20 Mayıs 2019 Pazartesi

GALLESION (ALAMAN) DAĞI’NIN MANASTIRLARI


KEÇİ KALESİ ya da LAZARUS MANASTIRI

26 Nisan 2019
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

İzmir’den Selçuk’a doğru ilerlerken, Belevi yakınlarında yolun sağında ağırlıklı olarak kireç taşı oluşumlu bir dağ kütlesi ve onun yalçın kayalıkları üzerinde yükselen bir Ortaçağ kalesi dikkat çeker. Sözünü ettiğimiz; Alaman Dağı ve onun doğuya bakan bir tepesinde Bizans’ın Laskarisler Dönemi’ne tarihlenen Keçi Kalesi’dir. Aslında geçmişin izleri salt bunlarla da sınırlı değildir ve hikâye bu kale ile başlamaz. Arkasında; Hıristiyan keşişlerin Sina Çölü’nden başlayarak manastırlarda sürdürdükleri münzevi yaşamların vardığı; dayanma, sabır ve adanmışlığın uç (aşırı) örnekleri olan ve benliği inkâr etme ve ona karşı koyma yolunda, hayatlarını yüksek bir sütunun tepesinde sürdüren sütun azizlerinden (Stylites) birinin hikâyesi saklıdır.

Alaman Dağı'ndan Keçi Kalesi'ne doğru...

Son düzlükten Alaman Dağı'na bakış

Alaman Dağı florasından; peygamber çiçeği ya da dağ karanfili

Keçi Kalesi'ne kuzeybatıdan bakış

 Keçi Kalesi-Gallesion yürüyüş rotası
(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen: MYC) 

Defalarca çıktığımız, ama bir türlü yayla formatındaki arka yüzüne doğru sarkıp da oralarda neler var diye bakamadığımız Alaman Dağı’nın başka köşelerinde dolaştık bugün. Bu haftaya sığdırdığımız iki yürüyüş etkinliği, bahardaki artan verimliliğimizin bir göstergesi gibiydi bizim için. Hatundere vadilerinden sonra, yüzeyde hala belirgin kültür yapıları, bereketli hikâyeler ve baharla birlikte coşmuş Alaman Dağı’nın zengin florası, gün boyu yürüyüşü tatmin edici bir çizgide tuttu hep. Oldukça sıcak bir havada başladığımız tırmanışımız, yukarılara çıktıkça esen serin rüzgârlarla hayat buldu.


Bayır gülleri ya da Girit Ladeni

papatyagillerden; aslan dişi

Haşhaşgillerden gelincik ya da  kapurcuk (papaver sp.); istavrozu andıran taç yapraklarındaki siyah bantlar ilginçti.

Gezginin gelincikle uyumu ; arkada Alaman Dağı

Alaman Dağı ve Keçi Kalesi

Alaman Dağı ya da İlkçağ kaynaklarında yer aldığı şekliyle Gallesion, aslında Yeniköy yakınlarındaki Metropolis kenti ile birlikte anılan Ana Tanrıça Meter Gallesia’nın kutsal mekânıdır. Yakın zamana kadar Metropolis kazılarını yürüten Prof. Dr. Recep Meriç’e göre; Metropolis’in tanrılar dünyasında yakınlardaki Ephesos’un aksine Tanrıça Artemis’in hiçbir etkinliğine rastlanmaz. Metropolis’te en etkin tanrılar, kente adını veren Ana Tanrıça Meter ve Savaş Tanrısı Ares’tir. “Bu konuda ilginç değerlendirmeler yapmış olan H. Engelmann, Metropolis’in tanrılar açısından öteki İonia kentlerinden farklılığını “Metropolis başkadır” diyerek vurgular. (Engelmann, 1993, 171-176)”(1)

 
Metropolis; Bizans Kalesi'ne dönüşen Bouleuterion; arkada Bizans Kalesi'nin devşirme malzeme ile 12.yy.da inşa edilen surları
(Eylül 2005)

 
Metropolis; Bouleuterion oturma sıraları; hemen yanında yükselen Bizans Dönemi kale surları
(Eylül 2005)

Keçi Kalesi'ne çıkan antik döşeme yolun bir bölümü

 
Keçi Kalesi'nin çok aşağılarında; İ.Ö. 4.yy.a tarihlenen Hellenistik kalede yer alan sarnıç
(Aralık 2005)

  
Hellenistik kaleye ait duvar izleri
(Aralık 2005)


Hellenistik Kale
(Aralık 2005)

Halk arasında Keçi Kalesi olarak adlandırılan ve 19.yy. gezginleri tarafından da aynı adla anılan bu Bizans Dönemi kalesi, Alaman Dağı’nın doğuya bakan yaklaşık 394 metre yüksekliğindeki bir tepesinin üzerinde; Alaman Boğazı olarak anılan ve batıya doğru açılan bir vadinin başında yer alır. İlkçağ’da Ephesos, Smyrna ve Sardis’den gelen yolların kesiştiği bir kavşakta yer alan bu tepe, her zaman bu geçişleri denetlemek açısından benzersiz bir stratejik öneme sahipti. Tepenin doğu eteklerinde yer alan Hellenistik savunma kalesine ait temeller ve bir sarnıç kalıntısı bu gerçeği günümüze taşımıştır. Ayrıca dağın batı yamaçlarında yer alan eski bir Bizans yerleşiminden kalan yıkıntılar ve Keçi Kalesi’ne tırmanırken kullandığımız; hala oldukça iyi durumdaki taş döşeme yol, Keçi Kalesi’nin kurulu olduğu tepenin stratejik önemini tarih boyunca koruduğunun bir işareti gibidir.

 
Keçi Kalesi'nden  Küçük Menderes Ovası'nın görünümü; Alaman Boğazı

 
Keçi Kalesi, iç kale

  
Keçi Kalesi; en arkada güneybatı yönündeki sarnıçlı kule

 
İç Kale; kuzey yönünde yer alan asker koğuşları ve ikinci kata denk gelen seviyelerde seyirdim yerleri

Keçi Kalesi ile ilgili en muhtemel yaklaşımlar, kalenin 12.-13.yy.larda Batı Anadolu’ya yönelik yoğunlaşan Türkmen akınlarını karşılayabilmek amacıyla 1204 yılında İstanbul’u ele geçiren Latinlerden kaçarak İznik ve İzmir-Kemalpaşa’da üslenen Laskarisler zamanında yapıldığı yönündedir.

 
İç kalede kuzeybatı yönündeki silindirik kule

 
İç kalenin yıkılan batı yönündeki duvar malzemesinin üstünden dış kalenin batı yönündeki girişine bakış

 
Batı yönündeki girişten iç kaleye bakış

 
Kuzey batıdan Keçi Kalesi'ne yaklaşırken... 

Bir eski söylenceye göre kale; Türklerin geceleyin keçilerin boynuzlarına taktıkları çıraların ateşlerinden güçlü Türk ordusunun neferlerinin kalabalıklığını düşünen Bizanslılar tarafından korku içinde Türklere teslim edilmiştir. Kız Kalesi adıyla da anıldığı söylenen kale ile ilgili bir başka rivayet ise, 19.yy. gezginlerinden; Fransız mimar ve arkeolog Charles Texier tarafından, yerel halktan öğrenildiği üzere şu şekilde aktarılmaktadır:

 
Kuzeybatı yönündeki burç

Dağ karanfilleri

 
Keçi Kalesi'ne tırmanırken rastladık; bezelyegillerden...

 
Çan çiçekleri

“Rivayete göre bölgede yaşayan kral, eşini kaybettikten sonra tek varlığı olan kızını herkesten sakınmak için kaleyi inşa ettirip buraya kapatır. Onu korumak için de bir grup askeri görevlendirir. Kalenin çevresindeki dağları mesken tutan fakir bir çoban, güzelliği dillere destan olan genç kıza hiç görmeden âşık olur ve zamanla kıza ulaşmanın bir yolunu bulur. Ona güverciniyle mektuplar göndermeye başlar. Çok geçmeden iki genç birbirlerine iyice bağlanmışlardır. Çaresizce kızı görmek için yanıp tutuşan çobanın yanına bir gün ak saçlı bir bilge gelir. Eğer sevdiğine kavuşmak istiyorsa, sahip olduğu keçi sürüsünü nasıl kullanacağını anlatır çobana. Çoban yaşlı bilgenin ona verdiği parlak fikri gece olunca uygular; keçilerinin boynuzlarına fenerler takarak sürüsünü kaleye doğru salar. Kaledeki askerler büyük bir düşman saldırısıyla karşı karşıya kaldıklarını, sayıca az olduklarını düşünerek kaçarlar. Efsane, iki gencin aşkı karşısında çaresiz kalan kralın, onların evlenmesine izin vermesiyle son bulur.”(2)

 
Keçi Kalesi'nin alt kotlarında bir sandal ağacı

 
Keçi Kalesi'ne tırmandığımız patika

 
Gezgin, Keçi Kalesi yolunda...

 
Keçi Kalesi orkideleri (orchis italica)

 
Orkideler, tavşan topuğu ya da katran alacası (orchis tredandata)

 
Orkideler, dildamak (Orchis Anatolica)

 
bezelyegillerden; burçaklar...

  
Keçi Kalesi yolunda;kaya beğendi  (iberis sp.)

Ancak yürüyüş parkurunun dikliği ve makilik arazinin yoğunluğu da keçinin otlamaya müsait olduğu bir topografyaya uygun düşüyor. Bunu doğrulayan ve hala dağın yamaçlarında keçi sürülerinin barındığı ağıllar mevcut durumda. Ayrıca Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç Dr. Emine Tok’un Aşağı Kaystros Vadisi’nde Türkmen akınlarına karşı bir sığınak: Keçi Kalesi isimli araştırmasında halk arasında Keçi Kalesi isminin verilişinin altında yatan tarihsel gerçek şu şekilde ifade ediliyor:

 
Ak yıldızlar

 
Mor renkli hava cıva otları

  
İğnelikler

 
Lamium sp.

 
Yabani sarımsak çiçekleri

“Yaptığımız araştırmalarda, Osmanlı Dönemi’nde Afyon çevresinde yaşayan ve hayvancılıkla uğraşan göçebe Yörüklerin, bahar ve yaz aylarını Sarsıp Yaylası’nda geçirdikleri; kış mevsiminde Keçi Kalesi’nin bulunduğu yere göçtükleri tespit edilmiştir. Yüzyılın başlarındaki haritalarda kalenin çevresindeki alanların “Keçi Pınarı” ve “Göl Obası” şeklinde işaretlenmesi de bölgedeki göçebe Türkmen varlığını destekleyen verilerdir. Muhtemelen hayvanlarını makilerle kaplı tepede besleyen yörükler, geceleri sürülerini terk edilmiş kale içinde topluyor, yapıyı hazır ve korunaklı bir ağıl olarak kullanıyorlardı. Olasılıkla tahkimata Keçi Kalesi denmesi de göçebe yörüklerle bağlantılıdır. Nitekim günümüzde hala tepenin eteklerinde göçebe hayatı yaşayan bir aile aynı geleneği sürdürmektedir.”(3)

 
Antik döşeme yol

  
Keçi Kalesi'ne çıkarken teras duvarları

 
Keçi Kalesi'nin hemen altından Küçük Menderes Ovası, Belevi ve  Antikçağın Stagnum Pegaseum (Belevi) Gölü'ne bakış

  
Döşeme yol; çekmeye doyamadık.

Keçi Kalesi, iç ve dış; iç içe iki kaleden oluşuyor. Ancak dış kaleden giriş kapısı, kuzey doğu yönünde bir burcu ve kuzey yönünde uzayıp giden duvar temellerinden başka bir şey kalmamış. İç kalenin kuzeyinde mermer söveli bir kapı girişi yer alıyor. Kale yerel moloz taş, zaman zaman kesme taş ve devşirme malzeme kullanılarak inşa edilmiş. İnşa sırasında kullanılan ahşap malzeme zamanla çürüyüp yok olduğundan, şimdi onlardan geriye sadece hatıl delikleri kalmış. Ön girişin hemen sağında güney batı yönündeki kare planlı kulenin içinde bir sarnıç yer alıyor. Kalenin kuzey duvarı boyunca sekiz tane kemerli kışla yapısı uzanıyor. Burada büyük ihtimalle askerlerin kaldığı koğuşlar vardı. Bunların üzerinde ise, bir saldırıda silahlı askerlerin pozisyon almasına yarayan tonozlu seyirdim yerleri bulunmaktaydı. Burası tamamen Küçük Menderes Ovası’na ve Selçuk yönüne hâkim bir pozisyonda konumlanmış olduğu için askeri amaçla düşünülmüş. 80 – 100 kişinin kaldığı bir askeri garnizon konumundaki kale, bu geçiş yolunun güvenliğini sağlıyor olmalıydı.

  
Kaleden doğu yönünde bakış

 
İç kalede yer alan güney batı yönündeki kulenin dibindeki sarnıç

 
Aynı kulenin tonozlu tavanı

Kalenin hemen altında Küçük Menderes Ovası ve yakın zamana kadar Cumhuriyetin ilk yıllarında; sıtma ile savaş kapsamında kurutulduğundan dolayı tarım yapılan antik Stagnum Pegaseum (Belevi) gölü uzanıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşayan yöre büyükleri Belevi’den Gözpınar (Kozpınar) istasyonuna trene binmek için kayıkla gidip gelirlermiş. İlkçağ tarihçisi Pilinius’a göre; Belevi yöresi şimdiki Köyceğiz’deki Dalyan gibiydi. Çünkü Küçük Menderes, topraklarını Efes’in ağzına kadar taşımamış ve Efes limanı yok olmamıştı. Göller ve ırmaklar dünyası bu bölgede; Metropolis kutsal kentinin iskelesi yer alıyordu. Meter Gallesia ana tanrıça kültünü taşıyan bu topografyada Gallesion Dağı yükseliyordu. Meterpolis ya da Metropolis Ana Tanrıça kenti, bu yörenin en önemli tapınma merkeziydi. Şimdi bu kentin kalıntıları, kurutulmuş göllerin hemen ötesinde; Yeniköy’ün kuzey çıkışında yer almaktadır. Bu kentin üstünde de 12–13.yy.lara denk düşen bir başka Bizans kalesinin surları bulunmaktadır.

 
İç Kale; bayraklı hali

 
Kuzeybatı kuleye bakış

 
Kuzeybatı yönündeki üç katlı ve dairesel kesitli kule 

Metropolis kenti ile ilgili yayınlarda; Bizans Dönemi’ndeki yazılı kayıtlara göre Metropolis’in sırtını dayadığı Gallesion Dağı’nda, büyük imparatorluk manastırlarının varlığından söz edildiği, ancak günümüze kadar bu manastırların hiçbirinin yerinin belirlenemediği belirtilmektedir. Yine bu kaynaklarda; Ephesos ile Metropolis arasında, sütunlar üzerinde kırk bir yıl yaşayan ve 1053 yılında ölen Aziz Lazarus’un Gallesion Dağı’nda üzerinde yaşadığı sütunların dikili olduğu yerlere üç manastır yapıldığı, 46 keşişin bulunduğu bu manastırlara imparatorluğun birçok yerinden hacıların ve müritlerin geldiği söylenmektedir.(4)

 
İç kale; doğuya bakış

 
İç Kale; güney yönünde yer alan tonozlu burç

“Gallesion Dağı, büyük manastırların bulunduğu bir yer olarak bilinir. Zengin bir kitaplığı olduğu, hatta Gallesion’lu keşişlerin kopya ettikleri kutsal kitaplardan bazılarının günümüze ulaştığı bilinmektedir. (Halkin, Manuscripts galesiotes, Scriptorum 15 (1961) 221-227)”(5)

Keçi Kalesi; batı yönündeki iç kalenin duvarının yıkılmamış hali; 2005 yılı; Şükrü Hoca anlatıyor; biz dinliyoruz.
(Aralık 2005)

 
Keçi Kalesi; kuzeybatıdan yıkılmış hali

 
Geçmişte kalan bir an; eski bir Keçi Kalesi hatırası; Bir yanda Ersin Doğer Hoca, diğer yanda rahmetli Şükrü Tül Hoca...
(Aralık 2005)

Hıristiyanlığın ilk gelişim yıllarında, Roma’nın zulmünden kaçarak çöle sığınan ve inançlarını buralarda yaşatmaya ve yaymaya çalışan keşişler, Arapların istilacı akınları ile Sina Yarımadası’ndan kuzeye, Anadolu’ya doğru harekete geçerler. Devletin resmi dini olarak Hıristiyanlığı benimseyen Bizans İmparatorluğu da 7.yy. civarında Arap istilalarından kaçan bu keşişlere bazı bölgelerde yerleşim hakkı tanır. Batı Anadolu’da Bafa Gölü’nün arka dünyasında; Beşparmaklar coğrafyası, Dilek Yarımadası ve Samson Dağı ile Gallesion (Alaman) Dağı bu manastırlara kucak açmış önemli mekânlar olarak dikkat çeker. Gallesionlu Lazarus, Latmoslu Paulos bu manastırlar dünyasının Bizans döneminde öne çıkmış ve daha sonraları aziz mertebesine yükseltilmiş önemli keşişlerindendir.

 Keçi Kalesi ve Küçük Menderes Ovası

İç kale; asker koğuşlarının olduğu bölüm

Bunlardan Gallesionlu Lazar ya da Lazarus, Bizans’ın Hıristiyanlığı resmi din olarak ilanı sonrasında; 4.yy.dan itibaren Hıristiyan keşişlerin başvurdukları yeni bir çile çekme yöntemi olan bir sütunun üzerinde yaşamını sürdüren sütun azizlerinin (stylites) bu bölgedeki bir temsilcisi olarak öne çıkmaktadır.

  
Gallesion Dağı; Keçi Kalesi önlerinden bakış
(Fotoğraf: MYC)

 
Sarı ve mavi kardeşliği; dağ karanfili ve aslan dişi bir arada...

“Dördüncü yüzyıla gelindiği zaman henüz hiçbir Hıristiyan çilekeşin keşfetmediği benliği inkâr etme ve ona karşı koyma yöntemi bulundu. Buna göre rahip yaşamını bir stylites olarak yüksek bir sütunun tepesinde geçiriyordu. Benzer iki ayrı çile çekme yöntemi daha vardı. Dendriotes’ler yaşamlarını bir ağacın üzerinde, enkleistos’larsa kapatılmış ya da kilitlenmiş mağarada ya da küçük hücrede geçiriyorlardı. Bazıları da ömürlerinin bir kısmını hücrede bir kısmını da sütunun üzerinde tükettiler.”(6)

 
Keçi Kalesi'ne yaklaştığımızın resmidir.

 
Kuzey yönündeki seyirdim yerlerine doğu yönünden bakış

 
Seyirdim yerlerinin ve kuzey duvarının 2005-Aralık ayındaki durumu
(Aralık 2005) 

Gallesion’lu Lazar, bir Anadolulu azizdir. Magnesia doğumlu (kesin tarihi bilinmemekle birlikte; 972 ile 981 yılları arasında) Lazar’ı annesi ve babası 6 yaşında onu büyütmesi için Leonsios isimli bir rahibe teslim ederler. Kilise eğitimini tamamladıktan sonra Antalya’da bir manastırda yedi yıl kalıp keşiş olur. Daha sonra Kudüs’e giden Lazar, kısa bir süre bir manastırda rahip olarak bulunur. Arap saldırıları karşısında önce Suriye’ye; daha sonra da Efes’e döner. Burada Hilarion ve Leontios isimli rahiplerle birlikte bir sütunun üzerinde yaşamaya başlar. O dönemdeki stylites’ler, kaldıkları sütunun üzerinde bir nevi siperlik kurdukları halde, Lazar; daha önceki meşhur stylites’lerden biri olan 2.Simeon gibi korumasız olarak açık havada yaşamaya karar verir. Daha sonra bu çileli yaşamını Gallesion Dağı’ndaki üç ayrı sütunun üzerinde tam 41 yıl sürdürür. Bu dağdaki her bir sütunun çevresinde üç ayrı manastır ve kiliseler kurdurur.(7)

 
İç Kale; kuzey duvarı

 
İç Kale'ye dış kaleden kuzey girişi; devşirme mermer lento dikkat çekici...
(Nisan 2011)

 
İç kaleye güney yönünden bakış 

Keçi Kalesi için önerilen yaklaşımlardan birisi de bu yapının ilk olarak Lazarus Manastırı olarak kurulduğu, 13.yy.dan sonra Batı Anadolu’daki diğer manastır yapılarında olduğu gibi yaklaşan Türkmen akınlarını savuşturmak adına giderek kaleleştiği yönündedir. Bu şekilde bu bölgedeki Keçi Kalesi gibi gözetleme kaleleri yardımıyla Türkmen akınlarına karşı bölge savunması güçlendirilmek istenmiştir.

  
Maydonozgillerden; torrilis sp.

 
yabani keten (linum sp.)

 
Uyuz otu

 
Kadın aynaları

Sonuç olarak; Hıristiyanlık tarihinde önemli yer tutan bu dağ ve ardındaki manastırlar dünyasından Keçi Kalesi ve onun hinterlandında yer alan eski bir Bizans yerleşiminden başka günümüze kalan pek bir şey bulunmamaktadır. Türkmen akınlarıyla hırpalanan bölgede; Aydınoğulları’nın egemenlik kurması sonrası, keşişler buralardan uzaklaşmış ve manastırlar da yağmalanıp yıkılmıştır.

 
Gül gibi; ama yeşil, sukulentler...

 
Daha tomurcuktalar...

Spil nakılı

Yürüyüşün Hikâyesi

Sabah Belevi, İzmir’den ve Tire’den gelenler için buluşma noktamızdı yine. Saat 10 civarı eriştiğimiz Alaman Dağı’nın eteklerinden başlayarak Keçi Kalesi’ne doğru dağın eteklerini yalayarak ilerleyen bir patikadan tırmanmaya başladık. Aslında tırmanışımız boyunca yaklaşık 2 km kadar yürüdük. Ama kısa bir aralıkta; hızla yükselen, oldukça sert bir topografyada yürümemiz ve baharla birlikte bin bir çeşit çiçekle renklenen benzersiz bir florayla oyalanmamız nedeniyle tırmanışımız, Keçi Kalesi’nin girişine dek neredeyse iki buçuk saatimizi aldı. Nisan ayının son günlerindeydik; ama o ne bitki çeşitliliğiydi? Her bir tür hayatiyetini sürdürebilme adına; doğanın basit ama mucizevî birer unsuru olarak bütün hünerlerini ortaya koymuş gibiydiler.

 Alaman Dağı'na doğru; ardımızda Keçi Kalesi

 
emzik otu ya da onasma

 
Keçi Kalesi'nin arka yüzünde yer alan Bizans köyüne ait yıkıntılar

Neler yoktu ki içlerinde; pırnar meşeleri, kesmik çalıları, melengeçler, sandal ağaçları, delice zeytinler, sarı renkli hindiba çiçekleri, pembe renkli Girit ladenleri ya da bayır gülleri, açık lila renkli çan çiçekleri ya da kampanulalar, kekik kolonileri, mavi renkli mineler, orkideler; tavşan topu, dildamak; saçaklı köpek sarmaşığı, sarımsak çiçekleri, uyuz otları, acı baklalar, koca baklalar, mor renkli kazteresi, sarı renkli ölmez otları, taç yapraklarının siyah kısımları bir istavrozu andıran kırmızı gelincikler, pembe renkli gelin döndürenler, mavi renkli fare kuyrukları, lila renkli uyuz otları, ortası sarı, taç yaprakları mor renkli hava cıva otları, aslan dişi, peygamber çiçeği ya da dağ karanfilleri, iğnelikler, ak yıldızlar, gloyerler, dikenler, mor renkli kadın aynaları, ismini bilemediğimiz bir sürü başka çiçek…

 
Gladiyol; delikanlı çiçeği ya da kedi merdiveni

 
Yabani keten  (linum sp.)

Gümüş dikeni (carduus sp.)

70-80 santim genişliğinde; zaman zaman kaybolup bir süre sonra yeniden ortaya çıkan bir döşeme yolu takip ederek yukarıya doğru tırmandık. Etrafımızdaki bitki çeşitliliği başımızı döndürecek düzeydeydi. Tepenin hemen eteğinde; bir sarnıç ve bazı duvar parçalarıyla izlenebilen Hellenistik savunma kalesi, İlkçağ’dan beri bu tepenin stratejik önemini vurgular gibiydi.
 
 
Döşeme yol

 
Bir başka bölümünden görünüm

Keçi Kalesi’ne ulaştığımızda neredeyse öğle vaktiydi. Yemeğimizi kalenin içinde seyirdim yerlerinin karşısında yedik. Kaleye bizden önce çıkmış üç kişi ile karşılaştık. İkisi Filistinli, diğeri ise Mısırlı idi. Ellerinde son derece gelişmiş kamera ve diğer görüntüleme sistemleri, drone ve yardımcı teçhizat vardı. Dış kalenin dışında; hafif meyilli bir sırtta çadır kurmuşlardı. Bir süre sohbet ettik; Türkçeleri zayıftı, burada ne yaptıklarını sorduk. Turizmle ilgili bir tanıtım filmi çektiklerini söylediler. Doğrusu bize garip geldi. 5-6 aydır Türkiye’de olduklarını ve İstanbul’dan geldiklerini öğrendik kendilerinden. Orta-Doğu’daki politik kargaşalarla yakından ilgili oldukları konuşmalarından belliydi. Kafamızda bir sürü soru işareti bırakarak, bir süre sonra çadırlarını topladılar ve kaleden aşağıya doğru indiler. 

 
 Saçaklı köpek sarmaşığı; soğanlı bir bitki...

Hava cıva otları

 Dam koruğu

 
Sıracaotugiller (scrophylaria)

Keçi Kalesi, doğanın ve insanın her türlü tahribatına açık vaziyette ayakta kalma gayreti içindeydi. Dış kalenin batı yönündeki giriş ve kuzey duvarları kısmen ayaktaydı. İç kalede ise, kuzey doğu yönündeki bazı duvarlarda yeni hasarlar tespit ettik. Batı yönündeki duvarı ise, daha önceki gelişlerimiz sırasında da tamamen yıkık durumdaydı. Sarnıcın da bulunduğu güneybatı yönündeki kulede ise olumsuz anlamda fazla bir değişiklik yoktu.

 
İç kale; genel görünüş

 
Keçi Kalesi; iç kale, batıdan...

İç kale, yaklaşık olarak dikdörtgen şeklinde tasarlanmıştı. Kuzey yönünde askerlerin koğuşları, üst katta seyirdim yerleri, kuzeybatı köşesinde silindirik bir kule, güneybatı yönünde ise içinde bir de sarnıç bulunan dörtgen planlı bir başka kule, güneydoğu yönünde zeminin altına doğru ise depolama amaçlı tonozlu bodrumlar, kuzeydoğu yönünde bir devşirme mermer lentoyla ayırt edilen iç kalenin girişi yer alıyordu.

 
Emiralem Boğazı'nda; Uzunburun köyü yakınlarında Yoğurtçu Kalesi ya da Sosandra Manastırı
(Mayıs 2008)

  
Yoğurtçu Kalesi; iç kale
 (Mayıs 2008)

 
 Yoğurtçu Kalesi; dış kale ve iç kale...
(Ocak 2008)

Kaynaklar, Keçi Kalesi’nin inşa evresinin ikili bir aşamada gerçekleştiğini belirtiyorlar(8). 12.yy. öncesinde Arap akınlarına yönelik olarak ve 13.yy.da ise giderek artan Batı Anadolu’daki Türkmen akınlarına yönelik olarak; hiçbir estetik kaygı gütmeksizin, tamamen çevredeki Bizans yerleşimlerinin bu akınlarla gelen yağma ve yıkımlardan korunması amacıyla manastır ve benzeri savunma yapılarının güçlendirilmesi esasına dayandırılmış. Hızlı bir şekilde onarılmış ya da yeniden yapılmış; bu şekilde Türkmen akınlarına karşı bir direnme imkânı yaratılmaya çalışılmış. Emirâlem Boğazı’nı kontrol eden ve Manisa’nın Uzunburun köyü civarındaki bir ana kayanın üstüne oturtulmuş Yoğurtçu Kalesi(9) de bu amaca dönük olarak; Laskarisler zamanında yaptırılan Sosandra Manastırı’nın bir savunma refleksiyle güçlendirilmesi ve kaleleşmesi sonucunda Keçi Kalesi ile birlikte benzer bir kaderi paylaşmış olmalı.

 
Keçi Kalesi; asker koğuşları

 
Keçi Kalesi'nin arkasındaki Bizans yerleşiminde gördüğümüz ilk sarnıç

 
İkinci sarnıç

Peki; Keçi Kalesi’nin yakınlarında önerilen yaklaşımı destekleyecek ve Türkmen akınlarına karşı korunması öngörülmüş bir Bizans yerleşimi var mıydı? Bunun için Keçi Kalesi’nden ayrıldıktan sonra; batıya doğru tatlı bir eğimle yükselen sırttan ve meşe ağaçları arasından yürümemiz gerekti. Alaman Dağı’nın bir yayla formatındaki batıya doğru uzanan düzlüklerinde sonsuz sayıda meşe ağacı vardı. Aslında daha sonra fark ettik ki; Alaman Dağı’nın üzeri, hemen hemen tamamıyla meşe ağaçları ve kısmen ahlatlarla kaplıydı. Sırtı takip ederek yaklaşık 500 metre kadar yürüdük. İleride meşeliklerin arasında taş yığınlarından oluşan düzensiz duvarlar ve giderek daha rahat seçilebilen yapı kalıntıları göründü. Bunlar, Ortaçağ’dan kalma eski bir Bizans yerleşiminin izlerine aitti. Savunulacak insanların yaşadığı mekânlardan birisi, bu köy olmalıydı. Ama yerleşimin ismi belli değildi. Etrafta o kadar çok taş yığını vardı ki; gördüklerimiz, ister istemez buranın oldukça büyük bir yerleşim olduğunu düşündürtüyordu insana. Harabeler arasında dolaşmaya başladık.

  
Meşe ağaçları arasında köyün kireç taşından yıkıntıları

Üçüncü sarnıç

 
Sarnıcın genel görünüşü

Dördüncü sarnıç

 
Köyün yıkılan evlerinden kalanlar, küçük tepecikler oluşturmuş.

 
Köyü sınırlayan ve duvar hissi uyandıran düzenli taş yığınları

 
Arkamızda Keçi Kalesi; hiç bırakmadı bizi.

Köyde ilk dikkatimizi çeken; içleri sıvalı, yer yer duvarlarında; geniş haznesine açılan toprak boruların gömülü olduğu, tonozlarla örtülmüş bir dizi sarnıç oldu. Sarnıçların kapasiteleri oldukça büyüktü. Hepsi de yürüme mesafesinde; birbirine oldukça yakın uzaklıkta konumlanmışlardı. Yerleşimde sarnıçlardan başka, büyük ölçekli yapılara ait olabileceğini düşündüğümüz; kalın kesitli (en az 80-90 cm. genişliğinde) duvar temelleri bulunmaktaydı. Her şey birbirinin üzerine yıkılmış; sadece taşların altında temel izleri kalmıştı ortalıkta. Sanki yerleşimin çevresi duvarlarla çevrilmiş hissini veren, üst üste devrilmiş taş yığınlarıyla kaplıydı. Sürekliydiler, ama düzensizdiler. Ne sebep olmuştu bu kadar yıkıntıya; Seferihisar Körfezi boyunca İzmir’e doğru uzanan diri faylar mı sorumlusuydu bu yıkımın? Bilinmez, ama bütün köy, zamanın ve doğanın elinde bir hamur gibi yoğrulmuş ve bugünkü halini almıştı. Hepsi bu kadardı; çoğu taş yığınını anlamlandıramadan bin yıllık bir hayatın sırlarının saklı olduğu yıkıntıların arasından ayrıldık ve meşe ağaçlarıyla kaplı bir başka sırtı takip ederek Alaman Dağı’nın kuzeydoğu yönünde yer alan bir başka tepesine doğru yürüdük.

 
Köyde tuğla dolgulu taş duvarlar

 
Zeminin altında kalmış, tonozlu bir yapı; bu da mı sarnıç? Belki de bir ambar...

 
Köyün içinde rastladığımız bir yapıya ait oldukça kalın bir duvar temeli; acaba bir diğer manastırdan mı kalma?

Bir diğer sarnıç; diğerlerine göre oldukça iyi durumda; defineciler üstünü açmış.

Aynı sarnıcın uzun kenarı boyunca kemerli tonozlar

 
Köydeki yapılardan kalan taş yığınları

Zaman zaman dönüp arkamıza baktığımızda; Keçi Kalesi’nin neredeyse bin yıllık silueti, tepeye dek hiç terk etmedi bizi. Sanki bin yıl önceki Bizans köylüleri gibi biz de sırtımızı ona yaslamış gibiydik. Tepeye ulaştığımızda, bir sarnıç ve bir ağılla karşılaştık. Sarnıç, biraz önce dolaştığımız isimsiz Bizans köyündeki sarnıçlara benzer yapıdaydı, ama daha küçük boyutlardaydı. Önümüzde meşeler arasından ilerleyen bir patika ve uzaktan sapsarı görünümüyle ilginç bir ağaç vardı. Ağacın yanına vardığımızda bunun ölmekte olan bir meşe olduğunu anladık. Diğer tüm meşe ağaçları, baharın coşkusuyla yeni bir hayata uyanır ve yemyeşil giysileriyle donanırken, garibim meşenin üstüne ölüm sarılığı çökmüştü sanki. O da hayata uyanmış, ama bütün yeni sürgünlerinden fışkıran yaprakları sarıya boyanmıştı; ölüme yakın bir meşenin vedasıydı besbelli.

 
Tepedeki sarnıç

 
Ağıl

Meşe ve ağıl; tepede birbirinin yoldaşı gibi...

 
Meşenin baharda hayata vedası; sarararak ölmek...

 
Gezginler, Alaman Dağı'nda...

 
Alaman Dağı'nda ala kötürüm; asteracea ailesinden...

Bir süre sonra Alaman Dağı’nın zirvesine bakan bir yarın başına geldik. Daha önceki yürüyüşlerimizden birinde o zirveye çıkmışlığımız da vardı.(10) Bugünkü ulaştığımız son nokta ise, Alaman Dağı’nın kuzeye doğru bakan bir düzlüğü olmuştu. Altımızdaki vadide gördüğümüz ağıllar, göçerlerin bin yıllık hikâyesinin bir şekilde bu dağlarda hala sürdüğünün kanıtı gibiydi. Bir süre Alaman Dağı’nı (Ana Tanrıça Meter’in kutsal mekânı Gallesion) bulunduğumuz yarın başından seyrettik. Bu efsanevi dağ, bağrında saklı derin vadileri, sarp yamaçları ve zengin tarihsel arka planıyla; uzaktan pek fark edilmese de, tarih boyunca gezginlerin, göçerlerin ve modern zamanlarda da doğa tutkunu yürüyüş gruplarının uğrak yeri olmuştu her zaman. Saygıyla selamladık onu ve geldiğimiz yoldan Keçi Kalesi’ne doğru dönüşe geçtik.

 
Efsanevi Gallesion; bir mahmuzu andıran başı ile saygı duyulası dağ...
 
 
Alaman Dağı'ndan Küçük Menderes ovasına doğru... 

Gallesion topografyası

Son uğrak noktamız, Keçi Kalesi’ni ve Küçük Menderes Ovası’nı en geniş açıdan görebilen Alaman Dağı’nın tepelerinden biriydi. Doğu yönündeki Belevi Gölü’nün üzerine, batıya doğru uzanan Alaman Boğazı’ndan süzülen güneşin kızıllığı çökmüştü. Önümüzde; bir zamanlar Homeros’un andığı yaban kazları, turnalar ve uzun boyunlu kuğuların barındığı Asya Çayırları uzanmaktaydı; bir akşam vakti Kaystros Ovası’nda; kızıllığın altında…

 
Keçi Kalesi

  
Kaystros (Küçük Menderes) ovası ve Belevi Gölü

“Kanatlı kuşlar, kazlar, turnalar,
Uzun boyunlu kuğular nasıl sürü sürü,
Asya Çayırlarında, Kaystros’un iki yakasında
Sallayarak kanatlarını kibirli kibirli,
Nasıl uçarlarsa bir o yana, bir bu yana
Çağrışarak yere konunca çayır çın çın öterse nasıl…”

(Homeros, İlyada II, 460-465; Çeviri: Azra Erhat-A.Kadir)

Dipnotlar:
(1)   Prof. Dr. Recep Meriç; Metropolis Ana Tanrıça Kenti; MESEDER; 2003; sayfa:22
(2)  Doç. Dr. Emine Tok; Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü, Aşağı Kaystros Vadisi’nde Türkmen Akınlarına Karşı Bir Sığınak: Keçi Kalesi; Sanat Tarihi Dergisi, XXV, Ekim-2016; sayfa:251; bkz. https://www.academia.edu/31146228/AŞAĞI_KAYSTROS_VADİSİNDE_TÜRKMEN_AKINLARINA_KARŞI_BİR_SIĞINAK_KEÇİ_KALESİ_GOAT_CASTLE_A_SHELTER_AGAINST_TURKOMAN_RAIDS_IN_THE_LOWER_CAYSTER_VALLEY
(3)  Doç. Dr. Emine Tok; a.g.m, sayfa:252
(4)  Prof. Dr. Recep Meriç; a.g.e; sayfa 76 ve 79
(5)  Prof. Dr. Recep Meriç; a.g.e; sayfa 79
(6)  Hanspeter Tiefenbach, Anadolu’nun Azizleri; Arkeoloji ve Sanat Yayınları-2012; sayfa:268-269
(7)   Hanspeter Tiefenbach; a.g.e.; sayfa: 287-289
(8)  Doç. Dr. Emine Tok; a.g.m, sayfa:260
(9)  Yoğurtçu Kalesi ve Sosandra Manastırı için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2014/11/uzunburun-gurle-yuruyusu.html
(11)  Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

11 yorum:

  1. paylaşım için teşekkür ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginiz ve geri bildiriminiz için ben teşekkür ederim. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil
    2. Gerçekten güzel olmuş

      Sil
    3. Sağolun. İlginizin devamlılığını dileriz.İF

      Sil
  2. Keçi Kalesi'nin yanıbaşında Belevi'de doğmuş ve büyümüş biri olarak yazınızı büyük bir zevkle okudum.Doç.Dr.Emine Tok'un da çalışmasını en kısa zamanda okuyacağım
    Alaman dagi bitki florasına ilişkin harika bilgiler için ayrıca çok teşekkür ederim.Selamlar.DEU İrfan Yildiz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginiz ve geri bildiriminiz için ben teşekkür ederim. Bloğumuza olan ilginizin devamlılığı dileğiyle... İF

      Sil
    2. Merhabalar hocam bu blog sayfasını okurken sizinle karşılaştım ne güzel sürpriz. Selamlar Sevgiler. Selim TURAN- Tsml 98' mezunu

      Sil
  3. İbrahim Bey;affınıza sığınarak sağlık köyü yakınındaki cellat gölü ile ilgili stagnum pegaseum ismi geçiyor.Sizin bir yazınızda da belevi gölü için aynı ismi kullanmışsınız.Yazılarınızı keyifle okuyan birisi olarak bilgi verebilirseniz teşekkür ederim.sizinlede en kısa sürede köyüm Halkapınar da görüşmek isterim.Saygılar.

    YanıtlaSil
  4. Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilgi nedeniyle teşekkür ederim. Son yıllarda yoğun yağışlar nedeniyle geri dönen Cellat Gölü ile Belevi Gölü İlkçağda büyük olasılıkla birleşimi.. Bu nedenle 20 yy.da birbirinden ayrı konumdaki bu iki göl bu nedenle aynı isimle anılmaktadır. 20.yy.ın ilk yarısında çocukluk günlerinde Belevi civarında yaşayan yaşlı köylülerden Metropolis civarına geçmek için kayık kullandıklarını bizzat dinlemişimdir. Bizler de sizi tanımaktan onur duyarız. İlginizin devamlılığı dileğiyle.IF

    YanıtlaSil
  5. Ben kocaelide ikamet ediyorum.Liseyi 25 yıl önce Torbalı'da yatılı olarak okumudum. O yıllarda Kuşadasına giderken yada bu istikametten dönerken bu kaleye uzun uzun bakardım. Belki de yanına gidip keşfedememenin verdiği bir gizemi vardı.hala tatil dönüşlerinde ovadan geçerken o yıllara ithafen bir durup bakarım bu kaleye. Lisede öğrencisi olduğum ve yukarıda yorumunu gördüğüm çok değerli hocam İrfan YILDIZ'la burada karşılaşmak ayrı bir sürpriz oldu benim için. Teşekkürler

    YanıtlaSil
  6. Selim kardeşim; bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz ve geri bildiriminiz nedeniyle teşekkür ederiz. Lise öğretmeninizi bizim blogta bulmanız gerçekten büyük bir tesadüf. Ayrıca yıllar önce size lise öğretmenliği yapmış olan bu değerli kişiyi unutmamış olmanız da takdire değer bir davranıştır. Öğretmenler, bizlere ışığı gösteren insanlardır. Onların kıymetini bilmek gerek. Bloğumuza olan ilginizin devamlılığı dileğiyle...İF

    YanıtlaSil