Tire’nin Dereleri ve Uygarlığın İzleri
19 Şubat 2017
Hasan Doğan-İbrahim
Fidanoğlu
Su hayatın kaynağıdır.
Uygarlık, tarih boyunca su kenarlarında serpilip gelişti. Tire’de de böyle oldu. Sardeis’ten
Ephesos’a uzanan Kral Yolu boyunca
vadilere gizlenmiş dere yatakları, Güme
dağından Kaystros (Küçük Menderes) Ovası'na
binlerce yıl durmadan usanmadan uygarlığın kaynağı suyu taşıdı. Suyun bereketi
üstüne, bugün kırık dökük de olsa izi hala sürülebilen, Tire’nin güçlü tarihsel dokusu bu şekilde oluştu.
Hisarlık’dan Tire’ye bakış
Tire, yedi adet tepe ve
bu tepelerin arasından akan dereleri bağrında taşır. Kültürlerin kesiştiği bu
küçük Anadolu kasabası, zamanında başkentlik bile yapmıştır. Lidya’nın sayfiye
kenti, Roma Senatosu’na konsül göndermiş, Beylikler döneminin başkenti;
Timur’un etkilendiği, Kanuni’nin uğradığı bir kenttir burası.
Canbazlı sırtlarından Tire'ye bakış
Hisarlık Camisi
Hisarlık Camisi'nin duvarına atılan imza; Kiklad adalarından esen rüzgarın getirdiği...
Tire’ye Selçuk
tarafından gelişte, ilk önce Yuvalı Deresi karşılar bizi. Yuvalı Deresi’nin üstünde Hisarlık
köyü ve Hisarlık tepesi yer alır.
Tepeye adını veren Hisarlık, aslında
Pers ve Bizans döneminde savunma amaçlı bir kaleyi tanımlar. Köyün hemen
dışında yürüme mesafesinde ulaşılabilen kaleden günümüze, ovaya doğru bakan
cephede burçlar ve sur duvarları kalmıştır. Hisarlık
köyü içinde, harap vaziyetteki ahşap cami ise mihrabında yer alan barok
süslemeler, ahşap minberi ve doğanın tahribatına teslim olmuş çökmekte olan
ahşap çatı ve onun üzerini örttüğü son cemaat yerine girişte yan yatıp yıkılmış
mavi boyalı tahtadan parmaklıklı kapı zamane ziyaretçilerine esen rüzgârla
birlikte derdini fısıldar gibidir.
Hisarlık Kalesi
Kaplan Deresi, Güme dağında yer alan Kaplan köyünden ovaya doğru akar. Aşağıda derenin bir kolu Beyler Deresi adını alır. Beyler Deresi’nin
ovaya kavuştuğu noktada ise 15.yy. yapısı Yavukluoğlu
(ya da Yoğurtluoğlu) Külliyesi yer alır. Dönemin güçlü
kişilerinden Yoğurtluoğlu Mustafa Paşa
tarafından yaptırılan külliyede cami, imarethane, medrese, şadırvan,
muvakithane ve kabristan bulunmaktadır.
Yavukluoğlu
(Yoğurtluoğlu) Külliyesi; muvakithane ve medrese
Yavukluoğlu Camisi
Harlak, Tire’ye hâkim tepelerden belki de en güzellerinden
birisidir. Adı üzerinde harıl harıl akan su anlamına gelmektedir. Bu su, Bedri Bey Deresi yoluyla düze iner. Bir
zamanlar Harlak meydanında çok büyük
bir çınarın olduğunu yörenin sakinleri anlatıyor. Hatta çınarın beli o kadar büyümüş
ki, yolu kaplamış; o yoldan yüklü develer geçemez olmuş. Zamanla da çınarı
kesmişler. Şu anda meydanda zamanın tanığı kara servi ve altında ismini
kimsenin bilmediği bir Horasan ereni yatmaktadır ve belki de mahallenin
kurucusudur. Bugün Tire’nin Cumhuriyet mahallesinde oturan pek çok insanın
ataları orada yaşamıştır. Tire’nin zaman içindeki değişimi, buralarda yaşayan
halkın ovaya ve apartman dairelerine doğru yönelişini tetiklemiştir.
Güdük Minare ya da Kara Hayrettin Camisi
Harlak’ın daracık Arnavut kaldırımlarından süzülerek inmek, insanı
yüzlerce yıl gerilere götürür. Aşağıya doğru daracık koridorlardan
ilerlediğinizde Tire’nin eski Hükümet
Binası, Güdük Minaresi, eski
hayatlı evleri ve renk cümbüşü ile karşılaşırsınız. Güdük Minare diğer adıyla Kara
Hayrettin Camisi ve dibindeki tarihi çeşmesi, sanki yıllara meydan
okurcasına durmaktadır. Caminin çapraz karşısında Giritli Ahmet Evi, mimari özellikleri ile hemen dikkati çeker. Bir
vakitler Güme Dağı’nın suları evden
eve künk kanallarla taşınırmış. Her evin bahçesinde kayrak taşlar, kenarlarda
da rengârenk sümbüller, laleler, kara Fatmalar, ıldır şahiler, özellikle de
şimşir ağaçları yer alır. Şimşir; geç büyümesi, daima yeşil kalması ve sert
odunu ile yemek kültürü malzemesi olarak kullanılmıştır. Çatal ve kaşığın
hammaddesi şimşir ağacıdır. Tireli, çiçeği ve ağacı çok sever. Evin bahçeleri
bahar aylarında oturulan, dinlenilen mekânlardır. Asma, erik, yenidünya evlerde
mutlaka yetiştirilen meyvelerdir. Evlerin dış duvarlarının renkleri genelde
sarı, altta kırmızı kuşak, iç duvarlarda ise çivit mavi olarak görülmektedir.
Bu renkler ise; gökyüzü, güneş ve ateşi anımsatır. Bir anlamda; Türklerin kadim
inançları, evlerin boyasına kadar yansımıştır.
Eski Hükümet Binası
Sarıca Yusuf’da eski
Tire evleri
Sarıca Yusuf'da dolaşırken; Hasan Hoca ve hatıralar...
Yalınayak Camisi, Alay
Parkı’nı terk edip eskiden Yahudilerin oturduğu Mısırlı Mahallesi’ni geçince karşınıza çıkar. Sağınızda hamam
kalıntısı, solunuzda Yayla Fakih Mescidi,
onun yanında da Neşet Bey Konağı yer
alır. Ne yazık ki tüm bu yapılar restorasyon beklemektedir. Üç beş sene sonra
bu yapıların hiç birini göremeyebiliriz.
Yalınayak Camisi’nin
kapısının üstünde yer alan onarım kitabesi
Yalınayak Camisi imamı,
kendi ifadesinde camiden söz ederken “bu benim aşkım” demektedir. İmamın
sözlerinde yatan derin anlam köklere ve yaratanın kutsallığına olan tutkulu
bağlılığını ifade etmektedir. Caminin avlusunda yer alan şadırvandaki
mermerlerin her birinin çiçek motifi, sanki bu toplumun çiçeğe olan sevgisinin
bir kanıtı gibi orada; su, çeşme, mermer, şadırvan ve sanatını konuşturmuş
ustaların bir armonisi gibi yüzyıllardır nazlı duruşu ile zamana meydan
okumaktadır. Tüm güzellikler kalıcıdır. Aşk, vücutta salgılanan sadece bir
mutluluk hormonu değil; birikimle, isteklerle, kültürle, yaşamın her alanı ile
ilgili olduğuna göre; bu güzelliklerin tamamına, yaşama olan tutku ve sevgi ile
bakmak gerekir. Yoksa arada konulan tek bir taş veya tuğlanın emeği başka türlü
nasıl anlatılır? Bu suyun getirdiği bir yaşam sevdası mıdır? Bu bir çamuru
tuğlaya dönüştürüp, mükemmeliyete dönüştüğünü görme aşkı mıdır? Yoksa
yüzyılların birikiminden gelen kültürel davranışı camide, minberde, minarede,
mihrapta görüp haz duyma sanatı mıdır? Belki de bunların hepsidir. İmam
kardeşimizin aşkı belki böyle açıklanabilir. Bize düşen bu değerli insanı
kutlamak ve aşkının her dem taze kalmasını, gelecek kuşaklarda da bu aşkın
sürmesini canı gönülden dilemektir.
