LİDYA’DAN
BUGÜNE İSMİ KALAN; ADALA,
DAĞ
BAŞINDA BİR ROMA YERLEŞİMİ;
SİDASKALE ya
da SAİTTAİ
ve SİNDEL
KÖYÜNDE FOSİL AYAK İZLERİ
30 Ocak2018(1)
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
İç Ege’de biri Murat Dağı, diğeri de Şaphane Dağı’ndan doğan iki kolun
birleşiminden oluşan Gediz Irmağı,
Anadolu Platosu’nda oluşturduğu derin yarıkları takiben; Kula önlerinde on binlerce yıllık sönmüş volkanların marifetleriyle
dolu bir havzadan Salihli Ovası’na
doğru benzersiz bir coğrafyadan akarak Lidya’dan günümüze kalan ismiyle
ayrıksılığı her zaman belli; Adala’ya
ulaşır.
Adala regülatörü ve Gediz
(Haziran-2004)
Yanık Topraklar Ülkesi (Katakekaumene)
Kula civarındaki bir dizi volkanın
püskürtülerinden oluşan lavların önüne katanı sürükleyip götürdüğü Gediz’in yatağı, bir anda bu erimiş lav
kütlesinin dik falezler şeklinde donup kaldığı yerdir aynı zamanda. Bunun en
güzel delili Adala Regülatörü’ne
doğru demirden kapkara duvarlar gibi Gediz’in
yatağına dimdik inen Adala Kanyonu’dur.
Adala kanyonunda Gediz akarken...
(Mart-2008)
Adala
İzmir’den Uşak’a doğru
seyrederken, Salihli’yi geçtikten
sonra; bu havzanın en önemli ürünlerinden meşe palamudunu işleyen bir palamut
fabrikasının köşesinden kuzeye doğru yönelen Demirci sapağı, bizi Adala’ya
götürecektir. Adala, Kula yakınlarından başlayıp, Sandal, Menye, Kenger, Kaplan ve Eminbey köyleri yakınlarında meydana
gelen yanardağ etkinliklerinin lav akıntılarının son bulduğu yerde kurulmuştur.
Bu öyle benzersiz bir coğrafyadır ki; ziyaretçi eğer ilgiliyse kendisini bir
açık hava müzesinde sanır doğrusu. On binlerce yıl önceden etkinliğini yitirmiş
volkanlar, onların lavlarının katılaşıp kaldığı Gediz, Kula-Demirci-Salihli
üçgeninde yer alan Strabon’un Yanık Topraklar Ülkesi olarak andığı;
sanki ay yüzeyini andıran lav kütleleriyle kaplı ve kilometrelerce süren tuhaf
yeryüzü görüntüleri, Sindel köyü yakınlarında
yumuşak lavların üzerinde saklı; yine on binlerce yıllık fosil ayak izleri, bu
coğrafyaya uygun gelişmiş; kısa boylu meşe ağaçlarıyla kaplı bir topografya;
bütün bu ayrıksı coğrafyanın önemli unsurlarındandır.
Yanık Topraklar Ülkesi; Kula civarında bir divlitin bedeninde otlayan oyunlar...
(Mart-2008)
Strabon, Geographika
isimli eserinde Kula’dan Adala’ya dek uzanan bu topraklardan aşağıdaki
şekilde söz eder:
“Bu bölgeden sonra, (Philadelphia-bugünkü Alaşehir kast ediliyor-İF) beş yüz stadia
uzunluğu, dört yüz stadia genişliği olan Mysia ve Maionia denen (her iki isim de kullanılmıştır-çevirenin
notu) ve Katakekaumene olarak
adlandırılan ülkeye (Kula civarı-İF) gelinir.
Burada hiç ağaç yoktur; sadece kaliteli olarak ünlü şarapların hiçbirisinden aşağı
olmayan Katakekaumene şarabının elde
edildiği bağlar vardır. Toprağın yüzü küllerle kaplıdır, dağlık ve kayalık olan
ülke sanki yangından olmuş gibi siyah renktedir. Bazıları, bunun yıldırımlardan
ve ateşli yer altı patlamalarından olduğunu tahmin etmektedir ve bunlar Typhon’un efsanevi hikâyesinin burada
olduğunda tereddüt etmemektedir. (…) Fakat kaynağı şimdi tükenmiş olan ve
yerden fışkıran bir alev nedeniyle olabileceği yerine, bütün bu ülkenin bir
seferde böyle bir olayla yanmış olacağını kabul etmek mantıksızdır. Burada
birbirlerinden kırk stadia kadar uzakta olan “Physas” (koruk anlamında-çevirenin notu) denen üç çukur görülür. Bunların
yukarısında, mantıklı olarak tahmin edildiği takdirde, topraktan fışkıran sıcak
kütlelerle oluşmuş tepeler uzanır. Bu tür toprak bağcılığa iyi uyum sağlar.
Halen en iyi ve bol miktarda şarap elde edilen, üzeri külle kaplı Katana
toprağında olduğu gibi.”(2)
Yine yeşillendi Salihli bağları; en arkada Bintepeler...
(Haziran-2010)
Adala’ya giderken kayısısı ile meşhur Dombaylı’dan geçilir. Dombaylı’nın
kayısıları o kadar leziz ve meşhurdur ki; İzmir’e bile pek uğramaz. Simsarlar,
doğrudan onları Haziran ayının sonlarına kadar İstanbul’a giden kamyonlara sarar
ve gönderirler. Salihli Ovası’nın
sulanması için düzenlenmiş sol sahil sulama kanallarının birine paralel
ilerleyen Salihli-Demirci karayolu
kıyısında Haziran ayındaki bu telaş görülmeye değerdir.
Adala Regülatörü
(Haziran-2004)
Adala’nın Lidya dönemindeki ismi Satala’dır. Bu yılların
öğüttüğü bir isim olarak bugüne Adala
olarak ulaşmıştır. Ama esas sevindirici olan birçok yerdeki yakıştırma
isimlerin yanında geçmiş tarihini saklayan bu ismi Adala’nın hala muhafaza edebilmiş olmasıdır.
Adala kanyonunda Gediz'e inen dik falezler
(Mart-2008)
Adala Kanyonu boyunca ovaya doğru ilerleyen Gediz, Adala’da temizlenir, arınır ve regülatörü takiben iki kola
ayrılarak Salihli Ovası’na doğru
yönelir. Adala regülâtörü yaz
aylarında bir mesire yeri görünümündedir. Bu regülatör; Gediz’den aşağılardan gelen suyun yükseltilerek Marmara Gölü’ne beslenmesine ve daha
sonra Gediz’e tekrar aşı yapılmasına
yardımcı olur. Yöre şeftali ve kayısısı ile meşhur olup, her yıl Temmuz ayında Adala’da Şeftali Festivali
düzenlenmektedir.
Adala Regülatörü, mesire yeri ve Gediz
(Haziran-2004)
Gediz ırmağı üzerine suların ıslahı ve tarımsal sulamanın geliştirilmesi adına Cumhuriyet döneminde ideolojik bir yaklaşımı da yansıtacak tarzda önemli su yapıları oluşturulmuştur. Bunlar arasında; 1955’de yapılan Demirköprü Barajı, 1932’de yapımına başlanan Adala Regülatörü ve Adala – Marmara gölü besleme hattı; 1939–1944 yılları arasında bir Alman firmasına yaptırılan Emiralem Regülatörü ve daha sonraları 1960’lı yıllarda Demirel döneminde yaptırılan Ahmetli Regülatörü sayılabilir.
Demirköprü baraj gölü
(Haziran-2010)
Uşak üzerinden yaklaşık %20
sınaî; %80 evsel atıklarla yüklü olarak Demirköprü
havzasına ulaşan Gediz ırmağı bu
geniş çökelme havzasında kısmen yükünden kurtulur; Adala regülâtöründe aşağıdan Gediz’den gelen su yükseltilerek
içindeki katı parçacıklar bir miktar daha çökeltilir ve daha sonra Marmara Gölü’ne doğru Adala besleme hattı ile beslenir. Marmara Gölü; Gediz suyuna göre daha temiz, balık ve larvaların yaşadığı bir
tatlı su gölüdür. Burada rejenere edilen Gediz
suyu; bu gölden Ahmetli Regülâtörü’ne
ulaşan ve daha sonra tekrar Gediz’e
bağlanan bir diğer besleme hattı ile tekrar Gediz’e aşılanır. Bu mekanizma ile
sulama amaçları dışında Gediz’in
kirlenen suyunun bir nebze olsun temizlenmesi amaçlanmıştır. Ancak ne yazık ki,
Ahmetli’de temizlenen Gediz, Kemalpaşa önlerinde Nif
çayının Gediz’e karışması ile tekrar
ve bu kez tamamen kimyasal olarak kirlenir. Ve yine ne yazık ki, Cumhuriyet’in
yüz akı sulama projelerinden biri olan bu temizleme süreci, artık tam olarak
çalışmamakta ve Ahmetli regülatörü,
tamamen balçıkla kaplı vaziyette ve devre dışı kalmış durumdadır. Bu şekilde Emirâlem üzerinden Menemen ovasına
ulaşan Gediz; tüm ovayı ve canlıları
tehdit eder bir boyuta ulaşan kirliliği ile ülke akarsuları içinde en ciddi
kirlilik problemini yaşayan bir tanesi olarak göze çarpar.
Adala Regülatörü'nde Gediz'in köpüren suları
(Haziran-2004)
Adala’nın adı nereden geliyor?
Kesin bir tarihe dayanmamakla beraber, geçmişte
çevrede bulunan mezar taşlarında ve yerleşim alanlarındaki harabeler arasında
bulunan onurlandırma kitabelerine göre; İ.S. VII. yüzyıla kadar geçen zaman
içerisinde Bizans dönemi Piskoposluk listelerinde kentin adı değişik şekillerde
geçmektedir. (Sattalon-Sattaleon-Sattalion-Atollon-Atgalon-Sattalon-Satalon-Sotalon-Salon
v.b.)
Orta Gediz Havzası; Gediz menderesler çizerek yatağında ilerlerken...
(Mart-2008)
Yörede bulunan ve Manisa Müzesi’nde saklanan başka bir anıt yazıtta şöyle
denmektedir. "…Suçlu bulunan bir
rahibin yakalanarak, Valerius 'un emri ile Rahip Therapon, Synaos ve Ankyna
Sidera’da hapis edilir. Daha sonra Astelos Nehri yakınlarında öldürülür."
Bu yazıtta da kentin adının (SATALA) olduğundan bahsedildiği
söylenmektedir. İ.S. II. ve III. yüzyıllara tarihlenen başka bir buluntu
yazıtta da kentin adının (SATALEON) şeklinde yazıldığı incelenmiştir.
Adala'da...
(Haziran-2004)
Satala adının birçok yabancı araştırmacılara göre
yakın bölgede bulunan eski antik kentlerde de kullanıldığı belirtilmektedir.
Gezgin L. Robert, Satala’nın Sardes’in kuzey doğusunda bulunan bugünkü Adala’ya karşılık geldiğini şu şekilde belirtmektedir: “...Hermos Nehri’nin dar bir sol vadisinde,
Sardes’in büyük ovasına girmek için çıktığı yerdeki kasabayı (SATALA) olarak adlandırdım.” Bu
ifadeler, bugünkü Adala kasabasının
bulunduğu yeri tanımlamaktadır.
Adala yakınlarında badem çalıları
(Mart-2008)
Mitolojide bahsedilen "Dur Zavallı"
efsanesine de uyan bu bölgeyi yakıp yıkan dar boğazı da geçerek Satala’ya (Atala) kadar gelen lav
ejderhasının bu kenti de yakmaması için Zeus Lydion Rahibi’nin inandığı
tanrısına yalvarıp yakardığı o gizemli sözleri ile (Thypon) ateşinin
durduğu yer, tamamen Atala’ya uyum sağlamaktadır.
Dombaylı kayısıları çiçekte...
(Mart-2008)
Adala; bu volkanik ve yanmış
dağların bulunduğu bölgenin hemen batısında, Kenger, Kaplan köyleri alanlarından akıp gelen lav akıntılarının
dar boğazı geçerek ovaya girdiği yerde biriken sönmüş lavların bittiği yerde
kurulmuş bir antik alan kentidir. Adala
yakınlarında antik çağda mermer taş ocakları, beyaz mermer yatakları olduğu
çevrede bulunan mermer sütun başlıkları, heykelleri, mezar taşlarının
çokluğundan anlaşılmaktadır. Hamilton
adındaki seyyah, Adala’ya gelip
çevreyi gezmeye çıktığında kasabanın kuzeyindeki siyah taşlardan yapılmış
kaleyi görür. Bu kalenin “…Ortaçağ’a ait
bir kale olup, Türkler tarafından yapıldığını” bu kalenin yapılış amacının
da kasabayı ileride doğacak tabii afetlerden, volkan ve sel baskınlarından
korumak için yapılabileceğini aynı eserde bahsetmektedir. Kale duvarını aşmanın
imkânsız olduğunu ve bir patikadan, kale boyunca iki mil kadar yürüdüklerini ve
Gediz'e hâkim bir yerde olduğundan söz eder. Bugün bu kaleden kala kala 15–20
m. kadar uzunlukta bir duvar parçası kalmıştır.(3)
Gediz akarken...
(Mart-2008)
Orta Gediz Havzası’ndaki volkanik topografya ve bitki örtüsü
Suyolu kenarında yer alan ve kentin simgesi
olduğu düşünülen şeftali heykelinin hemen yakınından ırmak boyunca yukarı doğru
bakıldığında Gediz vadisinin tarih
öncesi dönemde volkanik oluşumlar nedeniyle ortaya çıkan dönüşümü hakkında
fikir edinilebilir. Bu görüntü içinde derin vadinin kenarlarında hemen dik bir
şekilde yükselen kanyon görüntüsü fark edilir. Kanyonun kenarları boyunca
yukarıda tepelerde yer alan volkanik ağızlardan (Divlit) püskürerek gelen
lav akışının Gediz tarafından
buralarda nasıl kesildiği ve bu düz alanda devam eden lav akışının nasıl kanyon
oluşumuna dönüştüğünü görmek çok heyecan verici olsa gerekir.
Divlitler dünyası; Katakekaumene...
(Haziran-2010)
Bu bölgede kanyonun dik yamaçlarında volkanik
olaylar sonrasında ortaya çıkan jeolojik yapılanmada dik bazalt duvarlar
gözlenmektedir. Bazalt kütleler lav akışının soğuması sonrası ortaya çıkmış,
bazen özlü (yani çok yoğun) kütleler halinde belirirken, bazen de gaz
çıkışları nedeniyle son derece hafiflemiş gazlı kütleler halinde gözlenebilmektedir.
Yörede volkanik patlamalar sonucunda magma tabakasından yeryüzüne pırtlayarak
çıkan lav kütlelerinin püskürdüğü volkanik tepelere Divlit adı
verilmektedir.
Haziran'da yağmura gebe bir havada uzaklardan Demirköprü'ye bakarken...
(Haziran-2010)
Bitki örtüsü olarak; volkanik olaylar sonrası
oluşan toprak örtüsü üzerinde yaygın olarak meşe ve ahlât ağaçları, bir de
gelmekte olan baharın habercisi olan pembe renkte çiçek açmış yabani badem
çalıları görülmektedir. Meşe palamudu bu bölgenin bir dönem en önemli ekonomik
ürünü ve geçim kaynağı olmuş. Özellikle Cumhuriyet döneminde; 1930 – 1940’lı
yıllarda deri sanayinde kullanılan meyvesi ekonomik olarak çok önem kazanmıştı.
Nasıl şimdi tütün ya da Pamuk
İhracatçıları Birlikleri tipinde mesleki dayanışma örgütleri oluşturulmuş
ise; o dönemde de Meşe Palamudu İhracatçı Birliği tipinde örgütlenmeler
vardı. Pelit adı verilen ve dikenli kapsül başlığının içine saklanmış
meyvesi öğütülerek macun şekline getirilip deri işlemede önemli bir girdi
olarak kullanılırdı. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası kimya sanayinde
ortaya çıkan gelişmeler ve deri işlemede kullanılan yeni kimyasalların ortaya
çıkışı nedeniyle giderek önemini yitirmiş, bu yörenin de bir anlamda en önemli
ekonomik kaynağını kaybetmesine neden olmuştur. Ancak, son yıllarda özellikle
Avrupa Birliği’ne yönelik artan ihracat imkânları yeniden meşe palamudunu ve onun özü olan taneni (valeks), yeniden
ekonomik değeri önemli bir ürün katına yükseltmiş bulunmaktadır.
Mavi göğün altında bitip tükenmek bilmez; sabırlı ve direngen meşeler...
(Fotoğraf: MYC; Kasım-2017)
Bu yörelerin coğrafyası tarafından belirlenen
yaşam koşulları mitolojideki tanrıları da etkilemiştir. Nereye bakılsa
görülecek tek tip ağaç olan palamut meşesinin elbette bir koruyucusu ve hamisi
olacaktır. Bu da Toma Dağı’nın Tanrısal gücü, meşelere hükmeden (kırsaldaki
Roma yerleşimi Sidaskale’nin üzerinde yer aldığı tepeler) İkiz
Meşeler Zeus Tanrısı’dır. Çevredeki kazılarda ve tarla çalışmalarında
mezarlardan çok miktarda stel ve yazıtlar çıkarılmıştır. Bunlar kefaret (adak)
yazıtları olarak adlandırılmaktadır. Genellikle yazıtlarda meşe ağaçlarına
verilen zararlar (Kutsal alandaki meşe ağaçlarını kesip odun diye satmak; meşe
ağaçlarının dallarını kırmak v.b.) neticesinde Tanrı Zeus tarafından uğranılan
bir hastalık, ölüm (ölünün arkasından yakınları tarafından ölenin bağışlanması
amacıyla) ya da felaket sonucunda bağışlanma arzusu ile af dilenmektedir.
