12 Ocak 2018(1)
İbrahim Fidanoğlu
Hava soğuktu; Ocak ayazı,
İzmir’in nemi ile birleşince; ilikleri sızlatan bir soğuğa dönüşmüştü adeta.
Yunan yazarı Mara Meimaridi’nin İzmir Büyücüleri isimli kitabını
okuyalıdan beri iki arkadaşın kafasına kazınmıştı bu tatlı. Kitaba göre rulo
halindeki yufkaları küçük küçük dilimlere ayırarak yapılan ve baklavaya benzer
bir tatlıydı kurkubinya… Yufka önce
rulo haline getirilerek sarılıyor; daha sonra iki parmak genişliğinde dilimlere
ayrılıyor, yağda kızartılan dilimlerin üzerine ise şerbet dökülerek servise
hazır hale geliyordu.
Agora'dan Tilkilik'e doğru...
(Aralık-2006)
19.yy.dan 20.yy.a
geçerken toplumsal alt üst oluşlarla sarsılan o günkü İzmir’in sıkıntılı
hayatında kıt kanaat geçinen yoksulların (özellikle Rumların) ağzını
tatlandırmak için tercih ettikleri iyi bir seçenekti doğrusu bu tatlı. Öyle ki,
rulo haline getirilmiş yufkaların içinde ceviz bile yoktu aslında; ama mutlaka
cevizle daha güzel olurdu.
Anafartalar'da deve kervanları
(Kaynak: www.egetelgraf.com/dunden-bugune-anafartalar-caddesi/)
Arabayı İkiçeşmelik’teki katlı otoparkın en üst
katına bıraktıktan sonra Anafartalar
Caddesi’nde Basmane yönünde
yürümeye başladık. Karakolu geçince solda köşede; tavanda kuş kafeslerinin
asılı olduğu bir dükkân gözümüze ilişti. Dükkânın kapısından içerdekileri
selamlayarak girdik. Duvarda karton bir levha üzerinde “Kuşlar satılık değildir” yazıyordu. Dükkânın içinde 5 kişi vardı.
İzmir’in alt üst oluş sürecinde Güneydoğu’dan kopup gelen göç dalgalarının
sosyolojisini değiştirdiği bu mahallelerde direnen son yerlilerdi besbelli.
Bakışlarına yansıyan umutsuzluk ve son gelenlerle birlikte daha da artan köşeye
kıstırılmışlık duygusu derin bir sessizlik ortamında her şeyi anlatıyordu.
Anafartalar Caddesi'nden bir görünüm
(Ocak-2006)
Bir zamanlar Karşıyaka'nın bahçelerinde öterdi "florjinler"
(Kaynak: http://bulmacacevapdanismani.blogspot.com.tr/2009/06/flurcun-da-denilen-bir-kus.html)
Arkadaşım Aybey,
aklındaki çocukluğundan kalma bir kuşu sordu. Koca kafalı, kıvrık gagalı bir
kuştu; Karşıyaka’nın bahçelerinde rastlanırdı ona. Adam, Aybey’i dinledi; “florjindir,(2) o kuş” dedi. “Şimdi buralarda bulamazsın onu, arama” diye de ekledi. Tepemizdeki
kafeslerin içinde saka kuşları vardı. Neden bu kadar çoktular, daha fazla
soramadık; çünkü içerdekilerin sıkılmış bir halleri vardı. Dükkânın kapısını
açan herkese soran bakışlarla bakar gibiydiler. Dükkândan vedalaşıp ayrıldık ve
yol boyunca yürümeye devam ettik.
Namazgah sokaklarında...
