6 Nisan 2017
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Karşıyaka’nın sırtını dayadığı ve onu kuzey rüzgârlarından koruyan Yamanlar Dağı’nın değerini; bahar
aylarında yeşilin bin bir tonuna boyanmış onun sevimli patikalarında, küçük dereciklerle
şenlenen şirin vadilerinde yürümeyen, suyundan içmeyen; yüz binlerce yıllık
jeolojik tarihiyle tanışmasına vesile olacak andezit kaya kütlelerinin arasında
dolaşmayan bilemez. Ona sadece uzaktan bakmak, sıradan bir kaya kütlesini
seyretmek gibi gelebilir bazılarına. Ama ıssız vadi koyaklarında, yemyeşil
özgür sırtlarda karşınıza çıkıveren dikenli teller, zapturapt altına alınmış,
bilmem kaç yıllığına ne vaatle kiralandığı meçhul; koruma(!) altına alınmış
araziler, ne yazık ki; bu değer bilmezliği önümüze seriveriyor Yamanlar Dağı’nın saklı köşelerinde
bugün. İnanılır gibi değil ama doğup büyüdüğünüz topraklarda özgürce ve
istediğiniz gibi adım atamıyorsunuz artık. Bir şekilde birileri çıkıyor
karşınıza; benim buraları diyor; hepsi benim; orayı da ben aldım; burayı da…
Kimi kıyıları yağmalamakta; kimi dağları; kimi yüzyıllardır özgürce akan
derelerin çağıldayan akışını söndürmekle meşgul; kimisi ise “kentsel dönüşüm”
adı altında güzelim kentlerimizi cehenneme çevirmekle… Allah, bu haris ve
zavallı insanlığın bir an önce ya gözünü doyursun, ya da aklını başına getirsin; bize ve yurdunu seven herkese
ise sabır ihsan eylesin diyelim ve başka bir şey demeyelim.
Yamanlar Dağı; en arkada antenleriyle Karatepe
Yamanlar dünyasında; Sivrikaya ve önünde arkasında başka andezit kaya kütleleri
Bugün iki de bir de önümüzü kesen; esir alınmış doğanın bağrına
saplanmış dikenli teller nedeniyle biraz hayal kırıklığı, biraz hüzne bulansak
da; Yamanlar Dağı’nın saklı
köşelerinde yorulmak, hedefimiz olan Sivrikaya’nın
altlarına kadar ulaşmak için biteviye didinmek, baharla coşmuş çılgın makilerle
hem hal olmuş vaziyette boğuşmak yine de çok keyifliydi. İşin özeti, yaklaşık 13,5
km.lik bir yürüyüştü. İşte yürüyüşün hikâyesi ve bize yürürken anımsattıkları…
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Doğançay köyü, Barış Anıtı, Karşıyaka ve İzmir Körfezi; hepsi bir arada...
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015)
Alurca’dan
Doğançay’a; bir köyün hikâyesi
Yine dibimizdeki volkanik kütle, Yamanlar
Dağı’ndayız bugün. Andezit ve trahit kaya kütlelerinin, binlerce yıllık
serüveninde; ufalanarak körfeze doğru akan Laka,
Naldöken ve Bostanlı dereleriyle Karşıyaka önlerine taşınması sonrasında,
bugünkü Karşıyaka’nın üstüne oturduğu
düzlem oluşmuş. Hatta Naldöken ya da
Rumların verdiği isimle Petrota tam
da bu toprak dokusunu anlatmak için konmuş gibidir sanki. Karşıdan baktığımızda
kupkuru bir dağ profili çizen Yamanlar,
içine girdikçe kaya kütlelerinin ilginç görünümleri, aniden derinleşen
vadileri, usul usul akıp da birden irtifa kaybederek bir küçük şelaleye dönüşen
saklı dereleriyle bir bilinmez dünya gibidir. İlkçağ’dan beri insan yaşamlarına
mekân olmuş bu coğrafyanın keyfi baharda bir başkadır tabii.
Gezginler, Yamanlar Dağı'nın saklı patikalarında...
Doğançay çıkışındaki kaktüsler; arkada Doğançay köyü
19.yy. haritalarında İzmir Körfezi'nin kuzeyi ve Yamanlar dünyası
(Levantine Heritage web sitesinden alınmıştır.)
İlkçağ’da İ.Ö. 7.yy.daki Kimmer akınlarıyla sarsılan Palaia Smynra’sındaki (Tepekule Höyüğü) silinmeyen korkunun izleri, kenti bekleyen potansiyel saldırılara karşı Bayraklı ve Karşıyaka’nın sırtlarında konumlanmış; körfezin kuzey-güney geçişine egemen Smyrna’nın ileri karakollarında hayat bulmuş olmalı. Doğançay’ın üstünde; Yamanlar Dağı’nın farklı köşelerinde o günlerden kalma olduğu düşünülen izlere bugün de rastlamak mümkün. İ.Ö. 7.yy. civarında Yamanlar sırtlarında barınan Aiol yerleşimleri, Yamanlar Dağı’nın körfeze egemen; bir anlamda bu stratejik konumu itibariyle hafızalarda yer etmiş Kimmer akınlarının kötücül etkisine karşı Smryna’yı kollayan birer ileri karakol işlevi görmüşler. İ.Ö.6.yy.da Tepekule Smyrna’sının yakılıp yıkılmasıyla sonlanan Pers istilası sonrasında Yamanlar Dağı’nın iki yakasında yine savunma ve gözetleme amaçlı küçük kaleler ve yerleşimler bulunmaktaydı. Dağın kuzey yüzündeki Emiralem’e (Herakleia) bakan Gökkaya’daki Melanpagos(1), güney yüzüne bakan Doğançay’ın üstündeki Mormonda köyleri, Sancaklı köyünün üstünde yer alan Adatepe ya da Sancaklı Kalesi(2), şimdi Karşıyaka’ya tepeden bakan İzmir’in Akropolü Büyük Kale(3), Doğançay’ın yukarılarında Çobanpınarı, Yamanlar-Karagöl yolunda gömüye kapalı Örnekköy Mezarlığı’nın hemen alt düzleminde yer alan Yamanlar Yolu Kalesi ve bugünkü Gümüşpala-Bayraklı geçişinde kıyıdaki İzmir-Çanakkale karayolunu tarayan Felswarte (Nezaret Yeri)(3) bunların bazılarını oluşturuyor.
Doğançay köyünün Sancaklı yönündeki çıkışında yer alan Durmuş Ali Dede Türbesi
19.yy. Avrupalı gezginlerin haritalarında Meyhaneköy ismiyle de yer alan eski Alurca; şimdiki ismiyle Doğançay
köyü, Karşıyaka’yı kuzey ve doğudan saran volkanik dağ kütlesi Yamanlar’ın eteklerinde yer alıyor.
Türkmenlerin Batı Anadolu’ya doğru ilerleyişlerinde denize en yakın konumdaki
son duraklarından biri olan Doğançay,
eski bir Tahtacı yerleşimi olarak biliniyor. Köyün kuzeye doğru Sancaklı yönündeki çıkışında yer alan Durmuş Ali Dede Türbesi, Doğançay’ın erken geçmişinin bugüne
taşınan hatırasını temsil ediyor olmalı. Üzeri türlü renkteki menekşelerle
bezenmiş; abartılı ölçülerdeki eliptik görünümlü Türkmen “Ulu”sunun mezarı,
avlu duvarının üzerindeki Hz. Ali, Hacı Bektaş-ı Veli ve Pir Sultan resimleri
ve mezarın içinden yükselen yüzlerce yıllık bir pırnar meşesinin dallarına
bağlanmış çok sayıdaki bez parçası bize neler anlatıyor?
Durmuş Ali Dede Türbesi
Horasan’dan Anadolu’ya yönelen büyük göçün bu topraklara taşıdığı
inancın kökleri o kadar derinde ki; hangi dağ başına gitsek, bir Türkmen “Ulu”sunun,
bir eren babanın mezarı başında türlü hikâyeler dinlesek; kesmiyor bizi,
anlatılanlar. Göçün bu topraklara savurduğu insan toplulukları, zaman ve mekân
ekseninde; o kadar çok farklı kültür katmanının içinden geçip gelmişler ki
bugüne; bir arkeolog titizliğinde bu kültür katmanlarını kaldıra kaldıra
gerçeğin ruhuna varmak gerekiyor. Ama bu dediğimiz de o kadar kolay bir iş
olmamalı şüphesiz. İnsanlığın binlerce yıllık serüveninde yaklaştık sanırken;
hep uzaklaşmakta menzil. İşte size Ömer
Hayyam’dan iki dörtlük; belki dediğimizi daha iyi anlatır.
“Ne bilginler
geldi, neler buldular!
Mumlar gibi
dünyaya ışık saldılar…
Hangisi yarıp
geçti bu karanlığı?
Birer masal
söyleyip uyuyakaldılar.”(4)
“Ne mutlu adı
sanı bilinmeyene;
İpeklere,
kürklere bürünmeyene;
Anka gibi iki
dünyadan geçip
Bu viranede
baykuşa dönmeyene”(5)
Ömer Hayyam
Doğançay'ın çıkışında; çiriş otlarının arasındayız.
Karşıyaka’nın arka dünyasında Yamanlar
Dağı’nın eteklerinde yer alan Doğançay’ı,
çocukluğumuzda Karşıyaka İstasyonu
civarında sepetleri içinde buz gibi bardacıklarını, saplarındaki yeşile
gömülmüş mis gibi kokularıyla domateslerini satmaya çalışan başı turuncu renkli
tartamaklı köylülerinden hatırlıyorum. 1970’lerden itibaren Doğu’dan ve Orta
Anadolu’dan kente yönelen göçlerden epey bir pay alan köyün Karşıyaka’ya doğru
uzanan güney ucuna; bu nedenle eski dokusuyla pek de uyuşmayan yeni mahalleler
eklemlenmiş durumda.
Doğançay Göleti ve arkada Sancaklı köyü
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015)
Eski Doğançay ile yüz yüze
gelmek isterseniz, köyün ana aksını oluşturan caddeden kuzeye doğru yönlenmeniz
gerekiyor. Beyaz badanalı evlerin arasından kıvrılarak yukarıya doğru çıkan
daracık sokaklardan biri, sizi bir anda genişçe bir meydana ulaştırıyor.
Meydanda yer alan bir çınar ağacının dibindeki küçük şirin kahvehanede biraz
soluklanmak, bir bardak çay eşliğinde kahvedekilerle sohbete dalmak ve sonra
yine daralan sokaklarda ilerleyerek köyün temiz ve bakımlı evlerinin önünden
geçmek, Doğançay hakkında küçük bir
fikir verebilir size.
Doğançay-Sancaklı asfaltı
Sancaklı köyü ve Sancaklı Kalesi; sabah vakti...
Doğançay’dan
Sancaklı’ya doğru yürürken
Saat 10 civarı Doğançay
köyünden Sancaklı yönünde yürümeye
başladık. Hava açık ve güneşliydi. Gün içinde sıcaklık 23 derece civarındaydı. Kuzey
İzmir’in ölülerini bağrında saklayan Doğançay
Mezarlığı ile Doğançay köyünün
Türkmen Dedesi Durmuş Ali Dede’nin mezarı
arasından Sancaklı’ya doğru ilerleyen
yolu bir süre takip ettik. Mezarlığın yakınlarına dökülen tonlarca moloz,
ölülerimize ne kadar saygılı bir toplum olduğumuzu bir kez daha gözümüzün önüne
serdi. Mezarlık duvarının dibinde küçük sürüsünü otlatan bir çoban, ümitsizce
çevredeki çöpleri toplayarak yakıyordu. Sancaklı’ya
doğru çöp yoğunluğu daha da arttı. Bir süre sonra Sancaklı Yörüklerinin
yüzlerce yıl önce yerleştikleri Yamanlar
Dağı’nın eteklerindeki Sancaklı
köyünün evleri göründü. Biz, köye doğru giden asfalt yoldan ayrılarak
önümüzdeki dere yatağını takiben vadiye girdik. Vadinin kıyısından ilerleyen
düzgün bir patika bir süre bize rehberlik etti; ta ki; ilk çitlere gelene dek.
Sancaklı sırtları; arkada sisler içinde İzmir Körfezi
O ana kadar keyfimiz yerindeydi. Doğadaki uyanış, çiçeklerle dile
gelmişti sanki. Papatyalar, çiriş otları, gelincikler, çiçeği geçmekte olan badem
çalıları, özgün görüntüsüyle Tire civarında yemlik
adıyla anılan pembe renkli ve çevresi dikenli çiçekler; hepsi görülmeye
değerdi. Ama vadinin yukarılarına doğru karşımıza çıkan çitler, tadımızı
kaçırdı. Dere yatağının kıyısına dek inen ve yürüyüşçüye alanı dar eden dikenli
telleri, mümkün olduğunca çevresinden dolaşarak aşmaya çalıştık. Ancak; bazı
yerlerde bu da imkânsızdı; zorunlu olarak bir şekilde çiti aştık.
Tire'deki yerel ismi; yemlik...
Sapsarı bir çayır; aslan dişleri
Ne güzel bir seki; birazdan sağımızdaki bu dere yatağına doğru ineceğiz.
Sağımızdaki tepelikte yer alan düzlüğe bir koyun sürüsü yayılmıştı. Biz
ilk çiti, Sancaklı yönündeki yamaca
tırmanarak aşmayı denedik. Bir süre her şey yolunda gitti. Ancak hedefimiz olan
Sivrikaya’ya yaklaşabilmek için
vadiye yeniden yöneldiğimizde bir başka kapatılmış arazinin dikenli telleriyle
karşılaştık. Dere yatağına doğru indik ve baharla canlanan böğürtlen
çalılarıyla boğuşarak derenin karşı kıyısına geçtik. Ne yazık ki, deredeki su
seviyesi oldukça düşüktü ve bir sızıntı şeklinde akıyordu.
Kuzeye doğru; hep kuzeye, en arkada Karatepe...
Sancaklı'nın yukarılarında, arkamızda bıraktığımız teraslanmış düzlükler; ahlatlar çiçekte...
Sancaklı’nın kuzey doğusuna doğru ilerlerken, zaman zaman çok eski zamanlarda
teraslanmış düzlüklerle karşılaştık. Bembeyaz çiçekleriyle ahlat ağaçları göz
alıcıydı bu düzlüklerde. Bu dağlık alandaki küçük birer ovacık görünümündeki düzlükleri, eski zamanlarda tarımsal
faaliyetleri sürdürmek için yapılmış teraslara benzettik.
Yamanlar Dağı'nda; kızılçam ormanında...
Kızılçamlar içinde
Zaman zaman yürüyüşümüz, dikenli tel engelleriyle kesikliğe uğrasa da;
bir süre sonra umarsız bir şekilde kızılçamlardan oluşan sık bir ormana doğru
yöneldi. Bazen karşımıza kızılçamlar arasında bize yol gösteren sevimli
patikalar çıktı, bazen de kış uykusundan yeni uyanmış olmanın rehavetiyle kör
yılanlar… Kızılçamların arasından bir dere yatağına doğru alçalmaya başladık. Karatepe’nin antenlerini ormanın içinden
seçebiliyorduk. Kendimize ormanın içinde referans noktası aldığımız Karatepe’ye göre kuzey batı yönünde alçalan
bir vadinin yamaçlarından aşağılara iniyorduk. Tam o sıralarda; ormanın içinde,
kalınlığı yaklaşık 0,8 metre civarında; iri kayalarla oluşturulmuş dairesel
planlı bir yapının izleri ile karşılaştık. Ortasından yaşlı bir kızılçam
yükseliyordu. Yapı sanki şimdi orman içinde kalmış eski bir geçişin üzerinde
bulunuyordu; çevrede de başka bir yapı izi yoktu. Acaba Sivrikaya’ya doğru ilerleyen bu geçişi denetlemek için yapılmış bir
ileri karakol muydu? Bilemedik; yola devam ettik.
Kızılçam ormanının içinde rastladığımız oval kesitli; eski bir yapıya ait temel izleri
Yapının temelleri üzerinden duvar kalınlıkları kestirilebilir.
Yamanlar Dağı'ndan Sancaklı yönüne bakış
Kayanın üstünde biten minyatür bir çam fidanı; sanki bir bonzai...
Gezginler, henüz uyanmamış hayıtların önünde; küçük bir dereciğin kıyısındalar.
Dağ başında bir çitin resmidir.
Buralarda da içinde kulübeler ya da evler bulunan, çiftlik görünümlü çitle
çevrilmiş araziler vardı. Biraz ileride yılkı atları dolaşıyordu. Çitlerle
çevrili arazilerin arkasından ve Karagöl’e
giden karayolunun altından kendimize patikalar bularak Sivrikaya’ya(6)
doğru yaklaştık. Saat öğleden sonra 3’ü geçmişti. Yaklaşık 4 saattir çitlerle
ve arazideki diğer doğal engellerle boğuşuyorduk. Bir süre sonra hemen hemen Sivrikaya’nın altına denk gelen bir
noktada; çevresi çınarlarla kaplı bir dereciğin dibine geldik. Burası yemek
molası için gayet uygundu. Yanımızdaki suları tüketmiştik; kayaların altından
sızarak gelen bir su kaynağı, imdadımıza Hızır gibi yetişti. Suyun kaynağından
emin olduktan sonra içmeye karar verdik; çünkü çevrede ve üst düzlemimizde
yerleşimler yoğunlaşmıştı. İnsanların atıklarını olur olmaz şekilde doğaya
bıraktıklarına çok tanık olmuştuk. İstenmeyen bir durumla karşılaşmamak için
titiz davranmak zorundaydık. Öyle de yaptık. Su, buz gibi ve oldukça
lezzetliydi; doyuncaya kadar içtik. Yemek sonrasında şişelerimizi de
doldurduktan sonra Sivrikaya’nın
altından ve vadinin kuzeybatı yamacından yürümeye başladık.
Çitlerle çevrili çiftlik arazilerinin bulunduğu bir başka vadiye bakış
Patikanın güzelliği
Dağa Kaçtım gezginleri, bembeyaz çiçekleriyle güzelim ahlatın dibinde...
Sivrikaya yakınlarından körfeze bakış; sis biraz dağılmış gibi...
Yemek molası verdiğimiz çınarlarla kaplı suyun başı
Dibinde yemek yediğimiz dev kaya kütlesinin kuzeybatı yönüne dolanmıştık.
Patika bir süre sonra derin bir yarın ucunda sonlandı. Sivrikaya’ya ulaşmak için bu derin vadiyi aşmamız gerekiyordu. Bize
oldukça fazla zaman kaybettirecek bu denemeden vazgeçerek geldiğimiz vadinin
doğusundaki dere yatağına doğru inmeye ve Sancaklı
köyüne doğru dönüşe geçmeye karar verdik. Tatlı bir meyille dere yatağına doğru
alçalan vadi yamacından inerken, bir süre sonra günün sürprizlerinden küçük bir
şelaleye bakan bir sekiye geldik. Şelale, tam karşımızdaki kayalıktan aşağıya
doğru dökülmekteydi. Yüksekliği 20 metre civarındaydı; ancak su miktarı ne
yazık ki çok azdı. Bu dere yatağı, bizim bir saat önce yemek yediğimiz
yukarıdaki derenin devamıydı; ancak buradaki suyun düşüm yüksekliği dikkate
alındığında, ilginç bir çöküntü alanıyla karşı karşıyaydık.
Gezginler, su başında yemek molasında...
Kızılçamlar arasından Sivrikaya'ya bakış
Şelale
Karatepe'ye bakış
Bir süre şelaleyi keyifle seyrettik. Fotoğraf seansını tamamladıktan sonra kolaylıkla vadinin dibine indik. Bulunduğumuz noktadan, dere yatağının karşı kıyısında başlayan konforlu bir patikanın ucu görünüyordu. Bundan sonra artık her şey daha kolaydı. Sığ dere yatağını geçtikten sonra patikayı takip ederek yine kızılçamların içinden ilerlemeyi sürdürdük. Kızılçamlar arasında yer yer piknik yapmaya uygun; son derece düzgün açık alanlar vardı. Bu alanlarda ağaç bulunmaması dikkat çekiciydi. Patikayı takip ederek ilk ulaştığımız nokta; Sivrikaya’yı andıran ve birbirinden ayrık konumdaki iki dev kaya kütlesi idi. Bir süre burada oyalandıktan sonra yola devam ettik. Rotamız boyunca rastladığımız düzlüklerden birinde 2015 yılında yapılmış bir çeşme ve hayvanların su içmesi için düşünülmüş yalağı vardı.
Dönüş yolumuzdaki kızılçamlar arasından ilerleyen konforlu patika
Ormanın içinde karşılaştığımız düzlüklerden biri; arkada Sivrikaya
Dönüş yolunda rastladığımız iki parçadan oluşan bir başka kaya kütlesi
Kayanın sağından yukarı doğru tırmanan ve bir merdiveni andıran doğal basamaklar
Sancaklı köyü
Bu düzlüğü de arkamızda bıraktıktan sonra bizi Sancaklı Kalesi’ne ve Sancaklı
köyüne ulaştıracak toprak yola varmıştık bile. Tam bu noktada balbal taşlarının
da kullanıldığı eski bir köy mezarlığıyla karşılaştık. Ancak mezarlıkta yeni
mezarlar da vardı. Bu, Sancaklı
köyünün mezarlığı olmalıydı. Çitlerle çevrili mezarlık oldukça büyüktü ve
gömüye hala açık gibiydi. Sancaklı
Mezarlığı’nın sınırlarına dek ulaşan toprak yola çıktıktan sonra işimiz
iyice kolaylaşmıştı. Çevreyi ve vadileri seyrede seyrede, yaklaşık yarım saat
içinde Sancaklı Kalesi’nin bulunduğu Adatepe’ye ulaştık.
Yamanlar Dağı'nda Sancaklı Mezarlığı
Ahlatlar, kızılçamlar ve en arkada Sivrikaya
Sancaklı yönündeki vadilere doğru bir bakış
Vadim o kadar yeşildi ki...
İ.Ö. 7.yy.dan kalma; Palaia Smyrna’sının
savunma noktalarından biri olan Sancaklı
Kale, güneydoğuya ve güneye doğru bakan poligonal duvarlarıyla dikkat
çekiyor. Bir yandan kıyı çizgisindeki kuzey-güney geçişini kontrol eden bu Aiol
kalesinin bir diğer işlevi de; Yamanlar
Dağı’nın kuzey geçitlerinden şehre ulaşabilecek bir saldırıya karşı ileri
karakol işlevi görebilmekti. Bugün üzerindeki sarnıçlar, surlardan kalan
poligonal duvar parçalarıyla günümüze ulaşabilmiş bu İlkçağ kalesinin hemen
altında ise, Sancaklı Yörüklerinin
köyü Sancaklı yer alıyor. Köye
girerken evlerinin önünde oturan konuksever Sancaklı
köylüleri, bizi çay içmeye davet ediyorlar. Zaman darlığı nedeniyle, teşekkür
edip inişe devam ediyoruz. Sürüler köye dönüyor akşama doğru; sabah yürüdüğümüz
vadiden köye giriş yapan küçük bir keçi sürüsünde sevimli oğlaklar annelerinden
süt emme telaşı içindeler. Köpeklerin havlama sesleri dört bir yandan ulaşıyor
kulaklarımıza. Köye gelen yabancılar var; onlar da yedikleri ekmeğin hakkını
verme telaşındalar. Biz ise, köyün içinden dolanarak inen kilit taşlarıyla
kaplı yolu takip ederek köyden ayrılıyoruz; Doğançay’a
doğru…
Sancaklı Kalesi
Sancaklı Kalesi'nin altından Sancaklı köyüne bakış
Sancaklı köyü ve camisi
Gün biterken
Akşam kızıllığı körfezin üstüne çöktü yine. Sabahtan beridir verdiğimiz
molaları saymazsak, yaklaşık 6 saat ve toplamda 13,5 km.lik bir yürüyüş yaptık.
Ancak, arazinin engebeleri ve önümüze çıkan dikenli tel engelleri nedeniyle,
bazen geri dönüp rotamızı değiştirdiğimiz oldu. Bu nedenle yolu zaman zaman
gereksiz yere uzatmak zorunda kaldık. Ama neticede amacımız, baharla birlikte
coşan Yamanlar dünyasında dolu dolu bir
gün geçirmekti. Öyle de oldu. Rüzgârla birlikte dile gelen ormandaki ağaçların,
vadilerin dibinden bize doğru ulaşan akan derelerin sesini dinledik. Bazen
patikalar kayboldu önümüzde; daldık sık kızılçamların bilinmezliklerine. Ama Karatepe hep karşımızdaydı ve sürekli gün
boyu bize rehberlik etti durdu. Şelaleler, şirin büvetler gördük yolumuzda.
Keyifliydi doğrusu gün; bütün dikenli tellere karşın…
Barış Anıtı'ndan İzmir Körfezi'nin görünümü
Şimdi eve dönme zamanı; Doğançay’ın
üstündeki Barış Anıtı’nda akşam
kızıllığına karşı verilen yorgunluk molası, günün sonunda yorgun bedenlerimize
sunduğumuz bir ödül gibidir artık.
Dipnotlar
(4) Ömer Hayyam, Dörtlükler; Çeviren:
Sabahattin Eyüpoğlu; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-12.Baskı; sayfa: 26
(5) Ömer Hayyam; a.g.e. sayfa:78
(7) Fotoğraflar yazıda
belirtilenler dışında MYC tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
1980 li yılların ikinci yarısı sıcak bir yaz günü. Sancaklı köy ilk okulunda sandık görevlisi Oya öğretmen aniden hastalanır görevin iadesi mümkün değildir. iş başa düşer ilgili merciden görevi ben alırım. O tarihlerde ki görünüşü , Anadolu'nun yoksul köylerinden biri, gelmiş, İzmir!in dibine, Yamanlar dağının kuytusuna ilişivermiş sanki... Yoldan sudan mahrum hali yürekler acısıydı....Umuyorum ki şimdilerde Uygarlıktan payına düşeni almıştır Sancaklı köyü.
YanıtlaSilDeğerli katkılarınız için çok teşekkürler... Ancak; durum pek de değişmemişti. Sadece köyü içinden geçen kilit taşı döşenmiş bir yol vardı; bir de betonarme binalar köyde giderek ağırlık kazanmıştı. Köyün ana geçim kaynağı ise hayvancılık... İF
Sil