Dağların dilinden anlayan adam;
Abdullah Güçlü'nün anısına...
BİR BAHAR KARŞILAMASI
15 Mart 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Yaz girmek ister
bacadan; kış çıkıp gitmez kapıdan. Bir savaş ki; sormayın gitsin. Sanki seçim
önü, bir cevval koltuk kavgası gibi; o büyük patlamadan beri, sürüp gider
içimizdeki sancı… Ah bir doğursa da Tabiat Ana bu kez de selametle; yeni hayat
filizlenip uyansa… İşte böyle bir kararsız günde; bahar geldi derken, aniden
bastıran sert bir poyraz esmekte, Yamanlar Boğazı’na doğru kuzeyden.
Tırmandıkça kızılçamların arasından yükseklere doğru, açıldıkça nefesimiz;
kabarır heyecanlarımız, sevinçlerimiz; yürüdükçe uyanır insanlığımız, doğaya
olan sonsuz sevdamız ve yoldaşlığımız…
Sancaklı'dan Yamanlar'a; bir bahar karşılaması
Bugün Yamanlar’da bir bahar karşılaması
yaptık; hemen Karşıyaka’nın dibinde;
yemyeşil vadilerde yürüdük kaygısızca, bazen küçük dereciklerin içinden geçtik,
bazen şeytan payamlarına (badem
çalıları) göz kırptık hınzırca; yağmurdan ıslanmış kayaların üstünden atlayıp
zıplarken kaydık gittik vadilerden aşağılara; doğa kucağını açtı sonuna kadar;
sarıp sarmaladı bütün gün; sevgisine doyamadık.
Dağa Kaçtım gezginleri, Yamanlar Dağı'nın vadilerinde dolaşırken...
Bu gülüş, bu bakış unutulmaz. Bir doğa tutkunu; Abdullah Güçlü
(Kaynak: Güleser Gölcük Güçlü Arşivi)
Örnekköy; başlangıcımız…
Çok erken olmasa da
sabah ayazının ortasında döküldük yollara. Bornova yolcuları, bu kez
Karşıyaka’da katıldı bize. Cumhuriyet’in kuruluş ideolojisi doğrultusunda;
başlangıç yıllarında örnek bir proje olarak şekillendirilmiş köylerden biri
olduğu isminden anlaşılan Örnekköy’ün
çıkışında bir kahvehanede verdiğimiz kahve molası kısa sürdü. Örnekköy’ün göçler ve kentsel dönüşüm rüzgârı
altında bugün ulaştığı yer, başlangıçtaki çıkış noktasından hayli uzaklara
düşmüştü. Evet; hala koskoca bir köy gibiydi Örnekköy; ama betondan kuleler ve henüz apartman olmayı becerememiş
derbeder kulübelerin arasına sıkışmış hayatlar için, Cumhuriyet’in düşündüğü
çağdaşlaşma projesi bu olmamalıydı. Modern apartmanların yeni sahipleri,
buralardan gitmek zorunda kalan Örnekköy’ün
eski sakinleri ile bir sosyal köşe kapmaca oynar gibiydi. Yerleşememişlik, yok
olan bahçeler, insanların doğdukları mahalleleri terk edişleri; Örnekköy’ün unutulmuş hikâyelerinde
saklıydı.
Sancaklı sırtlarından Sancaklı köyünün görünümü; yıkanmış, tertemiz...
Sancaklı sırtlarında gevenler uyanıyor.
Kahve molası sonrası bu
düşüncelerden sıyrılarak, yağmura gebe bir atmosferde Sancaklı Yörüklerinin Yamanlar’da
yerleştikleri yerlerden biri olan Sancaklı
köyüne doğru hareket ettik.
Sancaklı’dan Yamanlar’a
Yamanlar, İlkçağ’daki ismiyle Amanara,
aslında bir volkanik dağ kütlesi. Andezit ve trahit
kaya kütlelerinin, binlerce yıllık serüveninde; ufalanarak körfeze doğru akan Laka, Naldöken ve Bostanlı
dereleriyle Karşıyaka önlerine taşınması sonrasında, bugünkü Karşıyaka’nın üstünde oturduğu düzlem
oluşmuş. Hatta Naldöken ya da
Rumların verdiği isimle Petrota tam
da bu toprak dokusunu anlatmak için konmuş gibidir sanki.
Adatepe ya da Sancaklı Kalesi
(Ocak 2011)
Kararsız bir günde; Yamanlar'da...
