07 Kasım 2012
Mehmet Yavuzcezzar
Hava bulutlu ve yağmur yağacak gibi görünüyordu, Yürüyüş güzergâhını belirlemede yağmur baskısı nedeniyle küçük bir kararsızlık yaşadıktan sonra; bugün “kültür” ağırlıklı bir gezi yapmaya karar verdiğimizde saat 9’u bulmuştu. Kuzeyden gelen yoğun yağmur
bulutlarının aksi yönüne, güneye gitmek
için yola koyulduğumuzda saat 10 olmuştu.
Kara bulutları ve zaman zaman çiseleyen yağmuru geride
bıraktığımızda kendimizi İzmir’den yaklaşık 130 km uzaklıktaki Büyük Menderes nehri
havzasındaki Atburgazı’nda bulduk.
Atburgazı; Söke ilçesine 19 km uzaklıkta küçük bir belde,
bizi buraya getiren ise beldedeki kale: Atburgazı (Asartepe) Kalesi.
Kale yakınındaki yol dar olduğundan, aracımızı Kale'nin
konuşlandığı tepenin yamacında bir evin bahçesine bıraktık. Sahibinin nazik
jestinden haberi olmayan evin saldırgan köpeğine paçamızı kaptırmadan oradan uzaklaşarak, etrafında zeytin ağaçları olan oldukça dik bir traktör yolunu 300 metre kadar tırmandıktan sonra Kale'ye ulaştık.
Kale'deki gezgin ve arkada Atburgazı
Bizans dönemine ait, moloz taş kullanılarak yapılmış olan kale, Priene - Milet - Didim ekseninde yolu kontrol altında tutmak amacıyla bir gözetleme noktası olarak kullanılmış olmalı. Daha sonraki Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde de kalenin benzer amaçlarla kullanılmış olduğu kuvvetle muhtemel. Ayrıca yakındaki Karina yolunu da tutan kalenin bu amaçla kullanılması akla da yatkın görünüyor. Kale sahip olduğu konum itibariyle, Samson Dağı'na sırtını dayamış Büyük Menderes Deltası ve Söke Ovası'na hâkim durumda bulunuyor. Kalenin içinde dolaşırken rastladığımız sarı çiğdemler ve pespembe siklamenler, bu Sonbahar gününün bize sunduğu güzelliklerdendi.
Kale'den dönüşte hafif bir yağmura yakalansak da fazla
ıslanmadan aracımıza ulaşıp, bugünkü gezimizin ikinci durağı olan Domatia’ya doğru yola koyulduk. Yolda Menderes Deltası'nın sulak alanlarında; sazlıklarında dolaşıp, balıklar ve kuşları izledikten sonra Domatia'ya vardık.
Domatia (Eski Doğanbey):
Dilek Yarımadası – Büyük Menderes Deltası Milli Parkı’ndaki Mykale(Samson)
Dağı’nın güneyinde Şarlak Sırtları’nın yamacındaki vadide kurulan eski bir
Rum köyü olarak biliniyor. 1924 yılına kadar Rumların yaşadığı bu köye, Türkiye ile
Yunanistan arasında 30 Ocak 1923 tarihinde yapılan “Mübadele Sözleşmesi” ile
Selanik’ten gelen Türk Mübadiller yerleştirilmiş. Evlerin birbirinden ayrı,
bir oda ve avludan oluşacak şekilde inşa edildiği eski tarihlerde bu evlere Rumlar “tek göz oda” anlamına gelen Domatia
demişler, zamanla köy de bu adla anılır olmuş.
Çınar ve çam ağaçlarıyla yeşertilmiş, begonvillerle sarmalanmış Rum mimarisinin
karakteristik özelliklerinden; taş yapılar, şapel ve hastane ile Türk mimarisinin
örneklerinden; dükkanlar ve Arnavut kaldırımı şeklinde taşlarla döşenmiş dar ve
dik sokaklar köye eşsiz güzellikler katıyor.
Ancak, her ne kadar İstanbullu ve Ankaralı şehir kaçkınlarının abad ettikleri kimi binalarıyla ayağa kalkmış gibi gözükse de Mübadele yıllarından beri o terk edilmişlik bir şekilde hala köye sinmiş durumda. Tütünle uğraşan Selanik göçmenlerinin daha çok zeytin ve incir tarımının geçerli olduğu bu mekanlara iskan edilmesinden kaynaklanan bu topraklara bir türlü alışamama hali, köyün zaman içinde terk edilmişlik ve derbederlik manzarasına sürüklenmesine neden olmuş. Aynı durum Selçuk - Şirince ve Fethiye Kayaköy'de olduğu gibi tüm mübadil köylerinde yaşanmış denilebilir. Bu da o insanların ve bu toprakların kaderi olmuş bir yerde.
Ancak, her ne kadar İstanbullu ve Ankaralı şehir kaçkınlarının abad ettikleri kimi binalarıyla ayağa kalkmış gibi gözükse de Mübadele yıllarından beri o terk edilmişlik bir şekilde hala köye sinmiş durumda. Tütünle uğraşan Selanik göçmenlerinin daha çok zeytin ve incir tarımının geçerli olduğu bu mekanlara iskan edilmesinden kaynaklanan bu topraklara bir türlü alışamama hali, köyün zaman içinde terk edilmişlik ve derbederlik manzarasına sürüklenmesine neden olmuş. Aynı durum Selçuk - Şirince ve Fethiye Kayaköy'de olduğu gibi tüm mübadil köylerinde yaşanmış denilebilir. Bu da o insanların ve bu toprakların kaderi olmuş bir yerde.
Domatia'nın sokakları
Domatia'nın sokakları
İncir ve zeytin tarımına yabancı olan göçmenler, bu işi çözünceye kadar uzunca bir süre geçmiş gitmiş. Mübadillerin geldikleri yerlerde alışık oldukları tarımsal koşullara (tütün v.b.) uygun olmayan ve oldukça fazla rüzgâr alan bir vadide kurulu bu köy, 1985 yılında tamamen terkedilmiş, burada yaşayanlar daha aşağıdaki tarım alanlarına yakın yerde Yeni Doğanbey adında yeni bir yerleşim yeri kurarak yaşamlarını burada sürdürmüşler.
Zamana karşı direnen bir Domatia evi
Köye vardığımızda; köyün tam da tıpkı 85’deki gibi
sessiz, kimsesiz, terkedilmiş bir görünümde olduğunu düşündüğümüz sırada, Kemal Amca’ya rastladık. Kemal Amca
kendi ifadesiyle; tam 82 yaşında olduğunu ve Gazi Mustafa Kemal’in has hemşehrisi olduğunu övünerek anlattı.
Köy terkedildikten sonra özellikle İstanbul’dan
gelenler; birçok evi bir şekilde sahiplenerek tamir ve tadil etmişler, bazılarını da
yeniden inşa ederek burayı yeniden yaşanır hale getirmişler. Kemal Amca bu yeni
yerleşiklerin bahar ve yaz aylarında köyde yaşadıklarını, kışın ise çoğunun
köyü terk ederek geldikleri yere geri döndüklerini söyledi.
Köyün taşlı sokaklarında ilerleyip, güzel evlerin,
küçük meydanların, çeşmelerin fotoğraflarını çekerek turumuzu tamamladıktan sonra, köyde 1890 yılında hastane olarak kullanılmak amacıyla inşa edilen,
bir süre okul ve karakol görevi üstlenen, şimdilerde ise restore edilerek Dilek
Yarımadası – Büyük Menderes Deltası Milli Parkı Ziyaretçi-Tanıtım Merkezi
olarak kullanılan yapıya ulaştık.
Dilek Yarımadası – Büyük Menderes Deltası Milli Parkı Ziyaretçi-Tanıtım Merkezi
İki katlı taş yapıda görevli Mustafa’yla sohbet
ettik, köyün gelişimi ile Milli Parkta yaşamakta olan hayvan ve bitkiler
hakkında bilgiler aldık. En çarpıcı olanı da Mantolu Hasan’ın hikayesi idi. Mantolu Hasan adındaki avcı; 1942 yılında diğer
avcı arkadaşlarıyla, koyun sürüsüne daldığında 7-8 tanesini boğazlayıp
sonuncusunu yiyen, sonraki günlerde de dönüp diğer öldürdüklerini sırayla mideye indiren son Anadolu
Parsı’nı öldürmüş. Bina görevlisi Mustafa, Soyu tükenen bu hayvanın
en son 1974 yılında Ankara Beypazarı yakınlarında görüldüğü rivayetini anlattı.
Tümünde; 4-5 insan, birkaç inek ve iki köpekle karşılaştığımız köyden
ayrılarak, deniz havası almak amacıyla dalyana inerken, görüp konuşabildiğimiz iki kişinin adlarının Mustafa ve Kemal oluşları, ilginç bir ironiydi ve bize yol boyunca konuşacağımız güncele dair yeni bir gündem yaratmıştı.
Karina_Dil Gölü'nde balıkçı tekneleri
Geçtiği her yerde
efsaneler yaratan; binlerce yıl taşıdığı alüvyonlarla limanları doldurup,
koyları göle, adaları tepeye çeviren Büyük Menderes’in (Meandros) denize kavuşurken oluşturduğu deltasını, tepeli
pelikanların kuluçka alanı Karina_Dil Gölü’ndeki balıkçıları, barınakları, balıkçıl
kuşlarını izleyip fotoğrafladık.
Dalyan'da balıkçıl ve tekneler
Daha sonra yönümüzü Karina’ya çevirdik. Karina; eskiden gümrük binalarının bulunduğu Milli Park içerisinde kalan küçük bir koy;
burada bir balık restoranı, birkaç balıkçı kulübesi ile jandarma karakolu
bulunmakta.
Karina
Karina’yı gezerken iyice
acıktığımızı fark edip, saat 14.30 sularında deniz kenarında yemek molası
verdik. Menümüz; sigara böreği, meyve suyu, gevrek, peynir, domates, salatalık
ve çaydan oluşmaktaydı.
Yemek molası verdiğimiz yer
Yemeğimizi yiyip biraz da dinlendikten sonra, bugünkü
son durağımız olan İlyas Bey Külliyesi’ne doğru yola koyulduk.
İlyas Bey Külliyesi: Söke’nin Balat Köyü ile Milet (Miletos) Antik Kenti arasında
1404 yılında Menteşeoğulları’ndan İlyas Bey tarafından yaptırılan İlyas Bey
Camisi ile Medrese ve Hamam yapıları grubu, Milet arkeolojik alanı içerisinde
yer alıyor. Cuma Camisi ismiyle de bilinen bu yapının inşasında Miletos
antik kentinin mermer blok taşları da kullanılmış.
İlyas Bey Camisi
Kare planlı caminin mermer işçiliği bakımından çok değerli sivri kemerli kapısı, sekizgen bir kasnak üzerinde 14 metre çapındaki tuğladan yapılma kubbesi ve
geometrik desenlerle bezenmiş mermer mihrabı görülmeye değer.
İlyas Bey Camisi'nin kubbesi
İlyas Bey Camisi'nin mihrabı
Caminin karşısındaki kubbeli türbe İlyas
Bey’e ait... Asırlık çitlembik (menengiç) ağaçları ile çevrelenmiş Külliye’nin
bulunduğu alanda, Bizans dönemine tarihlenen Hamamlı Villa ve çeşitli yapı
kalıntıları ile birçok mezar ve mezar taşları bulunuyor. Bazı mimar ve arkeologlarca Ege'nin Taç Mahal'i diye betimlenen bu eşsiz yapının restorasyonu
Ekim 2007 de başlamış ve 2011 de bitirilmiş.
Külliye'deki gezimizin sonunda; ülkemizde cami inşa edenlerin, mimari açıdan değersiz gelir-geçer yapılar yaparak günü kurtarma düşüncesinden biraz uzaklaşıp, bu tip eşsiz güzellikteki yapılardan feyiz almaları umuduyla, Balat Köyü’nü geçip
Akköy meydanındaki köy kahvesinde çaylarımızı yudumladık.
İzmir’e dönmek üzere yola koyulduğumuzda akşam olmak üzereydi.
İzmir’e dönmek üzere yola koyulduğumuzda akşam olmak üzereydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder