ORKİDELER
ve KİRAZLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN
20 Mart 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Pırıl pırıl bir havada, Kemalpaşa-Yukarı Kızılca köyü
yakınlarında bulunan iki sulama göletinin civarında yürüdük bugün. Parlayan bir güneş, zaman zaman kuzeyli rüzgârların hafif esintisi altında geçti
günümüz. İzmir’in bir başka cennet yakası Kemalpaşa’da
doğa bize en güzel çiçeklerini sundu yine. Bu kez yanımızda bize yoldaşlık eden
başka can dostlarımız da vardı. Pamuk
ve Fındık isimli sevimli köpekler,
gün boyu Yukarı Kızılca vadilerinde
dolaşırken bir an bile yanımızdan ayrılmadılar. Doğanın uyanışı ile tüm
canlıları kaplayan yaşama sevinci onları da ele geçirmişti bir anlamda. Buz
gibi sularıyla akan derelerin içine girdik çıktık; dirildi bedenimiz. Buna
karşılık son yağmurlarla sınırlarını zorlayan göletin kıyısında ise daha yeni
başlayan bir kirlenme sürecinin işaretleri vardı; piknik artıkları, bira
şişeleri, plastik kaplar, naylon torbalar v.s. İyi ile kötünün savaşımı her
alanda sürmekteydi velhasıl…
Yukarı Kızılca Göleti
Dağa Kaçtım gezginlerinden Aybey, can dostları Pamuk ve Fındık ile...
(Fotoğraf: MYC)
Dağa Kaçtım gezginleri, Yukarı Kızılca Göleti kıyısında...
Yukarı Kızılca
Yukarı Kızılca, eski Kemalpaşa-Kasaba
(şimdiki Turgutlu) karayolu üzerinde
yer alan bir dizi eski yerleşimden birisi olarak öne çıkıyor. Turgutlu asfaltından ayrılan sapaktan
sonra, nispeten tatlı bir meyille yükselen bir rotada; önce Aşağı Kızılca Köyü’ne, daha sonra da Yukarı Kızılca Köyü’ne ulaşılıyor.
Adından anlaşıldığı üzere Alevi Türkmenlerin Batı Anadolu’ya yönelen göçleri
esnasında gelip yerleştikleri yerlerden biri Yukarı Kızılca… Köyün yukarılarına doğru ortasından akan derenin
güneydoğu yakasında; sık serviler arasında kaybolmuş Tufan Dede Türbesi, 13.yy.da bu topraklara gelen Hamza Baba’nın(1) yanındaki halk önderlerinden birisine işaret
etmektedir aslında. Bizans’ın
bölgedeki hâkimiyetinin zayıflatılması sürecinde; askeri başarıların öncesinde
halkın güvenini ve sevgisini kazanan, Anadolu’nun bu alt-üst oluş dönemlerinde
yerli halka tükenmiş eski yönetimlerin çürümüşlüklerini göstererek, onların
nezdinde bir yumuşak güç işlevi gören; halkı yumuşatan ve bu şekilde Batı
Anadolu’daki Bizans sonrası yeni
egemenlik koşullarını yaratan kolonizatör
dervişlerdir onlar.
Yukarı Kızılca'da ikiz konaklar
(Haziran 2014)
Yukarı Kızılca'da eski bir Rum evi
(Nisan 2013)
Yukarı Kızılca sokaklarından biri
(Nisan 2013)
Yukarı Kızılca; Mahmut Dağı, hemen onun
altındaki kireç taşından dev kaya kütlesi Akkaya
ve güneyindeki Kuşça Tepeleri
arasında yer alan, merkezindeki cihannüması, duvarlarındaki güvercin yuvaları
ve merdivenli girişindeki duvara gömülü bitki ve cami desenlerinin yer aldığı
mermer panosu ile dikkat çeken Hacı Halil
Ağa Camisi, arka sokaklara sıkışmış Osmanlı Dönemine ait kırık dökük bir
eski hamam yapısı ve 19.yy. Rum mimarisinin izlerini taşıyan günümüze
ulaşabilmiş birkaç güzide konak eskisini de barındıran eski bir belde. Eski
belde diyoruz; çünkü son yıllarda siyasi iktidarların pek sık başvurduğu Ali
Cengiz oyunları sonucunda, yaklaşık 4000 kişinin yaşadığı bu köy irisi kasaba
da artık Armutlu, Parsa (Bağyurdu), Ören gibi Kemalpaşa’nın
birer mahallesine dönüştürülmüş durumda…
Yukarı Kızılca, karlar altında; arkada Hacı Halil Ağa Camisi
(Ocak 2015)
Yukarı Kızılca'da Hacı Halil Ağa Camisi'nin girişi
(Şubat 2011)
Hacı Halil Ağa Camisi'nin duvarına gömülü; bir zamanlar şadırvanında kullanılmış mermer pano
(Şubat 2011)
Bugünkü gündemimiz, bu küçük kasabanın çevresindeki kırlarda dolaşırken,
sulama göletlerinin kıyısı boyunca yürürken doğanın bize sunduğu güzelliklerden
bahsetmek; bu planla yola çıkıyoruz yine, ama her zamanki gibi dağlarda ve
ovalarda sürprizler bizleri bekler.
Gezginler, yol arkadaşlarıyla beraber yola çıkma hazırlığında...
Ahlata aşılanmış armut çiçekleri
Pamuk; gölet yolunda...
Papatyalar
Yürüyüşün hikâyesi; Yukarı Kızılca Göleti’ne doğru…
Sabah çok da erken
olmayan bir vakitte Bornova’dan Kemalpaşa’ya doğru hareket ettik. Saat 9
civarıydı. Gün boyu hava sıcaklığı 20 derece civarında seyretti. Önce
Kemalpaşa’dan Örnekköy üzerinden Yukarı Kızılca kavşağına, oradan da Mahmut
Dağı’na doğru saparak dağın eteklerinde yürümeyi hedeflediğimiz alçak
sırtlara ulaştık. Saat 10.30 gibi Mahmut
Dağı yönünde tali bir asfalt yolu takip ederek, tatlı bir meyille bir sırta
doğru yürümeye başladık. Önce çevremizde yer alan kır evleri, korunaklı siteler
arasından geçtik. Belli bir miktar yükseldikten sonra batı yönünde, içinde
göletin de yer aldığı vadi belirdi. Vadiye doğru alçalan yamaçlarda ahlata
aşılanmış armutlar, biraz ilerde; kiraz bahçelerinde ise, kiraz ağaçları çiçeğe
durmuşlardı. Yolun zaman zaman çevredeki bahçe aralarına doğru ilerleyen birkaç
kola ayrıldığı üç yol ağızlarından geçtik. Sırta doğru kızılçamlar başladı.
Güneyimizde yer alan ve Mahmut Dağı’nın
eteklerine doğru bir alçalan bir yükselen topografya, baharın renklerine
boyanmıştı. Pamuk ile Fındık’ın çevrelerindeki her türlü sese
ve harekete duyarlı; bitmek tükenmek bilmeyen enerjileri başımızı döndürmüştü
sanki.
Bulunduğumuz sırttan Kemalpaşa Ovası'na bakış
Kiraz ağaçları tomurcukta...
Kirazlar çiçek açarken
Sırtlarda kiraz bahçeleri
Bir süre sonra takip
ettiğimiz patika, batıya doğru kıvrıldı. Kuzey yönümüzde gölet vadisi,
arkasında Kemalpaşa Organize Sanayi
Bölgesi’nin yer aldığı düzlükler ve en arkada ise Spil Dağı’nın heybetli silüeti seçilmekteydi. Gölete doğru alçalan ve
bembeyaz papatyalarla kaplı bir yamaçtan aşağıya doğru inmeye başladık. Bir
süre sonra yürüdüğümüz vadi yamacı, kızılçamların arasından ilerleyen sevimli
bir patikaya taşıdı bizi. Ormanın içinde bir zamanlar yaşanmış hayatlara dair
anıların gömülü olduğu yıkık kulübelere rastladık. Çevremizdeki orkide
çeşitliliği ise dikkate değerdi. Koloniler şeklinde, ama belli bölgelerde
farklı renklerde orkidelerin yoğunlaştığı geçişler vardı. Sarılar, morlar,
pembeler ve siyahlar; orkide çiçeklerine her türlü böceği çeken bir cazibenin merkezinde
yer almaktaydılar.
Bembeyaz papatyalarla kaplıydı sırt.
