ÜÇPINAR ya
da DİRYANDA
4 Ocak 2018
İbrahim Fidanoğlu
Torbalı’ya doğru çocukluğumdan beri hatırladığım ilk şeydir göğe
doğru uzayıp giden o radyo verici antenleri… Kuşadası’na yaptığımız yaz
gezilerinde ta uzaklardan görünen ve sanki o yerlerin bir alâmetifarikası gibi
yolcularına göz kırpan antenler, şimdi belki bu teknolojik dünyada ve göğe
doğru fışkıran yüzlerce blok apartmanın arasında pek de dikkat çekecek durumda
değiller. Ama ben yine de o çocuk gözlerimle hep o antenleri ararım Torbalı’ya doğru; Ayrancılar yolunda… Bir de ileriki yıllarda ayırdına vardığım; çok
eskilere dair bir başka hikâyenin izlerini… O, Diryanda’nın (Dryanda ya da Trianda) suyla gelen ve şimdilerde üstü artık bir daha açılmamak
üzere apartmanlarla örtülmüş biraz da hüzünlü bir hikâyesidir. O an ise; Diryanda’nın bittiği andır.
Suyun Başı; eski Diryanda; şimdi bir mesire alanı...
Bugün İzmir-Aydın
karayolu üzerinde Torbalı ilçe merkezine yaklaşık 15 km kadar uzaklıkta bir
mahalle konumundaki yerleşimin adıdır Ayrancılar…
Son yıllarda gelişen emlak hareketleriyle neredeyse 30.000 kişilik koskoca bir
kasabaya dönüşen bu mahalle, 2009 yılına kadar bir belediyelikti. Köy irisi bir
yerleşimden bugünkü şehir görünümüne evrilişi elbette ki oldukça dramatik bir
süreci işaret ediyor. Tarihsel arka planındaki zengin su kaynaklarından
beslenen tarımsal imkânlarıyla yüzyıllar boyu verimli Torbalı Ovası’nın bir
parçasını oluşturmuş bulunan Ayrancılar,
özellikle 1980’lerden beri son derece hızlı bir şekilde sanayileşen ve buna
koşut olarak yüzlerce apartman bloğunun sivrildiği bir beton şehir görünümüne
bürünüvermiş. Bu modern “cangıl”da bizim aradığımız ne peki? Ayrancılar şehir merkezine doğru
sapıldığında hafif eğimli bir yoldan kuzeye doğru yaklaşık 2 km kadar gidilirse
eğer, bizim aradığımız hikâyenin mekânına kısa zamanda ulaşılacaktır. Orası hafta
sonları akın akın mangalcıların rağbet ettiği; son yıllarda Torbalı
Belediyesi’nin bir restorasyon hamlesine maruz kalarak; eski mütevazı halinden
oldukça uzaklaşmış bulunan Ayrancılar
Piknik Alanı ya da en son Suyun Başı
diye adlandırılan mesire alanıdır.
Diryanda çayı
Burada halkın Büyük
Su dediği; suyun dinlenerek aktığı Nif Dağı’ndan doğarak gelen bir
çay var. Eskiden ismi Diryanda
ya da Trianda imiş. Halkın Büyük Su, Baş Değirmen ve Küçük Su
diye adlandırdığı Üç Pınar, tarihten
gelen ismini de açıklıyor aslında; o da Trianda
olmalı. Roma döneminde bu çayın çevresindeki bir imar hareketini gösteren
işaretler var hala çevrede. Osmanlı Döneminde burada eskiden bir değirmen
varmış. Sahibi Yorgo Fotiyandis isimli bir Rum yurttaşı imiş. 1940’lı
yıllarda Devlet Su İşleri’nin açtığı kanallarla beslenen bu tesis, sulama
amaçlı olarak kullanılmaya başlanmış. Tarihi kaynaklarda; M.Ö. 14.yy.da Hitit Kralı II. Murşili’in Arzawa Ülkesi’ne (yaklaşık olarak bugünkü
Ege Bölgesi) askeri bir sefer düzenlediği ve bu sefer esnasında Torbalı’ya ve
bu suyun başına uğradığı belirtiliyor.
Diryanda'nın bugünkü başkalaşmış hali
Bir zamanlar buralarda karacalar mı dolaşmıştı?
Prof. Dr. Muhabat Kütükoğlu’nun İzmir Büyük Şehir Belediyesi Kitapları
arasında yayınlanan XV ve XVI. Asırlarda
İzmir Kazası isimli eserindeki 1467 tarihli bir tahrire göre, İzmir
kazasının güneyinde yer alan köylerden sadece Mesavlı (Çakaltepe), Kesri (Özdere), Emirdoğan, Dryanda ve Çapar (Çapak) bulunuyordu.
Bunlardan Mesavlı ve Kesri Cumaovası’na, Çapar ve Emirdoğan ise Dryanda (bugünkü Ayrancılar)
nahiyesine bağlıydı. O dönemin iki nahiye merkezi, Dryanda ve Cumaovası idi.
Dryanda, şimdiki İzmir – Torbalı
yolunun solunda kalan bölgeydi. Sağında kalan bölge ise Cumaovası (şimdiki adıyla Menderes
ilçesi) diye adlandırılıyordu. Daha sonraki yıllarda ise eski Kolophon yerleşiminin yakınlarında
kurulu Değirmendere nahiye merkezi
olacaktı.
Hitit Kralı II. Murşili'nin kuşattığı Arzawa Krallığı'nın önemli yerleşimlerinden Puranda'nın bulunduğu Bademgediği Kalesi
(Şubat-2013)
İzmir ve çevresi için
hayati derecede önemli su kaynaklarını barındıran Nif Dağı’ndan beslenen Diryanda’ya
tarihte uğrayanlar arasında en dikkati çekenlerden biri Hitit Kralı II. Murşili… Bugün için Ayrancılar’ın hemen yakınında ve İzmir-Aydın Otoyolu kıyısında yer
alan Bademgediği Kalesi(1), yıllarca Metropolis Antik Kenti’ni kazan Prof. Dr. Recep Meriç’e göre II. Murşili’nin saldırdığı Arzawa Krallığı’nın önemli yerleşimi Puranda’dan başka bir yer değildir. Arzawa’nın başkenti Apasas’dan (yani Ephesos)
sonraki en önemli yerleşimlerinden biri olan Puranda’ya su sağlayan en önemli kaynaklar da Diryanda’da yani bugünkü Ayrancılar’da
bulunmaktaydı.
Bademgediği Kalesi; güneye bakış
(Şubat-2013)
II. Hattuşili döneminde (İ.Ö. 1400-1380) zayıflayan Hitit Devleti’nin bu güç kaybından Arzawa Krallığı yararlanır ve en parlak
dönemini yaşar. Prof. Dr. Ersin Döğer’in
İzmir’in Smyrna’sı isimli kitabında
bu dönemdeki gelişen olaylar şu şekilde aktarılmaktadır:
“Bir Arzawa
ordusu Alçak Ülke’yi (Batı Anadolu-İF) geçip Hatti Ülkesi’ne (Anadolu Platosu-İF) girer ve sınırını Hitit Devleti aleyhine genişletir. Bu saldırının başında
muhtemelen, Mısır Kralı III. Amenophis
ile mektuplaşan ve firavuna kızını veren Kral
Tarhundaradus olmalıdır. Bu ilişkiler Mısır’da bulunmuş ve Arzawa Mektupları olarak bilinen çivi
yazılı tabletlerde ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.
(Şubat-2013)
Büyük
Hitit İmparatorluğu’nun
kurucusu Şuppililuma I’in henüz
prensliği sırasında ve ardından tahta geçtiğinde (İ.Ö. 1380-1340) Hititler
yeniden harekete geçerek daha önce kaybetmiş oldukları Alçak Ülke’yi geri alırlar ve Arzawa
Krallığı’nın yeniden vasal
konumuna getirirler. Şuppililuma I’in
oğlu Kral II. Murşili (İ.Ö.
1339-1306) ise tüm Arzawa Krallığı’nı
işgal eder ve ortadan kaldırır. Arzawa
Krallığı ile bizzat Murşili
komutasındaki Hitit ordusunun Arzawa’nın
kalbinde yaptığı savaşlar, başkent Apasas’ın
ele geçirilmesi, Arzawa Kralı yaşlı Uhhazitis’in denizdeki bir adaya
sığınması ve ölümü, Murşili’nin
önünden Arinnanda Dağı’na (bugünkü Dilek Yarımadası’ndaki Samson Dağı-İF)
ve Puranda Kalesi’ne(2) sığınanların geri
getirilmesi Murşili’nin Yıllıkları’nda
canlı bir şekilde tasvir edilmektedir. Aslında savaş, Murşili’nin iktidarının üçüncü yılında Hitit ordusunun Arzawa ile işbirliği yapan Milawanda’yı (Miletos) ele geçirip yağma ve tahrip etmesi ile başlamaktadır. Arzawa Krallığı’nın fethi, kralın
oğullarının direnişleri nedeniyle kolay olmamış, Murşili ve Hitit ordusu en azından iki yıl Batı Anadolu’da
oyalanmıştır. Buna rağmen II. Murşili
sonunda Arzawa Krallığı’nı ve
konfederasyonunu ortadan kaldırmış, topraklarını daha önce konfederasyonun
üyeleri olan ve son anda Hititler’e
katılan Mira, Seha Nehri Ülkesi ve Hapalla beylikleri arasında
paylaştırmıştır.”(3)
Bademgediği Kalesi; açmalardan biri...
(Şubat-2013)
Bademgediği'nde kaosa doğru...
(Şubat-2013)
Puranda’yı ihtiyatla bugünkü Ayrancılar
yakınlarındaki Bademgediği Kalesi
olarak tanımlayan ve Ana Tanrıça Meter’in
Kenti; Metropolis kazılarının uzun
yıllar yürütücüsü Prof. Dr. Recep Meriç
ise, Puranda’nın kuşatılmasını ve
gelişen olayları aşağıdaki şekilde aktarmaktadır:
“Hitit yazılı kaynaklarından bildiğimize
göre, II. Murşili, İ.Ö. 1315 yılında
başkenti Apasas (klasik Ephesos) olan Arzawa Krallığı’nın bir başka kenti Puranda’ya saldırır ve su yolunu keser. Surla çevrili kenti, Arzawa Kralı’nın oğlu Prens Tapalazunavli savunmaktadır. Murşili kenti kuşatır, halkı aç ve susuz
bırakır. Sonunda Tapalazunavli tek
başına kaçmayı başarır, ama bütün Puranda
halkı tutsak alınarak Hitit başkenti Hattuşaş’a
götürülür.
Hitit Kralı II. Murşili, Diryanda'ya uğradı mı?
Hitit yazılı kaynaklarında şaşırtıcı
denecek kadar ayrıntılı bir biçimde anlatılan Puranda kuşatması, bize Bademgediği
Tepesi’nin, yeri şimdiye kadar bulunamamış bu Arzawa kenti olabileceğini düşündürtmektedir. Çok stratejik bir
konuma sahip olan Bademgediği Tepesi,
750 metreyi bulan güçlü bir sur duvarıyla çevrilidir. Murşili’nin kestiği su yolunun izleri tepenin doğu yamaçlarında
izlenebilmektedir. Su bugün de çok zengin olan Ayrancılar’daki kaynaklardan geliyordu.
…
Metropolis yöresinde, surlarla çevrili müreffeh bir
kent, ilk kez Geç Tunç Çağı’nda Arzawa Krallığı’na bağlı olarak ortaya
çıkmaktadır. Bunda en büyük etken, yörenin verimli toprakları ve ticaret yolu
üstünde bulunan stratejik konumu olmuştur. Bu özellikler küçük bir yer
değişimiyle Metropolis’in bulunduğu
tepe üzerinde Demir Çağı’ndan
başlayarak devam edecektir.”(4)
Diryanda suyu; suyun başında...
Arzawa Krallığı’nın II. Murşili tarafından ortadan kaldırılması
sonrasında bölgenin yeni hâkimi olarak İ.Ö. 13. ve 12. yy.larda Mira Beyliği ortaya çıkar. Mira Beyliği, II. Murşili’nin Batı Anadolu’da Arzawa
Krallığı’nın ortadan kaldırılması sonrasında oluşturduğu üç bağlı beylikten
birisidir. Bugünkü Milas’a dek uzanan Kuwaliya
topraklarının da katılmasıyla ismi Mira-Kuwaliya
Krallığı olarak anılır. Güneybatıda Bafa
Gölü civarında; Beşparmaklar’a
doğru tırmanan yılan gibi bir yolla ulaşılan Sakarkaya’daki Kral Kupanta
Kurinta’nın mührünün bulunduğu bir sınır taşıyla belirlenen bu beyliğin
güney sınırı; Bafa Gölü’nü doğu
yönünden sınırlayan Beşparmak Dağları’dır.
Kuzey sınırı ise, yine Ayrancılar’a
oldukça yakın bir konumda; Torbalı-Kemalpaşa
arasındaki Karabel Geçidi’nde yer
alan ve halk arasında Hitit Baba
Kabartması olarak da bilinen Karabel
Hitit Savaşçısı Kabartmasıdır. Bu
da beyliğin Bozdağlar tarafından
sınırlanan kuzey sınırını işaretlemektedir.
Karabel Hitit Baba Kabartması; kabartmanın yanında yer alan Luvi dilindeki yazıda Mira Kralı Targasnawa'nın adı çözümlenmiş.
(Kasım-2014)
2007 yılında Karakuyu'da bulunan Karabel Hitit Savaşçısı benzeri Hitit kabartması; ama çoğu eksik halde ve şimdi İzmir Müzesi'nde...
(kaynak:https://www.hittitemonuments.com/torbali/index-t.htm)
Ayrancılar, Metropolis
Ana Tanrıça Kenti’nin sırtını dayadığı; onun kutsal dağı Gallesion’a (Alaman Dağı) uzaktan göz kırpar sanki. Bu dağ, Bizans Döneminde ise
Ortodoks keşişleri barındıran bir dizi manastırın yuvalandığı bir saklı mekân
gibidir. Bu manastırlardan en önemlisi ise; hiç şüphesiz bugün Keçi Kalesi(5) olarak bilinen ve Ephesos-Sardes-Smyrna geçişini de kontrol etme yeteneğine sahip Lazarus Manastırı olmalıdır.(6)
Keçi Kalesi
(Nisan-2011)
Bafa Manastırlarını andıran Keçi Kalesi'nin içinden bir görünüm
(Nisan-2011)
Aynı konuda Prof. Dr. Recep Meriç’in aktarımına göre
ise;
“Bizans Döneminde yazılı kayıtlarda, Metropolis’in sırtını dayadığı Gallesion Dağı’nda, büyük imparatorluk
manastırlarının varlığından söz edilir. Ancak günümüze kadar bu manastırların
hiçbirinin yeri belirlenememiştir. Efes
ile Metropolis arasında, sütunlar
üzerinde kırk bir yıl yaşayan ve 1054 yılında ölen Aziz Lazarus’un Gallesion
Dağı’nda yaşadığı sütunların dikili olduğu yerlere üç manastır yapılmıştır.
Kırk altı keşişin bulunduğu bu manastırlara imparatorluğun birçok yerinden
hacılar, müritler gelmiştir.
(Ocak-2012)
Gallesion
Dağı, büyük
manastırların bulunduğu bir yer olarak bilinir. Zengin bir kitaplığı olduğu,
hatta Gallesionlu keşişlerin kopya ettikleri kutsal kitaplardan bazılarının
günümüze ulaştığı bilinmektedir. Bölgenin Aydınoğulları
tarafından ele geçirilmesinden sonra keşişler buradan kaçmış, manastırlar
yağmalanmıştır.”(7)
Keçi Kalesi'ne çıkan döşeme yol
(Nisan-2011)
Keçi Kalesi ya da belki de Lazarus Manastırı
(Nisan-2011)
Bizans Döneminde bir
piskoposluk merkezine dönüşen Metropolis
kenti ve çevredeki manastırlar, yaklaşan Türkmen akınlarını savuşturmak adına
giderek kaleleşmiş, bu bölgede Keçi
Kalesi gibi gözetleme kaleleri yardımıyla da savunmasını güçlendirmiştir.
Ama bütün bu uğraşılar da ir sonuç vermemiş; 13. ve 14.yy.lardan itibaren Türkmenler
kısa sürede Batı Anadolu’nun ve özelinde bölgenin yeni egemenleri haline
gelmişlerdir.
Keçi Kalesi'nden Belevi yönünde Küçük Menderes Ovası'na ve Belevi Gölü'ne (İlkçağ'da Pegasus Gölü) bakış; Türkmen akınlarına karşı bir gözetleme noktası
(Nisan-2013)
Osmanlı Döneminde Diryanda’da bir Rum yurttaş tarafından
işletilen Baş Değirmen’in varlığından
da anlaşılıyor ki; bölgede oldukça önemli bir Rum nüfusundan söz edilebilir.
Bunun alt yapısının Bizans’a dek uzanan Gallesion
Dağı merkezli manastırlar dünyasının uhrevi hayatına ne kadar dayandığını
söylemek ise, bugün oldukça zordur. Ancak yine de bu olasılığı göz ardı etmemek
yerinde olacaktır.
13.yy.dan itibaren bu toprakları yurt edinen Türkmenlerin torunları; Mehmet Ali Amca ve eşine Gallesion'da rastladık.
(Ocak-2012)
Meraklısına bu konudaki
değerli yaklaşımlardan birini ise, Yunan araştırmacısı Dr. Georgios Nakracas, Anadolu
ve Rum Göçmenleri Kökeni-1922 Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi
isimli kitabında sunmaktadır:
“13.ve 14.yüzyıllarda Türk boylarının
akınları devam etmekte ve Bizans toplulukları adalara ve İstanbul’a göç
etmektedirler. O dönemde İzmir koyağı, yani Kaistros
(Küçük Menderes) Irmağı koyağı,
Türkmenlerin elindeydi; İzmir ise 1333’te; İbn
Batuta’nın yazdığına göre, bir yıkıntılar kentiydi. 1390’da Philadelpheia’nın (Alaşehir) düşüşü ve kıyıların Osmanlıların eline geçişi, İzmir
bölgesindeki Ortodoks nüfusun daha da azalmasına yol açtı. Bu bölge, önceki
dört yüzyıl içinde sürekli savaşlar ve Bizans’ın kötü yönetimi yüzünden zaten
boşalmış bulunuyordu.
…
İzmir bölgesine kitlesel Rum göçü,
19.yüzyılda 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra gerçekleşti. Tanzimat’ın
empoze ettiği reformlar, sultanlık düzeninin zihniyet değiştirmesinden değil
de, Batı Kapitalizminin sızmasıyla ortaya çıkan yeni ekonomik gerçeklerden
ileri geliyordu.”(8)
Çapak köy meydanında bir mermer sütun kaidesi
(Nisan-2008)
Çapak köyü; bir başka mermer sütun kaidesi daha...
(Nisan-2008)
Her ne kadar bugün bir
rekreasyon alanına dönüşmüş olsa da Diryanda
suyunun çevresinde bir zamanlar Roma ve Bizans Dönemi çiftlik evlerinden izler
vardı şüphesiz. Ayrancılar’ın hemen doğu
sırtlarında yer alan Çapak köyünün meydanında
rastladığımız mermer sütun kaideleri kırsaldaki İlkçağ yerleşimlerinin izlerine
işaret ediyor yine de. Biraz ötede Karabel’e
doğru son yıllardaki verimli kazılarla elde edilen bilgiler ışığında Vişneli köyü yakınlarındaki manastır
izleri ve Nif’in zirvesine doğru daha
yukarılardaki kaleler de bu bölgedeki diğer yakın yerleşmeleri bize haber
veriyor.
Ayrancılar; Suyun Başı piknik alanı; Diryanda, Küçük Menderes'e doğru akarken...
Nif Dağı'ndan gelen su, bugün böyle dökülüyor Diryanda'nın yatağına...
Yukarılarda da sözünü
ettiğimiz gibi neredeyse kasaba irisi bir şehre dönüşmüş bulunan Ayrancılar’da kaotik bir hayatın
ortasındaki beton siteler arasında; tarihin derinliklerinde kalmış bu iklimi
hissedebilmek neredeyse imkânsız artık. Ama hayal kurmayı da engelleyecek değiller
ya bu adamlar… Biz de onu yaptık bu yazı boyunca; Diryanda’nın Nif Dağı’ndan
süzülüp gelen tertemiz sularının zerrecikleri arasında dolaşırken ve akarken
sessizce Kaystros Ovası’ndaki düzlüklere doğru…
Dipnotlar:
(1) Bademgediği Kalesi (ya da Puranda) için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2013/03/burgazovada-ilkcag-kaleleri-tulum.html
(2) Arkeoloji dünyasında; Puranda’nın, Arinnanda Dağı’nın (Samson Dağı) işaretlediği konumdan da
kaynaklanan nedenlerle bugünkü Güllübahçe yakınlarındaki Priene kenti olabileceği yönünde de yaklaşımlar bulunmaktadır.
Ersin Döğer Hoca’nın anlatımı bu yaklaşımı hatırlatmaktadır.
(3) Prof. Dr. Ersin Döğer, İzmir’in Smyrna’sı; İletişim Yayınları;
1.Baskı-2006, İstanbul; sayfa: 42
(4) Metropolis Ana Tanrıça
Kenti; Prof. Dr. Recep Meriç; MESEDER, 2003; sayfa:
31-33
(6) Rahmetli Hocamız Arkeolog Şükrü Tül’e göre…
(7) Prof. Dr. Recep Meriç; a.g.e.; sayfa: 76 ve 79
(8) Dr. Georgios Nakracas, Anadolu ve Rum Göçmenleri Kökeni-1922 Emperyalist
Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi, Yunancadan çeviren: İbram
Onsunoğlu; Belge Yayınları, 1.Baskı-Şubat 2003; sayfa: 79-80
(9) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
güzel
YanıtlaSil