KEÇİ
KALESİ ya da LAZARUS MANASTIRI
26 Nisan 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
İzmir’den Selçuk’a doğru
ilerlerken, Belevi yakınlarında yolun
sağında ağırlıklı olarak kireç taşı oluşumlu bir dağ kütlesi ve onun yalçın
kayalıkları üzerinde yükselen bir Ortaçağ kalesi dikkat çeker. Sözünü
ettiğimiz; Alaman Dağı ve onun doğuya
bakan bir tepesinde Bizans’ın Laskarisler
Dönemi’ne tarihlenen Keçi Kalesi’dir.
Aslında geçmişin izleri salt bunlarla da sınırlı değildir ve hikâye bu kale ile
başlamaz. Arkasında; Hıristiyan keşişlerin Sina
Çölü’nden başlayarak manastırlarda sürdürdükleri münzevi yaşamların
vardığı; dayanma, sabır ve adanmışlığın uç (aşırı) örnekleri olan ve benliği
inkâr etme ve ona karşı koyma yolunda, hayatlarını yüksek bir sütunun tepesinde
sürdüren sütun azizlerinden (Stylites)
birinin hikâyesi saklıdır.
Alaman Dağı'ndan Keçi Kalesi'ne doğru...
Son düzlükten Alaman Dağı'na bakış
Alaman Dağı florasından; peygamber çiçeği ya da dağ karanfili
Keçi Kalesi'ne kuzeybatıdan bakış
Keçi Kalesi-Gallesion yürüyüş rotası
(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen: MYC)
Keçi Kalesi-Gallesion yürüyüş rotası
(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen: MYC)
Defalarca çıktığımız,
ama bir türlü yayla formatındaki arka yüzüne doğru sarkıp da oralarda neler var
diye bakamadığımız Alaman Dağı’nın
başka köşelerinde dolaştık bugün. Bu haftaya sığdırdığımız iki yürüyüş
etkinliği, bahardaki artan verimliliğimizin bir göstergesi gibiydi bizim için. Hatundere vadilerinden sonra, yüzeyde
hala belirgin kültür yapıları, bereketli hikâyeler ve baharla birlikte coşmuş Alaman Dağı’nın zengin florası, gün boyu
yürüyüşü tatmin edici bir çizgide tuttu hep. Oldukça sıcak bir havada
başladığımız tırmanışımız, yukarılara çıktıkça esen serin rüzgârlarla hayat
buldu.
Bayır gülleri ya da Girit Ladeni
papatyagillerden; aslan dişi
Haşhaşgillerden gelincik ya da kapurcuk (papaver sp.); istavrozu andıran taç yapraklarındaki siyah bantlar ilginçti.
Gezginin gelincikle uyumu ; arkada Alaman Dağı
Alaman Dağı ve Keçi Kalesi
Alaman Dağı ya da İlkçağ kaynaklarında yer aldığı şekliyle Gallesion, aslında Yeniköy yakınlarındaki Metropolis
kenti ile birlikte anılan Ana Tanrıça
Meter Gallesia’nın kutsal mekânıdır. Yakın zamana kadar Metropolis kazılarını yürüten Prof. Dr. Recep Meriç’e göre; Metropolis’in tanrılar dünyasında
yakınlardaki Ephesos’un aksine Tanrıça Artemis’in hiçbir etkinliğine rastlanmaz. Metropolis’te en etkin tanrılar, kente adını veren Ana Tanrıça Meter ve Savaş Tanrısı Ares’tir. “Bu konuda
ilginç değerlendirmeler yapmış olan H.
Engelmann, Metropolis’in tanrılar
açısından öteki İonia kentlerinden farklılığını “Metropolis başkadır” diyerek vurgular. (Engelmann, 1993, 171-176)”(1)
Metropolis; Bizans Kalesi'ne dönüşen Bouleuterion; arkada Bizans Kalesi'nin devşirme malzeme ile 12.yy.da inşa edilen surları
(Eylül 2005)
Metropolis; Bouleuterion oturma sıraları; hemen yanında yükselen Bizans Dönemi kale surları
(Eylül 2005)
Keçi Kalesi'ne çıkan antik döşeme yolun bir bölümü
Keçi Kalesi'nin çok aşağılarında; İ.Ö. 4.yy.a tarihlenen Hellenistik kalede yer alan sarnıç
(Aralık 2005)
Hellenistik kaleye ait duvar izleri
(Aralık 2005)
Hellenistik Kale
(Aralık 2005)
Keçi Kalesi'nin çok aşağılarında; İ.Ö. 4.yy.a tarihlenen Hellenistik kalede yer alan sarnıç
(Aralık 2005)
Hellenistik kaleye ait duvar izleri
(Aralık 2005)
Hellenistik Kale
(Aralık 2005)
Halk arasında Keçi Kalesi olarak adlandırılan ve
19.yy. gezginleri tarafından da aynı adla anılan bu Bizans Dönemi kalesi, Alaman Dağı’nın doğuya bakan yaklaşık
394 metre yüksekliğindeki bir tepesinin üzerinde; Alaman Boğazı olarak anılan ve batıya doğru açılan bir vadinin
başında yer alır. İlkçağ’da Ephesos,
Smyrna ve Sardis’den gelen
yolların kesiştiği bir kavşakta yer alan bu tepe, her zaman bu geçişleri
denetlemek açısından benzersiz bir stratejik öneme sahipti. Tepenin doğu
eteklerinde yer alan Hellenistik savunma kalesine ait temeller ve bir sarnıç
kalıntısı bu gerçeği günümüze taşımıştır. Ayrıca dağın batı yamaçlarında yer
alan eski bir Bizans yerleşiminden kalan yıkıntılar ve Keçi Kalesi’ne tırmanırken kullandığımız; hala oldukça iyi
durumdaki taş döşeme yol, Keçi Kalesi’nin
kurulu olduğu tepenin stratejik önemini tarih boyunca koruduğunun bir işareti
gibidir.
Keçi Kalesi'nden Küçük Menderes Ovası'nın görünümü; Alaman Boğazı
Keçi Kalesi, iç kale
Keçi Kalesi; en arkada güneybatı yönündeki sarnıçlı kule
İç Kale; kuzey yönünde yer alan asker koğuşları ve ikinci kata denk gelen seviyelerde seyirdim yerleri
Keçi Kalesi ile ilgili en muhtemel yaklaşımlar, kalenin
12.-13.yy.larda Batı Anadolu’ya yönelik yoğunlaşan Türkmen akınlarını
karşılayabilmek amacıyla 1204 yılında İstanbul’u ele geçiren Latinlerden
kaçarak İznik ve İzmir-Kemalpaşa’da üslenen Laskarisler
zamanında yapıldığı yönündedir.
İç kalede kuzeybatı yönündeki silindirik kule
İç kalenin yıkılan batı yönündeki duvar malzemesinin üstünden dış kalenin batı yönündeki girişine bakış
Batı yönündeki girişten iç kaleye bakış
Kuzey batıdan Keçi Kalesi'ne yaklaşırken...
Bir
eski söylenceye göre kale; Türklerin geceleyin keçilerin boynuzlarına
taktıkları çıraların ateşlerinden güçlü Türk ordusunun neferlerinin
kalabalıklığını düşünen Bizanslılar tarafından korku içinde Türklere teslim edilmiştir.
Kız Kalesi adıyla da anıldığı
söylenen kale ile ilgili bir başka rivayet ise, 19.yy. gezginlerinden; Fransız
mimar ve arkeolog Charles Texier tarafından,
yerel halktan öğrenildiği üzere şu şekilde aktarılmaktadır:
Kuzeybatı yönündeki burç
Dağ karanfilleri
Keçi Kalesi'ne tırmanırken rastladık; bezelyegillerden...
Çan çiçekleri
“Rivayete
göre bölgede yaşayan kral, eşini kaybettikten sonra tek varlığı olan kızını
herkesten sakınmak için kaleyi inşa ettirip buraya kapatır. Onu korumak için de
bir grup askeri görevlendirir. Kalenin çevresindeki dağları mesken tutan fakir
bir çoban, güzelliği dillere destan olan genç kıza hiç görmeden âşık olur ve
zamanla kıza ulaşmanın bir yolunu bulur. Ona güverciniyle mektuplar göndermeye
başlar. Çok geçmeden iki genç birbirlerine iyice bağlanmışlardır. Çaresizce
kızı görmek için yanıp tutuşan çobanın yanına bir gün ak saçlı bir bilge gelir.
Eğer sevdiğine kavuşmak istiyorsa, sahip olduğu keçi sürüsünü nasıl
kullanacağını anlatır çobana. Çoban yaşlı bilgenin ona verdiği parlak fikri
gece olunca uygular; keçilerinin boynuzlarına fenerler takarak sürüsünü kaleye
doğru salar. Kaledeki askerler büyük bir düşman saldırısıyla karşı karşıya
kaldıklarını, sayıca az olduklarını düşünerek kaçarlar. Efsane, iki gencin aşkı
karşısında çaresiz kalan kralın, onların evlenmesine izin vermesiyle son bulur.”(2)
Keçi Kalesi'nin alt kotlarında bir sandal ağacı
Keçi Kalesi'ne tırmandığımız patika
Gezgin, Keçi Kalesi yolunda...
Keçi Kalesi orkideleri (orchis italica)
Orkideler, tavşan topuğu ya da katran alacası (orchis tredandata)
Orkideler, dildamak (Orchis Anatolica)
bezelyegillerden; burçaklar...
Keçi Kalesi yolunda;kaya beğendi (iberis sp.)
Ancak
yürüyüş parkurunun dikliği ve makilik arazinin yoğunluğu da keçinin otlamaya
müsait olduğu bir topografyaya uygun düşüyor. Bunu doğrulayan ve hala dağın
yamaçlarında keçi sürülerinin barındığı ağıllar mevcut durumda. Ayrıca Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç Dr. Emine Tok’un Aşağı
Kaystros Vadisi’nde Türkmen akınlarına karşı bir sığınak: Keçi Kalesi
isimli araştırmasında halk arasında Keçi
Kalesi isminin verilişinin altında yatan tarihsel gerçek şu şekilde ifade
ediliyor:
Ak yıldızlar
Mor renkli hava cıva otları
İğnelikler
Lamium sp.
Yabani sarımsak çiçekleri
“Yaptığımız
araştırmalarda, Osmanlı Dönemi’nde Afyon çevresinde yaşayan ve hayvancılıkla
uğraşan göçebe Yörüklerin, bahar ve yaz aylarını Sarsıp Yaylası’nda
geçirdikleri; kış mevsiminde Keçi Kalesi’nin bulunduğu yere göçtükleri tespit
edilmiştir. Yüzyılın başlarındaki haritalarda kalenin çevresindeki alanların “Keçi Pınarı” ve “Göl Obası”
şeklinde işaretlenmesi de bölgedeki göçebe Türkmen varlığını destekleyen
verilerdir. Muhtemelen hayvanlarını makilerle kaplı tepede besleyen yörükler,
geceleri sürülerini terk edilmiş kale içinde topluyor, yapıyı hazır ve
korunaklı bir ağıl olarak kullanıyorlardı. Olasılıkla tahkimata Keçi Kalesi
denmesi de göçebe yörüklerle bağlantılıdır. Nitekim günümüzde hala tepenin
eteklerinde göçebe hayatı yaşayan bir aile aynı geleneği sürdürmektedir.”(3)
Antik döşeme yol
Keçi Kalesi'ne çıkarken teras duvarları
Keçi Kalesi'nin hemen altından Küçük Menderes Ovası, Belevi ve Antikçağın Stagnum Pegaseum (Belevi) Gölü'ne bakış
Döşeme yol; çekmeye doyamadık.
Keçi Kalesi, iç ve dış; iç içe iki kaleden oluşuyor. Ancak
dış kaleden giriş kapısı, kuzey doğu yönünde bir burcu ve kuzey yönünde uzayıp
giden duvar temellerinden başka bir şey kalmamış. İç kalenin kuzeyinde mermer
söveli bir kapı girişi yer alıyor. Kale yerel moloz taş, zaman zaman kesme taş
ve devşirme malzeme kullanılarak inşa edilmiş. İnşa sırasında kullanılan ahşap
malzeme zamanla çürüyüp yok olduğundan, şimdi onlardan geriye sadece hatıl
delikleri kalmış. Ön girişin hemen sağında güney batı yönündeki kare planlı kulenin
içinde bir sarnıç yer alıyor. Kalenin kuzey duvarı boyunca sekiz tane kemerli
kışla yapısı uzanıyor. Burada büyük ihtimalle askerlerin kaldığı koğuşlar
vardı. Bunların üzerinde ise, bir saldırıda silahlı askerlerin pozisyon
almasına yarayan tonozlu seyirdim yerleri bulunmaktaydı. Burası tamamen Küçük
Menderes Ovası’na ve Selçuk yönüne hâkim bir pozisyonda konumlanmış olduğu için
askeri amaçla düşünülmüş. 80 – 100 kişinin kaldığı bir askeri garnizon
konumundaki kale, bu geçiş yolunun güvenliğini sağlıyor olmalıydı.
Kaleden doğu yönünde bakış
İç kalede yer alan güney batı yönündeki kulenin dibindeki sarnıç
Aynı kulenin tonozlu tavanı
Kalenin hemen altında Küçük Menderes Ovası ve yakın zamana kadar Cumhuriyetin ilk yıllarında; sıtma ile
savaş kapsamında kurutulduğundan dolayı tarım yapılan antik Stagnum Pegaseum (Belevi) gölü uzanıyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşayan yöre büyükleri Belevi’den Gözpınar (Kozpınar) istasyonuna trene binmek için
kayıkla gidip gelirlermiş. İlkçağ tarihçisi Pilinius’a
göre; Belevi yöresi şimdiki
Köyceğiz’deki Dalyan gibiydi. Çünkü Küçük Menderes, topraklarını Efes’in ağzına kadar taşımamış ve Efes limanı yok olmamıştı. Göller ve
ırmaklar dünyası bu bölgede; Metropolis
kutsal kentinin iskelesi yer alıyordu. Meter
Gallesia ana tanrıça kültünü taşıyan bu topografyada Gallesion Dağı yükseliyordu. Meterpolis
ya da Metropolis Ana Tanrıça kenti,
bu yörenin en önemli tapınma merkeziydi. Şimdi bu kentin kalıntıları,
kurutulmuş göllerin hemen ötesinde; Yeniköy’ün
kuzey çıkışında yer almaktadır. Bu kentin üstünde de 12–13.yy.lara denk düşen
bir başka Bizans kalesinin surları bulunmaktadır.
İç Kale; bayraklı hali
Kuzeybatı kuleye bakış
Kuzeybatı yönündeki üç katlı ve dairesel kesitli kule
Metropolis kenti ile ilgili yayınlarda; Bizans
Dönemi’ndeki yazılı kayıtlara göre Metropolis’in
sırtını dayadığı Gallesion Dağı’nda,
büyük imparatorluk manastırlarının varlığından söz edildiği, ancak günümüze
kadar bu manastırların hiçbirinin yerinin belirlenemediği belirtilmektedir.
Yine bu kaynaklarda; Ephesos ile Metropolis arasında, sütunlar üzerinde
kırk bir yıl yaşayan ve 1053 yılında ölen Aziz Lazarus’un Gallesion Dağı’nda üzerinde yaşadığı sütunların dikili olduğu
yerlere üç manastır yapıldığı, 46 keşişin bulunduğu bu manastırlara
imparatorluğun birçok yerinden hacıların ve müritlerin geldiği söylenmektedir.(4)
İç kale; doğuya bakış
İç Kale; güney yönünde yer alan tonozlu burç
“Gallesion Dağı, büyük manastırların
bulunduğu bir yer olarak bilinir. Zengin bir kitaplığı olduğu, hatta
Gallesion’lu keşişlerin kopya ettikleri kutsal kitaplardan bazılarının günümüze
ulaştığı bilinmektedir. (Halkin, Manuscripts galesiotes, Scriptorum 15 (1961)
221-227)”(5)
Keçi Kalesi; batı yönündeki iç kalenin duvarının yıkılmamış hali; 2005 yılı; Şükrü Hoca anlatıyor; biz dinliyoruz.
(Aralık 2005)
(Aralık 2005)
Keçi Kalesi; kuzeybatıdan yıkılmış hali
Geçmişte kalan bir an; eski bir Keçi Kalesi hatırası; Bir yanda Ersin Doğer Hoca, diğer yanda rahmetli Şükrü Tül Hoca...
(Aralık 2005)
Geçmişte kalan bir an; eski bir Keçi Kalesi hatırası; Bir yanda Ersin Doğer Hoca, diğer yanda rahmetli Şükrü Tül Hoca...
(Aralık 2005)
Hıristiyanlığın
ilk gelişim yıllarında, Roma’nın zulmünden kaçarak çöle sığınan ve inançlarını
buralarda yaşatmaya ve yaymaya çalışan keşişler, Arapların istilacı akınları
ile Sina Yarımadası’ndan kuzeye, Anadolu’ya doğru harekete geçerler. Devletin
resmi dini olarak Hıristiyanlığı benimseyen Bizans İmparatorluğu da 7.yy.
civarında Arap istilalarından kaçan bu keşişlere bazı bölgelerde yerleşim hakkı
tanır. Batı Anadolu’da Bafa Gölü’nün
arka dünyasında; Beşparmaklar
coğrafyası, Dilek Yarımadası ve Samson
Dağı ile Gallesion (Alaman) Dağı bu
manastırlara kucak açmış önemli mekânlar olarak dikkat çeker. Gallesionlu Lazarus, Latmoslu Paulos bu manastırlar
dünyasının Bizans döneminde öne çıkmış ve daha sonraları aziz mertebesine
yükseltilmiş önemli keşişlerindendir.
Keçi Kalesi ve Küçük Menderes Ovası
İç kale; asker koğuşlarının olduğu bölüm
Bunlardan
Gallesionlu Lazar ya da Lazarus, Bizans’ın Hıristiyanlığı resmi
din olarak ilanı sonrasında; 4.yy.dan itibaren Hıristiyan keşişlerin
başvurdukları yeni bir çile çekme yöntemi olan bir sütunun üzerinde yaşamını
sürdüren sütun azizlerinin (stylites)
bu bölgedeki bir temsilcisi olarak öne çıkmaktadır.
Gallesion Dağı; Keçi Kalesi önlerinden bakış
(Fotoğraf: MYC)
Sarı ve mavi kardeşliği; dağ karanfili ve aslan dişi bir arada...
“Dördüncü yüzyıla gelindiği zaman henüz
hiçbir Hıristiyan çilekeşin keşfetmediği benliği inkâr etme ve ona karşı koyma
yöntemi bulundu. Buna göre rahip yaşamını bir stylites olarak yüksek bir sütunun tepesinde geçiriyordu. Benzer
iki ayrı çile çekme yöntemi daha vardı. Dendriotes’ler
yaşamlarını bir ağacın üzerinde, enkleistos’larsa
kapatılmış ya da kilitlenmiş mağarada ya da küçük hücrede geçiriyorlardı.
Bazıları da ömürlerinin bir kısmını hücrede bir kısmını da sütunun üzerinde
tükettiler.”(6)
Gallesion’lu Lazar, bir Anadolulu azizdir. Magnesia doğumlu (kesin tarihi bilinmemekle birlikte; 972 ile 981 yılları arasında) Lazar’ı annesi ve babası 6 yaşında onu büyütmesi için Leonsios isimli bir rahibe teslim ederler. Kilise eğitimini tamamladıktan sonra Antalya’da bir manastırda yedi yıl kalıp keşiş olur. Daha sonra Kudüs’e giden Lazar, kısa bir süre bir manastırda rahip olarak bulunur. Arap saldırıları karşısında önce Suriye’ye; daha sonra da Efes’e döner. Burada Hilarion ve Leontios isimli rahiplerle birlikte bir sütunun üzerinde yaşamaya başlar. O dönemdeki stylites’ler, kaldıkları sütunun üzerinde bir nevi siperlik kurdukları halde, Lazar; daha önceki meşhur stylites’lerden biri olan 2.Simeon gibi korumasız olarak açık havada yaşamaya karar verir. Daha sonra bu çileli yaşamını Gallesion Dağı’ndaki üç ayrı sütunun üzerinde tam 41 yıl sürdürür. Bu dağdaki her bir sütunun çevresinde üç ayrı manastır ve kiliseler kurdurur.(7)
İç Kale; kuzey duvarı
İç Kale'ye dış kaleden kuzey girişi; devşirme mermer lento dikkat çekici...
(Nisan 2011)
İç Kale'ye dış kaleden kuzey girişi; devşirme mermer lento dikkat çekici...
(Nisan 2011)
İç kaleye güney yönünden bakış
Keçi Kalesi için önerilen
yaklaşımlardan birisi de bu yapının ilk olarak Lazarus Manastırı olarak kurulduğu, 13.yy.dan sonra Batı
Anadolu’daki diğer manastır yapılarında olduğu gibi yaklaşan Türkmen akınlarını
savuşturmak adına giderek kaleleştiği yönündedir. Bu şekilde bu bölgedeki Keçi Kalesi gibi gözetleme kaleleri
yardımıyla Türkmen akınlarına karşı bölge savunması güçlendirilmek istenmiştir.
Maydonozgillerden; torrilis sp.
yabani keten (linum sp.)
Uyuz otu
Kadın aynaları
Sonuç olarak; Hıristiyanlık
tarihinde önemli yer tutan bu dağ ve ardındaki manastırlar dünyasından Keçi Kalesi ve onun hinterlandında yer
alan eski bir Bizans yerleşiminden başka günümüze kalan pek bir şey
bulunmamaktadır. Türkmen akınlarıyla hırpalanan bölgede; Aydınoğulları’nın
egemenlik kurması sonrası, keşişler buralardan uzaklaşmış ve manastırlar da
yağmalanıp yıkılmıştır.
Gül gibi; ama yeşil, sukulentler...
Daha tomurcuktalar...
Spil nakılı
Yürüyüşün Hikâyesi
Sabah Belevi, İzmir’den ve Tire’den gelenler
için buluşma noktamızdı yine. Saat 10 civarı eriştiğimiz Alaman Dağı’nın eteklerinden başlayarak Keçi Kalesi’ne doğru dağın eteklerini yalayarak ilerleyen bir
patikadan tırmanmaya başladık. Aslında tırmanışımız boyunca yaklaşık 2 km kadar
yürüdük. Ama kısa bir aralıkta; hızla yükselen, oldukça sert bir topografyada
yürümemiz ve baharla birlikte bin bir çeşit çiçekle renklenen benzersiz bir
florayla oyalanmamız nedeniyle tırmanışımız, Keçi Kalesi’nin girişine dek neredeyse iki buçuk saatimizi aldı.
Nisan ayının son günlerindeydik; ama o ne bitki çeşitliliğiydi? Her bir tür
hayatiyetini sürdürebilme adına; doğanın basit ama mucizevî birer unsuru olarak
bütün hünerlerini ortaya koymuş gibiydiler.
Alaman Dağı'na doğru; ardımızda Keçi Kalesi
emzik otu ya da onasma
Keçi Kalesi'nin arka yüzünde yer alan Bizans köyüne ait yıkıntılar
Neler yoktu ki
içlerinde; pırnar meşeleri, kesmik çalıları, melengeçler, sandal ağaçları,
delice zeytinler, sarı renkli hindiba çiçekleri, pembe renkli Girit ladenleri
ya da bayır gülleri, açık lila renkli çan çiçekleri ya da kampanulalar, kekik
kolonileri, mavi renkli mineler, orkideler; tavşan topu, dildamak; saçaklı
köpek sarmaşığı, sarımsak çiçekleri, uyuz otları, acı baklalar, koca baklalar,
mor renkli kazteresi, sarı renkli ölmez otları, taç yapraklarının siyah
kısımları bir istavrozu andıran kırmızı gelincikler, pembe renkli gelin
döndürenler, mavi renkli fare kuyrukları, lila renkli uyuz otları, ortası sarı,
taç yaprakları mor renkli hava cıva otları, aslan dişi, peygamber çiçeği ya da
dağ karanfilleri, iğnelikler, ak yıldızlar, gloyerler, dikenler, mor renkli
kadın aynaları, ismini bilemediğimiz bir sürü başka çiçek…
Gladiyol; delikanlı çiçeği ya da kedi merdiveni
Yabani keten (linum sp.)
Gümüş dikeni (carduus sp.)
70-80 santim
genişliğinde; zaman zaman kaybolup bir süre sonra yeniden ortaya çıkan bir
döşeme yolu takip ederek yukarıya doğru tırmandık. Etrafımızdaki bitki
çeşitliliği başımızı döndürecek düzeydeydi. Tepenin hemen eteğinde; bir sarnıç
ve bazı duvar parçalarıyla izlenebilen Hellenistik savunma kalesi, İlkçağ’dan
beri bu tepenin stratejik önemini vurgular gibiydi.
Döşeme yol
Bir başka bölümünden görünüm
Keçi Kalesi’ne ulaştığımızda neredeyse öğle vaktiydi.
Yemeğimizi kalenin içinde seyirdim yerlerinin karşısında yedik. Kaleye bizden
önce çıkmış üç kişi ile karşılaştık. İkisi Filistinli, diğeri ise Mısırlı idi.
Ellerinde son derece gelişmiş kamera ve diğer görüntüleme sistemleri, drone ve
yardımcı teçhizat vardı. Dış kalenin dışında; hafif meyilli bir sırtta çadır
kurmuşlardı. Bir süre sohbet ettik; Türkçeleri zayıftı, burada ne yaptıklarını
sorduk. Turizmle ilgili bir tanıtım filmi çektiklerini söylediler. Doğrusu bize
garip geldi. 5-6 aydır Türkiye’de olduklarını ve İstanbul’dan geldiklerini
öğrendik kendilerinden. Orta-Doğu’daki politik kargaşalarla yakından ilgili
oldukları konuşmalarından belliydi. Kafamızda bir sürü soru işareti bırakarak,
bir süre sonra çadırlarını topladılar ve kaleden aşağıya doğru indiler.
Saçaklı köpek sarmaşığı; soğanlı bir bitki...
Hava cıva otları
Keçi Kalesi, doğanın ve insanın her türlü tahribatına açık vaziyette ayakta kalma gayreti içindeydi. Dış kalenin batı yönündeki giriş ve kuzey duvarları kısmen ayaktaydı. İç kalede ise, kuzey doğu yönündeki bazı duvarlarda yeni hasarlar tespit ettik. Batı yönündeki duvarı ise, daha önceki gelişlerimiz sırasında da tamamen yıkık durumdaydı. Sarnıcın da bulunduğu güneybatı yönündeki kulede ise olumsuz anlamda fazla bir değişiklik yoktu.
İç kale; genel görünüş
Keçi Kalesi; iç kale, batıdan...
İç kale, yaklaşık olarak
dikdörtgen şeklinde tasarlanmıştı. Kuzey yönünde askerlerin koğuşları, üst
katta seyirdim yerleri, kuzeybatı köşesinde silindirik bir kule, güneybatı
yönünde ise içinde bir de sarnıç bulunan dörtgen planlı bir başka kule,
güneydoğu yönünde zeminin altına doğru ise depolama amaçlı tonozlu bodrumlar,
kuzeydoğu yönünde bir devşirme mermer lentoyla ayırt edilen iç kalenin girişi
yer alıyordu.
Emiralem Boğazı'nda; Uzunburun köyü yakınlarında Yoğurtçu Kalesi ya da Sosandra Manastırı
(Mayıs 2008)
Yoğurtçu Kalesi; iç kale
(Mayıs 2008)
(Mayıs 2008)
Yoğurtçu Kalesi; dış kale ve iç kale...
(Ocak 2008)
Kaynaklar, Keçi Kalesi’nin inşa evresinin ikili bir
aşamada gerçekleştiğini belirtiyorlar(8).
12.yy. öncesinde Arap akınlarına yönelik olarak ve 13.yy.da ise giderek artan
Batı Anadolu’daki Türkmen akınlarına yönelik olarak; hiçbir estetik kaygı
gütmeksizin, tamamen çevredeki Bizans yerleşimlerinin bu akınlarla gelen yağma
ve yıkımlardan korunması amacıyla manastır ve benzeri savunma yapılarının
güçlendirilmesi esasına dayandırılmış. Hızlı bir şekilde onarılmış ya da
yeniden yapılmış; bu şekilde Türkmen akınlarına karşı bir direnme imkânı
yaratılmaya çalışılmış. Emirâlem Boğazı’nı
kontrol eden ve Manisa’nın Uzunburun
köyü civarındaki bir ana kayanın üstüne oturtulmuş Yoğurtçu Kalesi(9)
de bu amaca dönük olarak; Laskarisler
zamanında yaptırılan Sosandra Manastırı’nın
bir savunma refleksiyle güçlendirilmesi ve kaleleşmesi sonucunda Keçi Kalesi ile birlikte benzer bir
kaderi paylaşmış olmalı.
Keçi Kalesi; asker koğuşları
Keçi Kalesi'nin arkasındaki Bizans yerleşiminde gördüğümüz ilk sarnıç
İkinci sarnıç
Peki; Keçi Kalesi’nin yakınlarında önerilen yaklaşımı destekleyecek ve Türkmen akınlarına karşı korunması öngörülmüş bir Bizans yerleşimi var mıydı? Bunun için Keçi Kalesi’nden ayrıldıktan sonra; batıya doğru tatlı bir eğimle yükselen sırttan ve meşe ağaçları arasından yürümemiz gerekti. Alaman Dağı’nın bir yayla formatındaki batıya doğru uzanan düzlüklerinde sonsuz sayıda meşe ağacı vardı. Aslında daha sonra fark ettik ki; Alaman Dağı’nın üzeri, hemen hemen tamamıyla meşe ağaçları ve kısmen ahlatlarla kaplıydı. Sırtı takip ederek yaklaşık 500 metre kadar yürüdük. İleride meşeliklerin arasında taş yığınlarından oluşan düzensiz duvarlar ve giderek daha rahat seçilebilen yapı kalıntıları göründü. Bunlar, Ortaçağ’dan kalma eski bir Bizans yerleşiminin izlerine aitti. Savunulacak insanların yaşadığı mekânlardan birisi, bu köy olmalıydı. Ama yerleşimin ismi belli değildi. Etrafta o kadar çok taş yığını vardı ki; gördüklerimiz, ister istemez buranın oldukça büyük bir yerleşim olduğunu düşündürtüyordu insana. Harabeler arasında dolaşmaya başladık.
Meşe ağaçları arasında köyün kireç taşından yıkıntıları
Üçüncü sarnıç
Sarnıcın genel görünüşü
Dördüncü sarnıç
Köyün yıkılan evlerinden kalanlar, küçük tepecikler oluşturmuş.
Köyü sınırlayan ve duvar hissi uyandıran düzenli taş yığınları
Arkamızda Keçi Kalesi; hiç bırakmadı bizi.
Köyde ilk dikkatimizi çeken;
içleri sıvalı, yer yer duvarlarında; geniş haznesine açılan toprak boruların
gömülü olduğu, tonozlarla örtülmüş bir dizi sarnıç oldu. Sarnıçların
kapasiteleri oldukça büyüktü. Hepsi de yürüme mesafesinde; birbirine oldukça yakın
uzaklıkta konumlanmışlardı. Yerleşimde sarnıçlardan başka, büyük ölçekli
yapılara ait olabileceğini düşündüğümüz; kalın kesitli (en az 80-90 cm. genişliğinde)
duvar temelleri bulunmaktaydı. Her şey birbirinin üzerine yıkılmış; sadece
taşların altında temel izleri kalmıştı ortalıkta. Sanki yerleşimin çevresi
duvarlarla çevrilmiş hissini veren, üst üste devrilmiş taş yığınlarıyla
kaplıydı. Sürekliydiler, ama düzensizdiler. Ne sebep olmuştu bu kadar
yıkıntıya; Seferihisar Körfezi boyunca İzmir’e doğru uzanan diri faylar mı sorumlusuydu
bu yıkımın? Bilinmez, ama bütün köy, zamanın ve doğanın elinde bir hamur gibi
yoğrulmuş ve bugünkü halini almıştı. Hepsi bu kadardı; çoğu taş yığınını
anlamlandıramadan bin yıllık bir hayatın sırlarının saklı olduğu yıkıntıların arasından
ayrıldık ve meşe ağaçlarıyla kaplı bir başka sırtı takip ederek Alaman Dağı’nın kuzeydoğu yönünde yer
alan bir başka tepesine doğru yürüdük.
Köyde tuğla dolgulu taş duvarlar
Zeminin altında kalmış, tonozlu bir yapı; bu da mı sarnıç? Belki de bir ambar...
Köyün içinde rastladığımız bir yapıya ait oldukça kalın bir duvar temeli; acaba bir diğer manastırdan mı kalma?
Bir diğer sarnıç; diğerlerine göre oldukça iyi durumda; defineciler üstünü açmış.
Aynı sarnıcın uzun kenarı boyunca kemerli tonozlar
Köydeki yapılardan kalan taş yığınları
Zaman zaman dönüp
arkamıza baktığımızda; Keçi Kalesi’nin
neredeyse bin yıllık silueti, tepeye dek hiç terk etmedi bizi. Sanki bin yıl
önceki Bizans köylüleri gibi biz de sırtımızı ona yaslamış gibiydik. Tepeye
ulaştığımızda, bir sarnıç ve bir ağılla karşılaştık. Sarnıç, biraz önce
dolaştığımız isimsiz Bizans köyündeki sarnıçlara benzer yapıdaydı, ama daha
küçük boyutlardaydı. Önümüzde meşeler arasından ilerleyen bir patika ve uzaktan
sapsarı görünümüyle ilginç bir ağaç vardı. Ağacın yanına vardığımızda bunun
ölmekte olan bir meşe olduğunu anladık. Diğer tüm meşe ağaçları, baharın
coşkusuyla yeni bir hayata uyanır ve yemyeşil giysileriyle donanırken, garibim
meşenin üstüne ölüm sarılığı çökmüştü sanki. O da hayata uyanmış, ama bütün
yeni sürgünlerinden fışkıran yaprakları sarıya boyanmıştı; ölüme yakın bir
meşenin vedasıydı besbelli.
Tepedeki sarnıç
Ağıl
Meşe ve ağıl; tepede birbirinin yoldaşı gibi...
Meşenin baharda hayata vedası; sarararak ölmek...
Gezginler, Alaman Dağı'nda...
Alaman Dağı'nda ala kötürüm; asteracea ailesinden...
Bir süre sonra Alaman Dağı’nın zirvesine bakan bir
yarın başına geldik. Daha önceki yürüyüşlerimizden birinde o zirveye
çıkmışlığımız da vardı.(10)
Bugünkü ulaştığımız son nokta ise, Alaman
Dağı’nın kuzeye doğru bakan bir düzlüğü olmuştu. Altımızdaki vadide
gördüğümüz ağıllar, göçerlerin bin yıllık hikâyesinin bir şekilde bu dağlarda
hala sürdüğünün kanıtı gibiydi. Bir süre Alaman
Dağı’nı (Ana Tanrıça Meter’in
kutsal mekânı Gallesion) bulunduğumuz
yarın başından seyrettik. Bu efsanevi dağ, bağrında saklı derin vadileri, sarp
yamaçları ve zengin tarihsel arka planıyla; uzaktan pek fark edilmese de, tarih
boyunca gezginlerin, göçerlerin ve modern zamanlarda da doğa tutkunu yürüyüş
gruplarının uğrak yeri olmuştu her zaman. Saygıyla selamladık onu ve geldiğimiz
yoldan Keçi Kalesi’ne doğru dönüşe
geçtik.
Efsanevi Gallesion; bir mahmuzu andıran başı ile saygı duyulası dağ...
Alaman Dağı'ndan Küçük Menderes ovasına doğru...
Gallesion topografyası
Son uğrak noktamız, Keçi Kalesi’ni ve Küçük Menderes Ovası’nı en geniş açıdan görebilen Alaman Dağı’nın tepelerinden biriydi.
Doğu yönündeki Belevi Gölü’nün
üzerine, batıya doğru uzanan Alaman Boğazı’ndan
süzülen güneşin kızıllığı çökmüştü. Önümüzde; bir zamanlar Homeros’un andığı yaban kazları, turnalar ve uzun boyunlu kuğuların
barındığı Asya Çayırları
uzanmaktaydı; bir akşam vakti Kaystros
Ovası’nda; kızıllığın altında…
“Kanatlı kuşlar, kazlar, turnalar,
Uzun boyunlu kuğular nasıl sürü sürü,
Asya Çayırlarında, Kaystros’un iki
yakasında
Sallayarak kanatlarını kibirli kibirli,
Nasıl uçarlarsa bir o yana, bir bu yana
Çağrışarak yere konunca çayır çın çın
öterse nasıl…”
(Homeros,
İlyada II, 460-465; Çeviri: Azra Erhat-A.Kadir)
Dipnotlar:
(1) Prof. Dr. Recep Meriç; Metropolis
Ana Tanrıça Kenti; MESEDER; 2003; sayfa:22
(2) Doç. Dr. Emine Tok; Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü,
Aşağı Kaystros Vadisi’nde Türkmen
Akınlarına Karşı Bir Sığınak: Keçi Kalesi; Sanat Tarihi Dergisi, XXV,
Ekim-2016; sayfa:251; bkz. https://www.academia.edu/31146228/AŞAĞI_KAYSTROS_VADİSİNDE_TÜRKMEN_AKINLARINA_KARŞI_BİR_SIĞINAK_KEÇİ_KALESİ_GOAT_CASTLE_A_SHELTER_AGAINST_TURKOMAN_RAIDS_IN_THE_LOWER_CAYSTER_VALLEY
(3) Doç. Dr. Emine Tok; a.g.m, sayfa:252
(4) Prof. Dr. Recep Meriç; a.g.e; sayfa 76 ve 79
(5) Prof. Dr. Recep Meriç; a.g.e; sayfa 79
(6) Hanspeter Tiefenbach,
Anadolu’nun Azizleri; Arkeoloji ve Sanat
Yayınları-2012; sayfa:268-269
(7) Hanspeter Tiefenbach; a.g.e.; sayfa: 287-289
(8) Doç. Dr. Emine Tok; a.g.m, sayfa:260
(9) Yoğurtçu Kalesi ve Sosandra
Manastırı için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2014/11/uzunburun-gurle-yuruyusu.html
(11) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
paylaşım için teşekkür ederim
YanıtlaSilİlginiz ve geri bildiriminiz için ben teşekkür ederim. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
SilGerçekten güzel olmuş
SilSağolun. İlginizin devamlılığını dileriz.İF
SilKeçi Kalesi'nin yanıbaşında Belevi'de doğmuş ve büyümüş biri olarak yazınızı büyük bir zevkle okudum.Doç.Dr.Emine Tok'un da çalışmasını en kısa zamanda okuyacağım
YanıtlaSilAlaman dagi bitki florasına ilişkin harika bilgiler için ayrıca çok teşekkür ederim.Selamlar.DEU İrfan Yildiz
İlginiz ve geri bildiriminiz için ben teşekkür ederim. Bloğumuza olan ilginizin devamlılığı dileğiyle... İF
SilMerhabalar hocam bu blog sayfasını okurken sizinle karşılaştım ne güzel sürpriz. Selamlar Sevgiler. Selim TURAN- Tsml 98' mezunu
Silİbrahim Bey;affınıza sığınarak sağlık köyü yakınındaki cellat gölü ile ilgili stagnum pegaseum ismi geçiyor.Sizin bir yazınızda da belevi gölü için aynı ismi kullanmışsınız.Yazılarınızı keyifle okuyan birisi olarak bilgi verebilirseniz teşekkür ederim.sizinlede en kısa sürede köyüm Halkapınar da görüşmek isterim.Saygılar.
YanıtlaSilBloğumuza göstermiş olduğunuz ilgi nedeniyle teşekkür ederim. Son yıllarda yoğun yağışlar nedeniyle geri dönen Cellat Gölü ile Belevi Gölü İlkçağda büyük olasılıkla birleşimi.. Bu nedenle 20 yy.da birbirinden ayrı konumdaki bu iki göl bu nedenle aynı isimle anılmaktadır. 20.yy.ın ilk yarısında çocukluk günlerinde Belevi civarında yaşayan yaşlı köylülerden Metropolis civarına geçmek için kayık kullandıklarını bizzat dinlemişimdir. Bizler de sizi tanımaktan onur duyarız. İlginizin devamlılığı dileğiyle.IF
YanıtlaSilBen kocaelide ikamet ediyorum.Liseyi 25 yıl önce Torbalı'da yatılı olarak okumudum. O yıllarda Kuşadasına giderken yada bu istikametten dönerken bu kaleye uzun uzun bakardım. Belki de yanına gidip keşfedememenin verdiği bir gizemi vardı.hala tatil dönüşlerinde ovadan geçerken o yıllara ithafen bir durup bakarım bu kaleye. Lisede öğrencisi olduğum ve yukarıda yorumunu gördüğüm çok değerli hocam İrfan YILDIZ'la burada karşılaşmak ayrı bir sürpriz oldu benim için. Teşekkürler
YanıtlaSilSelim kardeşim; bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz ve geri bildiriminiz nedeniyle teşekkür ederiz. Lise öğretmeninizi bizim blogta bulmanız gerçekten büyük bir tesadüf. Ayrıca yıllar önce size lise öğretmenliği yapmış olan bu değerli kişiyi unutmamış olmanız da takdire değer bir davranıştır. Öğretmenler, bizlere ışığı gösteren insanlardır. Onların kıymetini bilmek gerek. Bloğumuza olan ilginizin devamlılığı dileğiyle...İF
YanıtlaSil