Bir
diğer tanrı da belinde kılıçla tasvir edilen; savaşçı görünümlü ve dağlarda
dolaşan yalnız çobanları koruyan Men Aksiyettennos’dur. Yörede gelin
alaylarında oynanan ve bıçak havası diye bilinen; ellerinde kılıç, tahta
v.b. aletlerle birbirine vurularak oynanan bir zeybek oyunundaki figür ve
hareketlerin bu mitolojik – tarihsel derinliklerden süzülerek günümüze kadar
ulaştığı söylenebilir.
“Lydia’nın Katakekaumene adı
verilen volkanik bölgesinde meşe ağacının kutsallığına inanılmaktaydı. Hatta Kula’nın Börtlüce köyü yakınındaki Toma
Dağı’nda “İkiz Meşeler Zeus’u”nun bir tapınağı vardı. Bu yörede bulunan
bir yazıt sayesinde, kutsal ağaçlardan kesilmiş odun ya da keresteyi satın alan
birinin Zeus’la başının nasıl belaya girdiğini öğreniyoruz:
“İkiz Meşeler’deki Zeus ve onun gücü yücedir! Menophilos, kutsal odun satın
aldığı için tanrı tarafından cezalandırıldı. Hayli acı çektikten sonra tanrı
onun oğlu Menophilos’a babasının işlediği günahın bedelini ödemesini emretti.
Şimdi de (baba Menophilos) bütün insanlara ‘Tanrı’yı küçümsemek doğru
değildir!’ diye seslendi ve bir kanıt olarak bu taşı dikti. 276 (İ.S. 191)
yılı, Daisios ayının 30. Günü”.
Bu yazıttan yalnızca 3 yıl sonraya
ait olan ve yine Börtlüce köyü
civarında bulunmuş olan bir başka yazıt, ağaç kestiği için Zeus tarafından cezalandırılan birinin itirafını içermektedir:
“İkiz Meşeler Zeus’u yücedir! Euangelos oğlu Stratonikos Zeus Didymeites’in
meşe ağacını bilmeden kesti. Ve tanrı ona gücünü gösterdi. Çünkü o tanrıya
inanmıyordu. Tanrı onu ölümcül bir hale soktu. Ama sonra (tanrı tarafından) bu
tehlikeden kurtarılınca teşekkür etmek için bu taşı dikti. Şimdi ben
duyuruyorum ki hiçbir kimse tanrıyı küçümsemesin ve meşe ağacı kesmesin! 279
(İ.S. 194) yılı, Panemos ayının 18. Günü”
(kaynak:http://hasanmalay.com)
Kula’nın Emre köyünde bulunan ve belli ki ağaca
zarar verdiği için Tanrı(lar) tarafından cezalandırılan ve sonra bu suçunu
itiraf eden biri tarafından yazdırılmış ve ormanın görülebilir bir yerine
diktirilmiş olan ve Roma İmparatorluk Devri’ne
tarihlenen bir itiraf yazıtının günümüze ulaşabilen son satırları şöyledir:
“Her kim ağaca zarar verirse, karşısında öfkeli bir tanrı bulacaktır!”(4)
Bu coğrafyada yaşayan biz insanlar için, bu toprakları yurt bellemiş
bizden önce yaşayanların mirasına ne kadar sahip çıkıyoruz; meşelere bakıp
bakıp bir daha düşünme zamanıdır şimdi.
Dağların başında yapayalnızdır meşeler.
(Fotoğraf: MYC; Kasım-2017)
(Fotoğraf: MYC; Kasım-2017)
Yörede oynanan "Bıçak Havası" oyunu; binlerce yıl geriden bugüne taşınan Men Aksiyettennos kültü gibi...
(Kaynak: internet ortamı)
(Kaynak: internet ortamı)
Kız
Köprüsü
Adala’yı
geçtikten sonra Demirköprü barajına gelmeden ERSAR Alabalık Tesisleri
levhasından sola zayıf ve dar bir şose yola sapılır ve yokuş aşağıya inilir.
Aşağıda dere kıyısında alabalık tesisleri ve Kız Köprüsü görülür.
Alabalık tesislerini Bulgaristan’dan 1989’da göç eden bir aile işletmektedir. Kız
Köprüsü, derinliklerinde bir Ferhat – Şirin “buluşamama” öyküsünü saklayan ve halkın dağarcığındaki ortak sevda
ayrılıkları ile beslenerek adını alan 18 yy. bir Osmanlı yapısıdır. Sel
baskınlarına karşı tipik bir şekilde ortası yüksek, uçlara doğru giderek alçalan
ve birleştirilen kıyıların seviyesine inen, bir at arabası geçebilecek
genişlikte taştan bir köprüdür. Bu köprünün Osmanlı döneminde Demirci yöresinden İzmir Limanı’na yün halı sevkiyatı için kervanların geçişinde
kullanılmak amacıyla yapıldığı bilinmektedir.
Kız Köprüsü; Demirci'nin halıları İzmir Limanı'na kervanlarla bu köprüden taşınırdı.
(Haziran-2010)
Bir başka açıdan Kız Köprüsü
(Haziran-2010)
Kız Köprüsü'nün en büyük kemeri
(Haziran-2010)
19.yy.da Demirci'den halı taşıyan kervanlar, bu yoldan geçerdi.
(Haziran-2010)
Fosil Ayak İzleri
Salihli-Demirci yolunun üstünde; Adala’yı ve Kız Köprüsü’nü
geçtikten sonra Demirköprü Barajı’nın kuzey kıyısında Sindel / Nebiler köyü yakınlarında 1969 yılında Maden Tetkik Arama Enstitüsü
çalışanlarından Mustafa Çelik tarafından
saptanan fosil ayak izleri, yaklaşık Pleistosen
sonu, Holosen başlangıcına ilişkin
Ege’de bulunmuş tek insan fosili olarak biliniyor. Büyük olasılıkla şimdi tam
karşısında yer alan ve halk arasında Divlittepe
olarak anılan sönmüş volkanın etkin olduğu zamanlardan kalma bu ayak izleri,
olasılıkla su kaynaklarına doğru yürüyen iki kişiye aittir. Araştırmacılarca
yanlarında evcil bir hayvanın da (büyük olasılıkla bir köpek) bulunabileceği
ileri sürülmektedir.
Sindel köyünde fosil ayak izleri
(Kaynak: internet ortamı)
41 numara ayak
ölçüsüne sahip bu tarih öncesi insanlar, yakındaki volkandan çıkan küllerin bir
yağmur sonrası çamurlaşmış oluşumları üstünde yürümüşlerdir. Yürüyüş hızları,
adım açıklıklarına bakılırsa normalden fazladır. Adım aralıkları 80-85 cm
olarak ölçülmüş, ayak ölçüsü ise 31 cm ile 30 cm olarak belirlenmiştir.
Fosil ayak izlerinin bulunduğu yamaçtan Divlittepe'nin görünüşü
(Haziran-2010)
Olasılıkla; izleyen
süreçte çamur kurumuş, üstüne volkanın curuf bırakmasıyla birlikte iyice
sertleşerek ayak izlerinin biçimini saklamış olmalıdır. Yokuş aşağı bir baskı
etkisiyle yürüyen bu insanlar, topuklarını çamura bastırarak ilerlemişlerdir. Fosil
ayak izlerinde; baş parmak üstündeki vücut ağırlığı baskısı iyice görülebilir.
Sindel köyünün altından ve sığır kuyrukları arasından Demirköprü baraj gölüne bakış
(Haziran-2010)
Ayak izlerini ilk
inceleyen Fikret Ozansoy, tarih
olarak 250 000 yıl öncesini önermiş; son araştırmayı yapan İsmail Yalçınlar ise, 10.000 yıl eskiye tarihleme gerekçesini
yaklaşık 100 metre yakındaki Çakallar
(Divlittepe) volkan konisinin henüz
yüzeyinde toprak oluşarak bitkilenmediği, tabakasının da kalın olmadığı
yalnızca 15-20 cm olduğu kanıtlarına dayandırmaktadır.
Sindel fosil ayak izlerini saklayan lav örtüsü
(Haziran-2010)
Ayakların karakterine
bakılırsa bu izler, modern insan / “homosapiens”e
ilişkindir. Ayak izlerinin birkaç örneği Ankara
MTA Müzesi’nde, bir diğer örneği ise İzmir
Ege Üniversitesi Tabiat Tarihi Müzesi’nde sergilenmektedir. Kalan izlerin bir
kısmı, son yıllarda buralardan kaldırılarak talan edilmiş; kalan bir kısmı ise
toprak altında bu tür tacizlerden kendini koruma kaygısıyla; Sindel köyü yakınlarındaki yamaçta
kaderini beklemektedir.(5) (6)
Yer
Özellikleri, Toprak ve Çömlekçilik
Adala’dan Demirköprü barajını geçtikten sonra Sindel
köyüne ve volkanlara doğru ilerlerken Aydın – Muğla karayolu üzerinde Çine
civarında gördüğümüz kocaman, birbirinin üstüne abanmış vaziyette ve sanki dokunsanız
düşecekmiş gibi duran kayalara benzer gnays kayalar görülür. Bu bölge
aslında ayni masif kütlenin bir parçasıdır. Buna Menderes Masifi adı
verilmektedir. Bu kütlenin, 40 milyon yıl önce Afrika kıtasından koptuğu ve her
yıl kuzeye doğru 1 cm ilerlediği yer bilimciler tarafından ileri sürülmektedir.
Gnays kayalar uzaktan bakıldığında pırıl pırıl parlarlar. Bu içerdikleri mika
şist yapıdan kaynaklanmaktadır. Yörede toprağın ve kayaların bu özelliğinden
hareketle çömlekçilik gelişmiştir.
Gökeyüp çömlekleri
(Kaynak: internet ortamı)
(Kaynak: internet ortamı)
Gökeyüp kadınları, en iptidai yöntemlerle çömleği bu şekilde yapıyorlar.
(Kaynak: internet ortamı)
Gökeyüp'te çömlek imalatı
(Kaynak:internet ortamı)
Gökeyüp'te sokakta çömlekler kururken...
(Kaynak: internet ortamı)
Gökeyüp'te çömlekler, bu mübarek eller tarafından; bu resimdeki en basit avadanlık üzerinde yapılıyor.
(Kaynak: internet ortamı)
Gökeyüp'te çömlekler pişirilirken...
(Kaynak: internet ortamı)
Sidaskale
ya da Saittai
Halkın ifadesiyle Sidaskale ya da Roma dönemindeki ismiyle Saittai, Roma’da İmparator Hadrianus zamanında (İ.S. 2.yy.);
bölgedeki ekonomik dinamikleri (ağırlıklı olarak dokumacılar) bir araya
getirerek oluşacak ekonomik güçten vergi toplamak suretiyle gelir sağlamak
amacıyla kurulmuş; bir merkezden uzak, ticaret yolları üzerinde bulunmayan dağ
başında kurulmuş bir ilginç kent yerleşimi olarak dikkat çekiyor. Buna benzer
bir diğer yöre yerleşimi (Dağ başında devlet örgütlenmesi oluşturma) Uşak-Eşme’deki
Blaundos’tur.
Saittai stadyumu
(Haziran-2010)
Sidaskale’ye Köprüpaşı, Borlu üzerinden Demirci yolu kullanılarak ulaşılır.
Borlu çıkışından sonra Demirci
yolundan ayrılarak arkada Demirköprü
baraj gölü ve Gediz’in kolu Demirci (Borlu) çayı bırakılır ve dağın
dik yamaçlarına doğru tırmanılır. Borlu’da
Sidaskale yol levhası 14 km.yi göstermektedir. Bu
noktadan itibaren iki tane sağa sapak geçilir. Bunlardan sonuncusu Gediz vadisini geçerek Kula’ya
ulaşan Ayazviran –İçikler sapağıdır. Bu yoldan Kula’ya gidilebilir. Bu sapakta Saittai levhası muzip
köylüler tarafından İçikler
istikametine çevrilmiştir. Aldanıp da sapmamak gerekir. Bundan sonraki üçüncü
sapak ise, Sidaskale yoludur. Levha
burada bulunmamaktadır. Yol boyunca meşe ağaçlarının üzerinde dalların arasına
tutunmuş yeşil öbekler halinde meşe asalağı ökse otları görülebilir. Son
sapaktan saptıktan yaklaşık 500 – 600 metre sonra düz bir alana gelinir. Burası
şehrin kurulduğu yerdir.