Önde Fındık, arkada kızılçamlar ve Nif Dağı
Nif Dağı ve Savanda Tepesi; Karabel geçidine doğru...
Ahlata aşılanmış bir armut ağacı ve gezginler
Ahlat çiçekleri
Ayna orkideleri (ophrys lutea)
Arı orkideleri (ophrys reinholdii)
Arı orkideleri (ophrys reinholdii)
Sık kızılçamlar, pırnar
meşeleri ve kesmik çalıları arasından ilerleyerek gölete doğru akan bir dizi
dere yatağına ulaştık; birini geçsek, diğerine takılarak… Ayakkabılarla suyu
geçmek neredeyse imkânsızdı; tek çare yalınayak buz gibi suyun içine dalmaktı.
Biz de öyle yaptık. Gölet, son yağışlarla bu yıl sınırlarını zorlamış, dere
yatakları ile kaynaşarak sırtlara doğru yürümüştü sanki. Henüz yapraklanmamış
ağaç dallarının suya vuran yansımaları, yüzeyde görülmeye değer manzaralar
oluşturuyordu.
Kızılçamlar içinden yürüdük.
Kızılçamlar arasında fotoğraf oyunları
(Fotoğraf: MYC)
Orman içinde eski bir yaşamdan geriye kalan...
Ağaç dallarında yosunlar
Dere kıyısında ışık oyunları
Gezginler, dereyi geçerken...
Bir başka dereyi böyle geçtik.
(Fotoğraf: MYC)
Çıplak ayaklarla sudan
geçişimiz, içimizi ürpertse de hepimize iyi gelmişti. Mahmut Dağı’ndan gelen irili ufaklı bir sürü dereciğin beslediği gölet
sulama amaçlı yapılmıştı. İki yıldır su tutan göletin içinde ve çevresinde yeni
bir habitat oluşmaktaydı. Tabii ki insanoğlunun izin verdiği ölçüde… Suyun
içinde kalmış ağaç gövdeleri, buraları yaşam mekânı bellemiş su kuşları,
baharın coşkusu ile birbirine kur yapan ördekler, kıyıdaki sığ sularda dinmek
bilmeyen bir enerjiyle sürekli şarkı söyleyen kurbağalar, dereciklerin gölete
kavuştuğu noktalarda hayata uyanmış; onların kuyruklu yavruları; iribaşlar hepsi göletin kıyısında
canlanan yeni yaşamın birer delili gibiydiler.
Gölete inerken...
(Fotoğraf: MYC)
Göletin sınırlarında...
Yukarı Kızılca Göleti
Göleti besleyen büyük derelerden biri
Yemek hazırlığı sürüyor; Fındık yemeği beklerken...
Gölet kıyısında; yemek mekanımız...
Can dostlarla yemeğimizi paylaştığımız an
(Fotoğraf: MYC)
Öğle yemeğimizi gölete
bakan bir düzlükte; Fındık ve Pamuk’la paylaştık. Bizimle birlikte anı
paylaşmanın keyfi onlara da iyi gelmişti. Göl kıyısında suyun içinde kalmış bir
çam ağacı, suyun üstüne doğru eğilen kocaman dallarıyla yemek boyunca bize eşsiz
bir manzara sundu. Doğanın kucağında; mutlu olmak adına daha ne isteyebilirdik
ki…
Yukarı Kızılca Göleti hatırası; tüm ekip beraber...
(Fotoğraf: Otomatik Çekim)
Yemeğimize eşlik eden manzara; suyun içinde kalmış bir yaşlı kızılçam
İrislere bir örnek...
İris çiçeği ya da süsen (halk arasında keklik çiğdemi olarak da anılmaktadır)
Sulama barajının bendi ve savak
Nektarin çiçekleri; Aybey'in bahçesinden...
Sırtlara doğru ahlat-armut ikilemi
Bükler yapan suyun karaya doğru sokuluşu
Çiriş otları
Pembe orkideler
Gezginin fotoğraf merakı
Yemek sonrasında göletin
çevresinden derenin önünü kesen bende doğru yürüdük. Su, savaktan usul usul
bendin arkasındaki dere yatağına boşalıyordu. Hemen yakınlarında ise bir hayvan
çiftliği vardı. Gölet, bu bölgenin topografyasını oldukça değiştirmişti. Eski
orman yolları ve patikalar, suyun önünü kestiği noktalarda çıkmaz sokaklara dönüşmüş,
göletin ortasında kalmış dev çam ağaçları suyun üstünde kalan kısımlarıyla kısa
boylu çalılara benzemişlerdi sanki. Su, yer yer bükler yaparak sel yatakları boyunca
kızılçamlarla kaplı yamaçların içlerine doğru sokulmuştu. Buraların güzelliği ise
bambaşkaydı doğrusu… Özellikle bu kuytu köşeler, hayvanlar için birer yaşam mekânına
dönüşmüştü. Her ne kadar yapay bir göl olsa da, suyla bitki örtüsünün bir araya
gelişinden, tahmin edilmez güzellikler çıkmıştı ortaya.
Arap sümbülleri
Ahlat çiçekleri
Gezginler, yürürken...
Göletten ayrıldıktan sonra batı yönünde yürüdüğümüz patika
Turp otu çiçekleri
Sırtı aştıktan sonra Nif Dağı'na bakan bu düzlüğe ulaştık.
Aynı bölgeden bir başka görünüm; arkada Spil'in silueti...
Sarı hindiba çiçekleri ve beyaz papatyalar bir arada...
Bir süre sonra kızılçamlarla
kaplı bir sırttan ve göletin batı yakasından yukarılara doğru tırmanmaya
başladık. Yolumuza Arap sümbülleri, irisler çıktı; turp otları da çiçekteydi
artık. Bu artık yeme zamanlarının geçmekte olduğu anlamına da gelmekteydi. Sapsarı
hardal çiçeklerinin henüz tomurcukta (tefek) olanlarından kopara kopara yedik
yol boyunca; keskin baharlı tatları içimizi kapladı. Çalılar arasında bize göz
kırpan sarmaşıklar ve kuşkonmazlar, yaban soğanları, hardal
tefekleri, tazecik arapsaçı
demetleri akşam için lezzetli bir ot kavurması yemeğinin kırdaki habercileri
gibiydiler.
Cezayir menekşeleri
Pamuk topağı gibi kiraz çiçekleri
Çoban zurnası ya da valeriana
(Kaynak: Hasan Doğan)
(Kaynak: Hasan Doğan)
Üstü örtülmüş bir kuyu
Kırsalda yaşam izleri
Defineci marifeti mi; bir garip çukur?
Kızılçamlarla kaplı bir
ormanın içinden geçen bir başka sevimli patika, bizi sırtın öte yüzüne taşıdı.
Karşımızda Nif Dağı’nın bir parçası
olan Savanda Tepesi, onun önünde geniş
bahçeler ve bahçeler arasında uzayıp giden yollar vardı. Bulunduğumuz düzlemde ise
bir kuyu, eski zamanlardan kalma temel izleri ve taş yığınlarından oluşan
yıkıntılar dikkat çekiciydi. Bir süre bunların çevresinde dolaştık. Tam o
sırada ilerideki çalılıkların içinden sesler duyduk; önce bir hayvan sandık,
ama o yöne doğru seslenince, bizim gibi sarmaşık toplayan bir köylü olduğunu
anladık.
Bahçe aralarında...
Çiriş otlarının ardında Nif'in silueti
Bahçelere doğru aştığımız küçük derecik
Cevizlerin uyanışı
Çınarların kızıl tomurcukları
Derelerin karıştığı yer
Bir süre sonra bulunduğumuz
sırttan aşağıdaki bahçelere doğru indik. Bahçe sınırları boyunca devam eden bir
toprak yola ulaşmak için bir dere yatağını geçtik. Deredeki su oldukça
fazlaydı. Bahçe çitlerinin kıyısında mor renkli Cezayir menekşeleri daha yeni açmıştı. Bu bölgede bir koloni oluşturacak kadar da yoğundular. Dere yataklarının
kıyısındaki çınar ağaçları ise uyanmak üzereydi. Kırmızıya çalan tonlarıyla kadife
yumuşaklığındaki tomurcukları son derece dikkat çekiciydiler. Tabii ki
fotoğrafladık. Bir süre sonra yönümüzü yeniden güneye doğru çevirdik.
