KAYSTROS OVASI’NDAN MEANDROS’A DOĞRU
“ESKİ YOLCULUKLARIN HATIRASINA”
ROMALI MENDEGÜME VE KARYALI ORTHOSİA
31 Ocak 2014
İbrahim Fidanoğlu
Bahar bu yıl erken geldi Ege Dağlarına… Erkenci bademler patladı bile.
Biz de bugün yürüyüşü hafif; hikâyesi bol bir rota seçtik kendimize. Aslında
amacımız; Aydın Dağları’nı Ödemiş – Köşk yönünde aşarak Büyük Menderes Ovası’na
inmekti. Bu niyetle, sabah Tire’den; Gökçen üzerinden Ödemiş yönüne doğru yola
çıktık. Geçen yıl Manastır Mevkii’ne dek yürüdüğümüz Eğridere Vadisi’ni
geçtikten sonra Sarılar Köyü levhasından Aydın Dağları’na doğru saptık.
Aydın Dağları; iki yüzü arasında sayısız geçişe sahip bir dağ sırası.
İlkçağ kaynaklarında Mesogis adıyla anılan sıra dağları,
bugün sırasıyla Küçük Menderes yönünden şu geçişlerle aşmak mümkün.
- Selçuk üzerinden çalışan İzmir Aydın Karayolu geçişi,
- Selçuk-Tire yolunda Belevi’yi geçince Mehmetler Köyü’nden başlayıp Selatin Köyü’ne uzanan, kilit taşı döşeli geçiş,
- Selçuk-Tire asfaltı üzerinde yer alan Akmescit-Başköy sapağından itibaren Habibler-Dampınar-Hıdırbeyli-Germencik geçişi,
- Tire-Cambazlı-Güme-Kömürcü Gediği üzerinden İkizdere Baraj Gölü’nü sağınızda bırakan İncirliova geçişi,
- Tire-Ödemiş yolu üzerinden Sarılar-Çamlıca-Küre Gediği-Mendegüme (Hamamköy)-Köşk geçişi (bugünkü rotamız olan bu geçişe Adagüme yada Konaklı üzerinden de ulaşmak mümkün),
- Beydağ-Nazilli geçişi…
Bütün bu geçişlere bu dağ sırasını Selatin Köyü altından tünelle geçen
İzmir-Aydın Otoyolu geçişini de eklersek, bugün için seyri kolay geçişleri 7’ye
çıkarmak mümkün. Elbette ki, dağ sırtlarından ve derin vadi geçişlerinden
çalışan bir dizi başka rotadan da söz etmek mümkün. Ancak bunların çoğu, daha
ıssız ve tamamen toprak yada patika geçişleri içeriyor.
Örneğin; Eğridere Vadisi’nden başlayarak İzmir Valisi Kazım Dirik
zamanından kalma; bozulmuş bir Paşa Çeşmesi ayrımından Paşa Yaylası’na giden
yol, yine Eğridere’nin üstündeki Kara Çamur Yaylası’nın devamında toprak şose
şeklinde devam eden ve Çaldede Zirvesi’nden de izlenebilen Paşa Yaylası geçişi
bu rotalardan ikisini tanımlar. Bir diğeri ise; yine Beydağ üzerindeki bal gibi
su kaynakları arasından seyrederek Nazilli’ye doğru derin uçurumlar arasından
bir yılan gibi uzanan Kuvayı Milliye Yolu’dur.
Söylenecek bir şey varsa bu rotaların tümünün de emek harcanarak keyifle
yapılası geçişler olduğudur.
Mendegüme'den Köşk'e inerken bir değirmen eskisi
Ağırlıklı olarak hayvancılıkla geçinen ve biraz da umarsızca bunun
sonuçlarına razı gibi görünen; pespaye bir manzara içindeki Sarılar Köyü’nü
arkamızda bırakarak Konaklı (Adagüme)-Mendegüme asfaltına doğru yol aldık. Bahar,
dağlara göz kırpıyordu; yeni yeni yeşermekte olan yamaçlara yayılmış koyun
sürüleri içinde yeni doğmuş kuzular seçilebiliyordu. Virajlı yolu tırmanarak Mendegüme asfaltına kavuştuk.
Kavşaktan sağa dönerek önce Çamlıca’ya,
daha sonra ise vadinin dibine gizlenmiş; yüzlerce yılın yükünü taşımaktan
yorgun evleriyle sanki dokunsan yıkılacakmış hissini yaratan Güre yada Küre Köyü’ne ulaştık. Yolun iki yanında yer alan kahvehanelerden
meraklı gözlerle yoldan geçen arabayı takip eden gözler, daha sonra umarsızca
oyun masalarına dönüyordu. Köylülerin bazıları ise elleri cebinde uyuşuk bir
aylaklık içinde yol kenarlarında ağırdan ağıra bekleşiyorlardı. Çakıcı Efe’nin geçiş güzergâhı
üzerindeki Küre Köyü, dağların
arasına sıkışmış derin bir vadinin dibindeki yalnızlığı içinde, o günlerin
karanlıkları içinden bize bir şeyleri anlatır gibiydi.
Mendegüme
Küre’yi ardımızda
bırakıp vadinin dibinden, Küre Gediği
diye bilinen ve yaklaşık 900 metre yüksekliğindeki geçide doğru tırmanışa
geçtik. Hamamköy yada Mendegüme, Küre Gediği’den sonra yaylada devam
eden bir seyir sonrasında yine derin bir vadide karşımıza çıktı. Adına daha
önceleri Çakıcı Efe ile ilgili okuduğumuz kitaplarda rastlamıştık. Efe’nin;
zaptiyenin takibi sırasında sürekli yer değiştirirken geçtiği ve belki de
yataklarının olduğu bir muhitti.
MendeGüme ismi PentaKome’den
geliyor. Yani beş köyün birleşiminden oluşan büyük köy anlamında... Roma
döneminde; birbirine yakın bölgelerde bulunan küçük yerleşim yerleri, vergi
toplamak amacıyla birleştirilerek bir yönetim merkezi haline getirilir;
karşılığında da yaptırılan hamam, köprü, çeşme gibi kimi bayındırlık yapıları
ile ıssız dağ başlarına uzanan Roma’nın güçlü eli, buralarda yaşayan ahaliye
bir anlamda hissettirilerek bir güç gösterisi gerçekleştirilirdi.
Hamamköy'ün meydanlığı
İşte Hamamköy de böyle bir yer
olmalı. Zaman içinde PentaKome ismi
söylene söylene MendeGüme haline gelmiş. Aslında bir coğrafik bölgeyi
tanımlayan Mendegüme, yüzyıllardan beri Hamamköy, Güney, Çayır, Demirdere
ve Küçükören’den oluşan beş
köyün toplamına karşılık geliyor. Bu köylere ilave olarak Bozcayaka, Çamlıca gibi diğer köyler de bu cümleyi
genişletiyor. Hamamköy bu beş köyün merkezinde yer alan ve büyük ihtimalle
Roma döneminden kalan hamam türü bir su yapısı nedeniyle de bu adla anılan bir
köy olmalı.
Mendegüme’de bugün küçük bir pazar kurulu ve sokaklar da oldukça hareketli…
Arabayı derenin hemen kenarında uygun bir yere bırakıp dereden yukarı doğru,
eski evlerle dolu bir sokağa doğru yöneliyoruz. Sokağın köşesinde yaşlı bir
amca bizi izliyor. Yanına yaklaşıp, “merhaba” diyor ve tanışıyoruz. Halil
İbrahim Değirmen’miş ismi; 1925 doğumlu, köyde yakın zamana kadar yıllarca un
değirmeni işleten ve atölyesi hala ayakta olan Halil İbrahim Amca’nın şimdi
çalışmayan küçük “fabrika”sını ziyaret ediyoruz. İçerde bir çalkar var; bir un
değirmeni ve diğer muhtelif makine ve aletler… Yerde bu yılın ürünü kestane
yığınları, belli ki toprağın altında bırakılarak yumuşatılmış kabuğundan yeni çıkarılmış ve burada depolanmakta.
Ortalık bayağı karışık olsa da, Halil İbrahim Amca aradığını hala kolayca
bulabiliyor. Kendisi ile Mendegüme ve Yunan İşgali sırasında burada geçen
olaylar üzerine sohbet ediyoruz. Halil İbrahim Amca, bize büyüklerinden
dinlediği; Yunan işgal kuvvetlerinin Mendegüme’de gerçekleştirdiği katliamla
ilgili hatırladıklarını anlatıyor. O gün katledilen köylülerin hatırasına
dikilen anıt ve kitabesi, Hamamköy’ün merkezinde yer alan parkın tam ortasında
yükseliyor.
Halil İbrahim Değirmen Amca, şimdi çalışmayan un değirmeninin de bulunduğu atölyesinin içinde
Yakın
tarihimizde Tire ve Ödemiş’in Yunan işgali sırasında; yöreye çekilen milis
kuvvetleri ile işgal birlikleri arasında ciddi muharebeler ve katliamlar olmuş.
27 Ağustos 1919 günü Üçyol – Ovacık
muharebesinde Mendegüme köylülerinin
desteğini haber alan Yunan kuvvetlerinin kumandanı, Mendegüme’li köylülere
bugünkü Hamamköy’de anıtın bulunduğu yerdeki pazaryerine toplanmalarını ister.
Meydanda toplanan ahalinin üzerine mitralyözlerle ateş açan Yunanlılar, burada
40 Mendegümeli köylüyü öldürerek katliam yaparlar. Daha sonra milis
kuvvetlerinin yöreye yaklaşmakta olduğunu öğrenen Yunan kuvvetleri, Aydın
civarındaki mevzilerine geri çekilirler. Ölenler vuruldukları yerde toplu
olarak diğer köylüler tarafından toprağa verilirler. Kurtuluştan sonra; bu
tarihi katliamda ölen Hamamköy, Demirdere, Ören ve Çayır köylerinden 40
Mendegümeli köylünün anısına Cumhuriyet döneminde 1935 yılında bir anıt dikilmesine karar verilir. Anıt 1939 yılında
tamamlanır. Anıtın üzerinde “İstiklal Savaşı’nda düşman mitraliyoz ile
1921’de öldürülen 40 Mendegümeli için”
Halil İbrahim Amca Yunan işgali sırasındaki Mendegüme Katliamı'nı anlatıyor.
Yunan askerlerince katledilen Mendegüme Şehitleri için...
Köyde dikkatimizi çeken bir diğer nokta, diğer köylerde olduğu gibi çevre
kirliliği… Mendegüme’nin tam
ortasından geçen ve çağıl çağıl akan Mendegüme
Deresi, ne yazık ki içine atılmış pislik ve atıklarla dolu. Bu duyarsızlık
affedilecek cinsten değil, ama elimizden bir şey gelmiyor ne yazık ki… Doğada
yer alan böyle bir cennet köşeye yapılan bu insafsızca davranışı not ediyoruz.
Mendegüme'de katledilen köylülerin anısına dikilen Mendegüme Şehitler Abidesi; Hamamköy
Yörede yoğun olarak bulunan ceviz ve kestane ağaçlarının ekonomiye
katkısı önemli… Her yılın Kasım ayının 1.haftası Hamamköy Kestane Festivali
olarak kutlanıyormuş. Ayrıca ceviz mobilya üstüne çalışan atölyeleri görmek
mümkün... Mendegüme’nin Haziran 15’den sonra eren kirazı da meşhur ve yine
bununla birlikte anılan Haziran ayında gerçekleştirilen bir başka festivalden
söz ettiler.
Şehitler Abidesi ve Hamamköy Meydanı
Pislikleri ve atık malzemeleri saymazsak, dere kıyısında çok güzel
bir peyzaj var. Köyden aşağıya doğru, Köşk yönünde sağda eski bir taş köprü yer
alıyor. Yine üstüne ne yazık ki beton atılmış. Büyük ihtimalle Osmanlı dönemine
ait bir köprü olmalı. Bu köprü civarında muhteşem bir manzara var. 2003 baharında
buralara geldiğimizde; yolun karşısında, Çayırköy çıkışında Katmerci’nin Değirmeni diye
adlandırılan bir eski değirmen vardı. O zaman değirmenin içine girip
incelemiştik. O günkü tespitlerimiz şöyle idi: “Bir su kanalından gelen su,
geniş çaplı bir cebri boru ile değirmenin içine doğru sevk ediliyor. Kulübenin
içinde yer alan çarkın dönüşüyle üst üste vaziyette konumlanmış iki değirmen
taşı birbirine göre hareketle buğdayı öğütüyor. Yerdeki ve değirmen taşlarının
üzerindeki un kırıntıları, bize yakın zamanda değirmenin çalıştığını işaret
ediyor. Her taraftan akan ve sızan sular arasında mutlaka bir mola vermek
lazım. Sanırım Sonbahar’da buradaki görünüm bambaşka olsa gerek.”
Şimdi aynı mekâna baktığımızda her şey büyük bir sessizliğe
gömülmüş; değirmenin faaliyeti durmuş, çatısı çökmüş, suyu taşıyan borudan eser
yok. Kısacası her yer tarumar… Çevredeki hâkim renk ise kahverengi ve kupkuru
dalları var ağaçların… O günkü yeşillikten ise eser yok. Doğanın uyanması ve
yeşile bürünmesi için yeniden ilkbaharı beklemek gerekecek.
Hamamköy'de tüter bacalar...
Yeniden
Aydın Dağları üstüne(1)
Aydın Dağları’nın geçit verdiği 6 yerden biri Mendegüme Geçidi...
Ege Denizi’nden Buldan’a kadar uzanan geniş coğrafyada Aydın Dağları, iki büyük
ovayı; Büyük Menderes ve Kiraz (Kestel) yada Küçük Menderes Ovaları’nı birbirinden ayırıyor. Antik dönemde
verilen ismi; Mesogis, iki düzlüğün (toprağın) arasındaki yer anlamına
geliyormuş. Dağ ve dağlar arasında yer alan düzlüklerden oluşan bu topoğrafya,
yöre insanının toplumsal yaşamını da belirliyor. Bu dağlarda genelde Türkler,
ovalarda ve dağ eteklerindeki kasabalarda Rumlar yerleşmiş tarih boyunca.
Değirmenleri genellikle Rumlar işletmişler. Şirince; ovada yerleşen Rumlar adına bölgede bu
anlamda bir istisnayı oluşturuyor.
Bu dağlarda; yükseklerde kestane, ceviz; alçaklarda zeytin,
makilikler, melengeç, incir, yabani incir bataklık bölgelerde meyankökü yetişiyor.
Bu ekonomik değeri yüksek ürünlerin Aydın Dağları’ndan indirilip İzmir Limanı’na
götürülmesi tarih boyunca hep sorun olmuş. 1950’li yıllardan beri Willys marka jipler, bu ürün indirme
işinde önemli işlev görmüşler. Tarihte; bu ürünlerin develerle İzmir Limanı’na
aktarılması sırasında güvenlik, önemli bir problemdi. Kervan yolları üzerinde;
kasabalar arasında, kervanların yorulma mesafelerinde yer alan güvenliği
sağlanmış konaklama yerleri ve kahvehaneler bulunmaktaydı. Bu güvenlikli
konaklama yerlerine Derbent
denmekteydi. İşte zeybekler, tam bu anda ortaya çıkmaktadır Batı’da.
Çakırcalı Mehmet Efe'nin bir süre yattığı İzmir Cezaevi'nden çıkışında kayınbiraderi Çoban Mehmet ile çektirdiği bilinen tek fotoğrafı
Zeybekler; 17. - 18.yy.da bu kervanların güvenliğini
sağlamak adına bu ulaşım sisteminin muhafızlığını yapmaya başlıyorlar. Bu
yaptıkları iş karşılığı kervan sahiplerinden aldıkları bir tür haraç, onların
geçimlerini ve bu işi sürdürmelerini sağlıyor. Zeybeklerin kervanlardan
aldıkları haraçlar ve bu konuda kervan sahibi tüccarların İstanbul’a yaptıkları
şikâyetler, tarihi kayıtlarda yer almaktadır. Dağda yaşayan Yörük ve
Türkmenler, zeybekleri her zaman korumuş ve kollamışlardır. Böyle bir ortak
yaşamdan söz edilebilir. Zaman içinde merkezi otoritenin zayıflaması ve bazı
yetkilerini âyan adı verilen yerel
otoritelere devretmesi, zaman içinde halkla ayanlar arasında ortaya çıkan
sorunların çözümü konusunda zeybeklerin ilave bir rol üstlenmesi sonucunu
doğurmuş; zeybekler, giderek bu yörede halkın âyanlara karşı hak ve hukukunu
koruyup kollayan bir güç odağı haline gelmişler. Zeybeklerin âyanlara ve yeri
geldikçe İstanbul Hükûmeti’ne kafa tutmaları ve ayaklanmaları karşısında
çaresiz kalan Saray; zeybeklere karşı 19.yy.ın son çeyreğinde silahşör ve sert
yapılı Arnavut ve Çerkezleri kullanmışlar.
Gezginler, Köşk yolunda; kanyona doğru ilerlerken
Zeybekleri, tarihte Kırım Savaşı’na katılırken görüyoruz.
Bunların içinde Çakırcalı Mehmet Efe’nin babası olan Çakırcalı Ahmet
Efe de var. Zeybeklerden oluşan bir birliğin İstanbul’da ordugâhta
konakladığı ve buradan Kırım’a hareket ettiği tarihi kaynaklarda belirtilmektedir.
Koçak Deresi'nin aktığı vadi; Çakıcı'dan sorulurdu bir zamanlar...
Zeybeklerin hükûmet otoritesine isyan ederek dağa çıkıp eşkiyalık
yapmaları; zaman zaman istiman etme ya da düze inme diye
adlandırılan fasıllarla kesilmektedir. Düze inme; zeybeklerin hükûmetle
anlaşarak belli bir yerde iskân edilmesi ve reji kolculuğu gibi
güvenlikle ilgili bir konuda hükûmet adına çalıştırılması şeklinde uzlaşılması
esasına dayanmaktadır.
Zeybekler yada efelerle Yunanistan’ın Mora yarımadasında yaşayan
Kleft’ler arasında bazen benzetimler yapılmaktadır. Kleft’ler; Mora Yarımadası’nda
çok süslü kıyafetlerle dolaşan ve çevrelerinde gösterişli bir hayat süren
kişiler olarak tanınırlardı. Ancak bunlar; hırsızlık (koyun v.b.) ve talan
yaparlar ancak renk vermezlerdi. Zeybekler ise sadece haraçla yaşarlardı.
Hırsızlık yapan kişi zeybek yada efe olamaz. Olsa olsa çalıkakıcı olarak
adlandırılırdı. Zeybeklerin liderine efe; efeye bağlı diğer çete mensuplarına
ise kızan denirdi.
Köşk yolunda Koçak Deresi kıyısındaki alabalık çiftliği
Kestane rekoltesi olarak bu dağlardan elde edilen ürün, ülke
üretiminin yaklaşık %60’lık bölümünü oluşturuyor. Kestane şekeri ile ün salmış
Bursa’ya bile kestane, bu dağlardan gidiyor. Kestanenin ayrıca kerestesi de;
suya dayanıklı olması açısından eski zamanlardan beri pek makbul. Kestane,
sıcak buhar yada sudan geçirilerek mobilyacılıkta kolayca şekil verilebilen bir
kereste türü olarak biliniyor. Zaten Hamamköy ve civardaki diğer köylerde bu
tür mobilya atölyelerine rastlamak da mümkün.
Koçak Deresi üzerinde bir başka köprü
Köşk’ten Mendegüme’ye doğru ilerlerken topoğrafya; öncelikle
alüvyonlu toprağın tektonik hareketlerle şekillenmesinden kaynaklanan;
buruşturulup atılmış bir halı gibi küçük küçük yükselti ve tepeciklerden ve
bunların arasında yer alan vadilerden oluşuyor. Giderek içerlere girildikçe,
yerden yükselirken arazi yapısı da farklılaşıyor. Önce kireç taşı oluşumları,
çekirdek kaya kütleleri ve daha sonra derin bir kanyon karşımıza çıkıyor. Bu
kireç taşından kütleler; Tralleis ve Nysa’daki mermer yontuların taş yatağı
kaynakları olabilir. Mendegüme’den beri bizi takip eden Köşk yada Koçak Deresi bu kanyonda akışını sürdürüyor.
Kireç taşından oluşumlarla derinleşen kanyonun ağzı
Dağların üzerine serpilmiş irili ufaklı bir sürü köy var. (İlyasdere,
Cumadere, Koçak, Akçaköy, Eğrikavak, Ilıdağ ve Başçayır köyleri) Bunlardan Başçayır’ı
anmak gerekir. Dağların üzerinde; Mendegüme yaylasına giderken sağ ilerimizde
kalan en iyi tarım bölgesi olarak dikkat çekiyor, Başçayır. Ayrıca bu
köy, benzersiz lezzetiyle öne çıkan bal kabaklarıyla da tanınıyor.
Aydın Dağları'nın üzerindeki o köylerden biri
Bu dağlar; ilk çağda şarabı ile pek meşhurmuş. Semele
ve Zeus’un aşkının ürünü olarak anne rahmine düşen Diyonisos’u, Zeus eşi Hera’nın öfkesi nedeniyle dizinde
olgunlaştırmış ve doğumu sonrasında Nysa’nın
üstündeki köylerden birine bırakmış. Burada pan ve satirlerle sarhoş ve
serdengeçti bir yaşam süren Diyonisos;
mitolojide bağbozumu şenlikleri ile temsil edilen bereketin ve şarabın sembolü
olarak anılmış.
Mendegüme-Köşk yolu ve kanyondan çıkış
Köşk’ün kuzey batısında yer alan Burunkaya (1621 mt.)
bölgedeki en yüksek tepeyi oluşturuyor. Kanyon boyunca rastladığımız ilginç
ağaçlardan biri de sandal ağacı olarak bilinen; kırmızı renkli,
homojen gövdeli, tahta kaşık v.b. eşya yapımında kullanılan bir ağaç. Hindistan’da
ve Nepal’de ölülerin yakılması törenlerinde; iyi yanması ve az kül bırakmasından
dolayı bu ağacın kütükleri kullanılırmış.
Köşk'e yaklaşırken Koçak Deresi kıyısında odun kömüründe pişirilmiş çay molasındayız.
Kanyondan çıkınca yolumuz Koçak Deresi üzerine kurulmuş bir
alabalık çiftliği ve bir kır lokantası ile kesişti. Karnımız toktu; ama odun
ateşinde pişmiş bir çaya hayır diyemezdik. Kısa süreli bir mola sonrası yeniden
yola çıktık. Artık kadim Büyük Menderes (Meandros)
Ovası’na kavuşmuştuk; Aydın’ın Köşk İlçesi’nin hemen yakınlarından demiryolunu
atlayarak İzmir-Denizli karayoluna çıktık.
Koçak Deresi üzerindeki mola yerinde dizi dizi semaverler
Yenipazar’da Pideci Mehmet Sümer’in lokantasında kendimize çektiğimiz
pide ziyafeti sonrasında(2) son
hedefimiz olan Karya yerleşimi Orthosia’ya gitmek üzere yeniden yola çıktık.
Orthosia
Orthosia, Yenipazar’a yaklaşık 5 km uzaklıkta, karayolundan
2 km. içeride bir vadinin iki yamacına yayılmış bir Karya yerleşimi… Kent,
şimdi Donduran Köyü yakınlarında yer alıyor. Donduran ise, bir tepenin
üstünde bulunan ve askere gidecek yöre gençlerinin illaki iz bırakacakları bir âyan
kulesi ile öne çıkıyor.
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Orthosia Antik Kenti'nin yayıldığı vadinin iki yakası
Yerleşim, Rodoslularla Alabanda ve Mylasa bağlaşık güçleri arasındaki
M.Ö. 167 yılında yapılan savaşın yakınlarında gerçekleştirildiği yer olarak
tarihi kayıtlarda yerini almış. Geçen yaz, çıkan yangından dolayı kentin
yayıldığı vadinin iki yamacındaki bütün bitki örtüsü kül olmuş. Şimdi yamaçlar
kapkara bir görüntü sunuyor ziyaretçilerine.
Büyük Menderes Ovası’na hâkim konumdaki vadinin en tepesindeki düzlük
kentin önemli yapılarını saklıyor olmalı. Belki bir tapınak, belki de bir agora
kalıntısı… Bu düzlüğün güney batı yönünde yer alan tonozlarla güçlendirilmiş
zemine daha alt düzlemden bakınca bu his kuvvetleniyor. Doğu yönünde vadinin
yamacına yaslanmış tiyatro ise zor bela seçiliyor. Tiyatronun güney yönündeki
sınırları, toprak altından gün yüzüne çıkarılmış bir dizi oturma sırası ile
yukarı doğru izlenebiliyor.
Gezgin Orthosia'dan Büyük Menderes Ovası'na bakarken...
Orthosia'dan vadinin aşağılarına ve Büyük Menderes Ovası'na doğru bakış
Vadinin her iki yamacına saçılmış bir dizi tonozlu oda şeklindeki mezar
yapıları da dikkat çekecek boyutta çok sayıda. Kent bu vadinin iki yamacında
gömülü vaziyette sanki… Burada gözümüze çarpan mimari parçalardan birisi, tiyatronun
hemen üstündeki bir çukurda yer alan ve üzerindeki heykelin ayak izlerinin
seçildiği bir heykel kaidesi.
Vadinin dibindeki dere yatağı ile diğer yamacı sınırlayan bir duvar parçası; bir tahkimat parçası mı?
Vadinin dibindeki dere yatağı ile diğer yamacı sınırlayan bir duvar parçası; bir tahkimat parçası mı?
Ovaya bakan kentin en dikkat çekici düzlüğünü güçlendiren tonozlar ve duvar
Kent, vadinin iki yamacına saklanmış gibi görünse de, buraları
yoklayanlar ve açtıkları çukurlarla arkalarında iz bırakanlar yine o meşhur defineci
tayfası. Ne yazık ki, her yerde olduğu gibi buranın da sahibi yok. Vadinin
girişinde solda yer alan tepeye kadar en yukarıda ovaya hâkim yapay düzlükten
yürüyoruz. Bu düzlüğün ovaya bakan kenarlarında isodomik duvar tekniği ile
örülmüş duvar parçalarına rastlıyoruz. Belli ki, bu kıymetli alan, ovayı gören
kuzey yönünden de bu güçlü duvarlarla tahkim edilmiş.
Yakın zamanlardan kalma bir kulübe ve arkasındaki tonozlu mezarlar; aralarındaki zaman farkının büyüklüğüne karşın ne kadar benzer yapısal özelliklere sahipler.
Orthosia Tiyatrosu'nun oturma sıraları
Ovaya hakim üst düzlemdeki düzlükte bugün yer alan zeytinlik
Tiyatronun üstünden ovaya hakim düzlükteki zeytinliğe bakış
Vadinin girişindeki tepeye geldiğimizde, ana kayadan faydalanarak
oluşturulmuş, belki daha sonraki dönemlere de ait olabilecek bir gözetleme kulesi
ile karşılaşıyoruz. Kulenin moloz taşlarla çevrilmiş ana yapısına ulaşmak için
basamaklı bir girişi de bulunuyor. Esas dikkat çekici olan yapı ise bu alanın
içinde bir moloz yığını şeklindeki bir höyüğü andıran küçük bir kubbe...
Üzerinde büyük ihtimalle defineciler tarafından açılmış deliklerden, bu yığının
içinin bir boşluğa açıldığı anlaşılıyor. Kısacası, Orthosia; bilmecelerle dolu, araştırmaya aç bir yerleşim; ama kim
yapacak bunları? Orası biraz meçhul gibi…
Kule görünümündeki yapı kalıntılarının bulunduğu tepe
Tepeye girişteki basamaklı kapı
Tepedeki kubbe şeklindeki yapı oluşumu; daha sonraki dönemlere ait bir türbe mi?
Kentin ovaya bakan güçlü duvarları
Vadinin girişindeki tepede çalışılmış; ama yarım kalmış kaya kütlesi
Orthosia'da baharın habercisi anemonlar
Orthosia'ya veda zamanı
Tepenin Batı yamacından vadiye yeniden kavuşuyoruz. Oldukça dik yamaç, bizi
bir dere yatağına ulaştırıyor. Dere yatağına paralel ilerleyen toprak patikada
sarı ot, iğnelik, gelincik ve benzeri yöre otlarını toplayan köylülerle
karşılaşıyoruz. Aydın yöresine özgü sarı
otu bir daha teşhis edip onların yanından ayrılıyoruz.
İncirliova'dan Tire'ye; İkizdere Vadisi ve baraj gölü
Vakit akşama yaklaşıyor. Tire yolcumuzu bırakmak için hedefimiz Aydın
Dağları’nı bir diğer geçiş yolu olan İncirliova-İkizdere Vadisi’nden aşmak…
Ballıkaya’yı solumuzda bırakarak İkizdere Vadisi’ne girdiğimizde güneş yavaştan
Dilek Yarımadası’nın üstünden batıyor. Biz yine bir vadinin derinliklerinden
Kömürcü Gediği’ne (yaklaşık 1400 metre) ulaşmak için tırmanıyoruz. Solumuzda
İkizdere Baraj Gölü, Kahvedağ ve Köprüovası’ndaki Kervan Köprüsü’nü geçerek
Somak Köyü’nün üstündeki işgal sırasında Yunan ileri karakolu olarak kullanılan
yaşlı bir melengeç ağacının dibindeki kulübe yıkıntısına dek hiç durmadan
ilerliyoruz. Doğu yönünde Çaldede’nin zirvesi, önümüzde Musalar Köyü’nün sapağı
ve Kömürcü Gediği; daha sonra da Tire; işte ayaklarımızın altında hepsi…
Dipnotlar:
(1)
Aydın Dağları
ile ilgili olarak önceki yazılarımız için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/03/sultanhisarda-bir-pazar-gunu-aydin.html
ve http://dagakactim.blogspot.com/2013/05/aydin-daglarindan-besparmaklarin.html
(2)
Nazilli Pidesi
için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/03/sultanhisarda-bir-pazar-gunu-aydin.html
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
Düzenleyen: M.YC
Derslerimde kaynak göstererek kullanmak isterim.
YanıtlaSilTabii ki kullanabilirsiniz. İlginize teşekkürler...İF
Silhamamköy tanıtımı için kaynak göstererek kullanabilirmiyiz rica etsem
YanıtlaSilElbette kullanabilirsiniz. Memnun oluruz anılmaktan.IF
Sil