(Ağustos-2011)
Sağ kolda; vitrinde
karadut pekmezi kavanozlarının bulunduğu bir aktara uğradık sonra. Amacımız;
yıllarca önce babasının Aybey’e çocukluğunda son kurkubinyaları aldığı bir tatlıcının izini aramaktı. Ama tatlının
adından bile bihaberdi sorduklarımız. Aybey, çocukluğundaki kurkubinyaya dair hatırladıklarını şöyle
aktarıyor:
Paşa Konağı; Dönertaş
(Ağustos-2011)
“Babam, bu tatlıyı, Dönertaş’taki küçük bir tatlıcı dükkânından alırdı. Çok severek
yediğimiz bir tatlıydı. Çok ince açılmış yufkalar, kat kat sıkı bir şekilde
sarılır, ceviz büyüklüğünde kesilen parçalar yağda kızartılır, kıtır kıtır
şerbetli olarak satışa sunulurdu. Tadı baklavaya benzer, ama sade olmasına
rağmen onun kadar lezzetliydi. 80’li yılların başında bu dükkânı bulmuş,
yaşlanan ustasından kurkubinyayı
belki de son kez tatmak nasip olmuştu.”
Kemeraltı hanlarından; Mirkelamoğlu Hanı
(Şubat-2007)
Bizi bugün Anafartalar Caddesi’nin kalabalıklarına
karıştıran ise, yazının başlarında da sözünü ettiğimiz İzmir Büyücüleri romanıydı. Roman değil; sanki 19.yy.ın sonları ve
20.yy.ın başlarındaki kozpomolit İzmir’in
sosyal hayatına tutulmuş bir büyüteç; bir belgeseldi kitap. Neresi hayaldi,
neresi gerçek; pek kestirilmese de kasvetli zamanın ruhunu yansıtan cümlelerle
kavrardı sizi kitap.
İzmir Büyücüleri kitabının kapağı
(Kaynak: http://www.dr.com.tr)
“Aradan iki hafta geçmişti. İzmir’de,
kırk günlük et perhizinden sonraki Perşembe günü, herkes et yer ve çılgınlar
gibi eğlenirdi. O akşam meşalelerle aydınlanan Trasson Sokağı’nda (Frenk Sokağı-İF) insanlar birbirlerine
karışırdı. Tatlılar dağıtılır, İtalyan ritimli şarkılar söyleyen koroya
orkestradaki sazlar eşlik ederdi. Palyaçolarla, maytap ve konfetilerle dolu
şaşaalı bir eğlence olurdu. Bu seneki Kutsal Perşembe, tatlı bir Şubat akşamına
denk gelmişti. Hiç kimse kimseyi tanımadan birbirlerine şarap ikram ederek
beraberce dans edip eğlenmişlerdi. Palyaçolar, krallar, zenneler,
çıngırakçılar, cambazlar, rengârenk maskeler, İtalyan halk dansçıları
taranteleler… Soytarılar herkesi gülmekten kırıp geçiriyorlardı. Zenginlerse,
etrafta dolaşarak, bu manyakların delirmiş hallerini uzaktan izliyorlardı.
…
Şarap dolu iki sürahiden sonra kimse
kendinde olmaz ama keyifler yerinde olurdu. Hele şarap da buruk ve sertse!
Karaman ve arkadaşları da küp gibi içmişlerdi. Birini ayakta diğerini oturarak
herkes ikişer galon şarap içmişti. Kadın, erkek, süslü, güleç sarhoşların her
birinin fır dönerek yaptıkları dans insanın başını döndürüyordu.
19.yy.da Eski Şehrin halleri; en soldaki büyük yangında yok olan İzmir Rumlarının meşhur Aya Fotini Kilisesi
(Kaynak: internet ortamı)
Bu eğlencelerin seviyelerle işi yoktu.