Saittai; kırsalda bir Roma yerleşiminden izler
(Haziran-2010)
Sidaskale ya da Saittai'de modern zamanların tütün tarlaları
(Haziran-2010)
Şu anda bir kapısının kalıntılarının bulunduğu alan, şehre ana giriş kapısı; bir propylon olmalı. Bu kapı; şehri ikiye bölen ana cadde “dokumanos”un başlangıcı olmalı. Bu ana caddeyi dik kesen diğer caddeye cardo deniliyor. Yer üstünde çok önemli bir kalıntı görülmemekte. Yaklaşık bin kişilik bir stadyum; stadyuma doğru ilerlerken bir yıkıntı tepeciği halinde bir hamam ve çeşme (nymphaion); mezar anıtları ve şehrin Nekropol’ü yer alıyor. Stadyuma ilerlerken hamam kalıntısının arka tarafından bir dere yatağı geçiyor. Çeşme bu cepheye doğru; ihtişamlı bir mimariye sahip ve Cardo yolu da büyük ihtimalle bu çeşme önünden geçiyor. Tarla sınırlarında ilerlerken friz süslemeleri, sütün parçaları, alınlıklar v.b. değişik parçalara ve definecilerin taze noktasal sondajlarına rastlanıyor.
Saittai; stadyum
(Haziran-2010)
Stadyum 14 sıralı; tiyatronun giderek önemini
yitirdiği; atletlerin müsabakalarının da fazla ilgi uyandırmadığı anlaşılan bir
dönemde halkı eğlendirmek amacıyla; daha çok vahşi hayvanlarla kölelerin dövüştürüldüğü
ya da bazı sirk benzeri gösterilerin yapıldığı bir circus benzeri bir işlev için tasarlandığı; bu yüzden de fazla
büyük olmadığı tahmin ediliyor. Kısa kenarlarında basamak yok. Oturma sıraları
sadece uzun kenarları boyunca yer alıyor. Kentin sosyolojisini; özgürlüğü
bağışlanmış kölelerin yerleştirildiği ve bunlara işlemeleri amacıyla verilen
topraklar; bölgeye su getiren; çeşme ve hamamlara yaptıran, Osmanlı Ayanları’na
benzeyen yarı feodal derebeyleri (Kurator’lar); tarla sınırlarını
belirleyen hukuk kuralları ve bu konudaki ihtilafları çözümleyen yerel
otoriteler; yörenin hamisi ve imar ihtiyaçlarını karşılayan aileler (Bergama’dan gelenler) oluşturuyor.
Dipnotlar:
(1) Bu yazı, ilk kez yöreye Ebruli Turizm’in rahmetli hocamız Arkeolog Şükrü Tül’ün rehberliğinde
düzenlediği 23 Mart 2003 tarihindeki Orta
Gediz Havzası; Sidaskale ve fosil ayak izleri isimli gezinin merkezinde yer
aldığı; ancak daha sonraki yıllarda yöreye kişisel olarak defalarca yapılan
gezilerde derlenen bilgilerden de yola çıkılarak hazırlanmıştır.
(2) STRABON, Antik Anadolu Coğrafyası
(Geographika:XII-XIII-XIV) Çeviren: Prof.
Dr. Adnan PEKMAN, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 3.Baskı: İstanbul 1993;
sayfa: 135-136
(3) Adala’nın adının kaynağı ile ilgili bu bilgiler, 2003 yılında aktif olan www.adala.net isimli web sitesinden alınmıştır.
Ancak söz konusu site bugün itibariyle aktif değildir ve kullanım dışıdır.
(4) Prof. Dr. Hasan Malay; “Bir Lydia Yazıtından; Her kim ağaca zarar verirse, karşısında öfkeli bir tanrı bulacaktır.” Bkz. http://hasanmalay.com/index.php/anasayfa/3-f/69-lher-kim-aaca-zarar-verirse-karsnda-oefkeli-tanry-bulacaktrr-malay-
(5) Fosil ayak izleri ile ilgili bilgiler, 23 Mart 2003 tarihli yukarıda anılan gezinin Arkeolog Şükrü Tül tarafından
hazırlanan Ebruli Turizm gezi
notundan yararlanılarak hazırlanmıştır. Söz konusu doküman ise şu kaynakları
referans vermektedir: a) Fikret Ozansoy, Pleistosene ait fosil insan
ayak izleri, MTA Ens. Bült. 1969 no:79 Ankara; b) İsmail Yalçınlar,
Türkiye’de Eski Çağ İnsanlarının Bazı Faaliyet ve Eserlerinde Coğrafi Etkiler,
X.Türk Tarih Kongresi, 1.Cilt s:25 1990 Ankara
(6) Sindel fosil ayak izlerinin tahribatı konusunda bkz. www.milliyet.com.tr/26-bin-yillik-ayak-izleri-yok-gundem-2374767/
(7) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında yöreye yapılan muhtelif geziler sırasında İ.Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder