DEMİRCİLİ PLAJI’NDAN DEMİRCİLİ KÖYÜ’NE ÇİZİLEN BİR YAYIN HİKÂYESİ
15 Aralık 2016
İbrahim Fidanoğlu
Demirci sahilleri, Bugün Urla’nın
güneyinde, bakir koylarındaki akvaryumu andıran berrak deniziyle tanınır. Yazın
nispeten Çeşme sendromundan uzaklarda; sakin bir deniz imkânı arayanlar için biçilmiş
kaftan gibidir Demircili. Oraya şimdi
bir viraneliği andıran; Urla’nın 19.yy.dan kalma Rum Pepe’nin fabrikasını Ovacık yönüne doğru geçtikten sonra, Kuşçular yol ayrımından saparak ulaşmak,
seçeneklerden birisidir. Bir diğer seçenek ise; Urla İçmeler Mevkii’nden Demircili
yol levhalarını ve otoyolun altından geçen virajlı bir asfaltı takip ederek
Demircili gibi yine bir Yörük köyü
olan Yağcılar’dan sonra Demircili’ye ulaşmaktır.
Demircili köyünün güney batısında yer alan Sarıkaya Tepesi'ne tırmanırken, İlkçağ yerleşimi Airai'nin bulunduğu yarımadanın görünümü
Demircili kıyısında ana karaya
daracık bir kıstakla bağlı bir yarımadanın üzerinde kurulu Airai(1) gibi
Teos ve Klozemenai’nin kırsaldaki demos’u
görümündeki kıyı yerleşimleri, bu sahillerdeki İlkçağ yaşamına dair ipuçlarına
ve bu yerleşimlerin önemine dikkat çeker. Demircili
koylarından biriyle sonlanan bir vadiyi aşarak ulaşılan biraz daha içerlerdeki Söğüt Mevkii Kutsal Alanı(2) da bu bölgenin pagan ve
Hristiyanlık dönemlerinde bir kült merkezi olarak önemsendiğini ve burada bir
mağara oyuğunun içinde yer alan sunağın İlkçağ’dan beri bir ibadet alanı olarak
benimsendiğini göstermektedir.
Söğüt Mevkii Kutsal Alanı
(Fotoğraf: İF; Ocak-2015)
Tarihi
açıdan bu bölgeyi ilginç kılan noktalardan biri de Büyük İskender’e atfedilen
hayata geçirilememiş; yarımadayı kuzey-güney ekseni boyunca ikiye ayıracak bir
kanal projesidir. Kanalın yeri tam olarak bugün için saptanamamış olsa da;
varsayımsal olarak Demircili-İçmeler arasındaki bir vadi, proje için
en uygun rota için önerilmektedir.(2)
Demircili koyları; Taşada Koyu
Bölgeye
Türkmenlerin ilk ulaştığı zamanlar 13-14.yy.lar civarı olmalıdır. Aydınoğulları’nın bölgede tutundukları
noktalardan birisi olan Urla ve çevresindeki ilk yerleşimlerden Kuşçular civarı ve Denizli köyleri dikkat çekicidir. Kuşçular – Yağcılar – Demircili yayındaki Yörük obalarıyla öne
çıkan ilk yerleşimler, bugün Urla çevresindeki banliyö yerleşimleriyle iç içe
geçmiş bir modern hayatın lojistik ikmal kaynakları gibidir. Tüketim
ekonomisinin dinamikleriyle Urla kırsalındaki sürekli dönüşmekte olan bu modern
hayat, Yörüklerin torunlarını da bir şekilde içine çekerek genişlemeye devam
eder, durur.
(Google Earth'de çizlmiştir. by MYC)
Pepe’nin
fabrikasının kıyısından sapılan bir başka yol ise, uydu kentlerle donatılmış
bir dünyanın arasından bizi bir Türkmen babasının saygıdeğer makamına doğru
götürür. Son yıllarda geçirdiği restorasyonla kızılçamlar arasındaki yalnız
mekânı daha belirgin hale gelmiş bu türbe, Batı Anadolu’ya yönelik Türkmen
göçünün 13.yy. önderlerinden birine ait olmalıdır. Türbenin içinde yer alan
bilgi panosundaki anlatıma göre; yaşamı ile ilgili herhangi bir bilgiye
rastlanmamakla birlikte türbenin Samud
Baba’ya ait olduğu belirtilmektedir. Halk arasında efsaneleşmiş bir
anlatıma göre; Samud Baba, Urla’ya
uzak diyarlardan gelerek bu yörede düşmanla çarpışmış, bu çarpışmalardan
birinde başını kaybetmesine rağmen, savaşı bırakmayıp zafere ulaşmış ve elinde
tuttuğu başıyla birlikte olduğu yere yığılıp oracığa gömülmüş bir yiğit ve
bilge kişidir. Osmanlı kayıtlarında ilk olarak 16.yy.da Piri Reis’in Samud Baba
Türbesi’nin yerini işaretlediği, 17.yy.da ise Evliya Çelebi’nin türbeyi ziyaret etmese de varlığından haberdar
olduğu, ayrıca şehzadeler şehri Manisa’dan türbeye yönelik önemli ziyaretlerin
yapıldığı vurgulanmaktadır.
Samud Baba Türbesi
Hayatı
türlü mucizelerle bezenmiş Samud Baba’nın
bu ulu kişiliği karşısında; bölgede etkin olan Yunan işgali sırasında dahi
türbeye dokunulmadığı, ancak daha sonraki ahir zamanlarda ise türbenin
ayyaşların ve uyuşturucu müptelalarının uğrak yeri haline geldiği; ancak koruma
önlemleri kapsamında gerçekleştirilen restorasyon sonrasında türbenin bu
tehditlerden şimdilik kurtulduğu türbenin gönüllü hizmetkarı tarafından belirtilmekte.
Ayrıca; daha alt düzlemde yakın zamanda yapılan ek binalarla; türbeye gelen
ziyaretçilere kapalı mekânlarda rahatça ibadetlerini gerçekleştirme imkânı da
sağlanmış bulunuyor.
Samud Baba Türbesi'nin çevresi
Ada soğanları
Sabahın
erken saatlerinde uğradığımız Samud Baba’nın
kızılçamlar arasındaki ıssız mekânından bir süre sonra ayrıldık ve yönümüzü Demircili sahillerine doğru çevirdik. Kuşçular köyünü geçtikten sonra sahile
paralel seyreden ve üzerinde bir dizi kır lokantasının bulunduğu asfaltı takip
ederek Demircili köyüne ulaştık. Demircili sahili, yaklaşık 3 km kadar daha
aşağıda yer alıyordu. Sola doğru hafif bir meyille yükselen Airai sapağını geçtikten sonra, sahile
doğru kıvrıldık ve arabayı plajın girişindeki park yerine bıraktık. Amacımız,
bizi; önümüzdeki yaklaşık 70 metre rakımlı Sarıkaya tepesinin ardındaki koylara götürecek
plajın sonundaki patikaya doğru yürümekti. Bunun için plajın hemen arkasındaki zeytin
ağaçlarının altında yer alan kamping alanına doğru ilerledik. Burada bizi
bekleyen dar toprak yol, iki tarla arasından bir geçişle batıda yer alan tepeye
doğru tatlı bir meyille yükselen bir patikaya ulaştırdı. Artık yolumuzu
bulmuştuk. Ağaç çilekleri, üzerinde kırmızıya çalan meyveleriyle sakız
çalıları, deliceler ve mersinler, bize Sarıkaya
tepesine kadar eşlik ettiler. Patikanın iki yanında; yer yer rastladığımız
zambağı andıran ada soğanları, özellikle plaj düzlemindeki sonbaharda açan
eflatun rengi çiçekleriyle göz alıcı piren
kolonileri dikkat çekiciydiler. Sırta geldiğimizde solumuzda Airai kalıntılarının yer aldığı küçük
yarımada, Demircili Plajı; önümüzde
ise hedeflerimizden ilki olan ıpıssız bir koy vardı. Plajdaki irili ufaklı
rengârenk çakıl taşlarının güzelliğini görünce toplamadan duramazdınız. Dönüşte
toplarız diye el sürmedik, ama dönüşte de Demircili’ye
ulaşan bir yay çizince, bu koya yeniden uğrama fırsatımız ne yazık ki olmadı.
Demircili Plajı'ndan Sarıkaya Tepesi'ne giden toprak yoldayız.
Tire yöresinde sıkça karşılaştığımız zilcanlar
Ağaç çilekleri
Uzaklarda balık çiftlikleri; Sarıkaya'ya tırmanırken...
Sakız çalıları
Bizi Demircili Plajı’ndan bu koya ulaştıran
patikadan inişimiz sırasında; koya nazır bir noktada, eski bir kulübenin
yıkıntıları arasından geçtik. Sık makilerin arasında geniş bir alana yayılmış
taş yığınları, bu yöredeki geçmiş yaşam izlerinin işareti gibiydi. Koyun biraz
açığında uzaktan bakıldığında; simsiyah bir kaya kütlesi şeklinde görünen küçük
bir ada ve ondan daha beride doğal bir iskele izlenimi veren bir dizi taş
yığını vardı. Ada, yörede Taşada ya
da Kapıkaya olarak biliniyor. Bu
isimler, aynı zamanda koy için de kullanılmakta. Sakız çalılarının arasından
ilerleyen patikayı takip ederek kıyıya kadar indik. Akvaryum berraklığındaki
masmavi deniz, tertemiz bir görünüme sahipti.
Gezginler, Sarıkaya yolunda...
Sarıkaya sırtlarında yaşam izleri
Sarıkaya'dan Taşada Koyu'na doğru ilerleyen toprak yol
Taşada Koyu ve koya adını veren siyah taştan adacık
Patika,
kıyıdan ötede; pirenlerin arkasından dolanarak önümüzdeki diğer sırta doğru
yükseliyordu. Biz de bu koydan ayrılarak patikayı izledik. Makilerin arasından
ilerleyen patika, son yağmurlardan sonra oldukça bozulmuştu. Yer yer İzmir
Büyük Şehir Belediyesi’nin Rotamız
Yarımada projesi kapsamında işaretlenmiş olan güzergâhta yürüyerek deniz
seviyesinden yeniden yükseldik ve arkamızdaki ve önümüzdeki her iki koya hâkim
bir diğer sırta ulaştık. Kızılçamların gölgesindeki bir burundan sert eğimle
alçalan kayalıklar, kumsalla sonlanan bir yay şeklindeki kıyıya doğru iniyordu.
Bildiğimiz kadarıyla; plajın kumsal özelliği nedeniyle olsa gerek; bu koy da Kumsal Koyu adı ile anılıyordu. Kıyı
boyunca diğer örneklerine göre az da olsa, günü birlikçilerin bıraktıkları; yazdan
kalma plastik şişeler, bira kutuları v.b. atıklar gözümüze çarpmaktaydı. Bu
kadar bakir bir doğa köşesine bu pisliği reva görmek biz insanlara yakışır
mıydı? Ne yazık ki her yerde karşılaştığımız manzara buralarda da mevcuttu.
Yolumuza devam ettik.
Taşada Koyu'nda rastladığımız pirenler
Taşada "selfie"si
İkinci koy; Kumsal Koyu
Kumsal Koyu'nun üst düzleminden akvaryuma bakarken...
Koyun
batısında kocaman siyah renkli bir kaya vardı. Yüzeyi oldukça gözenekli bir
yapıdaydı. Onun kenarından küçük bir geçiş yolu kestirdik. Sık makiliklerin
arasından bu patikayı tırmandık. Buralarda zaman zaman izlediğimiz yol
çatallanıp karışıyordu. Yukarıda kireç taşından büyük bir kaya kütlesi ve
çevresinde taş yığınlarıyla karşılaştık. Arazide yürürken dikkatimizi çeken bir
diğer konu ise zeminde rastladığımız düzgün teraslama izleriydi. Bu da bir
zamanlar buralarda bir takım tarımsal faaliyetler için, topografyanın
kademelendirilmiş olabileceği düşüncesini aklımıza getirdi. 19.yy.da bu
bölgenin biraz yukarısında yaşam olan Söğüt
köyü, yine Demircili köyünün üstünde
terk edilmiş Rum yerleşimleri vardı. Gördüklerimiz, onlarla ilişkili
olabilirdi. Şimdilerde kızılçamların ve maki bitki örtüsünün yayılımı içinde
olan bölgede gözlem yapmak bu anlamda zorlaşıyordu.
Önde Kumsal Koyu ve arka planda Taşada Koyu; güney batıdan çekim...
Kumsal Koyu
Papaz Koyu'na doğru rastladığımız teras izleri
Köylüler tarafından ağıl olarak kullanılmış bir alan; kireç taşından ana kaya üzerinde yer alan yaşam izleri
Zongurlu Boğazı'na doğru teras duvarlar
Kireç
taşı kayalığın arkasındaki boşlukta üçüncü koy; Papaz koyu göründü. Ancak; bulunduğumuz noktanın batısında yer alan
kayalıklardan koya erişmemiz oldukça zordu. Yürüyüş yolu izlerini de
kaybetmiştik. Yeniden tepeye ilk ulaştığımız noktaya döndük. Bu kez kuzey-doğu
yönünde yürümeye başladık. Makilik alanda boğuşmayla geçen bu ilerleyişimiz,
bizi bir süre sonra bir patikaya ve biraz ilerisinde ise Papaz Koyu ile birleşen ve arkaya doğru sarp kireç taşı kütlelerle
ağzı kapanmış derin bir vadinin başlangıcındaki düzlüğe doğru indirecek yürüyüş
yoluna ulaştırdı. Bu vadinin ismi haritalarda Zongurlu Boğazı olarak geçmekteydi. Zaten kaybettiğimiz yol
işaretlerini de bulmuştuk. Bundan sonrası artık kolaydı. Arazinin dik eğiminden
de istifade ederek, kendimizi dik yamaçtan aşağı bırakıverdik. Yaklaşık on
dakikalık bir iniş sonrası Zongurlu
Boğazı’nın başlangıcındaki tarlalara gelmiştik. Burası günümüzde de ekilip
dikilen bir alandı. Ancak gerçekten Papaz
Koyu, doğal güzelliği ile göz
alıcıydı. Yazın bu güzelim koyların yatla yanaşan çok sayıda ziyaretçisi
olmalıydı.
Zongurlu Boğazı
Zongurlu Boğazı önündeki düzlüğe inerken
Bayırdan indiğimiz patikadan; Papaz Koyu'nun görünümü
Papaz Koyu
Koyun
kıyısındaki kayalıkların üzerinden ilerleyen geçişi takip ederek, Papaz Koyu’nu Yağcılar köyüne bağlayan toprak yola doğru ilerledik. Yolun
başlangıcında daha önceleri turistik amaçla kullanıldığını düşündüğümüz bir
yapının yıkıntıları vardı. Bu güzelim koyun girişindeki; büyük olasılıkla kaçak
olarak yapılmış bu yapı, şimdi artık yoktu. Yol, traktör ve arazi araçları için
uygun gibi göründü ilkten; ancak biraz daha ilerleyince yamaçlardan yağmurlarla
inen toprağın ve taşın yolun bir bölümünü kapattığını fark ettik. Aynı zamanda
koyun eski zamanlarda bir şekilde gasp edilmesi sürecinden kaldığını
düşündüğümüz bidonlarla sınırlandırılmış geçiş noktaları ve bariyerler de
vardı. Ne güzel işti doğrusu; adam burada cenneti satarak bedavadan para
kazanıyordu; hem de Papaz koyunda...
Papaz Koyu - Yağcılar yolu
Ulu bir zeytin gövdesinin korumasındaki siklamenler
Yürüyüş
öncesinde harita üzerinden yaptığımız çalışmada Söğüt Mevkii Kutsal Alanı’na ayrılan bir sapağı fark etmiştik.
Amacımız o sapaktan sola doğru ayrılan bu yola girmek ve iki yıl önce İzmir
Yüksek Teknoloji Enstitüsü arazisinin sınırlarından başlayıp Tatar Deresi’ni takip ederek yürüdüğümüz
Söğüt Mevkii Kutsal Alanı’na bu kez
güneyden ulaşmaktı. Ancak bunu başaramadık; çünkü bu sapağı yürürken fark edemeyerek
geçmiş ve Yağcılar köyüne doğru
ilerleyen; zaman zaman tatlı bir eğimle seyreden güzel bir yürüyüş yolunun
çekiciliğine kaptırmıştık kendimizi. Söğüt
yolundan uzaklaştığımızı çok sonraları anladık. İş işten geçmişti; ama yine de
güzel bir rotada yürüyorduk; bu da bizim için yeterliydi. Uzun süre bu yoldan
devam ettik.
Yağcılar'a doğru yürüdüğümüz yol düzleminden Sığacık Körfezi'nin görünümü
Gezginler, Demircili yolundaki bir zeytinlikte dinlenme anında...