Varlıklısı, fakiri hepsi aynı kalabalığın içindeydi ki, zaten kimse kimseyi
tanımıyordu. Zenginler fakir, fakirler kral, fahişeler seçkin hanımefendi,
erkeklerse kadın kılığına giriyordu. Onlar da ahtlarını çıkarmak için fırsat
kolluyorlardı.”(3)
Eski bir İzmir kartpostalından; İzmir Rıhtımı yani Quais
(Kaynak: internet ortamı)
Paskalya orucu
sonrasındaki iklim bu şekilde aktarılır kitapta. Daha başka şeyler de vardır
orada. Örneğin denize nazır; Quais ya
da rıhtımdaki zengin bir İzmir evinin betimlenmesi gibi…
Eski İzmir köşklerinden biri; Buca'da De Jong Evi'nin içi
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house2.htm)
Aynı köşkün dış görünüşü
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house2.htm)
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house2.htm)
“Katina pencereleri açtı. Ne manzaraydı
ama şu deniz manzarası! Asla onu seyretmekten yorulmazsın. Seni asla hayal
kırıklığına uğratmaz. Karamanların evi diğer zengin evleriyle beraber Kai’deki
(Quais) rıhtımdaydı. İzmirliler, kendi aralarında kim en iyi evi yapacak diye
yarışırlardı.
Eski İzmir karpostallarından birinde Buca'daki Rees Köşkü
(Kaynak: http://www.levantineheritage.com/house5.htm)
Balolar ve akşam davetleri için farklı
yerler, sabah için ayrı, akşam için ayrı bir yemek odası vardı. İç mekânlarda
çiçekler ve küçük şadırvanlar; hayvanlar ve arabalar için özel bölümler
bulunuyordu. Kapıdan girdiğinde avluya çıkardın. Sağdan ve soldan girişi olan
terasları, büyük şamdanlar süslüyordu. Hemen yanda altın rengi bir payandaya
konmuş, kocaman iki tane kandil vardı. Akşam bir davet düzenlendiğinde, balo
yapıldığında ya da akşam yemeği verildiğinde ışıl ışıl yanan bu kandilleri iki
uşak tutardı. Hole girdiğinde, sağdan ve soldan olmak üzere, üst kattaki
odalara çıkan merdivenler karşılardı sizi. Salonlarsa tam karşındaydı. Solda,
kenarları altın rengi püsküllerle süslü koltuklardan ve sehpalardan oluşan
oturma grubunun bulunduğu yeşil salon, sağ taraftaysa kırmızı salon vardı. Ön
taraftaki geniş alandan iç taraftaki ön avluya çıkılıyordu. Kapılar, balo
salonuna, müzik odasına, kütüphaneye, Konstantino’nun, Siryo’nun ve
Dimosteni’nin ayrı ayrı kişisel odalarına açılıyordu.”(4)
Rees Köşkü'nün trabzanlı merdivenleri
(Kaynak: http://www.levantineheritage.com/house5.htm)
(Kaynak: http://www.levantineheritage.com/house5.htm)
Yemeklere gelince…
“Vasilya, ertesi günü Fasula’daki (Bugünkü Cumhuriyet Kız Meslek Lisesi
civarı-İF) manava lahana almaya gitmişti. Etli lahana yapacaktı. Vasilya lahanayı
ikiye böler, açtığı boşluğa baharatları, kavurmayı, taze otları ve pirinci
ayrıca koyardı. Tekrar üstünü kapatıp hepsini tencereye doldurur ve kaynatırdı.
Vasilya’nın yemeklerinin lezzetli olmasının sebebi kısık ateşte pişmeleriydi.
Tencerenin altında topu topu tek bir odun yanardı, bu yüzden de lahananın
pişmesi saatler alırdı. İkinci sırrı ise kapağını kapattıktan sonra tencereyi
bir daha açmamasıydı. Kaynatmak için hangi yemeğin ne kadar suya ihtiyacı
olduğunu göz kararı belirler ve o kadar koyardı. Bu tecrübesi sayesinde, yemek
pişerken evden çıkıp gözü arkada kalmaksızın, iki, üç saat mahallede olup
biteni takip edebilirdi.”(5)
Kurkubinyanın elektronik ortamdaki hali...
Ve de Kurkubinya…
“Vayça’nın en sevdiği tatlı, rulo
halindeki yufkaları küçük küçük dilimlere ayırarak yapılan ve baklavaya benzer
bir tatlı olan kukubinyaydı. Vasilya
bir gün, Vayça’nın kunduracı kocası evde yokken onlara koca bir çanak dolusu
lezzetli, bir lokmada yutulan, küçük kurkunbinyalar
getirdi. Kahvelerini de alarak karşılıklı oturmuşlardı; Vasilya, dişinin çok
ağrıdığını, şiştiğini ve diş doktoruna gitmesi gerektiğini ancak korktuğunu
anlatıyordu Vayça’ya. İkizler onu, dişinin ağrısını dindirmek için, suratını
çevreleyerek kafasına bağladığı mendille görünce gülmekten helak oldular.
Kahvesinden bir yudum aldı Vasilya ama, kurkubinya
yiyemedi. Kurkubinyaları Vayça ve
yeğenleri yalayıp yutmuş, kunduracı için bir tane bile bırakmamışlardı.”(6)
19.yy.da Kadifekale'nin eteklerinden Anafartalar'a doğru uzanan Türk mahallelerinin bugünkü görünümü
(Ekim-2017)
Agora yakınlarındaki Yahudi topluluğundan kalma aile evleri
(Aralık-2006)
Roma Devlet Agorası; Namazgah
(Aralık-2006)
Havra Sokağı’nın devamı niteliğindeki Anafartalar Caddesi bir ucu Altınpark
ve Çorakkapı Camisi’ne dek uzanan;
19.yy.da bir dönem Kadifekale’nin
eteklerinden Namazgâh ve Tilkilik’e doğru alçalarak geniş bir
alana yayılmış bulunan Türk mahallelerini Punta’ya
ve Frenk Mahallesi’ne doğru uzanan Hıristiyan
bölgelerinden ayıran Yahudi nüfusunun ağırlıkla yaşadığı bir aksta yer
alıyordu. Şimdilerde İkiçeşmelik
katlı otoparkının ve Roma Devlet Agorası’nın
arasında kalmış; zor ayakta duran Yahudi aile evlerine sinmiş o yıllara ait
hatıralar, bugün dahi aynı mekânı paylaşan ve modern hayatın girdaplarında
kıvranan biçare insanların yaşam kavgalarında yeniden canlanır gibiydi sanki. Çünkü
zor hayatlardı ikisi de… Ama ne gam; şehrin kaygı dolu ve hep bir yerlere
yetişmeye çalışan insan kalabalıklarıyla bir dolup bir boşalan sokakları,
elbette bunun farkında bile değildi.
Sinyora Giveret Sinagogu; Havra Sokağı
(Şubat-2007)
Sinyora Giveret Sinagogu'nun avlusundan bir görünüm
(Şubat-2007)
“Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer
yerlerinde olduğu gibi İzmir’de de cemaatler ayrı semtlerde yaşar. … Türk
mahallesi Pagos Dağı’nın (Kadifekale) yamaçlarında dizilir: Dar sokaklar
boyunca düzensiz bir şekilde sıralanmış ahşap evlerden oluşmuştur. Yanında
Yahudi mahallesi uzanır; az ötede Ermeni mahallesi… Rum mahallesi şehrin çukur
bölgesini işgal eder ve kentin ticari merkezi ve şık kesimi olan Frenk
mahallesi ile yan yanadır. Frenk Sokağı’nda ve Paralel Sokağı’nda Paris’ten en
son gelen malların sergilendiği butikler, gramofonların, dikiş makinelerinin ve
daktiloların Fransa’da, Almanya’da ya da Amerika’da piyasaya çıktıktan hemen
birkaç ay sonra satışa sunulduğu büyük mağazalar bulunur. Limanda, Kordon’da
denizcilik ve sigorta şirketlerinin şubeleri, Avrupa ülkelerinin
konsoloslukları, yanlarında sinemalar, tiyatrolar, büyük kafeler ve Sporting
Club yer alır. Hareketli ve şık bir Avrupa kenti ile tepelere sürülmüş “renksiz
ve mahmur” bir Türk şehrinin arasındaki tezat, yolcuların hepsini hemen
çarpar.”(7)
Havra Sokağı'nda Yahudi yapıları; Ets Hayim Sinagogu...
(Şubat-2007)
Havra Sokağı'nda yer alan bir eski yapının kemerli kapısının üstünde yer alan Yahudi Takvimi'ne göre 5660 tarihi ve bir üzüm salkımı
(Şubat-2007)
Mezarlıkbaşı'nda yer alan Bikur Hollim Sinagogu'ndan...
(Şubat-2007)
Bikur Hollim Sinagogu
(Şubat-2007)
19.yy.ın ilk yarısından
itibaren yarı sömürge haline dönüşmüş bir koca cihan imparatorluğunun kozmopolit
İzmir’ine yansıyan halleridir yukarıda anlatılanlar. Yahudi mahallesinin aile
evlerinde herkesin herkesle paylaştığı, orta avluya açılan hayatlar; İkiçeşmelik Yokuşu’nun kıyısında ve Havra Sokağı’nın çevresine dağılmış
kırık dökük toplam 9 sinagog, kafileler halinde İsrail’e göçüp gitmiş eski
İzmirli Yahudilerinin arkasından daha büyük bir yalnızlığa sürüklenmiştir
şüphesiz. Gidenlerse; doğdukları topraklardan isteyerek ayrılmış olsalar dahi,
yine de içlerinde bastıramadıkları bir hüzün; bütün geride bıraktıklarıyla
beraber düşlerinin hep bir köşesindedir İzmir ve Anafartalar Caddesi’nin çevresinde öbeklenmiş Yahudi
mahallelerindeki o eski hayatlar.
Anafartalar Caddesi üzerinde yer alan aile evleri
(Ekim-2017)
Kadifekale eteklerinde; Namazgah'a inerken Selvili Mescit yakınlarında sokaklara yansıyan sosyoloji
(Ağustos-2011)
Kadifekale'den Ballıkuyu'ya inerken...
(Ağustos-2011)
Biraz daha yürüyünce
caddede; merak usulca yukarılara çeker yolcusunu. 19.yy.ın Türk mahallesi Namazgâh’ın alt sokaklarına; Agora’nın üst düzlemine doğru... 17.yy.dan
kalma Hatuniye Camisi’ni geçince Dönertaş Sebili’nden yukarıya; Osmanzade Yokuşu’na doğru kıvrıldığınızda,
İzmir’in güzide spor kulübü Altınordu’nun
ismini taşıyan bir kahvehanenin önünden geçerek Kurtuluş Savaşı’nın gözü kara süvarisi
Yıldırım Kemal’in yaşadığı mahalleye
ulaşıverirsiniz hemen. Buralar, Kadifekale’nin
eteklerindeki bir sekinin üstünde yatmakta olan ve İzmir’in Türkler tarafından
fethinde önemli bir rol oynadığı söylenen Emir
Sultan’a da ev sahipliği yapar yüzyıllardır.
Yıldırım Kemal İlkokulu'nun giriş kapısı; orjinal...
(Ağustos-2011)
Namazgah'ta Yıldırım Kemal İlkokulu
(Ağustos-2011)
Yıldırım Kemal'in Afyon yakınlarında şehit düştüğü yerdeki mezarı
(Mayıs-2006)
Afyon yakınlarındaki Yıldırım Kemal'in ismini taşıyan tren istasyonu
(Mayıs-2006)
Bugün Emir Sultan Türbesi’nin yan karşısında;
kapısı eski, kendisi yeni bir okul yer alıyor. Kapısının üzerinde 1927 tarihi
seçiliyor. Belli ki okul binası, daha sonraki yıllarda yenilenmiş olmalı.
Okulun adı Yıldırım Kemal… Büyük Taarruz sonrası süvarileriyle
Yunan kuvvetlerinin ardından sanki bir sel gibi Uşak’a doğru akarken, şimdi
onun ismiyle anılan bir istasyonun yakınlarında şehit olan Teğmen Yıldırım Kemal’in hatırası(8), onun doğduğu bu semtte genç Türkiye Cumhuriyeti’nin
kadir bilir yöneticileri tarafından yaşatılmak istenmiş.
Emir Sultan Türbesi
(Ocak-2006)
Emir Sultan Türbesi'nin haziresi
(Ocak-2006)
Hazirede eşsiz mermer işçiliği ile dikkat çeken mezarlardan biri
(Ocak-2006)
Emir Sultan Türbesi ise, haziresindeki her biri sanat eseri
değerindeki mezar taşlarıyla dikkat çekiyor. Namazgâh’taki bu Emir Sultan’ın Bursa’daki meşhur Emir
Sultan ile elbette ilgisi yok. Emir Sultan, kaynaklara göre
Selçukluların ele geçirdikleri yeni topraklarda kendi yönetimlerini tesis
amacıyla görevlendirilmiş; genellikle asker yöneticiler için kullanılan bir
sıfat olarak belirtiliyor. Emir Sultan Türbesi’nde yatan kişinin de İzmir’i
fetheden Aydınoğulları’nın seçkin komutanlarından olan Seyid
Mükerremeddin olduğu düşünülüyor. 1340-1350 yılları arasında öldüğü tahmin
edilen bu komutan adına yapılan türbenin etrafında, zaman içinde halk arasında
saygınlık kazanmış veya devlet yöneticisi olan bazı kişilerin de gömülmesiyle
oldukça geniş bir hazire oluşmuş. Bunlar arasında kimler yok ki; Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ün eşi Latife Hanım’ın dedesi Uşakizade Sadık Bey
ve eşi Makbule Hanım, Aydın Valisi Ahmet Esat Paşa, Kestanepazarı
Camisi’nin banisi Mısırlı Hüseyin Nuri Efendi ve İzmir Kadısı
Şükrüzade Abdülkadir Paşa bunlardan bazıları… Ayrıca İzmir’in 15 Mayıs
1919’da Yunanlılar tarafından işgali sırasında şehit düşen Miralay Süleyman
Fethi Bey’de ilk önce buraya gömülmüş; daha sonra ise Narlıdere’deki
şehitliğe aktarılmış.
Emir Sultan haziresinden...
(Ocak-2006)
Namazgah sokaklarında...
(Ağustos-2011)
Türbenin çevresine zamanla hazire, hamam, dergâh ve aşevinin
eklenmesiyle büyük bir zaviye ortaya çıkmış; yaklaşık 600 yıllık bir geçmişe sahip
bu zaviye çevresinde gelişen Türk mahalleleri Kadifekale’nin
yamaçlarından İkiçeşmelik ve Anafartalar Caddesi’ne dek
genişleyerek Namazgâh ismiyle anılan Müslüman nüfusun ağırlıklı olarak
yerleştiği bir yaşam mekânına dönüşmüş. Bugün buraların sakinleri ise, daha çok
iç ve dış göçlerle buralara savrulmuş yoksul kalabalıklar… Sokaklara sinmiş
yoğun kömür dumanı içinde büyük çaresizliklerin hikâyeleri saklı buralarda…
19.yy.da Türk İzmir’in kalbi niteliğindeki bu mahalleler için bir şeyler
yapmaya uğraşan İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin de imkânları bir yere kadar
ulaşabiliyor. Kadifekale’den Kemeraltı’na dek uzanacak ve Agora
merkezli bütünleşik bir projenin varlığından haberdarız, ancak zamanın ve
insanın tahribatının hızına yetişebilir mi bütün bu çabalar; o konuda emin
değiliz ne yazık ki.
Dönertaş Sebili
(Ocak-2018)
(Ocak-2018)
Dönertaş Sebili; mermer üzerine bir vazo kabartması; içi türlü bitki motifleriyle kaplı...
(Ocak-2006)
Dönertaş Sebili; mermer kaide üzerindeki kabartma desenler
(Ocak-2018)
Dönertaş Sebili; batı yönündeki mermer kabartma panolardan biri
(Ocak-2018)
Dönertaş Sebili'nin mermer üzerine kabartma panolarından biri
(Ocak-2006)
Dönertaş; Hatuniye Camisi
(Ağustos-2011)
Hatuniye Camisi'nin önündeki tanıtım panosu
(Ocak-2018)
Dönertaş; Hatuniye Camisi'nin önündeki meydan
(Ocak-2018)
Dönertaş'tan yukarı; duvara yansıyan sosyoloji
(Ocak-2018)
Tilkilik'te "Slav Pastaları"; Anafartalar'da değişen sosyolojinin doruklarında...
(Ocak-2018)
Arkadaşım Aybey, son kurkubinyaları satan tatlıcı dükkânını
1980’li yıllarda Dönertaş Sebili civarında
gördüğünden söz ediyor. Bütün aramalarımıza rağmen bugün izine rastlayamıyoruz kurkubinyaların artık. O da İzmir’in
kayıplar tarihindeki yerini almış gibi… Biz ise Tilkilik’te Altınpark’a
doğru yürümeye devam ediyoruz. Sol kolda dikkatimizi çeken büyük avlulu eski bir
otel var; ismi Emniyet Oteli…
Tarihi Emniyet Oteli
(Ocak-2006)
Gezginler, Emniyet Oteli'nin avlusunda...
(Ocak-2006)
Emniyet Oteli'nin avlusuna girerken...
(Ocak-2006)
Emniyet Oteli; duvar detayı
(Ocak-2006)
Emniyet Oteli; ferforje süslemeleri
(Ocak-2006)
Emniyet Oteli Kıraathanesi; İzmir'in en iyi damacıları burada buluşuyor.
(Ocak-2018)
Tilkilik; Mumyakmaz Camisi
(Ocak-2018)
Türklerin sahip olduğu; Basmane Garı’na yakın konumlanmış,
20.yy.ın başında yapılmaya başlanan otellerden biri Emniyet Oteli… Şimdilerde girişte bir terzi, bir kıraathane; üstü
sarmaşıklarla kaplı bir avlu ve ona bakan ön yüzü ince briketlerle kaplı
sessizliğe gömülü bir eski otelden kalanlar karşılıyor gelenleri. Basmane Garı’na doğru açılan Fevzi Çakmak Bulvarı ile Anafartalar Caddesi arasında kalan Oteller Sokağı’ndaki çağdaşlarına göre
oldukça büyük ölçekli bir yapı görünümündeki otelin ilk ismi Cihan Palas olarak biliniyor. Otel,
20.yy.ın başlarında Kula’nın tanınmış
ailelerinden Cihanzadeler tarafından
yapılmış. Zaten ilk ismini de o aileden almış. 20.yy.ın ilk yarısında çoğunlukla
varlıklı müşterilere hitap eden otelin çevresinin zaman içinde değişen
sosyolojisi, binayı bugünkü terk edilmişlik kaderine sürüklemiş olmalı.
Oteller Sokağı'ndan; Sadıkbey Oteli
(Ocak-2006)
Oteller Sokağı
(Ocak-2018)
Tilkilik; Anafartalar Caddesi'nin sonuna doğru...
(Ocak-2018)
Tilkilik'te özel bir yer; Hayyam Meyhanesi
(Ocak-2018)
Tarihi Altınpark Kıraathanesi
(Ocak-2018)
Altınpark Kıraathanesi; Tilkilik-Altınpark
(Ocak-2006)
Altınpark Kıraathanesi'nde zaman öldürülürken...
(Ocak-2006)
Altınpark'ta Anafartalar Caddesi'nin sonunda 85 yıllık tarihi tatlıcı; sarı burması, irmik helvası ve revanisi ile meşhur, ama kurkubinya burada da yok.
(Ocak-2018)
Çorakkapı Camisi; Basmane
(Ocak-2018)
Basmane Garı'na Oteller Sokağı'nın köşesinden bakış
(Ocak-2018)
Nefesi 20.yy.ın sonlarına ancak yetebilmiş; bir eski İzmir tatlısı kurkubinyayı ararken, aslında Konak Meydanı’ndan başlayıp Basmane Garı’na kadar uzanan eski şehrin en önemli akslarından Anafartalar Caddesi’nin; Mezarlıkbaşı’ndan beri adımlayarak geldiğimiz kısmının sonlarında Altınpark’a doğru sert bir virajla Çorakkapı Camisi’ne ve 9 Eylül Meydanı’na doğru kıvrılıyoruz. Köşede bir zamanlar sarı burmasıyla meşhur bir başka tatlıcının irmik helvalarıyla yetiniyoruz bugün; çaresiz ne yapalım. Sanki kurkubinyanın helvasını karmışlar gibi; üstüne içilen bir bardak suyla nihayetlenen bir Tilkilik akşamında. Elveda kurkubinya; elveda Eski Şehrin sokakları…
Dipnotlar:
(1) Yazı her ne kadar Ocak-2018’in
ilk haftasında tamamlanmış olsa da yazıya konu olan bu “arama” gezisi; yaklaşık
12 yıl önce; 7 Ocak 2006’da gerçekleştirilmiştir.
(2) Flurcin ya da flurcun; ispinozgillerden
sırtı kahverengi, karnı pembe; kafası gövdesine göre oldukça büyük; hafif kıvrık, iri gagalı ve koca kafalı bir
kuş türü; bu nedenle kuşun bir diğer adı da kocabaş olarak geçiyor.
(3) Mari Meimaridi, İzmir Büyücüleri; Çeviren: Şebnem Christakopoulos; Literatür
Yayıncılık, 13.Basım-Kasım 2004; sayfa: 164
(4) Mari Meimaridi; a.g.e; sayfa: 178
(5) Mari Meimaridi; a.g.e; sayfa:121
(6) Mari Meimaridi; a.g.e; sayfa:122
(7) Henri Nahum, İzmir Yahudileri, Çeviren: Estreya Seval Vali; İletişim Yayınları, 2.Baskı
İstanbul-2000; sayfa:23-24
(8) Yıldırım Kemal için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2015/08/yildirim-kemali-hatirliyor-musunuz.html
(9) Dönertaş Sebili hakkında bkz. https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/izmir/gezilecekyer/donertas
(10) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Belge özelliğinde şahane bir yazı olmuş. Romanı da okumuştum, tekrar hatırlayıp yazdıklarınızla öyle güzel bütünleştirdim ki. Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilDeğerli takipçimiz, katkılarınız için çok teşekkür ederiz. İF
SilBu kadar tarihi hiç iz bırakmadan yok edebilmek de bir başarıdır.
YanıtlaSilNe yazık ki öyle. Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz nedeniyle teşekkürler...İF
Silemeğinize sağlık ibrahim bey.. bu semtte benim de 25 yılım geçti..
YanıtlaSilKurkubinyayı yakın zamanlarda öztat lokmacısı yapıyordu.. bilginize..
İlginize ve geri bildiriminize teşekkürler... Bu yazıya konu olan Anafartalar civarında ilk kez 2006 yılında yürümüş ve sembolik olarak Kurkubinya tatlısı çevresinde yitirdiğimiz eski degerlerimizi aramıştık. Sözünü ettiğiniz Öztat tatlıcısına o yıl da uğramıştık. O zaman işletmenin sahipleri kurkubinyadan habersizdiler bile. Ne olduğunu zaten bilmiyorlardı; onlara bu tatlıyı ayrıntılı bir şekilde anlatmıştık. Belki de bugün orada bu tatlının yeniden hazırlanmasının nedenlerinden biri de biz olabiliriz. Birkaç yıldır orada bu "gariban" tatlısının öğle üzere ve kışın yapıldığını biliyoruz. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
Sil