Sancaklı Kalesi'nin eteklerinde duvar izleri
(Ocak 2011)
İlkçağ’da Smyrna’nın ileri
karakolları durumundaki kale ve gözetleme noktalarını barındıran Yamanlar Dağı, bu anlamda kuzeyden
gelebilecek tehlikelere karşı da bir set niteliğindedir. Doğançay üstündeki Aşağı
Mormonda ve Yukarı Mormonda(1), Bayraklı sırtlarında Akropolis Kalesi ya da Büyük Kale(2), Örnekköy mezarlığı yakınlarındaki Mezarlıkkale, daha arkada ve
yukarılarda; şimdiki Sancaklı Yörüklerinin Sancaklı
köyü yakınlarındaki Adatepe ya da Sancaklı Kalesi(3) ile Yamanlar
Dağı’nın kuzeye bakan yüzünde bir kartal yuvasını andıran Gökkaya’daki Melanpagos(4)
yerleşimleri bunların en önemlileridir.
Kale zemininde bir duvar temeli
(Ocak 2011)
Sancaklı Kale; güney cephesi
(Ocak 2011)
Adatepe'den sanatoryum altındaki Sivrikaya'nın görünüşü
(Ocak 2011)
Yamanlar
Dağı’nın eteklerinde bir Yörük köyü olan Sancaklı’nın
hemen üstünde eski adıyla Adatepe,
şimdiki ismiyle Sancaklı Kalesi yer
alır. İ.Ö. 5-6.yy.lara tarihlenen ve doğal bir kayalık üstüne konumlanmış bu
kale, Kimmer akınlarına karşı oluşan
o büyük korkunun izlerini taşır. Tepekule’nin
Yamanlar Dağı eteklerine saçtığı bu
küçük yerleşimler, aslında İzmir – Çanakkale yönündeki geçiş yolunu denetim
altında tutmaya yönelik çabalardan kaynaklanmıştır. Eteklerinde çatı örtüsü
kiremitler ve her türlü seramik döküntünün bulunduğu tepeye tırmanırken,
sekiler halinde duvar temellerinin izleri görülür. Kayalık alanın kuzey batı
yönüne bakan yanında, uçuruma doğru çok iyi tahkim edilmiş yaklaşık 1,5 metre
genişliğinde poligonal bir kale duvarı kalıntısı bulunmaktadır. Bu düzlük
alanda ve daha yukarıda iki adet sarnıç vardır. Kale, yerleşimden daha çok
savunma amaçlı olarak kullanılmıştır. Su ihtiyacının önemli olduğu bu bölgede,
sarnıçların bu işlevi hayati olmalıdır. Tam tepede yer alan sarnıç ise oval
yapıda ve daha büyüktür. Yakın zamanlarda yukarıdan koparak üstüne düşen dev
kaya parçası, sarnıcın üstünü kısmen kapatmış durumdadır.
Sancaklı Kalesi; kale düzlemindeki isodomik (yapı elemanını enine-boyuna yerleştirmeli) düzende duvar parçaları
(Ocak 2011)
Sancaklı Kalesi; sarnıç
Sancaklı Kalesi; batı cephesinde yer alan poligonal (çokgen) duvarlar
(Ocak 2011)
Bir yarın başına konumlanmış Sancaklı Kale'den Yamanlar dünyasına bakış
(Ocak 2011)
Dev kaya parçasının içine düştüğü diğer sarnıç
(Ocak 2011)
Sancaklı çıkışında anıt pırnar meşeleri; aslında yüzlerce yıl önce bunların hepsi birer çalıydılar.
Sancaklı'da; yağmur altında neyi bekler bu hayvancık; düşünceli ve mahzun...
Sancaklı'dan Yamanlar'a; bir bahar karşılaması
Sancaklı sırtlarında şeytan payamları (badem çalıları)
Şeytan payamlarının benzersiz güzelliği
Sis indi Yamanlar vadilerine yer yer...
Zaman zaman sis indi
vadilere; arkamız kapandı görünmez oldu Körfez.
Sisin içinde; havada asılı gibi duran su zerreciklerinin tenimize değdiğinde
içimizi ürperten serinliği, bize doğanın okşayışı gibi geldi derinlerden.
Anlatılmaz bir şevk ve heyecan kapladı içimizi. İşte o anda içimizden biri, bu
dağları avucunun içi gibi bilen bir insandan söz etmeye başladı; düşürdü
aklımıza insanlıkları; doğayı ve onu sevmeyi bilen insanları.
Abdullah Güçlü; meskeni dağlardı onun...
(Kaynak: Güleser Gölcük Güçlü Arşivi)
İnsanın ruhu hiç yaşlanmaz; örnekse Abdullah Güçlü...
(Kaynak: Güleser Gölcük Güçlü Arşivi)
Bir çeşme başı molası gibiydi hayat; geldi geçti. Geride kalan sadece hatıralar...
(Kaynak: Güleser Gölcük Güçlü Arşivi)
İzmir'de birçok dağcılık kulübünün yakından tanıdığı, aydın
kişilikli, doğaya vurgun güzel bir insandı rahmetli Abdullah Güçlü. Her yürüyüş sezonunda, herkes onun rehberliğinden
faydalanabilmek için önceden söz alırdı. Ege bölgesinde ve yurdumuzun çeşitli
dağlarında, hemen hemen ayak basmadığı yer kalmamıştı. Uzun yıllar Ege Üniversitesi’nde
elektrik-elektronik bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmış, emekli
olduktan sonra da dağlardan hiç ayrılmamıştı. Dağa Kaçtım Ekibi olarak bizler de bugün yürüdüğümüz Yamanlar’da; her vadi koyağını, her
benzersiz patikayı ve her kayanın ardını avucunun içi gibi bilen bu sevgi dolu
adamı bu dağlarda anmak, onun aziz hatırasına bir selam göndermek istedik.
Ruhun şad olsun güzel insan; bu dünyadan bir Abdullah Güçlü geçti; haberiniz var mı?
Çiçeğe ve yaprağa durmuş ahlatlar
Bir başka ahlat ise henüz tomurcukta...
Yamanlar'da ahlat çiçekleri; yakından...
Sancaklı mezarlığına ilerleyen yolun kıyısındaki küçük bir bahçenin
yanından geçtik. Sağımızda bir şeftali; altımızdaki kızılçamların arasında
düzensizce hayat bulmuş o dirençli ahlatlar,
hepsi kendi dilinde baharın coşkusundan dem vurmaktaydı bizlere; kimi pespembe,
kimi beyaz tonda. Ama o ahlatlar;
saygı duyulası yaşama dirençleri, dikenli gövdeleriyle bir kayanın dibinde,
kupkuru bir yamaçta; nerede olursa olsun bir şekilde hayata tutunmuş o mübarek
ağaçlar; bir başkaydı onların hikayesi…
Gezginin şeftali çiçeklerini fotoğraflama çabası da saygıdeğerdir.
Ahlatların civarında rastladık ona; beyaz çiçekleriyle bir badem çalısı daha; o da dikenli tabii ki...
Yamanlar Dağı; sisler altında...
En değerli varlığı
tohumlarını korumak uğruna; gövdesini ve dallarının her yanını dikenlerle
donatan bu güzelim ağaç, özellikle kurak topraklardaki dayanıklılığı ile öne
çıkar. Kurdun, kuşun hayatiyetini sürdürmesi için doğanın bir anlamda onlara
sunduğu en mükemmel besin kaynağıdır ahlat
armudu. Yazın kavurucu sıcaklarda; ısı kaybını azaltmak uğruna iyice küçülmüş
ufacık yapraklarıyla meyvelerini besler, büyütür. Onun derdi neslini
sürdürmektir bir şekilde; bu uğurda olgunlaşan meyveleri yiyen hayvancıkların
her türlüsü, dışkılarıyla tohumlarına yeniden hayat verir; onların bir şekilde
doğanın kucağında ve en uygunsuz koşullarda da olsa canlanıp yeniden dirençli
ve dikenli ahlatlara dönüşmesine
aracı olurlar. Bu ne müthiş işbirliğidir; ne yapıcı ve doğal bir ekip
çalışmasıdır. Doğanın özünde vardır bu zaten; onu dumura uğratan; ahlatları armuda çevirip onların hırçın
koşullara karşı direncini kıran hep insanoğludur. Dokunmasalar ahlatlara, inanın daha güzel nesiller gelişecektir
ahlattan yana ve hatta bunu yapan insandan yana…
Yamanlar'da; kızılçamlar içindeyiz.
(Fotoğraf: A. Çini)
Bir tepede yalnız çam; kızılçam...
Kızılçamlar arasından Sivrikaya'ya doğru bakış...
Çevremizde şekilden şekile girmiş andezit kayalıklar ve yemyeşil bir çayır...
Doğanın yeşil rengi
içinde beyaza bürünmüş ahlatlar,
hepimiz için birer ümittiler sanki. Kızılçamlardan oluşan ormanın içine doğru
ilerleyen bir patikaya yöneldik. Sancaklı
ile Yamanlar köyleri arasında uzanan
derin vadilere doğru alçalan patika, bir sırtı takip ederek bizi bir süre sonra
bir düzlüğe ulaştırdı. Ortasında bir çeşmenin de bulunduğu yemyeşil düzlükten sanatoryumun altında göğe doğru yükselen Sivrikaya’yı seçebiliyorduk. Düzlüğün
hemen kuzey-batı yönünde de yine andezit özellikli bir başka büyük kaya kütlesi
daha vardı. Düzlüğün sınırlarından başlayarak bir dere yatağının kıyısına dek
devam eden bir başka patika, biraz sonra bizleri suyun sesine doğru
yaklaştırdı. Ama dere yatağının kıyısında bizi bekleyen esas sürpriz, son
yağmurlarla güçlenerek büyüyüp yükseklerden dere yatağına doğru dökülen bir
şelale idi. Geçmiş yıllarda da buralara uğramıştık, ama şelaleyi hiç bu kadar
yüklü görmemiştik. Suyun, baştankaraların ve ispinozların sesi, birbirine
karışıp esir almışlardı sanki bizi. Uzun süre bırakıp da gidemedik suyun
döküldüğü büvetin kıyısını. Bir süre sonra derenin karşı kıyısına geçtik ve Sivrikaya’yı kendimize referans alarak
yeniden tırmanmaya başladık.
O güzelim patikalar...
Sancaklı Şelalesi
Hemen yakınından...
Dağa Kaçtım gezginlerinin bir şelale hatırası
Derenin öte yakasında...
Şelalenin üst kotlarına bakış; şelale aslında aşağıdan göründüğünden daha da büyük...
Kızılçamlar içine
sıkışmış bir başka düzlükte, düzgün sınırlarıyla dikkat çeken temel izlerine
rastladık. Ormanın yüzyıllardır süren gelişiminin nasıl seyrettiğini tahmin
etmek güçtü. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi İlkçağ’daki hayata dair
ipuçları sunan Yamanlar’ın tarihin
derinliklerinde kalmış arka planıyla örtüşen izler miydi gördüklerimiz?
Bilinmez…
Yosun tutmuş kızılçam gövdeleri
Yürüdükçe kızılçamlar arasında, yaklaşıyordu Sivrikaya...
Bir teras temeli mi, yoksa bir yapı izi mi?
Kızılçamlar arasında bir zeytin ağacı
Bunlar da diğerleri...
Patikamız, bir ara bu yarın başından geçti.
Kızılçamların arasına
sıkışmış birkaç yaşlı zeytin ağacı şaşırttı bizi. İnsan eliyle dikildiği belli
olan bu ağaçlar, bir dönem buralarda onları diken ve sahiplenen insanlar
olduğunu anlatmaktaydı. Ama nasıl? Çünkü o kadar hırçın bir topografyadaydık
ki… Bu sırada sol yanımızdaki vadinin derinliklerinden başlayarak üstümüze
doğru yaklaşmakta olan bir sis tabakası önce vadinin tümünü kapladı; daha sonra
ise, vadide yükselerek her yanı… Uçurumun kıyısındaki şeytan payamlarını ve vadinin karşı yakasındaki Sivrikaya’yı fotoğraflamaya çalışan
gezginin o andaki çaresizliği görülmeye değerdi.
Gezgin, tam Sivrikaya'nın fotoğrafını çekecekti ki...
Bir anda her şey vadiyi ele geçiren yoğun bir sis tabakasının içinde kayboldu gitti.
Patikamız bir süre kızılçam ormanının içinden devam etti.
Ormandan çıkınca; karşımızda Sivrikaya...
Sanatoryum önünde; hemen üstümüzde aynı gövdeden hayat bulan iki karadut; bir mucize sanki...
Kızılçamlar arasından Körfez'e doğru bakış
Kızılçamlarla kaplı ormanın içinden devam eden patika, sonunda bizi metruk sanatoryumun altındaki bahçelere ve son yıllarda pıtrak gibi biten orman içindeki villalara doğru ilerleyen toprak yola kavuşturdu. Bu sırada ince, ama yoğun bir yağış başladı. Hava da buna paralel olarak aniden soğudu. Sıcaklık neredeyse 10 derecenin altına düşmüştü. Resmen kışın ortasına düşmüş gibiydik. Yaklaşık 4 saattir Yamanlar Dağı’nın dere yataklarında ve sırtlarında gönül eğlemiştik; artık sofra zamanıydı. Yıkık dökük sanatoryum binasının önünde; bir zamanlar başında 10 Kasım törenlerinin yapıldığı Atatürk büstünün kaidesinin bulunduğu mekânda ayaküstü yemeğimizi sıcacık çayların eşliğinde yedik. Elbette her zaman olduğu gibi yalnız değildik; uzaktan bizi kollayan ve sürekli miyavlayan bir kedi ile beyaz renkli ürkek bir köpek soframızın ortağı oldular.
Gezginler, Sivrikaya önlerinde...
Sivrikaya; Adatepe'yi gören bir konumdaydı.
Sanatoryum altında bir doğa harikası; X şeklinde gelişmiş bir ağaç gövdesi
Bulunduğumuz mekânın
hikâyesini; Kasım 2016’daki Yamanlar
Dağı’nda Dolaşırken isimli yazımızda uzun uzun anlatmıştık.(5) Ama o günden bu ana dek
geçen zaman, bu bölgenin daha da berbat bir hale gelmesinden başka bir işe
yaramamıştı. Soğuk hava ve sanatoryum çevresindeki gün geçtikçe artan derbeder
görüntüler, dönüşe geçişimizi hızlandırdı. Çöplerimizi toplayarak altımızda
bıraktığımız Sivrikaya’ya doğru
inmeye başladık.
Sivrikaya; sanatoryuma giderken sis nedeniyle çekemediğimiz fotoğraf...
Ağaçların ardından Sivrikaya'ya bakış
Sanatoryumdan aşağıya doğru...
Sivrikaya, sanatoryum düzleminin aşağı yukarı tam altına denk düşen iki dev kaya
kütlesinden ve onlardan daha yukarıda olanının hemen yanında yer alan; etrafı
doğal kayalarla çevrili bir küçük sekiden oluşuyor. Sivrikaya’nın sahip olduğu konumu nedeniyle, neredeyse aynı hizada
yer aldığı aşağılardaki Sancaklı Kalesi
(Adatepe) ile haberleşir pozisyonda olması, buranın İlkçağ’da bir gözetleme
noktası olarak kullanılmış olacağını akla getiriyor.
Sivrikaya
(Fotoğraf: MYC; Kasım 2016)
Sivrikaya ve ötesi; hepsi bir karede...
“Söz konusu
sınır taşlarından isimlerini öğrendiğimiz üç iskânın(6) dışında Yamanlar
Dağı’nın üzerinde tarafımızdan yapılan yüzey araştırmalarında hemen hemen
benzer buluntular (çatı kiremitleri, basit ve kaba çanak çömlek parçaları,
silindirik öğütme taşları) veren, 10 dönüm ile 100 dönüm arasında değişen tarım
arazisine bitişik, çevresi ormanlık veya meralık yamaçlarla çevrili, yaklaşık
elliye yakın iskan harabesi bulunmaktadır.
Yamanlar Dağı üzerinde su kaynaklarının daha yoğun bulunduğu kuzey yamaçlar
üzerinde ve Karagöl çevresinde
yoğunlaşan bu iskânların, temelden çatıya tümüyle çamur harçlı taş duvarlı
oldukları, çöktüklerinde üzerlerini örtecek kerpiç duvarlara sahip olmamaları
nedeniyle harabelerin taş yığınlarından oluştuğu, genellikle bir pınarın
yakınlarına açtıkları göletlerde biriktirdikleri yağmur sularıyla muhtemelen
hayvanlarını suladıkları anlaşılmaktadır. Yeraltı suları bakımından fakir olan
neojen kireç taşı oluşumlarına sahip Kurudere,
Sarnıç, Karaçam köylerinin çevrelerinde saptanan Geç Antikçağ iskânları ise,
su sorunlarını toprağın altına inşa ettikleri sarnıçlarla çözmüş
görünmektedirler. Tüm bu iskânların iç mekân organizasyonlarının daha ayrıntılı
anlaşılması için en az bir örnek seçilerek sistematik kazılarının yapılması
gerekmektedir. Ancak bu kazılardan sonra bu harabelerin tarım ve hayvancılık
yapan özgür köylülerin oturduğu bağımsız konutlardan oluşan köylere mi, 5. ve
6. yüzyıllarda Roma dünyasının her tarafına yayılmış küçük ve yoksul
manastırlara mı veya çiftlik yapılarına mı ait oldukları ortaya çıkacaktır.”(7)
Şelalenin üstünden gelen dere
Şelale yönünde derenin akışı
Yolumuz üstünde rastladığımız eski bir havuz
Önümüzü kesen bir kızılçam ölüsü
Gezginler, dönüş yolunda...
Meşelerin arasından geçtik.
Sancaklı mezarlığı önündeki çeşme
Kızılçamların içinden
ilerleyen bir başka patika, bizleri Sancaklı
mezarlığının hemen yakınlarındaki bir meşeliğe çıkardı. Henüz uyanmamış;
kupkuru dallarıyla karşımızda birer doğa harikasını andıran görüntüleriyle her
biri görülmeye değerdi. Biraz ilerdeki çeşme ise, bu civardan gelip geçen
hayvanlar için bir hayat kaynağı gibiydi. Yemeğimize ortak ettiğimiz ve
sanatoryumdan beri yanımızdan ayrılmayan yol arkadaşımız beyaz köpekle birlikte
köyün mezarlığına kadar ulaşan bozuk asfalt yolu takip ederek, Sancaklı köyüne doğru yöneldik. Köye
birkaç kilometrelik yolumuz kalmıştı. Yaklaşık 2 saat önceki sisli ve yağmurlu
havadan eser yoktu. Bir kavgaya tanıklık etmiştik sanki gün boyu; hayatın ve
ölümün kavgası ya da kışla yazın kavgası… Şimdi durulmuştu ortalık; savaşçılar
çekilmişti cenk meydanından.
Dönüş yolunda Sancaklı'ya yaklaşırken, arkamızda bıraktığımız Yamanlar Dağı
Dönüş yolunda gösterişli bir meşe ağacı
ve yine şeytan payamları
Dağa Kaçtım gezginleri, Sancaklı köyü sınırında yol arkadaşları ile beraber; karşımızda Karşıyaka...
Bize düşen ise, Karşıyaka düzlüğüne inmeden önce bir
varoş kahvehanesinde günün muhasebesini yapmaktan ibaretti. Yağmurla sis,
güneşle ısınan hava; hepsini ardımızda; Yamanlar
Boğazı’nda bırakıp inmiştik; aynı andezit ve trahit kaya
kütlelerinin, binlerce yıllık serüveninde; ufalanarak Körfez’e doğru akışı gibi…
Dipnotlar:
(1) Doğançay ve Mormonda ile
ilgili bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2015/05/mormondadan-dogancaya.html
(2) Büyük Kale için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2013/12/normal-0-21-false-false-false-tr-x-none.html
(3) Sancaklı Kalesi için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/02/aiol-bolgesinde-kalelerin-izinde.html
(4) Melanpagos ve Gökkaya için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/04/eski-emiralem-koyu-yamanlar-gokkaya.html
(5) Sanatoryum
hikâyeleri; Yamanlar Dağı’nda dolaşırken…
bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2016/12/yamanlar-daginda-dolasirken.html
(6) 19.yy.da
A.E.Kontoleon ve A.Fontrier tarafından Karatepe’nin güney ve batı eteklerinde
keşfedilen üç sınır taşından ilki, Doğançay’ın 3 km. kadar kuzeyinde yer alan
Kocabahçe Mevkii’ndeki Mormonda ile Küçük Mormonda adlı iki köy sınırını,
Karatepe’nin güneyinde bulunan ikincisi Mormonda ile Helos (Çayırlı) adlı iki
köy sınırını, Karatepe’nin kuzey yamacında bulunan ve Geç Bizans Dönemine
tarihlenen üçüncü taş ise Sykameinon (İncirli) köyünün sınırını tanımladığı
düşünülmektedir. (Prof.Ersin Döğer;a.g.e;
sayfa:125-126)
(7) Ersin Döğer, İzmir’in Smyrna’sı, İletişim Yayınları,
1.Baskı-2006; sayfa:126-127
(8) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Sizi kıskanıyorum
YanıtlaSilBir açıdan sıradan, bir açıdan ise olağanüstü bir şey yapıyoruz. Farkındayız; ilginizin devamlılığı dileğiyle...İF
SilÖğrencilik yıllarımda arkadaşlarla yaptığımız Yamanlar gezilerinde hissettiklerimi anlatımınızla tekrar yaşadım. Dilinize sağlık
YanıtlaSilİlginize teşekkürler...İF
Sil