10 Ocak 2018
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Yeni yılın ilk
yürüyüşünü Eski Foça ile Yeni Foça arasında daha önceki yıllarda
kırsaldaki Rum yerleşimlerinin izini sürdüğümüz Sazlıca koyunun arka dünyasında; Kartdere Vadisi’nde gerçekleştirdik. Bu kez Çanak koyundan bir önceki koya doğru uzanan Kartdere Vadisi boyunca; Sazlıca
sırtlarına dek yürüdük. Hava açık; sıcaklık 15 derece civarındaydı gün boyu. Kartdere Vadisi boyunca küçük derelerin
birleşerek denize doğru taşıdıkları alüvyonlarla binlerce yılda oluşmuş
düzlüğün arkasındaki uzanan vadideki yaşam, yine bize sürprizlerini
hazırlamıştı bugün de. 19.yy.dan kalma Rumların harap vaziyetteki kule evleri,
vadinin girişini ele geçirmiş hayvan çiftlikleri, bilhassa Sazlıca’nın arkalarındaki sırtları sarmış yapılaşma hamleleri
arasında doğanın en güzel sürprizlerinden biri ise, bu yıl ilk kez gördüğümüz
baharın erkenci habercileri rengârenk anemonlardı.
Eski Foça'da sabah; güne erken uyanış...
Son yıllarda restore edilen eski Rum evlerinden biri
Yaklaşık 2 sene önceydi; baharın göz kırptığı bir Şubat gününde Foça kırsalındaki Rum kiliselerini merkezine aldığımız bir yürüyüş
etkinliğinde Foçalı arkadaşlarla ilk kez birlikte anları ve güzellikleri paylaşmıştık(1). O gezi bizim için unutulmazdı nedense; herhalde Foça’nın yakın tarihine dair bazı izleri
yakalamış olmanın buruk hazzı, konuksever Foçalı dostları tanımış olmanın
bahtiyarlığı ve muhteşem bir havada doğada geçirilen zamanlar bunun nedeni
olmalıydı. Bugün de Foçalı değerli arkadaşlarımızla yine güzel bir yürüyüş
etkinliği gerçekleştirdik. Bu kez hedefte Kartdere
Vadisi vardı.
Eski Foça; 19.yy.dan kalma Rum evlerinden biri daha...
Aynı sokaktaki üçüncü ev; güzel bir restorasyon örneği...
Eski Foça’da sabah
Sabahın erken
saatlerinde Bornova’dan gelenlerle birlikte Foça’ya doğru hareket ettik.
Planımızda; güne Eski Foça’da Asmaaltı’nda sıcacık simitler eşliğinde
kahvaltı ile başlamak vardı. Ardı ardına içilen çaylar ve günün rotası üzerine
yapılan konuşmalarla gün içinde sonrası neler yapacağımız epeyce belirginleşti.
Kahvaltı sonrasında Yeni Foça yönüne
doğru hareket ettik. Hedefimiz olan Kartdere
Vadisi’nde 1924 Nüfus Mübadelesi öncesinde Foçalı Rumların yaşadığı eski bir köyün
kalıntıları vardı. Bunlar çoğunlukla Foça
kırsalında sıkça rastladığımız; ancak son yıllarda zamanın ve insanın tahribatı
sonucu giderek yok olmaya yüz tutmuş kule tip evlerdi.
Kahvaltı sonrası uğradığımız Foça su kemerleri
Phokaia'dan kalan; tarihi Foça su kemerlerinin bir bölümü...
Kartdere Vadisi’nde Kule Evler
Kartdere Vadisi, kendi adıyla anılan ve kıyıya doğru sert bir
eğimle alçalarak sonlanan adanın hemen karşısındaki düzlükten itibaren içerlere
doğru nüfuz ediyor. Doğu-batı ve kuzey-güney doğrultulu dere yatakları boyunca
arka dünyasındaki tepelere doğru yükselen vadinin toprak bir yolla ulaşılan ilk
bölümü, geniş düzlüklerden oluşuyor. Zaten yukarıda sözü edilen büyükbaş hayvan
çiftlikleri de buralarda yer alıyor. Çiftliğin iki yanından doğuya ve güneye
çatallanan iki dere yatağından gelen küçücük dereler birleşerek, binlerce
yıllık taşıdıkları alüvyonlarla Kartdere
Vadisi’nin denize ulaştığı kesimdeki geniş düzlükleri oluşturmuşlar.
Kartdere Vadisi'nin girişinde ilk kule ev
Aynı kule tipi evin daha yakından bir görünümü; kemerli pencerelerin eşsiz güzelliği
19.yy.da Rumların
yaşadığı dönemden kalma kule tipi evler vadinin hemen başlangıcındaki
düzlüklerde, Eski Foça’dan Yeni Foça’ya doğru ilerleyen karayolu
boyunca ve daha ilerilerdeki şimdilerde bir mezra görünümündeki terk edilmiş Sazlıca köyünde yoğunlaşmış durumda.
Eski Kartdere köyünden kalan kule
tipi evler, birbirinden uzak mesafelerde; tarımsal arazilerinin içine
oturtulmuş olmalı. Bugün kırsaldaki bu kule tipi evlerin bazılarının eski
sahiplerinden satın alınarak yeniden restore edildiği ve yaşanabilir hale
getirildiği görülse de çoğunlukla yıkılmış, çatıları çökmüş; kapı, pencere
söveleri, kapı lentoları ve desen-yazı içeren en değerli mimari parçaları
çalınmış durumdalar.
Kartdere Vadisi'nde yıkık bir Rum evi
Kartdere Vadisi; kırsaldaki yıkıntılar
Kartdere Vadisi’nde harap biçimde rastladığımız üç dört kule
tipi ev, genel olarak üç katlı olarak inşa edilmiş. Bilindiği üzere kule tipi evler;
alt katları sağır, üst katlarında ise küçük pencerelerle içeriye ışığı kabul
eden ve özellikle 19.yy.da Aydın ve çevresinde eşkıya baskınları sırasında olduğu
gibi savunma açısından yüksek işleve sahip yapılar olarak dikkat çekiyor.
Bunların bugün dahi en güzel örneklerini Aydın’ın bazı ilçelerinde (Arpaz, Cihanoğlu, Donduran ve İnebolu
Kuleleri gibi) görmek mümkün…
Arpaz Kulesi; Arpaz-Nazilli
(Fotoğraf: İF; Kasım-2015)
Donduran Kulesi; Yenipazar
(Fotoğraf: İF; Kasım-2015)
19.yy.da Foça
civarındaki çiftliklerde yer alan kule evler de bu savunma kaygısından
kaynaklanan nedenlerle bütün Akdeniz Havzası’nda ve Balkanlarda görüldüğü
şekillerde kule tipi mimariyi benimsemişler. Bu şekilde üretim alanlarını ve
ürettikleri zenginlikleri korumak amacıyla da Foça kırsalında yaygın olarak Foça
taşından ürettikleri bu evlerde yaşamayı yeğlemişler. Bugün Eski Foça-Yeni Foça karayolu boyunca
yazlık sitelerin ve sayfiye alanlarının arasına sıkışıp kalmış bu evlerin birer
kültür varlığı olarak tescil edilememesinden kaynaklanan sıkıntılar bu
yapıların bir anlamda yok oluşuna zemin hazırlıyor.
Sazlıca kulelerinden biri
( Fotoğraf: İF; Şubat-2016)
Aynı evin giriş kapısı üstünde yer alan kemer ve motifleri
(Fotoğraf: İF; Şubat-2016)
Yeni Foça garajı yakınlarındaki tipik Rum kulesi; çatlaklara rağmen hala ayakta...
(Fotoğraf: İF; Kasım-2007)
(Fotoğraf: İF; Kasım-2007)
Aynı kule evin bahçesi ve kuyu; Yeni Foça
(Fotoğraf:İF; Kasım-2007)
(Fotoğraf:İF; Kasım-2007)
Burada biraz kale / kule tarihçesinden ve giderek kulenin kaleden bağımsızlaşması sürecinden söz edelim. Tarihte kuleleri önce kalelerin tamamlayıcı bir unsuru olarak kalelerden çıkma yapılar şeklinde görmek mümkün. Düşmanı daha iyi gözetlemek ve kaleleri daha iyi kontrol etmek amacıyla tamamen savunma amaçlı olarak ana yapıya eklenmişler.
Bafa'da Mavsolos'un kuleleri
(Fotoğraf: İF; Mart-2014)
Latmos Herakleia'sından kalan surlar ve kuleler
(Fotoğraf: İF; Mart-2004)
Latmos Herakleia'sı; surlar ve burçlar
(Fotoğraf: İF; Mart-2004)
Bunlar
ilk olarak Eski Tunç Çağı’nın 1. evresinde yapılmaya başlanmışlar. Çokça
rastladığımız Birgi; Burg; Burgaz isimlerinin hepsi Prygos adından türemiş ve kale (kule)
ya da şehir (yerleşim yeri) anlamına
geliyor. Batı Anadolu’da Karia bölgesinde Pers Satrapı Mavsolos’un bir
Batı Anadolu halkı olan Lelegler’i
kontrol altında tutmak ve ehlileştirmek için; kuleler (denetleyici karakollar) yaptırttığı biliniyor.
Mavsolos'un kuleleri'ne bir örnek daha...
(Fotoğraf: İF; Mart-2004)
Hekatemnosoğulları'nın Alinda Kulesi; Akropol'den...
(Fotoğraf: İF; Aralık-2005)
Kuleler; genellikle dikdörtgen
planlı, bağımsız yapılar olup, su kaynakları boyunca denetleyici, gözetleyici
yapılardı. Batı Anadolu’da günümüzde kule geleneği yüksek bağ evleri şeklinde (bağ kulesi) devam etmektedir. Kulelerin
çevresinde mutlaka bir konak bulunmakta; esas yaşam bu konakta sürmekte,
tehlike anlarında ve düşman saldırılarında konak sakinleri ve çalışanlar bu
kuleye sığınmaktaydılar. Bu yapıların yanı sıra yaşam kalitesini sağlamaya dönük
çeşme, hamam, havuz (su ihtiyacı için) gibi yapılarla ahır, hububat ve yağ
depoları, yağhaneler ve avlu v.b. kullanım alanları da mevcut idi.
Sazlıca kulelerinden birinin içi
(Fotoğraf: İF; Şubat-2016)
Kule evin içinde bir ocak; artık sönmüş, hiç yanmayacak.
(Fotoğraf: İF; Şubat-2016)
Yeni Foça pazaryerinde Rumlardan kalma bir kule ev
(Fotoğraf:İF; Aralık-2017)
Kozbeyli'de Kuzubey Kulesi
(Fotoğraf:İF; Şubat-2004)
Kozbeyli'de bir kule ev
(Fotoğraf: İF; Mayıs-2016)
Kulelerin
genellikle 1. ve 2. katları “sağır”dır, yani pencere yoktur. Üst katlarında
genellikle giriş kapısı üzerinde aşağı doğru uzanan bir dikdörtgen kesitli iki
ucu açık bir oluk bulunur. Buna “seng-i endaz” denir. Buradan kapıya
yanaşan birisinin üstüne zarar vermek amacıyla, kızgın yağ, su v.b. dökülebilir
ya da taş atılabilir. Kulelerin giriş kapılarında makaralı sistemlerle çalışan
hareketli, açılır kapanır özellikte bir kapı bulunmaktaydı. Ayanların oturduğu
ve zenginliklerinin de bulunduğu bu yapılar bir düşman saldırısına uğradığında
yandaki konakta yaşayan ahali hemen kuleye kaçar, kulenin giriş kapısı bu
makaralı sistem yardımıyla (derebeylik dönemine ait şatolarda olduğu gibi)
kapatılır ve dışarısı ile olan bağlantı kesilirdi. Bazı kulelerin giriş
kapılarının üstünde bazı Rum eşkıyalarının baskınlarından korunmak için olduğu
tahmin edilen haç şeklinde kabartmalar da bulunmaktaydı. Kulenin üst katlarında
çepeçevre yaklaşan düşmana ateş etmek amacıyla “v” kesitli mazgal delikleri vardı. En üst çatı katına “parabet” adı verilmekte ve
gözetleme amacıyla kullanılmaktaydı.(2)
Sazlıca kulesi; iç mekan
(Fotoğraf: İF; Şubat-2016)
Arpaz Kulesi; "parabet"ler...
(Fotoğraf: İF; Nisan-2007)
Kartdere Vadisi’nde yer alan; kimi neredeyse
tamamen yıkık ve harap vaziyetteki kule tipi evlerin bu duruma gelmesinde
besbelli ki doğa ve insan birlikte rol oynamışlar. Öğleden sonra Sazlıca sırtlarından dönüşte gecikmiş
öğle yemeğini yakınlarında yediğimiz kule evde gördüğümüz gibi kimi zaman
kızılçamlar evin sınırlarını zorlamış ve neredeyse yapıları ele geçirmiş.
Çoğunlukla ise; Mübadele sonrasında
Rumların buraları kullandığı şekilde tarım yapabilme olanağının kalmayışı;
zaman içinde gelenlerin buraları terk ederek başka yörelere göç etmeleri bu
yapıları korunaksız ve sahipsiz bırakmış. Bütün bunların üstüne turizmin
bölgeye getirdiği yeni imkânlar da bu sahipsizlik hali içinde bu yapıların yok
oluş sürecine doğru sürüklenmesine yol açmış.
Kartdere Vadisi'nde önünde yemek yediğimiz kule tipi Rum evi
Çevredeki kızılçam örtüsü evin çevresini kuşatmış gibi...
Kartdere Vadisi'nde yamaçlara yaslanmış; restore edilmiş bir Rum kulesi
Sazlıca köyünde olduğu gibi Mübadele
sonrasında Kartdere Vadisi’ne de, Parga’dan gelen Türkler yerleştirilmiş. Parga’da daha çok balıkçılık ve
tütüncülükle geçinen Türkler, geldiklerinde bağ ve zeytin işinden
anlamadıklarından tütün işine girişmişler. Bağları söküp yerine tütün ekmişler.
Ancak tütün işinde de yeterli verimi alamayınca; bölgede daha fazla tutunamayan
muhacirler, bir süre sonra bu toprakları terk edip başka yerlere taşınmışlar.
Şimdi belki de onların mirasçıları konumundaki daha genç kuşaklar, buralarda
yeni fırsatların beklentisi içindeler.
Dağa Kaçtım, Kartdere Vadisi'nde...
Kartdere Vadisi'nde usul usul akan derelerin sularından içtik.
Kartdere’den Sazlıca’ya
Bugün
Kartdere Vadisi’nin doğu batı
ekseninde uzanan kolu üzerinden Sazlıca
sırtlarına doğru yürüdük. Giderken Kartdere’nin
kollarından biri olan dere yatağının (Fincanlı
Dere) güneyini, dönüşte ise aynı dereciğin kuzey yakasını takip ettik. Bu
yolculuk sırasında ona karışan başka cılız dereciklerin üzerinden atladık;
bazen birkaç metrelik şelale yavruları, bazen su fakiri küçücük büvetler ve bazen de rengârenk anemonlar yolumuza çıkıverdi ansızın.
Hele bir de o küçücük dereciklerin toprağa bir batıp bir çıkışları vardı ki;
görülmeye değerdi. Sırtımızı verdiğimiz Sırtlankaya
ve Fincan Tepeleri’ne doğru tırmanan
topografya, güneye doğru kireç taşı özelliğindeki kütlelerle dikkat çekiyordu.
Yükseklerden eteklerine doğru süzülen suların Kartdere’ye doğru zoraki akışı, kış mevsiminin tam ortasında
olmamıza rağmen yağışların son derece düşük düzeyde kaldığı bu zaman diliminde
oldukça dramatikti.
Kartdere'den Sazlıca sırtlarına; yürüyüş rotası
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Ada soğanı kolonileri
Etkileyici kokuları vardı; ama ismini bilemedik; çoktular.
Fincanlı Dere
Yürüyüş güzergâhımızda
yaygın bitki örtüsü içinde yer alan unsurlar içinde en dikkati çekenler,
koloniler halinde öbeklenmiş ada soğanları, melengeçler, üzerinde kırmızı
meyveleriyle sakız çalıları, ılık havalara kanıp erkenden uyanmış bayır
gülleri, dere yataklarında yapraklarından tamamen arınmış çırılçıplak hayıtlar,
sırtlarda deliceler, pırnar meşeleri ve yer yer kızılçamlardı. Ada soğanı kolonilerinin bu kadar
güzellerine bir de Karaburun
yarımadasında rastlamıştık. Birbirinden güç alırcasına öbek öbek öylesine
çoğalmışlardı ki; kimse durduramazdı onları…
Kartdere Vadisi'nde yürürken rastladığımız üstü dallar ve taşlarla örtülü su kuyularından biri
Asırlık incirin dereyle dansı; şiir gibi...
Karşılaştığımız büvetlerden biri
Daha yakından; su ne güzel dökülür havuzlara...
Bir ara güneyimizdeki
tepelerden birinin zirvesine kadar tırmandık. Kartdere Vadisi’nin genişleyerek denize doğru ulaştığı ufka doğru
baktık. Hava oldukça pusluydu. Yağmura gebeydi sanki. Denizi hayal meyal
seçebiliyorduk. Tırmandığımız sırtta da daha sonraları ağıl olarak kullanılmış
birkaç yapıdan arta kalan yıkıntılar vardı. Yürüyüş sırasında hayvanlar içine düşmesin
diye üstü iri ağaç dallarıyla örtülmüş birkaç su kuyusuna rastladık. Bu sırttan
yeniden kuzeye ve Fincanlı Dere’nin
yatağına doğru indik ve Sazlıca
yönünde doğuya doğru yürümeye devam ettik.
Fincanlı Dere'nin üstünde tırmandığımız sırttaki yıkıntılar; belki de eskiden ağıldı.
Yapının duvar detayı
Kartdere Vadisi; denize doğru bakış
Gezginler, gördüklerini değerlendiriyorlar.
Zeytin sekileri
Kuzey yönünde yazlık girişimlerinin yarım kalmış halleri
Solumuzda Çanak koyunun sırtlarına denk gelen bir
konumda su basman seviyesinde kalmış bir kooperatifin kalıntıları vardı. Çevre
kirliliğinden başka bir şey değildi gördüklerimiz. Ama esas kötüsü Sazlıca sırtlarına batı yönünden tırmandığımızda
ortaya çıktı. Çıktığımız tepeden kuzey yönündeki denizi ve Sazlıca Vadisi’ni gördük. Vadinin derinliklerinde ve bulunduğumuz
noktanın hemen altına denk düşen bir konumda onlarca bitmiş ya da devam etmekte
olan çok katlı konut inşaatı vardı. Haritaya bakınca anladık ki; burası Foça
Belediyesi’nin İsmail Cem Caddesi
olarak adlandırdığı imarlı bir alandı; ama resmen dağın başındaydık. Kule
evlerden mi özenmişlerdi bilinmez; ama vadiye ve denize hâkim bir konumda üçer
katlık binalar, dağın başında sanki topraktan fışkırmış gibiydiler. Bir kez
daha 106 yıl öncesinden bize seslenen Büyük Usta Tevfik Fikret’in Han-ı Yağma
şiirini hatırladık Sazlıca
sırtlarında…
Başlangıcı şöyleydi; siz
de hatırlayın:
“Bu sofracık, efendiler -
ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu
milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu
milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin,
yiyin, yutun hapır hapır...
Yiyin efendiler yiyin, bu
han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca,
çatlayıncaya kadar yiyin!”
(…)
Dağa Kaçtım gezginleri, Fincanlı Dere yatağında...
Doğanın eseri
Meyveleri üstünde; sakız çalıları
Sazlıca
Vadisi’nin derinliklerine
baktığımızda gördüğümüz manzara, hepimizi üzmüştü açıkçası. Ne yazık ki; han-ı yağma, bütün hızıyla; en
azından 106 yıl öncesini aratmayacak şekilde sürmekteydi hala. Sazlıca Vadisi’ne hâkim bu tepede daha fazla
kalamadık; yeniden dere yatağına doğru inerek dönüşe geçtik. Yürüyüşe
başladığımız noktadan yaklaşık 4 km kadar uzaktaydık. Dönüşümüzü Fincanlı Dere’nin kuzey yakasından
yaptık. Dönüş yolunda da yine anemonların coşkusu, cılız da olsa derenin usulca
akışı sürekli bize eşlik etti.
Fincanlı Dere yatağında bir doğal geçiş koridoru
Küçük bir derenin Fincanlı Dere yatağına dökülüşü
Dağa Kaçtım; dönüş yolunda...
Anemonların ilki...
Anemonların katmerlisi
Anemonların çeşitlisi...
Anemonların kardeşliği
Gecikmiş öğle yemeği molamızı, Kartdere Vadisi’nin denize doğru açılan
ağzına yakın bir konumda; kızılçamların istilasına uğramış bir kule evin
önündeki düzlükte verdik. Foça Grubu’nun oldukça iyi teçhiz edilmiş lojistik
deneyiminden bugün de fazlasıyla istifade etmiştik doğrusu. Yemek sonrası
içilen çaylarla koyulaşan sohbet bir süre daha devam etti. Günün son durağı Yeni Foça sahiliydi.
Dağa Kaçtım gezginleri, suyun başında...
Kartdere Vadisi'nde yemek telaşı
Patatesler pişmekte...
Arkasından sucuklar...
Artık Kartdere sofrasındayız; ardımızda bugünün teması, Batı Anadolu'daki kule tipi evlerden biri...
Çiriş otu ve anemon; ikisi de yalancı baharın erkencileri gibi...
Her ne kadar Yeni Foça’nın pazarına denk gelmiş olsak da; arabalarımızı sahile
yakın bir yerde park edebildik. İzmir
Büyük Şehir Belediyesi tarafından yakın zamanlarda tamamlanan son sahil
düzenlemeleri, Yeni Foça’ya değer
katmıştı. Sazlıca Vadisi’nin
derinliklerindeki kıyımla kıyaslandığında oldukça iyi niyetli bir hamle gibi
duruyordu bütün bu yapılanlar. Son durağımız Yeni Foça kıyısındaki bir kafeterya oldu. İçilen yorgunluk
kahveleri eşliğinde günün değerlendirmesi de tamamlanmıştı. Artık Foça’dan ve
Foçalı arkadaşlardan ayrılma zamanı gelmişti. En kısa zamanda bir başka Foça
yürüyüşünde buluşma sözüyle dostlardan ayrıldık ve İzmir’e doğru
yola çıktık.
Dipnotlar:
(1) Sazlıca koyunun arka dünyasında gerçekleştirdiğimiz Foça kırsalında Rum kiliseleri isimli yazımız için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/02/foca-kirsalinda-rum-kiliseleri.html
(2) Kuleler ve kule tipi evlerle ilgili aktarımlar, Ebruli
Turizm’in Ocak-2003’de gerçekleştirilen Menderes Kuleleri isimli gezisi esnasında Rahmetli Hocamız Arkeolog Şükrü Tül’ün anlatımlarından
yararlanılarak hazırlanmıştır.
(3) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında M.Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Başlangıçtaki resimlerde görülen evlerin benzerleri Orta Yunanistan da da var ama orada Türk evleri olarak geçiyor. İlginç bir durum. Yunanistanda Türk evi, Türkiyede rum evi olarak geçmesi. Aynı zamanda incelemeye değer bir konu. Paylaştığınız< için teşekkürler.
YanıtlaSilYılmaz Büktel ybuktel@gmail.com
Orta Yunanistan'da ben de dolaştım. Spesifik olarak hangi kent ya da kasabalardan söz ediyorsunuz; belirtirseniz daha iyi olur. bir de her iki yapı türünün ayırt edici özellikleri nelerdir ya da var mıdır? Bloğa koyduğumuz fotoğraflar, Foça'da 19.yy.da yaşayan Rum ailelerden kalmadır. Zaten birçoğunun üstünde de Rumca yazılar bulunmaktadır. Bizim özgün kültürümüzde bu tür mimari örneğine pek rastlamadım. Ya Ermenilerden ya da Rumlardan etkilenmişiz. Örneğin Kemaliye, Arapgir evleri gibi... Bir de coğrafi özelliklere göre de mimari oldukça farklı olabiliyor. Bizim geleneksel mimarimizin çizgileri daha farklı gibi. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
SilŞu sıra yurtdışındayım, döndüğümde de biraz meşguliyetim olacak. doğrudan bu evlerle ilgili çalışmam yok, başka bir konu üzerinde çalışırken yan ürün olarak görsellerine ulaştım. paylaşırım
YanıtlaSilteşekkürler
YanıtlaSilçok güzel bir çalışma , teşekkürler
YanıtlaSilİlginize teşekkürler...İF
SilMerhabai
YanıtlaSilFoça makalenizi çok beğendim. Kule evlerle ilgili bir araştırma yapıyorum. Fotoğrafları kopyalamama izin verebilir misiniz? Teşekkürler , iyi akşamlar
Prof. Dr. İlter BÜYÜKDIĞAN
Hocam merhabalar... Öncelikle bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz nedeniyle teşekkür ederim. Kule evler benim de yıllardır özel olarak ilgilendiğim bir konu... Bu konuda bloğumuzda birçok yazımıza ilginizi çekerse erişmeniz mümkün. Özellikle Batı Anadolu'daki bunların eşsiz örneklerini Aydın ve İzmir civarında izlemeniz pek mümkün. Nazilli yakınlarındaki Rodoslu taş ustalarına yaptırılan Arpaz Kulesi, Yenipazar yakınlarındaki Donduran köyünde Donduran Kulesi, Koçarlı ilçesinde Cihanoğlu Kulesi, Bozdoğan'da İnebolu kasabasındaki Mehmet Özbey Kulesiyle Foça kırsalındaki genellikle Rumların yaşadığı köy ya da mezralardaki savunma refleksiyle Foça taşı ile inşa edilmiş Rumlara ait kule evler bunların en iyi örneklerinden. Bir de bir Gürcistan gezisi sırasında Büyük Kafkas dağlarının eteklerindeki Svaneti bölgesinin merkezi konumundaki Mestia'da da derebeylik döneminden kalma benzer kuleleri gördüm. Hayret verici tarzda Aydın kulelerini andırıyordu ve sulh zamanı yaşadıkları konaklar da hemen bu kulelerin yanındaydı. Bloğumuz korumalı olduğu için belki fotoğrafları kopyalayamayabilirsiniz. Bir sıkıntı olursa bloğun altındaki e-mail adresine istediğiniz fotoğrafları belirtirseniz size çalışmalarınızda yardımcı olabilirim. Bilgilerinize...İF
Sil