(Otomatik çekim)
(Otomatik çekim)
Arazinin
en üst kodlarına ulaştığımızda, güneyimizde Sığacık
Körfezi ve Azmak Koyu göründü. Üç
yol ağzında yer alan bu noktada topografyaya hâkim bir konumdaydık. Bu sırada
yakınlarda sürüsünü otlatmakta olan Yağcılar
köyünden bir çoban yanımıza geldi. Biz de o sıralar yemek için hazırlık
yapmaktaydık; sofraya buyur ettik, ancak tok olduğunu söyledi. Köylüye Demircili yönüne giden yolu sorduk.
Amacımız bir yay şeklinde gelişen yürüyüşümüzü Demircili köyünde sonlandırmaktı. Köylüden aldığımız tarife göre;
bulunduğumuz noktadan güneye doğru dönen ve daha az kullanıldığı izlenimini
veren yola girecek; aşağılarda bulunan ve kendisine ait olduğunu söylediği bir
zeytinliğin içinden geçerek bir su kuyusuna ulaşacaktık. Kuyudan sonra güney
yönünde; kızılçam korusuna doğru giden bir patika vardı; onu izleyip Demircili köyünün kuzeyinde yer alan Yağhane Tepesi’ni aşacak ve Demircili köyüne doğru alçalarak kolaylıkla
ulaşacaktık. Yemek sonrası köylünün tarifine uygun olarak güneye doğru hareket
ettik.
Ada soğanları her yerde...
Gezgin, su kuyusunun başında...
Yürürken yolda rastladığımız bir kayanın ağı andıran yüzey görünümü
Bayır
aşağı ilerleyen yol bizi önce bir zeytinliğe, daha sonra da sürülmüş bir
tarlanın en üstünde ve kızılçamların kıyısında yer alan su kuyusuna götürdü.
Kuyu halen çalışır vaziyetteydi; içinde su vardı. Kuyudan güney batı yönüne
doğru ilerleyerek patikayı bulduk; kızılçamların arasından ilerleyen patika,
bizi sırta kadar çıkardı. Demircili
köyü artık görüş alanımız içindeydi. Ama ona ulaşan yola çıkabilmek için, bir süre
daha makilik arazide mücadele etmemiz gerekti. Yaklaşık yarım saatlik bir uğraş
sonrası, köye doğru inen ve zaman zaman motokros yarışları için de kullanılan bir
toprak yola eriştik. Bayır aşağı inen ve oldukça konforlu bir durumdaki yol,
bizi kısa sürede önce köyün enginar tarlalarına; daha sonra da ilk evlerine
ulaştırdı.
Demircili köyü göründü.
Çevre topografyanın görünüşü
Sakız ağacının ıslahı
Köye
paralel ve Demircili Plajı’na doğru
ilerleyen yol üzerinde çok sayıda aşılanmış ve etiketlenmiş sakız ağacı ile
karşılaştık. Asfalt yola kavuştuğumuz noktada Orman Bölge Müdürlüğü’nün bilgi
levhası da bu alanın sakız ağacının ıslahı için kullanıldığını doğruluyordu.
Demircili köyü
Köy,
plajdan yaklaşık 3 km kadar uzaklıktaydı. Bu yolu da asfaltın kıyısını takip
ederek kısa sürede tamamladık ve saat 18 gibi plaj girişindeki arabamıza
ulaştık. Vakit oldukça ilerlemiş; gün boyu yaklaşık 6 saat kadar yürümüş ve
toplamda 18 km yol yapmıştık. Gördüğümüz güzellikler ve doğanın bağrında
geçirdiğimiz zaman, bizim için günün ödülü gibiydi. Bundan daha iyisi olabilir
miydi? Günü yorgun, ama huzurlu bir şekilde tamamlamanın keyfiyle İzmir’e doğru
hareket ettik.
Dipnotlar
(1)
Demircili-Airai yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2011/03/demircili-airai-yuruyusu.html
(2)
Söğüt Kutsal Alanı ile ilgili yürüyüş yazısı için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/02/sogut-mevkii-kutsal-alani-ve-mubadele.html
(3)
Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında MYC
tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Çevre hakkında yararlı bilgiler, parkur kaydı ve çok güzel fotoğraflar için teşekkür ederiz. Biz den kısa zamanda bu rotayı yürür, çevreyi yakından görürüz umarım. Emekleriniz için, tekrar teşekkür ederiz.
YanıtlaSilSizlere yeni yürüyüş rotaları için esin kaynağı olabildiysek ne mutlu bizlere. Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz için teşekkür eder, sürekliliğini dileriz.İF
Sil