Bulunduğumuz düzlükte birkaç derecik bir araya gelerek, gölete doğru akmaya
devam ediyordu. Bunlardan birinin kıyısında bir süre oturduk. O sırada Kurudere (Nazarköy) köyünden olduklarını söyleyen bir köylü çift, sarmaşık
toplayarak yanımızdan geçip gittiler. Bu aylarda dağlardan toplanan her türlü
ot, insanlar için hem besin, hem de bir tür ek geçim kaynağı anlamına
gelmekteydi. Bu da doğanın insanlara sunduğu bir başka armağandı aslında.
Tavşan topuğu; bir tür orkide...
Yeniden gölet kıyısında...
Büklerde hayat
Yukarı Kızılca Göleti
Dere yataklarından
uzaklaşarak kızılçamlarla kaplı güneydeki bir sırta doğru tırmandık. Çam ağaçları
arasından bulduğumuz bir patika bir süre sonra bizi yeniden Yukarı Kızılca Göleti’nin kıyısına yakın
bir konuma ulaştırdı. Bükler yaparak karanın içine doğru nüfuz eden göletin
kıyı çizgisini takip ederek suyun içinde kaybolmuş bir patikanın başına ulaştık.
Bu patikayı takip ederek yürüyüşe ilk başladığımız asfalt yol düzlemine
ulaşabilecektik. Asfalt yola doğru, bizi kötü bir sürpriz beklemekteydi. Ortalık;
buralara arabayla ulaşabilenlerin bıraktıkları her türlü atıkla doluydu.
Bunların içinde bira ya da meyve suyu ambalajları, plastik yemek kapları,
sigara kutuları, naylon torbalar, yakınlardaki inşaatların moloz döküntüleri;
her şey ve her türlü atık malzeme vardı. Görüntü, gün boyunca depoladığımız
pozitif enerjimizi bir anda yok edecek düzeydeydi.
Kızılçamlar arasında inşaat atıkları; molozlar
Güzellikler arasından giderken ansızın karşımıza çıktılar; piknikçilerin bıraktıkları...
Ormanın içinde, gölet manzaralı bir öbek plastik şişe...
Başka bir atık yığını; inanılmaz hoyratlık.
Gezginin çaresizliği
Bu pislikleri acımadan
buralara bırakanların, doğadaki bildiğimiz canlı türlerinden daha farklı yapıda
yaratıklar olduğunu düşündük. İnsan olan ve bunun bilincinde olan birisi, bir
bileşeni olduğu doğaya karşı bu davranışı asla yapmazdı. Çünkü en azından aklı,
ona bunu yapmaya izin vermezdi. Ama ne yazık ki; bunlar, dünü ve geleceği
olmayan, sahip oldukları en önemli yetileri; akıllarını dahi kullanmaktan aciz birer
yaratık idiler. TV'lerde dönüp duran bütün kamu spotları ve gösterişli kampanyalar birer palavradan
ibaretti. Tüketim toplumu haline getirilmemizin hazin sonuydu aslında gördüklerimiz.
Sonunda “büyük insanlık”, içinde
yaşamakta olduğumuz ekolojik çevreye kast etmiş, çevresindeki her şeyi tüketerek çaresiz bir sona doğru sürüklemişti kendisini de.
Göletin kıyısında...
Papatyalar, gölet ve dağlar...
(Fotoğraf: MYC)
Gün boyu Yukarı Kızılca Göleti çevresinde; kah
sırtlarda, kah kızılçam ormanları içinde; kah çiçeğe durmuş kiraz bahçelerinin
kıyısı boyunca yürüdük durduk. Doğanın bize baharla birlikte sunduğu yeni
hayatın imkânlarını anlamaya çalıştık sessizce. Kimi zaman can dostlarımız Pamuk ve Fındık gibi doğanın coşkusuna kapılıp kendimizden geçtik; ama kimi
zaman insanın doymak bilmez hırslarının esiri oluşunun örneklerini görerek
hüzünlendik yeniden. Ama sonuçta güzel bir gündü; güneşli güzel bir gün… Böyle
bir anı doğada can dostlarımızla birlikte yaşamış olmaktan bahtiyardık yine. Ne
mutlu bize…
Dipnotlar:
(1) Hamza Baba için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/01/karli-bir-gunde-hamzababadan-zeamete.html
(2) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder