25 Kasım 2018 Pazar

TİRE BAŞKÖY VADİSİ’NDE DOLAŞIRKEN...

Eskiden insanoğlu bu dünyada
Dertlerden, kaygılardan uzak yaşardı,
Bilmezdi ölüm getiren hastalıkları.
Pandora açınca kutunun kapağını,
Dağıttı insanlara acıları dertleri.
Bir tek umut kaldı dışarı çıkmadık
Kapağı açılan dert kutusundan.(1)

 15 Kasım 2018
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Yaşadığımız topraklarda 2500 yıl önce hayat süren filozof ruhlu bir ozan vardı: Kyme’li Hesiodosİşler ve Günler isimli manzum eserinde çağına göre iyi bir çiftçi ve iyi bir insan olabilmek için verdiği öğütlerin bir yerinde şöyle sesleniyordu insanoğluna:

“İnsanlar kötülüğe yığınla akın eder; ona kolayca ulaşırlar, yolu düzdür, yeri yakındır; ama iyiliğin önüne tanrılar alın terini koymuşlardır, ona varan yol uzun ve diktir.”

 
Tire-Başköy Vadisi

Bu söz 2500 yıl önce söylenmiş olsa da bugün de geçerliliğini koruyan evrensel bir düsturdur bize göre. Yaşam kalitesini artırmak gibi sözleri çok duymuşuzdur günümüzde. Bir yığın teori, bir yığın söz ve standart davranışı öne çıkaran bir dizi yaklaşım… Bütün bunların ötesinde her şeyden önemlisi, yine bize göre, belli bir doğru ahlak perspektifinde; iyiye, daha iyiye ulaşması ve Mevlana’ya atfedilen bir sözde olduğu gibi Tanrı’nın tamamlanmamış bir projesi olarak formüle edilmiş insanın; iyi ve kötü yönlerinden hangisini besleyip büyüteceğine karar vermesinin gerektiğidir. Elbette bunun için tüm toplumların belli bir altyapıya ihtiyacı vardır; ama bundan daha fazlası için insanın kendisinin de ortaya koyacağı bir çaba söz konusu olmalıdır.

  
Tire Başköylü kabak kemane ustası İrfan Alkur; bir "iyilik" ustası

Bu iyilik üretme sürecine bir insan nasıl ve neden girer? Esas soru budur. Dinler ve toplumlar tarihinde bunun yığınlarca örneği; iyinin kötüyle ise sonsuz savaşımı var. Sadece ekonomik ve teknolojik alt yapının iyileştirilmesi, insanlığa asla ebedi huzur ve mutluluğu getirmeyecektir. Temel dönüşüm, bu maddi dünyadaki bütün iyileştirmelere paralel olarak eşlik edecek bilinçlerdeki “iyi”ye doğru dönüşümlerdir. 21.yy.daki insanın ihtiyacı olan sınırlarüstü bir yeni “hümanizma” tanımına ihtiyaç var belki de. Elbette ekonomik ve teknolojik gelişme düzeyine denk düşen ve özellikle de ondan güç alan bir bilinç dönüşümünden söz ediyoruz. Hem ona uygun, hem de insanın doğasına uygun bir yeni ahlak anlayışının tesisine yönelik bir bilinç dönüşümü…

 
Dağa Kaçtım gezginleri, kabak kemane ustası İrfan Alkur'un mekanında; günün iyilik tarafında...

Bugün Aydın Dağları’nın sonbaharın renklerine boyanmış vadilerinden birinde; Başköy civarında dolaşırken yaşadığımız tesadüfler, bize bunları düşündürttü biraz da. Bir iyi, bir de kötü tesadüf… İşte bir günün hikâyesi…

 
Tire'de sabahın erken vakti; Gençler Kahvehanesi'nde Atatürk köşesi; bir Anadolu kasabasındaki halkın kendiliğinden kurtarıcısına duyduğu sevginin ifadesi...

 
Vakit sabah; Tire İstasyonu...

Sabah erkenden yine koyulduk yollara. Bugün hedefimizde Tireli dostlarla birlikte daha önceki yıllarda dağın kuzey yamaçlarından ulaştığımız Pers Satrapı Gamersos’un bir gözetleme kalesinin(2) bulunduğu Fesattepe’ye bu kez güney yamaçlarında yer alan Yemişler köyünden ulaşmaktı. Tire’de bir sabahçı kahvehanesindeki mükellef kahvaltıdan sonra, Kral Yolu’nu takiben Başköy Vadisi’ne yöneldik.


