13 Aralık 2012
İbrahim Fidanoğlu
Bu yıl, yüzünü İzmir’de
oldukça geç gösteren kışın; hızlı başlayan ve aşağı yukarı iki haftadır sürekli
yağan sağanak yağmurları nedeniyle, ara verdiğimiz yürüyüşlerimize yeniden
başladık. Güneşli, ancak soğuk bir günün erken saatlerinde Bornova’dan yola
çıktık. Bugünkü rotamız; Aydın Ortaklar’a 12km uzaklıktaki 800 yaşındaki tabii
anıt çınar ağacının da bulunduğu, İzmir – Aydın otoyolunun hemen üstünde yer
alan ve tünele adını vermiş Selatin Köyü idi.
Selatin köyü
Kahvaltı molamızı Belevi
Köyü’nün merkezindeki kahvehanelerden birinde; yeni yakılmış sobanın başında
yaptık. Dışarıda hava sıcaklığı 80C civarındaydı. Güneşli olmasına
rağmen dışarıda sabah ayazı vardı. Yaklaşık 1 saat kadar köy meydanında
oyalandık; daha sonra Selçuk – Çamlık üzerinden Ortaklar’a doğru hareket ettik.
İsmini 600 yıllık “yârin yanağından gayrı her şeyde, her yerde
hep beraber diyebilmek için” (1)
yapılmış bir kavganın hatırasından alan Ortaklar’a; oradan da 12 km
uzaklıkta bulunan Selatin Köyü’ne saat 1o gibi ulaştık. Sabah sabah sırt
çantalarıyla; 800 yıllık can çekişen yaşlı çınar ağacının da bulunduğu ıssız
köy meydanında dolaşan yabancıları gören kahveci, şaşkın şaşkın bize baktı kaldı.
Ona merhaba deyip, köy çıkışında yeni konulmuş “Tire 25 km” levhasına doğru yaklaşık 10.15’de yürüyüşe başladık.
Aydın Dağları’nın
geçişleri ile ilgili Kurtuluş Savaşı’na ve daha önceki dönemlere ait buralarda çok
öyküler anlatılmaktadır. Bunlardan biri de daha öncelerde köye uğramışlığımda,
köylülerden dinlediğim Selatin’e ve onun isminin kökenine dair bir söylencedir.
Osmanlı döneminde
Ayanlara kafa tutan eşkıyalık mekanizmasının geliştiği bu dağlarda, haksızlığa
boyun eğmeyen ve erkek kılığında zeybeklik eden Zal Hatun isminde bir
genç kız varmış. Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe öyküsündeki temayı
andırır şekilde; hiç kimse ve hiçbir efe bu civarda onun bileğini bükemezmiş.
Gel zaman git zaman, bu dağlarda namı yürümüş gitmiş. Ama ne yazık ki; eşkıyalar
arasında onu çekemeyenler de varmış. Günün birinde; bir şekilde kadın olduğu
ortaya çıkınca çalı kakıcı efelerden bazıları Zal Hatun’u yok etmeye karar
vermişler. Bundan sonrası halkın vicdanında şekilden şekle bürünmüş. Kimine
göre Zal Hatun bir şekilde erenlere karışıp bu dağlarda kaybolup gitmiş,
kimisine göre de kahpece bir tuzakta “bizim aramızda kadına yer yok” diyen çalı
kakıcılar tarafından öldürülmüş. Bu öykü her ne şekilde biterse bitsin; halkın
dilinde anlatıla anlatıla böyle bir söylenceye dönüşmüş ve bu köyün ismi de Zal
Hatun’dan bozunarak Selatin’e dönüşmüş. Ama doğru, ama
yanlış; söylence bu… Bize de anlatması düşer.
800 yıllık Anıt Çınar
Köyden ayrılmadan önce,
şimdi susuzluktan kolu kanadı kırık vaziyette; ölümünü bekleyen biçareler gibi
yalnız, asırlık Selatin Çınarı’ndan da söz etmeli. Selatin Çınarı, otoyol
yapımından önce son derece bakımlı ve serpilip gelişmiş; bütün köy meydanını
kaplayacak ölçüde ihtişamlı bir görünüme sahipti. Ancak köylülerin anlattığına
göre; otoyol inşaatının ilerlemesine paralel olarak dağın içine tünel açılması
esnasında yer altındaki çınarın köklerini besleyen su katmanlarının bir şekilde
boşalıp gitmesi ve çekilmesi sonucunda çınar susuz kaldı. Bu köye geldikçe
gördüğümüz manzara, buranın en önemli tabii varlığı olan bu çınarın gün be gün
ölmekte oluşudur. Bu da bize tarifsiz üzüyor.
Acaba diyoruz;
bugünlerde İzmir’de; Buca-Kaynaklar’daki neredeyse 1200 yaşındaki çınarın su
problemini çözmek için proje geliştiren İzmir Büyük Şehir Belediyesi, bu biçare
çınarla da her ne kadar görev alanı içinde olmasa da, doğa dostu tavrı
nedeniyle ilgilenmez mi?
