MARSYAS'IN PINARLARI
19 Ekim 2017
İbrahim Fidanoğlu
Marsyas’ın kavalını üflediği mekânların yakınındayız
bugün. Göğe doğru uzanan kavakların yeşilden sarıya doğru döndüğü
zamanlardayız. Yatağan yönünden
termik santrale kömür taşıyan konveyör hattına paralel ilerleyen daracık asfalt
yol, zaman zaman tatlı kıvrımlarla bizi Çine
Çayı’nın kaynaklarından birisi olan Pınarbaşı mesire alanına taşıyor
önce. Bozüyük ise, biraz daha ilerde… 800 yaşında bir bilge çınarın
geçen zamana karşı vakur bir duruşuyla başlıyor her şey. İçi neredeyse bir ufak
kulübeye eşdeğer büyük bir oylumla boşalmış; yüzlerce yılın üzerinde bıraktığı
izlerle şekilden şekle girmiş kocaman bir gövdenin üzerinde yükselen bu saygı
duyulası ağacın çok derinlerdeki köklerini besliyor Marsyas’ın (Çine Çayı) az
ilerdeki kaynakları… Sanki öyküler iç içe geçmiş; yeryüzünün ve tarihin
derinlikleri birbirine karışmış, bir çınar ağacının gövdesinin dibinde bunları
söyletmiş bize zaman…
Pınarbaşı mesire alanı
Pınarbaşı-800 yaşındaki koca çınar
(Ekim-2008)
Pınarbaşı, buralara her uğrayışımızda gördüğümüz manzara; bize Cumhuriyet’in ilk
yıllarını hatırlatır. Zaman yavaş ilerler orada; hatta belki de durmuştur, kim
bilir? Suyun yaklaşık 87 metre derinlerden kaynadığı yer; kanallarla ovaya
doğru süzülen pırıl pırıl suyun üstünden aşan daracık köprüler; hafiften
silmelerle yükseltilmiş beyaz badanalı betondan platformların arasından suya
doğru sarkan salkım söğütler, o yıllara ait sararmış o eski fotoğraflarda
gördüğümüz kır lokantalarını hatırlatan bir atmosfer; dekorda basitlik;
alabildiğine doğanın sesi; suda ördekler ve alabalıkların resmi geçidi; her
zaman aynı berraklıkta ve gerçektir.
Pınarbaşı ördekleri salına salına...
(Ekim-2008)
Pınarbaşı; burada aheste akar Marsyas'ın suları...
Pınarbaşı; bilge çınarın önünde...
(Fotoğraf: N. Fidanoğlu)
(Fotoğraf: N. Fidanoğlu)
Çine Çayı’na doğru usul usul akan suyun şırıltısında saklıdır Marsyas… Şöyle üfler kavalını
ziyaretçisinin kulaklarına:
“Marsyas efsanesi Anadolu’ya
özgüdür ve asıl anlamı ancak içinde oluştuğu dekor göz önünde tutulursa
anlaşılabilir. Aydın’dan Muğla’ya gidildiğinde Çine ile Yatağan arasında Gökbel denilen bir yer vardır, manzarası
akıllara durgunluk veren bir yer: Yol orada 30 kilometrelik bir arayı 380 viraj
yaparak alır, gökten düşmüş meteor taşlarına benzer kapkara, korkunç biçimlerle
üst üste yığılı kayalar arasında yılan gibi sürüne sürüne, bin bir dönemeç yapa
yapa ilerler. Kendinizi bu dünyada değil, göklerin sarsıntısıyla yeryüzüne
düşmüş bir gezegende sanırsınız. Göz alabildiğine ne bir ağaç, ne bir ot, ardı
ardına dağlar, kayalar, taş yığınları, öyle baş döndürücü, tüyler ürpertici bir
çevre ki; her dönemeçte bir cin, bir şeytan, tarih öncesi çağlardan kalma bir
sürüngenle karşılaşacağınıza inanırsınız ve korkudan soluğunuz kesilir. Bu doğa
dışı karaltı içinde uzaktan bir şırıltı duyar gibi olursunuz, yaklaşır,
bakarsınız ki bir yarın dibinde bir yeşillik kümesi, püfür püfür esen kavaklar,
yer yer pembe zakkumlar ve yemyeşil bir su. Ne o? Bir ırmak, Çine Çayı; İlkçağ’ın Marsyas’ı kavalını öttürüyor tatlı
tatlı, acı acı; çünkü bu kavalcınınki kadar korkunç bir alın yazısı olmamış
başka hiçbir kavalcının. Dinleyelim Marsyas’ın
serüvenini:
Pınarbaşı, Marsyas'a can veren kaynak
Tanrı Pan’ın yapıp kullandığı syrinks denilen yedi borulu kavala
karşın, Marsyas iki borulu kavalın bulucusu
sayılır. Bu yüzden de kimi kaynaklarda Marsyas’ın
Kybele’nin alayından olduğu söylenir,
çünkü Ana tanrıça kültünde tefle birlikte bu kaval kullanılırdı.
Bu kavalı bulan tanrıça Athena
imiş. (rivayet odur ki, Büyük Menderes’in Dinar
yakınlarındaki kaynağında bulunan sazlara delik açarak ilk kavalı yapmıştır
Tanrıça Athena) Günün birinde kaval
çalarken bir derenin suyundan yüzüne bakacak olmuş, kavalın yüzünü nasıl
buruşturup çirkinleştirdiğini görmüş ve kavalı öfkeyle atıp dere kenarından
uzaklaşmış. Bir başka anlatıma göre (Tanrıçalar) Hera ile Afrodite, Athena’nın kaval çaldığını görerek
onunla alay etmişler, tanrıça da Phrygia’ya
giderek duru bir suda yüzünün gerçekten çirkin olduğunu görmüş de kavalı
atarken, onu yerden toplayacak olanı en büyük cezalara çarpacağına ant içmiş.
Pınarbaşı tesisleri
Marsyas, bunu nerden bilsin, yerde bulduğu kavalı almış ve çalmaya koyulmuş.
Marsyas bayılmış sesine, o kadar sevmiş ki dünyada bundan güzel ses veren saz
olmadığını ileri sürmüş ve Apollon
tanrının lyra’sıyla yarışmayı bile göze almış. Tanrı bu yarışma için bir şart
koşmuş: Kim yenerse yenilene istediğini yapacak. Yargıç olarak Tmolos (Bozdağ) tanrısını almışlar.
Birinci yarışma sonuç vermemiş, ikincisinde Apollon,
Marsyas’a meydan okuyarak kavalını
tersine tutup çalmasını buyurmuş; kendisi lyra’yı
ters tutunca aynı sesleri çıkardığı halde; Marsyas,
kavalını öttürememiş, bu yüzden de yenik düşmüş. Yarışmayı gözleyen Phrygia Kralı Midas, gene de kavalın lyra’dan üstün olduğunu söyleyince,
tanrı onun kulaklarını eşek kulakları haline getirmiş. Ama bununla kalmamış, Marsyas’ı tutmuş bir (zeytin) ağacına
bağlamış ve derisini yüzmüş. Marsyas,
bu korkunç işkence içinde can vermiş. Apollon,
sonradan yaptığına pişman olmuş derler, lyra’sını
yere atarak kırmış, Marsyas’ı da bir ırmak haline getirmiş. Gökbel’den akan Çine Çayı, işte bu ırmakmış.”(1)
Gökbel ve Çine Barajı
(Kasım-2011)
Gökbel'in gnays kayaları
(Kasım-2011)
(Kasım-2011)
Çine Çayı, Yatağan’ın Bozüyük köyü
yakınlarındaki Pınarbaşı Mevkii’nde
bulunan kaynaklarından doğar. Bu çaya güzergâhı boyunca; doğudan ve batıdan (Kargı Deresi, Mesevle Çayı gibi) gelerek
karışan başka dereler de güç katar. Gösterişli yeryüzü topografyası ile dikkat
çeken Gökbel Vadisi’nin
derinliklerinden akarak Çine Ovası’nda
dinlenir. İlkçağ’da Yunan Mitolojisi’nde yer alan bir satir; Marsyas’ın adıyla anılan Çine Çayı; artık Gökbel Vadisi’nde binlerce yıldır sürdürdüğü bu köpüre köpüre
akışını, bugünlerde Eski Çine
önlerinde kesilen bir bendin arkasındaki baraj gölünde sonlandırır. Bekler,
bekler; bazen ovaya doğru akışına izin verir ilahlar; bazen de kavrulan Çine
Ovası’na doğru bir nefes vererek ulaşır düzlüklere… Ama eninde sonunda vardığı
yer, Büyük Menderes’in bereketli
yatağıdır. Ona kavuşur ve onunla birlikte batıya; Ege’ye doğru nihai
yolculuğunu sürdürür.
Bozüyük köy meydanı-2017
Bozüyük meydan kahvehanesi-2008
(Ekim-2008)
Bizim yolculuğumuz ise, biraz ilerde Bozüyük
köyünün meydanında soluklanacaktır. Bozüyük
köyü mü, yoksa mahallesi mi desek; köy irisi bu belde, eskiden belediyelikti.
19.yy.da yörenin önemli bir hayvan pazarı olarak öne çıkan yerleşim, son
yıllarda televizyon dizilerinde ve bazı sinema filmlerinde doğal film platosu
haline gelmiş durumda… Bölgenin medyada görünürlüğünün artması ise, yöre
halkının az da olsa iç turizmden sebeplenmesi gibi bir sonuç da doğurmuş. Köyün
meydanındaki kahvehaneler bile bu dizilerin isimleriyle anılır olmuş.
Bozüyük'te meydana inen yollardan birinde...
(Ekim-2008)
Koca kapı, döşeme taş ve ardında koca bir dünya hayat...
(Ekim-2008)
Pınarbaşı’ndan Bozüyük’e yönelen ve
bazen karşılıklı iki arabanın bile zorlukla geçebileceği ölçüde daralan yolun
iki yanında; taşın ve ahşabın kardeşliğinde yükselen tipik Bozüyük evlerinin arasından geçerek eski belediye binasının da
bulunduğu köy meydanına ulaşır yolcu. Köyün en canlı mekânı bu meydandır.
Meydandan köyün yukarılarına doğru kıvrılarak kaybolan birkaç sokak, güzelim
eski köy evleri ve taş döşeme zeminleri ile kendine çeker ziyaretçisini. Bu
güzelim evlerden biri de 2007 yılında Muğla Valiliği tarafından restore edilen
ve kültür evi olarak ziyarete açılan Hacı
Şükrü Evi… Meydana bakan bir turistik kafeteryanın arkasında yer alan
yapıya ismini veren Hacı Şükrü Bey,
Kurtuluş Savaşı sırasında köyde ilkokul öğretmenliği yapmış. Köydeki yaşamı
boyunca bu evde yaşayan Hacı Şükrü Bey,
savaş sırasında gençleri Kuvayı Milliye’ye
katılmaya teşvik eden, ayrıca bölgede görevi sırasında sıtma ve salgın
hastalıklarla mücadelede; tarımsal tekniklerin uygulanmasında köylüye önderlik
etmiş bir kişi olarak tanınıyor.
Hacı Şükrü Evi
(Ekim-2008)
Hacı Şükrü Evi'nin avlusundan...
(Ekim-2008)
Hacı Şükrü Evi’nin tanıtım levhasında Hacı Şükrü
Bey ile ilgili olarak şu bilgiler veriliyor:
“Bozüyüklü Hacı Şükrü Bilginsoy,
1914 yılında Bozüyük’e ilk öğretmen
olarak atanır. İki yıl sonra evlenir ve 1917 yılında evini yapmaya başlar.
İstiklal Savaşı yıllarında öğretmen olduğu için askere alınmaz ve köyde baş
gösteren kolera-sıtma hastalığı sonucu ölen insanların defin işlemlerini köyün
kadınlarıyla yapar. Sterilizasyona son derece dikkat ederek mezarları kireç
tozu ile kapatır ve kısa sürede salgını önler. Bilginsoy, köyde ilk dezenfekte uygulamasını başlatarak çevreye
örnek olmuştur. Hacı Şükrü Efendi,
1931 yılında emekli olur ve 1934 yılında çıkartılan Soyadı Kanunu sırasında Muğla’ya çağrılır. İl Encümeni kararı ile
kendisine Bilginsoy soyadı verilir.
Çünkü Hacı Şükrü Efendi, Muğla
yöresinde Kuran-ı Kerim’i ezbere bilen üç kişiden biri olup yorumlayan en iyi
kişidir. Derin matematik bilgisi ve her konudaki kültürüyle bu soyadını hak
etmiştir. 28 yıl eski dilde, 3 yıl da yeni dilde öğretmenlik yapmıştır. Hacı Şükrü Evi, İl Özel İdaresi MELSA Muğla El Sanatları Limited Şirketi’nce
restore edilerek 6 Haziran 2007 tarihinde hizmete açılmıştır.”(2)
Bozüyük; meydan
(Ekim-2008)
Sivil mimarinin tipik bir örneğini teşkil eden Hacı Şükrü Evi’nin iyi niyetli bir çabayla ayağa kaldırılmış
olması, elbette Hacı Şükrü Bey’in
hatırasını da yaşatacak güzel bir girişim olarak takdiri hak ediyor. Evin son
halini soracak olursanız, Valilik tarafından restore ettirilen Hacı Şükrü Evi, açılan bir ihale
sonrasında şimdilerde bir butik otel olarak işlev görüyor.
Bozüyük, meydan
Bozüyük, eski belediye binası
(Ekim-2008)
Meydana alçak bir seki üstünden bakan bir kafeteryada bir süre soluklandık.
Yorgunluk kahvelerimize; kafeteryanın sahipleri emekli öğretmen Cihangir Bey ve
Sacide Hanım ile yaptığımız tatlı sohbet eşlik etti. Bozüyük ve eski günlere dair sürüp giden sohbetle zamanın nasıl
geçtiğini anlamadık bile.
Bozüyük, Cihangir Bey ve Sacide Hanım'ın meydana bakan kahvehanesi
Bir Bozüyük evi
(Ekim-2008)
İlkçağ’da Bozüyük yakınlarında
Karia’nın iki önemli yerleşimi vardı.
Mimari kalıntıları ve yaşanmışlıklarıyla bugüne gelebilen bu yerleşimler,
bugünkü Eskihisar’da yer alan “aşkın ve hüznün kenti” Stratonikeia ile Yatağan’a bağlı Turgut
köyü yakınlarındaki Tanrıça Hekate’ye
adanmış Lagina Kutsal Alanı… 2014
yılında Stratonikeia’ya yaptığımız
bir gezi sonrasında yazdığımız yazının başlarında kentle ilgili şunları
aktarmışız:
Eskihisar'da zaman
(Nisan-2014)
Stratonikeia-sütunlu cadde
(Nisan-2014)
“Stratonikeia, Büyük
İskender’in ardıllarından Selevkoslar’ın
egemenliğinde bir büyük aşk öyküsü ile öne çıkan; bugün artık o dönemden kalma
ismi ile anılan ve ağırlıklı olarak neredeyse tamamı mermerden yapılmış çok
önemli bir Karia yerleşimi. Hekate ve
Zeus’a adanmış iki büyük kutsal
alanın bulunduğu kentin en önemli yapılarından olan dev Gymnasion’un ise
dünyada bir başka eşi benzeri olmasa gerek. Kenti özel kılan nedenlerden birisi
de; Karialıların zamanında bir hac mekânı olan Tanrı Zeus’a adanmış Zeus
Khrysaoreus Tapınağı’nın burada yer alması. Kentin bir başka güzelliği
ise, 1952 yılında yörede yaşanan deprem ve yakınlarında yer alan Yatağan Termik
Santralını besleyen linyit kömürünün çıkarılması uğruna yeri değiştirilen Eskihisar Köyü’nün ruhunun, hala taş
döşeli ıssız sokaklarında dolaşıyor olması.”(3)
Stratonikeia-tiyatro
(Nisan-2014)
Lagina-Hekate Kutsal Alanı; propylon
(Mayıs-2010)
Diğer yerleşim Lagina ise, Turgut Reis’in ismine atfen Turgut
olarak adlandırılmış; yerli halkın binlerce yıl önceki Lagina isminden kaynaklı Leyne
olarak andığı ve aslında Tanrıça Hekate’ye
adanmış bir kutsal alan. Hekate;
mitolojide bir yandan ay ve gece ile; diğer yandan ölüler, yer altı ve
büyücülükle ilişkilendirilmiş Anadolulu bir tanrıça olarak biliniyor. Türk
Arkeolojisi’nin öncü isimlerinden Osman
Hamdi Bey tarafından Anadolu’da gerçekleştirilen ilk izinli kazı olması
dolayısıyla da Lagina’nın ayrı bir
önemi var.
Lagina'da bahar
(Mayıs-2010)
Lagina-Hekate Kutsal Alanı
(Mayıs-2010)
Bozüyük, bir yandan altın
kılıçlı anlamında Karialı Zeus Khrysaoreus,
diğer yandan Tanrıça Hekate’nin
kült merkezleri yakınında; ama bir yandan da
Marsyas’ın kavalına eşlik eden Çine
Çayı’nın kaynaklarının bulunduğu
Pınarbaşı’nın hemen yakınlarında; böylesine tarihi derinliği olan özel bir
yer. Bozüyük, Milas’tan ve Gökbel Vadisi
yönünden gelen yolların kesişme noktasında olmasından dolayı özellikle Menteşe Beyliği zamanında bölgede
tutunan Türkmenlerin, önceleri yaylak ve kışlak geçişlerinde yer alan; ama
sonraları da bölgede yerleşik hayata ilk geçtikleri önemli noktalardan biri
olmuş. Rodos Seferi sırasında Kavaklıdere yönünden Muğla’ya doğru ilerleyen ordusu ile
birlikte Kanuni Sultan Süleyman, Bozüyük civarında Değirmenbaşı (Han Yanı) diye adlandırılan mevkide konaklamış ve
otağını buraya kurdurmuş.
Bozüyük
(Ekim-2008)
Evliya Çelebi; yine Seyahatname’sinde bölgeden şu şekilde söz ediyor:
“Menteşe
toprağında Paşa Hassı Voyvodalıktır. 150 akçe gelirli kazadır. Kasaba merkezi,
Bozüyük Dağı dibinde; 150 toprak örtülü evdir. Bir cami var. Bağ ve bahçesi
çoktur. Bu kasabanın kuzeyinde bir ok atımı yerde Süleyman Han’ın otağ yeri
vardır. Süleyman Han, Rodos fethine geçerken burada kalmıştır. Süleyman Han ‘Bu otağımın bulunduğu yerde hafta pazarı olmak
için dükkânlar yapılsın’ diye buyurmuştur.”(Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden)
Bozüyük; Siyami Bey Camisi ve meydan düzenlemesi
(Ekim-2008)
Köyün içinde; köyün kuruluş yıllarına dayandığı düşünülen, ama 19. yy.da
yeniden yapıldığı tamir kitabesinden anlaşılan bir de cami var. Caminin, köyün
ilk kurulduğu Değirmenbaşı mevkiinden
sineklerden kaynaklanan bir salgın hastalık nedeniyle bugünkü yerine
taşınmasına öncülük eden Siyami ve Benli Beylerle ilişkisi olsa gerek.
Çünkü caminin ismi Siyami Bey Camisi
olarak geçiyor. Bahçede Siyami ve Benli Beyler için yapılmış bir de türbe
var. Yapıların her ikisi de restorasyon görmüş durumdalar.
Siyami ve Benli Bey Türbesi
(Ekim-2008)
Caminin tamir kitabesinde şunlar yazıyor:
“Hayır sahibine Allah makbul bir
iş ilham edince, kalbini tamamen temiz işlerle süsler.
Bu cami temelinden tamamen yok
olmuş gibi iken, bu günkü güzel iman dosta düşmana bellidir.
Allah bu cami yapanın emeğini
şükrana layık eylesin; çünkü bu camii yapmakla o, Müslümanların kalplerini
sevinçlere boğdu.
Zekai, delinmemiş inci gibi bir
tarih söyler: Doğrusu şu ki; Veliyüddin bu hayratını ne güzel yaptı.
Bu Siyami Bey Camii’ni tamir edip
ihya eden Hacı Veliyüddin Efendi’dir.
Temmuz 1892”
Bir Bozüyük sokağı daha...
(Ekim-2008)
Yine caminin önünde yer alan minare kitabesinde yer alan ifadelerden de
minarenin yine aynı zamanda yörenin zenginlerinden olduğunu düşündüğümüz Hacı Veliyüddin Efendi’nin eşi Hafize Hanım tarafından yaptırıldığı
anlaşılıyor.
“Veliyüddin’in eşi Hafize
Hanım’ın bu hayratına canım feda olsun.
Ezan sesini her tarafa ulaştırmak
için bir minare yaptırdı.
Allah’ın adını anmayı burada
yücelttiği için iki âlemde onun şanı yüce olsun.”
Bozüyük-meydana bakış...
Cami yakınlarında bakımlı bir Bozüyük evi
(Ekim-2008)
1.Dünya Savaşı sonrasında İtalyan işgal bölgesi içinde kalan Bozüyük’te işgal günlerinde Bozüyüklü Hacı Süleyman Efendi’nin öncülüğünde Kuvayı Milliye direnişinin örgütlenmesi
çalışmaları yürütülmüş. Cumhuriyet Dönemi’nde ise, yakınlardaki Ahiköy’ün (bugünkü Yatağan) ilçe merkezi haline gelişi ile yerleşim, giderek idari
anlamda önemini yitirmiş; idari yapılanma içinde bir süreliğine belediyelik
olarak işlev gören Bozüyük, bugün son
düzenlemelerle Yatağan’ın bir
mahallesi konumuna indirgenmiş durumdadır.
Bozüyük köy meydanından aşağı doğru bakış
(Ekim-2008)
Bozüyük; eski bir ev
(Ekim-2008)
Son söz olarak ne demeli; Bozüyük
bize göre geçmişinde saklı Karia ve Türkmen kültürünü bir potada eriterek;
belki de dışarıdan hemen bakıldığında kolay anlaşılamayacak bir soyluluğu
hücrelerine nakş etmiştir diye düşünüyoruz. Bozüyük’te
dolaşırken; taş ve ahşabın kardeşliğinde hayat bulan evlerinde, taş döşeli
daracık sokaklarında, köşe başlarında 19.yy.dan el uzatmış gibi duran ahşap
doğramalı dükkânlarında ve meydana bakan kahvehanelerinde bu iklimi
hissediyorsunuz. Her şeyin kısa sürede tüketilip yok edildiği günümüzde;
tüketim toplumu mertebesine çıkarılmış ülkemizde, Bozüyük mücevher değerindeki benzersiz kasabalardan biri olarak
ayrı bir yere konmayı çoktan hak ediyor.
Dipnotlar:
(1) Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi; 11.Basım-Kasım
2002; sayfa: 200, Marsyas maddesi
(2) 2008 yılında
Hacı Şükrü Evi tanıtım levhasından alınmıştır.
(3) Stratonikeia ile ilgili olarak bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/09/stratonikeia-yada-eskihisar.html
(4) Yazıda belirtilenler dışındaki fotoğraflar, Bozüyük
ziyareti sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
İlk gördüğümde Bilecik Bozüyük sandım emeğinize sağlık.
YanıtlaSilBir Bozüyüklü olarak emeğinize ve kaleminize sağlık Teşekürler
YanıtlaSilİlginize teşekkürler... İF
SilBir Bozüyüklü olarak emeğinize ve kaleminize sağlık,Teşekürler Ziraatçı Dayı
YanıtlaSil