Başköy köy düğünü
(Nisan 2007)


Başköy meydanında köy düğünü; meydan dumandan görünmüyor, 8 zurna 3 davul köyü inletiyor.
 (Nisan 2007)

Yıllar önce Hasan Hocalarla birlikte katıldığımız bir köy düğününden hatırladığımız Başköy, aslında Tire’nin merkeze en uzak köylerinden biri ve bizim bundan sonra Başköy Vadisi olarak anacağımız; bugünlerde sonbaharın bütün renkleriyle boyanmış bu güzelim vadinin derinliklerinde yer alıyor. Bir dönem Türkmenlerin Batı Anadolu’da sonlanan büyük göçünün hatırasını anan eski bir Türk boyunun ismi Uzgur ile anılan köyün adı, daha sonraki yıllarda yörede görev yapan bir kaymakam tarafından vadideki önemine ve büyüklüğüne atfen Başköy olarak değiştirilmiş. Başköy’den sonra, vadide Tire yönünde ilerlerken; Ortaköy ve Yemişler köyü üzerinden Aydın Dağları’nın kuzey yüzüne doğru Çukurköy ve Kaplan’a ulaşmak mümkün... Uzun ve virajlı dağ yollarından ilerleyerek bu pastoral vadinin güzelliklerini doya doya seyretmek, ayrı bir keyif doğrusu.

 
Yemişler köyü; meydanda Dağa Kaçtım gezginleri, köylüyle konuşuyor.

Köye girerken, ceviz ve incir tarımının öne çıktığı Başköy’ün girişinde asılı “Jeotermal’e Hayır” pankartı dikkatimizi çekiyor. Aydın civarında son yıllarda yoğun bir şekilde devreye alınan jeotermal enerji santrallerinin bölgedeki en önemli tarımsal ürünlerden olan incir üretimini olumsuz olarak etkilediğine dair basında son yıllarda yaygın haberler yayımlanıyor. Büyük Menderes Grabeni’nin sıcak su çıkışına izin veren fay kırıklarının bulunduğu bölgelerde; Mursallı civarından başlayıp Denizli’nin Sarayköy ilçesine dek uzanan geniş bir alanda bu jeotermal enerji santrallerine rastlamak mümkün. Biz son tüketiciler olarak; bu santrallerin olumsuz etkisini, ovadaki incir rekoltesinin özellikle son yıllarda eskiye göre düşük bir düzeyde seyretmesi ve bu durumun incir fiyatlarına yansımasıyla hissediyoruz. Özetle; kaliteli incir bulmak, yıldan yıla giderek zorlaşıyor. Bu yıl iyi kalite inciri, pazarda 40 liradan aşağı bulmak pek mümkün değil.

 
Köyün meydanında yer alan ve bir vadiye doğru bakan konumdaki Atatürk büstü

Ovadaki düşen incir rekoltesi, bu anlamda dağ köylerindeki incir tarımını öne çıkarıyor. Ama bugün anladık ki, jeotermalciler boş durmuyor; ovada yaptıklarını, dağlarda deniyorlar. Bir yandan şuursuzca kurulan rüzgâr elektrik santralleri, diğer yanda ise yer altındaki enerjiye sahip olma derdindeki jeotermal santraller; özetle söylemek gerekirse, ne yazık ki Aydın Dağları da ülkenin diğer bölgelerinde olduğu gibi temiz enerji maskesi altında iki ateş arasında kalmış durumda ve bundan en çok muzdarip olacak olanlar da yine bu toprağın, bu dağ köylerinin insanları…

 
Gezginler, tamamlayamadıkları Fesattepe yürüyüşünün başında; en arkada Fesattepe...

Kötünün hikâyesi

Sabah 10.30 gibi Başköy üzerinden dağa doğru tırmanan bir asfalt yoldan önce Ortaköy’e, daha sonra da Yemişler köyüne ulaştık. Köy sessiz ve sakindi. Köyün meydanı diyebileceğimiz ve Atatürk büstünün de bulunduğu alanda birkaç köylü vardı. Bir tanesi ile selamlaşıp konuştuk. Fesattepe’ye çıkış için kolay bir patika sorduk; yürüyüş için köye geldiğimizi söyledik. Adam, sorgulayan bakışlarla ve biraz da gönülsüzce sorularımıza cevap verdi. Vedalaşıp ayrıldık ve köylünün gösterdiği patikayı takip ederek, incir bahçeleri içinden yürümeye başladık.

 
Fesattepe'ye doğru...

 
İncirlerin ardında Yemişler köyü

Tam karşımızda kireç taşından dev bir başlığı andıran kayalıkla taçlandırılmış Fesattepe, bütün görkemiyle durmaktaydı. Aydın Dağları’nın iki yakasındaki Büyük Menderes ve Küçük Menderes ovalarına hâkim bir noktada yer alan bu tepenin; vakti zamanında (İ.Ö. 5. yüzyılda) neden Pers Satrapı Gamersos tarafından bir gözetleme kalesi için mekân seçildiği, bulunduğumuz noktadan dağa doğru bakıldığında bizim için daha anlaşılırdı. Yaklaşık yarım saat kadar yürüdük. Yürüdükçe incir ağaçlarının arkasında kalan aşağılardaki Yemişler köyü ve sol yanımızdaki dere yatağı bizden uzaklaştı. Doğu yönünde ise; köyün üstünden dolanarak dağ geçidine doğru ilerleyen ve Tire’ye giden karayolunu seçebiliyorduk.

 
Fesattepe yolunda incir bahçeleri

 
Bir eski bağ evinden kalan...

 
Fesattepe, bize bir incir ağacının ardından göz kırpıyor.

Bu sırada arkamızdan yetişen bir motosikletli köylü, köy muhtarının bizim yürüyüş yapmamızı istemediğini ve dağdan inmemiz gerektiğini söyledi. Doğrusu ilk anda anlam veremedik. Yaklaşık 10 yıldır İzmir ve çevresindeki dağlarda doğa yürüyüşleri yapan bizler için bu davranış anlaşılır gibi değildi. Köylüye doğa dostu kişiler olduğumuzu, dağ yürüyüşü yaptığımızı ve yürüdüğümüz patikayı takip ederek karşımızda duran Fesattepe’ye çıkmayı amaçladığımızı söyledik ve bunları muhtara iletmesini istedik. Motosikletli delikanlı yanımızdan ayrıldı ve yeniden köye döndü. Bizim ise canımız fena halde sıkılmıştı; özellikle de Tire’de bizi konuk eden Hasan Hoca’nın. Umursamayarak, yeniden yürümeye devam ettik.

 
Ardımızda bıraktığımız Yemişler köyü ve Çukurköy üzerinden Tire'ye giden karayolu

Bir süre sonra karşıdan; dağdaki bahçesinden traktörüyle birlikte gelmekte olan bir başka köylü göründü. Bizim yanımıza gelince traktörünü durdurdu. Selamlaştık; hatırını sorduk. Bir süre ayaküstü kendisi ile sohbet ettik. Traktörlü köylüye de Fesattepe’ye doğru yürümekte olduğumuzu anlattık. Tam o sırada köylünün telefonu çaldı. Köylünün konuşmasından anladık ki; konu bizdik. Muhtar, bağırış çığırış içinde; bizim aşağıya, köye inmemizi istiyordu; hatta emrediyordu. Bizi Tire’ye davet eden dostumuz Hasan Hoca, bu duruma alabildiğine içerledi ve köylüden telefonu kendisine vermesini istedi. Telefonu alır almaz daha kendisini tanıtmaya fırsat kalmadan, köyün muhtarı Hasan Hoca’ya, ağzına ne gelirse saydırmaya başladı. Türk konukseverliğinden nasibini almamış bu adam, bize aşağıya inmemizi emrediyor ve aksi takdirde kolluk kuvvetlerini üzerimize göndereceğini söyleyerek biz; doğa dostu yürüyüşçüleri bir anlamda tehdit ediyordu. Konuşmadan anlaşıldığı kadarıyla kendisi köyde değildi ve bir yakınının cenazesi için Kireli köyüne gitmişti. Bizim dağa doğru yürüdüğümüzü gören işgüzar köylülerden birinin, ona; cansiperane görev bilinci(!) içinde haber uçurması sonucunda, ne yazık ki; oradan bize telefonla erişerek tadımızı kaçırmayı becermişti. Telefonda nasıl konuşulacağını dahi bilmeyecek denli kaba ve usul adap bilmeyen bu kişi, sonuç olarak; güzelim incir diyarında bir çuval inciri berbat etmişti maalesef.

 
Sıram sıra; sıra dağlar, oy güzelim dağlar...

Canımız sıkıldı; yürüyelim dedik, biraz ilerledik; ama bizden ayrılan köylü de huzursuzlandı. Anladığımız kadarıyla aşağıda da muhtar ile irtibat halinde başkaları vardı. Günün bütünüyle berbat olmaması adına, köye geri dönmeye kara verdik. Köy meydanındaki gençlerle konuşmamız sonucunda anladık ki, köylüler bizi Başköy civarında enerji santralleri için keşif yapan jeotermalcilere benzetmişlerdi. Gösterdikleri anlam veremediğimiz tepkinin nedeni buydu. Ovada incir ağaçlarının uğradığı yıkıma benzer bir sonucun, kendi başlarına da gelmesini istemiyorlardı. Aslında yaptıkları, bir şekilde kendi hayatlarını savunmak ve ona yönelik potansiyel tehditlere karşı çıkmaktı. Ancak ne yazık ki, uyguladıkları yöntemlerle, nereye saldıracaklarını bilemeyen kızgın boğalar gibiydiler. Bu gidişle en büyük zarara uğrayacak olanlar, yine kendileri olacaktı. Hele hele kendilerini göstere göstere köye gelen, amaçlarını medeni bir şekilde meydanda gördükleri köylüye izah eden bu doğasever insanlara karşı takındıkları tutum, hiç de dostça ve Türk konukseverliğine yakışır nitelikte değildi. Ama ulus olarak; haslet diye öğündüğümüz neyimiz kalmıştı ki bugün? Erozyona uğramış topraklar gibi, bütün iyi özelliklerimizi de alıp sürüklemişti ahir zaman. Haklıyken haksız çıkma uğruna takındığımız yanlış tutumlar, tanımadan bilmeden köye gelen konuklara düşmanca davranışlar affedilir şeyler değildi. Hele o muhtar!

 
Yemişler sırtlarından Yemişler köyü ve Başköy Vadisi'ne bakış

Elbette keyfimiz kaçmıştı. Yemişler köyünden; düşünceli, biraz kızgın ama hüzünle ayrıldık; insanımızın düştüğü çaresiz duruma acıyarak… Günün kalan kısmında Başköy’ün girişindeki bir başka hikâyenin içine girmek üzereydik sanki. Yaptıkları ve yapacaklarıyla kendi çapında iyi insan olmanın mücadelesini veren Başköylü kabak kemane ustası ve sanatçısı İrfan Alkur’un dünyasına…

 
Başköy Vadisi

İyinin hikâyesi

Başköy’e 2,5 km uzaklıkta; çınar, ceviz ve incir ağaçlarıyla kaplı vadinin bir yakasında kurulu İrfan Alkur Kültür ve Sanat Evi, Uzgur isminde saklı kadim bir geçmişin günümüzde vücut bulmuş kutlu bir mirası gibiydi. Öğleye doğru kahverengiden sarıya, farklı tonlarda sonbaharın renkleriyle kaplı, güzelim vadideki mekâna ulaştığımızda; İrfan Alkur, bize ileriki saatlerde gözleri parlayarak anlatacağı en güzel eseri; kültür ve sanat evini genişletme çalışmaları için, ustalarla birlikte Başköy asfaltının üstündeki yamaçta çalışmaktaydı. El emeği, göz nuru bir güzel eser, adı gibi irfan dolu bir insanın çabalarıyla ayağa kaldırılmış; karşımızda durmaktaydı. Biraz sonra keyifle onun bütün hücrelerine nüfuz ettik.

 
Başköy yakınlarında İrfan Alkur Kültür ve Sanat Evi

 
Gezginlerin İrfan Alkur'un evinde ağırlanışı; Yemişler köyüne ve köylülerine ithaf olunur.
 
Başköy Vadisi

Ama İrfan Alkur, ilk önce Yemişler köyünde görmediğimiz bir şekilde; geleneksel Türk konukseverliğine uygun olarak önce bizi karşıladı ve yolun vadi tarafında yaşam mekânı olarak kullandığı evinin avlusuna dostça davet etti. Avlunun giriş kapısının tam karşısında yer alan ve vadiye doğru uzanan balkon seki, üstümüzdeki kızarmış yapraklarıyla çardağı saran sarmaşıklar, her yana asılı; kabak kemanenin en önemli hammaddesi su kabakları; etrafımızdaki kasımpatlarıyla kaplı çiçek tarhları, masada kendi ürünleri olan ve evin hanımı tarafından kırılıp hazırlanmış ceviz ve incir tabakları; bulunduğumuz mekânla anlamdaşlığı ifade eden bir bütünsellik içinde kavradı bizi.

 
İrfan Alkur, en güzel eseriyle; Başköy Vadisi'ne karşı...

İrfan Alkur, bu toprağın insanı… Şimdilerde 62 yaşında. Başköy’de doğmuş ve bu dağlarda ve vadilerde koyunlarının peşinde koşturarak büyümüş. Köyün geleneğinde müziğin hep önemli bir yeri olmuş. Bu geleneğin köklerinin Orta Asya’dan buralara getirilen kabak kemane sazında olduğu gibi çok derinlerde olduğu anlaşılıyor. Köy o kadar eski bir yerleşim ki; konuşmamız sırasında İrfan Alkur, vadinin karşı yakasına düşen bir yönde; yörede Kureyş Mezarlığı adıyla anılan eski bir mezarlıktan söz ediyor. Ne yazık ki; zaman içinde bölgede yürütülen hafriyat çalışmaları sırasında, mezarlık harap olmuş ve İrfan Bey’in aktardığına göre de; günümüzde mezarlığa dair toprak üstünde bir şey görmek mümkün değil artık.

 
İrfan Alkur'un yaşam mekanından vadinin güzelliği

İrfan Alkur daha çocukken, sesinin güzelliği hemen fark edilmiş. 70li-80li yıllara dek Başköy’deki köy kahvehanelerinde geceleri insanlar, şarkılar türküler söyleyip eğlenirlermiş. O yıllar, henüz tüketim toplumu haline gelmediğimiz yıllardır. Başköy’de bu kahvehane eğlencelerinde çalgı olarak özellikle kabak kemane kullanılırmış. İrfan Bey de çocuk yaşında sesinin de güzelliği sayesinde, babasının yanında bu eğlencelere katılır ve yörenin türkülerinden söylermiş. Kabak kemane de ilgisini çekmiş o yıllarda. Demiş ki kendi kendisine; ben bu çalgıyı yaparım ve de çalarım.

 
İrfan Alkur Kültür ve Sanat Evi; dershane duvarındaki İrfan Usta'nın eseri kabak kemaneler


İrfan Usta çalıp söylüyor; Halil'in türküsü

İrfan Alkur, 13 yaşlarındayken, dağda koyunlarının peşinde; elinde bir çakı, bir zakkum ağacının (Aydın Dağları’nın iki yakasında bu ağaca ayıngeç adını veriyorlar) gövdesinden bir parçayı yontarak önce sapını yapmış. Sıra gövdesine gelmiş kabak kemanenin. Bir su kabağından yaptığı gövdesini sapıyla birleştirip bir atın kuyruğundan kestiği kıllarından ise kemanenin yayını üretmiş. Eski bir telefon kablosunun içinden sıyırdığı üç adet tel, kabak kemanenin tellerini oluşturmuş. Kabak kemane yapımı ile ilgili hiçbir eğitim almamasına rağmen, tamamen köydeki büyüklerinin elinde gördüğü kabak kemanelerle ilgili gözlemleri üzerinden oluşturduğu çalgının akordu ise, tamamen rastlantısal bir deneyimdir.

 
İrfan Alkur, Dağa Kaçtım gezginleri ile...

Bir gün İzmir Radyosu sanatçılarından rahmetli Durmuş Yazıcıoğlu, köyde öğretmenlik yapan bir öğretmen aracılığıyla namını duyduğu İrfan Alkur’u dinlemeye Başköy’e gelir. İrfan Bey’in, eşliğinde çalıp söylediği kabak kemanesini aynı zamanda ürettiğini de öğrenince, daha fazla ilgilenir onunla. İzmir’e davet eder. Eğer bu çalgıyı üretebilirse, ona satabileceği kişilerle bağlantı kurması konusunda yardım edebileceğini söyler. Durmuş Yazıcıoğlu’nun cesaretlendirmesi, bir anlamda İrfan Alkur’un önünü açar. Tire’de ürettiği kabak kemaneleri önce İzmir’e, daha sonra da Türkiye’nin muhtelif noktalarına gönderir. Hayatını bu çalgıyı üretip satarak kazanır. Ama köyünü ve doğduğu toprakları asla unutmaz. Bütün bu hayat mücadelesi içinde; hep aklının bir köşesinde, bir gün o topraklara dönüp, bütün hayat deneyimini doğduğu topraklardaki o güzel insanlara nasıl aktarabileceği sorusu vardır. Bir gün aklının kurcalayan o soru, yanıt bulur ve o hayal, Başköy vadisinin bir yakasında gerçeğe dönüşür. Bizim de bugün tanıklık ettiğimiz; Başköy’e 2,5 km kadar uzaklıktaki İrfan Alkur Kültür ve Sanat Evi, işte bu hayalin ete kemiğe büründüğü bir gerçektir şimdi.

 
İrfan Alkur Kültür ve Sanat Evi; kabak kemane yapım atölyesi

 
Su kabağından kabak kemane gövdeleri

 
Kabak kemane atölyesinden bir başka görünüm

 
Beyaz tahtada kabak kemane dersleri... 

İrfan Alkur Kültür ve Sanat Evi, Başköy Vadisi’nin bir yamacında; kilit taşlarla kaplı eğimli yolla ulaşılan, yörenin kayrak taşlarıyla kaplanmış, tek katlı bir yapıdan oluşuyor. Bugünlerde binanın kuzey yönünde bir genişletme amaçlı bir inşaat faaliyeti sürdürülüyor. Bahçesi, son derece bakımlı ve çiçeklerle kaplı her yanı… Binanın bir bölümünde kabak kemane yapımının öğrencilere aktarıldığı atölye bulunuyor. Ona bitişik konumdaki büyük salonda ise, Başköy’deki kültürel mirası sürdürmeye aday köylü çocuklarına, kabak kemane ve bağlama dersleri veriliyor. Bir beyaz tahtanın üzerinde bir kabak kemanenin bileşenlerinin belirtildiği bir çizim yer alıyor. Dershanenin duvarlarında ise, İrfan Alkur ve öğrencilerinin yaptığı kabak kemaneler asılı.

 
İrfan Usta, Dağa Kaçtım gezginlerine kabak kemane hakkında bilgi veriyor.

 
Bir irfan yuvasında Başköy hatırası 

Hiç kimseden bir şey beklemeksizin, sadece kendi olanaklarıyla oluşturulmuş bir girişimden söz ediyoruz. Tamamen gönüllülük temelinde ve doğduğu topraklara duyduğu minnet ve sevginin bir ifadesi olarak; o topraklardaki kültür geleneği yok olmasın ve kendisinden sonraki kuşaklara aktarılabilsin diye girişilmiş iyi niyetli bir çaba… Köydeki çocukların ailelerinin tek tek dolaşılarak ikna edilmesi, ilk başta okulla yapılan işbirlikleri, kendi imkânlarıyla oluşturulan bir “irfan” yuvası ve daha neler… Ailelerin oluruyla bu eğitim sürecine katılan öğrenciler, haftada üç gün İrfan Alkur Kültür ve Sanat Evi’nde eğitim alıyorlar. Kış sezonunda Tire’de yaşayan İrfan Bey, kendi arabasıyla yaklaşık 25 km yol yapıp kültür evine geliyor. Kabak kemane eğitimi alan çocuklar gelmeden dershanenin sobasını yakıyor. Ders için gerekli tüm ön hazırlıkları yapıyor ve çocukları bekliyor. Ders sonrası, tekrar 25 km yolu kat edip Tire’ye dönüyor. Bütün bunların hepsi, İrfan Alkur’un özverisini ve bu işe adanmışlığının hangi düzeyde olduğunu gösteriyor.

 
Kültür nasıl korunur; işte böyle: yetiştirdiği öğrencilerden bir grup ile birlikte; dersane duvarındaki fotoğraftan...

Dershanede geçirdiğimiz zaman diliminde İrfan Alkur, bize insanın derinliklerine seslenen sazıyla, sözüyle bu dağların tınısından ip uçları da veriyor. Kabak kemanesi ile seslendirdiği Çanakkale Ağıtı ise, günün en değerli armağanı gibi… Kabak kemanenin gövdesini oluşturan su kabağının üstüne gerdikleri zar, ona buğulu ve derinden bir ses özelliği kazandıran dana yüreğinin zarından yapılıyormuş. İlk yaptığı kabak kemanelerde ise, İrfan Bey; tavşan derisi kullanmış. Adnan Menderes Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nden bir öğretim üyesinin ziyareti sırasında, temininde çektiği sıkıntılarından söz etmesi üzerine; kendisine bu konuda nasıl yardımcı olduğundan söz ediyor sohbetimizde. Böyle bir irfan yuvasına elbette ilgi duyan herkesin yapabileceği bir katkı mutlaka olmalı diye düşünüyoruz.


Çanakkale Ağıtı

 
İrfan Alkur Kültür ve Sanat Evi'nin girişinde yer alan plaket

İrfan Alkur; TRT Haber'de...
(Youtube'dan alınmıştır.)

TRT belgesellerine konu olan, yakınlarda da yine TRT Belgesel kanalı için yeni bir belgeseli çekilen İrfan Alkur’un kabak kemane atölyesinin girişinde İzmir Büyük Şehir Belediyesi tarafından şahsına verilmiş bir plaket yer alıyor. Plakette aynen şu ifadeler bulunmakta:

“Tarihe Saygı; Yerel Koruma Ödülleri; 2016
Kabak kemane ustası İrfan ALKUR, İzmir Büyük Şehir Belediyesi tarafından ‘Geleneksel Zanaatların Yaşatılması’ kategorisinde Jüri Özel Ödülü’ne değer bulunmuştur. İzmir Büyükşehir Belediyesi

Onun bütün hülyası; mekânını, sınırlar ötesine ulaştıracak boyutta bir çekim merkezi haline getirmek ve bu sayede doğup büyüdüğü Başköy’e bir şekilde borcunu ödemek… Tabii ki işin merkezinde yeni İrfan Alkur’lar yetiştirmek var; ama daha ötesi de var. Aslında anlattıklarından bu yolda da epey bir mesafe kat ettiğini de söylemeliyiz. Öyle ki; son yıllarda Amerika’dan bile onu ve mekânını merak eden insanlar ziyaretine geliyorlar; sazını ve sesini bu mekânda dinliyorlar. Her şeyin aşındığı günümüzde kendi öz kültürümüze bu denli sahip çıkan ve onu yedi kat yabancı insanlara dahi tanıtmaya çalışarak, bir nevi kültür elçisi rolü de üstlenen bu güzel insana gıpta etmemek mümkün değil… Ne mutlu ona; bu değerli ve aydınlık yolculuğunda…

 
İrfan Alkur'un evinden Başköy Vadisi'ne bakış; avluda yediğimiz cevizle incirin kaynağı...

İrfan Bey’in bugün kültür ve sanat evindeki inşaat faaliyetleri nedeniyle başı oldukça sıkışık… Biz de onu daha fazla meşgul etmemek adına dostça vedalaşarak ayrılıyoruz yanından; ama yetiştirdiği öğrencilerinin bir mezuniyet konserinde bulunma sözünü kendisinden alarak…

Habibler düzleminden Aydın Dağları'nın görünüşü

 
Kızılçamlar, incir bahçeleri ve zeytinlikler; Aydın Dağları'nda dolaşırken...

Aydın Dağları’nı aşan geçitlerden birini takip ederek ulaştığımız Germencik köyüne bağlı Habibler köyünün yol üstünde yer alan kahvehanesi bugünkü son durağımız. Daha önceki geçişlerimizde(3) de uğradığımız bu yol üstü kahvehanesinde; yeni demlenmiş bir çaydanlık çayın eşliğinde oldukça gecikmiş bir öğle yemeğiyle son buluyor günümüz. Şimdi artık günün muhasebesini yapmak zamanı; İzmir’e dönüş yolunda… İyi ile kötünün muhasebesini; ne kaldı bize, ne kaldı bugünden yarına diye…

Dipnotlar:
(1)   Hesiodos, Theogonia – İşler ve Günler; Çeviren: Azra Erhat-Sabahattin Eyüpoğlu; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları; 1. Basım, Mayıs 2016-İstanbul; sayfa: 52
(2)  Fesattepe’de Pers Satrapı Gamersos’un kalesi ile ilgili olarak bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2012/02/pers-satrabi-gamersosun-tire.html
(3)  Aydın Dağları’nın Habibler geçişi hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2013/05/aydin-daglarindan-besparmaklarin.html
(4)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

2 yorum:

  1. Kutlarım Ege nin nefesini duydum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bloğumuza olan ilginizin devamlılığı dileğiyle... İF

      Sil