Bizden yardım istemesi;
yetkililerin ise yardıma muhtaç bir çınar da olsa bu “can”lara el uzatıp ilgi
göstermesi…
Selatin'den Halkapınar'a doğru
Yakın zamanda Selatin
Köyü’nden Küçük Menderes Ovası’nda Antik Kral Yolu üzerinde bulunan Mehmetler
Köyü’nü birbirine bağlayan bir kilit taşı döşeme işi sürüp gidiyordu. “Tire-25 km” levhalarını görünce bu işin
bitirildiğini anladık. Dolayısıyla Aydın Dağları’nı arabayla aşan yeni bir
yolumuz daha olmuştu. Tabii ki bizim bugünkü amacımız taş yoldan değil, dağdan
yürümekti. Tepedeki antenlere giden yol ayırımından döşeme yolu takiben, beli
aşıp Küçük Menderes havzasına doğru inişe geçtik. Yaklaşık 2,5 km. sonra
Halkapınar yönüne doğru, Mehmetler yolundan ayrılarak orman içine sapan toprak
yola girdik.
Selatin-Mehmetler arası kilit-parke taş yolu
Etrafımız kızılçam
örtüsü ile kaplıydı. Daha sonraki metrelerde ağaç çilekleri, kırmızıya çalan
gövdeleriyle kısmen sandal ağaçları, aralarda usta bir ressamın attığı fırça
darbeleri gibi çamların yoğun yeşilliği arasında kahverengi renkleri ile dikkat
çeken meşeler ve üzerlerinde kuşların hala yiyip bitiremediği küçücük
meyveleriyle birlikte yapraklarını dökmüş çitlembikler hâkim bitki örtüsünü
oluşturuyordu. Ağaç çileklerinin üzerinde sarıdan kırmızıya; kızaran renkleriyle
dikkat çeken meyvelerinin yanında aşağı doğru bir demet küpe şeklinde sarkan
kirli beyaz renkteki çiçekleri göz alıcıydı.
Ağaç (dağ) çilekleri
Biraz daha ilerleyince;
otoyolun Küçük Menderes yönündeki girişi göründü. Yaklaşık 5 km. kadar
yürümüştük. Mehmetler’e doğru giden
kilit taşı döşeli yol hemen otoyolun kıyısından Doğu’ya doğru kıvrılıyordu. Biz,
yürüdüğümüz orman yolunu takip ederek sola doğru kıvrıldık ve indiğimiz tepenin
etrafını dolaşarak ve bir yandan yol kenarındaki ağaç çileklerinden yiyerek
Halkapınar Köyü’ne yöneldik. Yamaçlardaki tüm zeytinliklerde köylüler, havanın
yağışsız olmasından yararlanarak çoluk çocuk zeytin silkiyorlardı.
Zeytin ağaçları
Halkapınar Köyü’nün
çevresinde bir daire çizerek yolu takiben yaklaşık olarak 12.45’de köye
ulaştık. Köylülerin çoğu zeytinde çalıştıklarından dolayı köy çok sesiz geldi
bize. Yavaşça köyün camisinin ve eski bir çeşmenin bulunduğu alana ilerledik.
Çeşmenin üstünde Hicri 1310 tarihini taşıyan bir kitabe vardı. Fotoğrafladık.
Ancak bu alanda çay içilecek bir kahvehane göremeyince, yoldan geçen traktörlü
bir köylüden öğrendiğimiz; muhtarlığın ve köy odasının da bulunduğu köy
meydanına doğru yöneldik.
Halkapınar Köyü
Solda eski ve terk
edilmiş bir başka kahvenin önünden geçerken, küçük mermer bir sütun parçası
dikkatimizi çekti. Yakın bölgeden bir yerlerden getirilmiş olabileceğini
düşündük. Daha çok Bizans dönemi bir kilise sütununu andırıyordu. Meydana doğru
devam ettik.
Köy meydanı
Köy meydanına
ulaştığımızda da aynı sessizlik hâkimdi. Meydanda muhtarlık binasının altında
bir kahvehane vardı. Ancak ne yazık ki, o da kapalıydı. Biz de Atatürk büstünün
önünde bulunan banklara soframızı kurup, yanımızda getirdiklerimizi yedik.
Köyde beton direklerin yenilenmesi ile ilgili bir iş vardı. Köy meydanında da
betonları yeni dökülmüş izolatörler, kalıpların içinde donmayı bekliyorlardı.
Belli ki çalışan işçiler de yemekteydiler.
Meydanda dinlenirken
O sırada meydana
arabasıyla birlikte bir seyyar tatlıcı geldi. İsminin Burhan olduğunu,
yaptığımız sohbet sırasında öğrendiğimiz Tireli tatlıcı kardeşimizden; tatlılar
ve Tire’nin mazideki tanınmış tatlıcı simaları üzerine kısa bilgiler aldık. Bu
arada Tire’de şambali tatlısını;
zamanında Estepete isminde bir Yahudi
vatandaşımızın en iyi yaptığını, bugün Tire’de bu işi yapanların yegâne
öncüsünün bu kişi olduğunu da ondan öğrenmiş olduk. Bu kadar şambali
sohbetinden sonra birer şambaliyi de afiyetle yedik ve Burhan ile vedalaşarak
dönüş yoluna koyulduk.
Köye ismini veren ve
İZSU tarafından zapturapt altına alınmış olan köy meydanındaki Halkapınar su
kaynağını arkamızda bırakarak, geldiğimiz yoldan saat 14 civarında köyü terk
ettik. Köyden çıkışımızı takiben, bu kez aynı toprak yoldan ilerledik; ancak
yaklaşık 1 km sonraki yol çatısından sağa yönelerek, tırmanışa başladık.
Dönüş yolunda
Geldiğimizden farklı bir
rotada gerçekleştirdiğimiz yürüyüşümüz sırasında, bir mozaik ocağının yanından
geçtik. Bu civarda; aşağıda bir dolmeni andıran ve tam ortasından yarılmış
durumda bulunan doğal bir taş kütlesi ile karşılaştık. İlginç bir şekli vardı;
fotoğrafladık.
Dolmeni andıran taş kütle
Yaklaşık 16.15 civarında
Selatin Köyü’nün üstünde yer alan antenlerin hemen altına Kuzey yönünden
yaklaştık. Biraz ilerleyince Selatin Köyü levhasına ulaştık. 16.30 gibi de köye
giriş yaptık. Güneş, karşımızda uzayıp giden bereketli Büyük Menderes Ovası’nın
batısındaki Samson Dağı’nın üzerinden devrilmek üzereydi. Ovaya akşamın
kızıllığı çökmüştü.
Selatin Köyü meydanı
Biz gezginler ise; bütün
yorgunluğumuza rağmen, bir yürüyüş hedefimizi daha gerçekleştirmiş ve gün
boyunca doğanın dostluğunu yaşamış olmanın verdiği keyifle günü tamamlamıştık.
Köy meydanında sebze ve meyve satan satıcılardan aldığımız nar, mandalina ve
karnabaharlarımız; yol boyunca ağaçlardan topladığımız ağaç çileklerimiz ve
tatlı yorgunluğumuzla birlikte; bu kez yolumuzu oldukça kısaltacak Mehmetler’e
giden döşeme yolu kullanarak geldiğimiz yönde İzmir’e doğru hareket ettik.
Dipnotlar
1) Hatırlayalım; Nazım Hikmet’in Şeyh
Bedrettin Destanı’ndan o bölüm…
“Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini..
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini..
Yenildiler.
Yenenler, yenilenlerin
dikişsiz, ak gömleğinde sildiler
kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
eşildi nallarıyla.”
dikişsiz, ak gömleğinde sildiler
kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
eşildi nallarıyla.”
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
selam..köy meydanındaki çınar ağacının otoyol tüneli sırasındaki durumu şöyleydi.tünel inşaatı devam ederken selatin ağzına yakın kesimlerde su baskını şeklinde bir göçük oluştu.1 milyonm3 be yakın su bastı tüneli.bunun çevreye etkisi tepelerdeki pınarların kurumasına sebep oldu.çınar ağacının yanındaki pınar da kurudu.tünel sorumlu kontrol müdürü olarak bu duruma sorumsuz kalmadık.göçükten etkilenmeyen yaklaşık 3 km.batıdaki pınar suyunu kuruyan pınardan akıttık.bununla da kalmadık çınar çevresinde drenaj kanalları yaparak suyun çınar taçının gölgesini dolaşmasını sağladık.bu yapım için ege ziraat fak.hocalarına danıştık.saygılar.
YanıtlaSilAyhan Bey, bilgilendirici notunuz için teşekkür ederiz. Ancak bilimden beslenen ülkelerde bu işler ne yazık ki böyle olmuyor. Daha proaktif davranmak ve suyla dolu Aydın Dağları'nda bu tür yeraltı su kaynaklarının varlığından daha önceden haberdar olmak ve önleyici tedbirleri daha öncelerden almak gerekiyor. Eğer hayatta bir uygunsuzluk varsa mutlaka onun kök nedenleri de vardır. Proaktif davranmak bunları önceden mümkün olduğunca belirlemeyi gerektiriyor. Tabii ki bu durum sizi de aşıyor; siz duyarlı bir kişi olarak inşaat sırasında çınarın yaşaması için gerekli mücadeleyi vermişsiniz. Ancak çınarın eski halini de bilen biri olarak bu işte projeyi yürütenlerin proaktif değil reaktif davrandığı açık. Yine de bütün çabalarınız için teşekkürler. İF
Sil