ulu Cami; Arap mimarisinden izler taşıyan üstü sakıflı minaresi

 
Bir akşam vakti Adana'da; Tepebağ'da yürürken...

 
Tepebağ'da bir "abbara"

 
Adana'nın çarşısında...

 
Tepebağ'da bir saz evi

 
Ve Adana'nın meşhur "Küçük Saat"i; gerçekten çok küçükmüş.

Karamanlı coğrafyasında tarihsel derinliklerini de gözeterek yürüttüğümüz bir gezi denemesi, bir Adana akşamında sona ermekteydi. Çatalhöyük’den; Hitit izlerine; Belh’den Konya’ya uzanan bir yaşam çizgisini evrensel tebliğlerle dolu bir insanlık mirasına dönüştüren büyük İslam düşünürü Mevlana’ya; Anadolu’nun yitik halklarından Ortodoks Karamanlılara dek; Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküşü sonrasında; Osmanoğulları ile Karamanoğulları’nın güç mücadelesi ekseninde filizlenen kozmopolit bir coğrafyanın izlerini sürmeye çalıştık; gerçekte ve yazılarda… Bitecek gibi değildi coğrafyanın genişliği ve tarihin derinliği. Ama tadı damağımızda; izi dimağımızda kaldı…

Dipnotlar
(1)    Karaman Müzesi’nde sergilenen Manazan kızı ile ilgili olarak bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2017/08/karamanli-cografyasinda7.html
(2)   Atatürk’ün soy ağacı ile ilgili olarak bkz. http://www.karaman.gov.tr/karaman-tarihi
(3)   Öküz Mehmet Paşa Külliyesi için bkz. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c34/c340019.pdf
(4)  sakıf: Camilerde son cemaat yerinin dışında yer alan ve cemaatın hava koşullarından korunmasına yardımcı ek bölüm
(5)   dârülkurrâ: Kur’an öğretilen ve hafız yetiştirilen mekteplerin, kıraat eğitimi yapılan medrese veya bölümlerin genel adı. (Kaynak: İslam Ansiklopedisi)
(6)  Adana Ulu Cami hk.da; İslam Ansiklopedisi-Adana Ulu Cami maddesi; yazan: Nusret ÇAM; bkz. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c42/c420055.pdf
(7)   Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında İF tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

3 yorum:

  1. Adana Ulucami bana Fas mimarisini hatırlattı. Belki dönemsel mimarların etkileridir. Bir gün oralarda fotoğraf çekmek dileğiyle.

    YanıtlaSil
  2. Muhtesem. Anlatiminiz ve tarihin essiz cekiciligine bizi de dahil ettiginiz icin cok tesekkurler. Atatürk'ü tekrar anmak istedim, ruhu sad olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginize ve geri bildiriminize çok teşekkürler...Devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil