Tire'nin
tarihi, Batı Anadolu’daki Lidya uygarlığı dönemine kadar uzanmaktadır. Kentin,
tarihte Lidya için önemi oldukça büyüktür. Çünkü bu kent, coğrafik konumu
itibariyle o dönemin metropolleri sayılabilecek Ephesos ve Sardes kentlerinin
tam ortasında yer almaktadır. Tire; o dönemde, Ephesos’dan, Bozdağ (Tmolos Dağları)
üzerinden Sardes’e uzanan, dönemin en önemli ticari yolunun stratejik bir
noktasında yer almaktaydı. Bu ticari hareketlilik, farklı kültürlerin de buraya
gelmesini sağlamış ve o günlerden başlayan bu çok kültürlülük, Türkler'in
bölgeye hâkim olmasından sonra da devam etmiştir.
Çaldede’nin zirvesinde
bir duman tüter
13.yy.da Batıya doğru ilerleyen Türklerin göçü Ege Denizi
kıyılarında son buldu. Horasan’dan başlayıp Anadolu topraklarına kadar devam
eden bu destansı yolculukta Türk boylarına Şaman dini önderler rehberlik
ettiler, yol gösterdiler. İslami etkilerin başlangıç aşamasında bu topraklarda
gelişen olayların kara kutusu durumundaki Tire’de, bu çileli göç hikâyelerinin
günümüze taşındığı törensel anlar hâlâ halkın hafızasında yaşamaktadır. Yüzyıllar
süren alt üst oluşlar sonrası; bir şekilde Aydın Dağları’nın doruklarına
çekilmiş göçerlik dönemi ritüelleri, yılın belli dönemlerinde yöre insanları
tarafından hatırlanmaktadır. Yörede düzenlenen bu anma törenlerine Mahya Şenlikleri
adı verilmektedir. Yakın zamana kadar Tire’nin sırtını dayadığı Güme Dağı’nın
yamaçlarında yer alan Cambazlı ve Büyükkemerdere köyündeki Sarı İsmail Dede
Mahyaları bu türden şenliklerdi.
Bu Mahyalar; Aydın Dağları’nın, Batı’ya ilerleyen Türk boylarının
denize doğru sürgit devam eden tarihsel yolculuğunda konakladıkları son
zirvelerden biri olduğunun kanıtı gibidir. Ne yazık ki, ülkenin ekonomisi ve
sosyal yaşamının değişime uğraması sonucu dağların zirvelerindeki Yörük
gelenekleri giderek aşındı ve daha yükseklere çekildi.
Dibekçiler yaylasında
Çaldede Mahyası’nda; Eylül’ün ilk Pazar’ı; bir pınarın kaynadığı ulu çınarların
dibinde mahya yemeklerinin yapıldığı mutfak
Yörükler, şimdi Batı’ya doğru gerçekleşen büyük tarihsel göçün
sosyal ve dini önderlerini, ancak zirvelerin bulutlarla buluştuğu noktalarda anmakta
ve Mahya şenliklerini artık oralarda düzenleyebilmektedirler. Bu mahyalardan
biri de Aydın Dağları’nın yükseklerinde yer alan Dibekçiler yaylasında
düzenlenen Çal Dede Mahyasıdır. Dibekçiler yaylasına ulaşmak için, önce Tire –
İncirliova yolundan Büyükkemerdere Köyü istikametine sapmak, bu köye ayrılan
sapağı da geçince dağa doğru tırmanan şose yolu takip etmek gerekir. Her yıl
Eylül ayının ilk pazar günü Dibekçiler yaylasında Çal Dede’nin (büyük
ihtimalle) makam mezarının bulunduğu tepenin eteklerinde yer alan su kaynağının
etrafında, hayat bulmuş çınar ağaçlarının gölgesinde, iğne atsanız yere düşmeyecek
bir kalabalık toplanır.
Çaldede
Mahyası’nda mutfaktaki telaş
Yolu alabildiğine zorlu, binbir virajla kıvrılarak tırmanılan bu kutsal mekâna Aydın Dağları’nın iki yakasından; İncirliova’nın, Tire’nin köylerinden binlerce insan akın eder. Yüzyıllardır devam ede gelen bu geleneğin sırrı, Horasan Erenleri’nin Orta Asya bozkırlarından başlayıp Batı’da denizin kıyısında sonlandığı an’a kadar doğudan batıya doğru sürüp giden yüzlerce yıllık bir göç öyküsünün girdabındadır. Yakın geçmişe kadar Çaldede’ye yapılan bu yolculuk yaya olarak gerçekleştirilirmiş. Sanki antik çağda bölgedeki kentlerin kutsal tapınaklarına doğru kilometrelerce süren çileli hac yürüyüşleri gibi…
Çaldede’nin zirvesinde;
her yıl o ritüel yinelenir
Dağın zirvesinde tek bir ağaç ve doğru dürüst bir bitki örtüsü
yoktur. Tırmanırken sürekli ayaklarınızın altından kayrak taşlar kayıp
gidiverir aşağılara doğru. Dağın yamaçları oldukça dik ve tamamen irili ufaklı
şist yapıda taşlarla doludur. Güneşte pırıl pırıl parlar dağ… Dağın eteğindeki
çınar ağaçlarının dibinden kaynayan suyun başında, yine bu yörenin malzemesi olan
kayrak taşlarla yapılan kulübeden mutfaklarda pişen yemek, imece usulü bir
organizasyonla derme çatma masalar üzerinde, ayakta ya da çömelerek bulunmuş
köşelerde çala kaşık yenir. Önce şehriye çorbası, arkasından nohutlu salçalı et
yemeği, yanında salata, daha sonra keşkek ve en arkadan irmik helvası ile
tamamlanan yemek sonrası genci yaşlısı dağa doğru tırmanışa geçer.
Çorbada
bizim de tuzumuz olsun…
İki büklüm 80’lik ihtiyar nineler, yüzyılların içinden süzülüp
gelen bir inanç sistemine dayanarak dura kalka tırmanırlar dağa. Dağın tepesine
yaklaştığınızı sandığınız an, aslında zirveye daha epey yolunuz vardır.
Tırmanışta arkanıza dönüp baktığınızda kendinizi sanki bir anfi tiyatroda
sanırsınız; hele bir de aşağıda Karakucak güreşleri başlamışsa. Tepeden seyrine
doyum olmaz o mahşeri kalabalığın. İnsanlar; genci yaşlısı, biraz önce topluca
yemek yenilen çınar ağaçlarının bulunduğu gölgelik alanın biraz ilerisindeki
düzlükte birbirleri ile güreşe tutuşmuş çevre köylerin gençlerinin mücadelesini
ve onları güreşe çağıran cazgırın manilerini izler. 2000 metreye yaklaşan bir
rakımda tutulan güreş de bu ritüelin bir parçasıdır.
Tırmanış devam eder; zirveye ulaştığınızda; ilerde uçurumun
kıyısında secdeye varan ninenin, Çaldede’nin mezarı başında dua edip
dileklerini sunan genç yaşlı tüm insanların tasada ve kıvançta ortak bir
duruşları vardır. Batıya doğru ilerlerken büyük ihtimalle halkına önderlik
etmiş tüm isimsiz liderleri isminde taşır Çaldede… Bu Türkmen ulusu; geçmişte
olduğu gibi bugün de yüzyılların ardından süzülerek gelen inancın gücüyle
dağlardaki Yörüklerin yegâne umudu ve onların hayata tutundukları bir daldır.
Dedeler
aracıdır; zenginlik dilenir; bir kolye şeklinde dizilmiştir taşlar.
Şamanist dönemden kalma Gök Tanrı’ya yakın olma, ona ulaşma isteği
ulu dedelerin mezarlarını / makam mezarlarını dağların doruklarına taşımıştır.
Çaldede’nin mezarının bulunduğu zirveden çevreye bakıldığında tüm topoğrafyaya hâkim
bir noktada olduğunuzu hemen kavrarsınız. Karşıda Aydın’ın Paşa Yaylası ve
Karlık Tepesi, Çaldede’nin karşısındaki doruklardır. Her birinde de ayrı bir
eren hikâyesi saklıdır.
Canbazlı köylülerinden dinlediğimiz ve yüzlerce yıldır halk
arasında anlatılan Çaldede ile ilgili söylenceye gelince… Çaldede, dağlardaki
Yörüklerin koruyucusu ve önderidir. Onun mekânı dağların zirveleridir. Bir de
Tire’de yaşayan Eskici Baba vardır. Zaman zaman bu iki eren birbirlerine
birtakım hediyeler gönderirlermiş. Çaldede, Eskici Baba’ya sepetin içinde
dağların şerbet suyunu, buna karşılık Eskici Baba da Tire’den pamuk içinde ateş
gönderirmiş. Bir gün Çaldede, Eskici Baba’yı mekânında ziyaret etmek için
Tire’ye inmiş. Büyük ihtimalle Eskici Baba, ticaretle uğraşan çarşı eşrafını
temsil etmektedir. Çaldede de; davarlarının ardından bir türlü göçmekten
vazgeçmeyen ve yerleşik hayata karşı direnen dağlı Yörükleri… Çaldede, Eskici
Baba’nın dükkânına girdiğinde yanında götürdüğü su dolu sepeti duvara asmış.
Hoş beş hasbıhalden sonra bir ara Çaldede başını çevirip dükkânın önünden geçen
bir kadına doğru bakmış, tam o sırada duvardaki sepetten su damlamaya başlamış.
Eskici Baba, kaldırmış kafasını işinden ve Çaldede’ye “kendine gel” diye
seslenmiş…
Bu hikâye, dağların saf ve temiz Yörüklerine yerleşik şehirli
hayatın ve onun bağrında yeşeren ve “rızkın
onda dokuzu ticaretin” yarattığı zenginliği muhafaza etmeye yönelik şehirli
kültürün eleştirel bir bakışıdır. Dağa karşı şehirliyi, göçerliğe karşı
ticareti ve yerleşik hayatı, Horasan Erenlerinin doğadan beslenen naif inanç
sistemine karşı dogmaları savunan bir inanç sistemi… Aslında bu söylence
açıkça, Çaldede’ye karşı Eskici Baba’yı tutmakta, Çaldede’yi nefsine sahip
olamayan ve Eskici Baba’nın yanında ondan laf yiyecek bir düzeye indirgeyen
yanlı bir bakışa sahip bulunmaktadır. Bu da; Osmanlı’nın, özellikle beylikler
dönemi sonrası Anadolu birliğini sağladıktan sonraki devlete giderek hâkim olan
muhafazakâr bakışın yansımasından başka bir şey değildir.
Bu da bir evim olsun
dileği; yerel malzeme olan kayrak taşlarla anlatılmış her şey…
Mezarın başında duasını, ibadetini tamamlayan köylüler; hayattan
istek ve beklentilerini, naifçe doruktaki yegâne malzeme olan taşı kullanarak
yansıtırlar. Hıdrellez’de Ege’de pek yaygın olan dileklerin ifade edilişine
benzer tarzda Çaldede’nin mezarının hemen yanı başında taşları kullanarak
duygularını ifade ederler. Bir masa, etrafında 4 kişiden oluşan mutlu bir aile
düşlenmektedir. Ya da bir kolye gibi dizilmiş bir sıra taşla anlatılmak istenen
mücevher ve zenginliktir. Üst üste dizilen taşlarla benzetilmeye çalışılmış iki
katlı bir ev maketi ya da doğrudan toprağa saplanmış şu dünyada bir tek dikili
taşım olsa şeklinde yorumlanabilecek muhtelif motifler mezarın etrafına
düzensiz bir şekilde saçılmıştır.
Çaldede’nin mezarı başından ayrılan köylüler, tepeden aşağıya inerken
büyük kayrak taşları bir bir kaldırıp altına bakarlar. Aradıkları aslında
geleceğe dair bir öngörüdür. Eğer kaldırdıkları taşın altından karınca çıkarsa
bu bereket, zenginlik demektir; yılan çıkarsa işin yolunda gideceğine yorulur,
ya akrep çıkarsa taşın altından; işte o zaman her şeyin kötüye gideceğine dair
bir işaret olarak kabul edilir.
Doruktan aşağıya doğru yavaş yavaş inerken aşağıdaki Karakucak
güreşleri bitmek üzeredir. Güreş sonrası bir sonraki yılın şenlikleri için
gerekli harcamaları karşılayabilmek için herkesin yanında getirip mutfağa
bıraktığı muhtelif zahire açık artırmaya çıkarılır. Toplanan para, gelecek
yılki Çaldede Mahyası’nın finansmanında kullanılır.
Dağın
eteğinde, suyun başındaki çınarların altında mahşeri bir kalabalık vardı. (**)
Bu törenler, bir yandan Orta Asya’dan Anadolu topraklarına taşınan
geleneğin, bir yandan da bu topraklarda yaşanmış Miletos, Ephesos gibi kentlerdeki
kutsal tapınaklara doğru ilerleyen çileli hac yürüyüşlerinin (embolos)
hafızalara kazınmış izlerini taşımaktadır. Her şeyin hızlı bir şekilde tüketildiği
bugünün modern zamanlarında bu sosyal etkinlikler de giderek önemini
yitirmekte, azalmakta ve dağların en yüksekteki doruklarına çekilmektedir. Bu
hüzünlü tükeniş, bir Eylül akşamüstü tören bozgunlarının dağılışının üstüne
batmakta olan güneş gibi yavaş yavaş ilerlemektedir.
(*) İbrahim Fidanoğlu’nun
İzmir Tarih ve Toplum Dergisi’nin Haziran 2008 sayısında yayımlanan yazısından
alınmıştır.
(**) Fotoğraflar İbrahim
Fidanoğlu tarafından 3 Eylül 2006 tarihinde çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen:M.YC
MERHABA yazınızı proje ödevim kullanmak istiyorum yardımcı olurmusunuz?
YanıtlaSilİsteğinizi bloğun altında yer alan e-mail adresine spesifik bir şekilde iletin lütfen. Ne amaçla neyi istediğinizi... Bu yazı aynı zamanda eski yıllarda bir dergide yayınlanmış bir yazıdır.IF
Sil