Yalınayak Camisi
Yalınayak Camisi; son cemaat yeri
Yalınayak Camisi ve çevresini bu duygularla terk edip doğuya
doğru ilerlediğinizde; karşınıza bu kez Eskiyeni
Hamamı, biraz aşağıda minaresi mısır motifli Karahasan Camisi, muhteşem görüntüsü ile sizi kendine çeker. Eskiyeni Hamam, hala çalışır vaziyette
olup içindeki havuzu ile türünün tek örneğidir. Hamamdan yukarı çıkarken, solda Ali Ulvilerin Evi, sağda ise boş bir
arsa görürsünüz. İşte bu boş arsada, yakın zamana kadar, belki de akıbetinden
dolayı toplum olarak hepimizin suçlu olduğu Sancaktar
Ağa (Bayraktar Ağa) Konağı yer almaktaydı. Ne yazık ki zamanın akışına
dayanamamış bu muhteşem yapının yerinde şimdi yeller esmektedir.
Sancaktar Ağa (Bayraktar Ağa) Konağı (Seha Gidel'in gravürü)
Kaziroğlu Camisi
Kaziroğlu Camisi'nin haziresi
Kaziroğlu Külliyesi'nin medrese odaları; vaziyet iç acıtıcı...
Şimdi artık yerinde
bulunmayan Sancaktar Ağa Konağı’nın
hemen üstünde Kaziroğlu Camisi ve
geniş avlusu içinde medrese odaları ve Mevlevi dervişlerinin yattığı haziresi
yer almaktadır. Cami 14. yüzyıl eseridir. Kazir
sözcüğü, Osmanlıca’da su kanalı anlamına gelmektedir. Caminin özelliklerinden
birisi de içinde devamlı akan çeşmesinin varlığıdır. Aynı kaynak suyu, Yalınayak Camisi’nde de bulunmaktadır. Kaziroğlu Camisi’nin üstünde, batıya
doğru bir zamanların meşhur Havuzlu Kahvesi
yer almaktaydı; ancak ne yazık ki şu anda orası da boş bir arsa haline gelmiş
bulunmaktadır. Tirenin Derekahvesi
gibi, Havuzlu Kahvesi de insanların
topluca eğlendikleri mekânlardı.
Günümüzde Derekahve
Şehri, kuzey-güney ekseninde ikiye bölen Tabakhane Deresi'nin başlangıcında Derekahve yer alır. Ulucami'den aşağıya; ovaya doğru yönelen Tabakhane Deresi'nin iki yanında zamanında şehrin deri tabaklama atölyeleri bulunmaktaydı. Yoğun çalışma ikliminin olduğu bu bölge, bu anlamda bugün dahi bu eksenin iki yanında yer alan camiler ve diğer önemli yapılarla izlenebilir niteliktedir. Derekahve'den yukarıda konumlanmış değirmenler ile Şeyh Camisi ve Hamamı, Neslihan Mescidi, Narin Camisi, Beylikler Döneminde kiliseden camiye dönüştürülen şimdiki Ulu Cami, aşağıya doğru; bugünlerde restorasyonu devam eden Bedesten, Gazazhane Camisi, karşıda Yeni Cami, Tahtakale Camisi ve Kutu Hanı, Hüsamettin Camisi, Leyse ve Paşa Camileri; Tabakhane Deresi'nin iki yakasında kurulmuş ve bugüne de bir şekilde ulaşabilmiş kültür yapılarıdır.
Ulu Cami
(Fotoğraf: Hasan Doğan)
Yeni Cami'nin şadırvanı
Derekahve'de kış
(Hasan Doğan Arşivi)
Havuzlu Kahve’den doğuya doğru yürürseniz Ulu Cami’ye ulaşırsınız. Oradan da Derekahve çok yakındır. Derekahve; zamanında Değirmendere, Kaplan dereleri gibi akan
bol suyu ve değirmenleri ile başta İzmir olmak üzere çevreden daima bol
ziyaretçi çekmiştir. Derekahve,
İzmirli Levantenlerin hafta sonları akın ettikleri, bir zamanların meşhur
mesire yeriydi. Seha Gidel Hocamızın
anlatımına göre; Derekahve, o
yıllarda İzmir’den trenle gelen azınlıkların katıldığı baharı karşılama
şölenlerinin düzenlendiği, kendine özgü ahşap eyvanlı iki katlı dereye bakan
evleri ve güçlü bir şekilde akan sularıyla hoş bir dinlenme mekânıydı. Bu
şölenlerin meşhur yemeklerinden biri de verimli Küçük Menderes Ovası’nın
sunduğu, küçük bir çocuk büyüklüğündeki o güzelim marullardan yapılan marul yemeği idi. Daha yakın zamanlara
kadar adına şölenler düzenlenen marul yemeği de birçoğu gibi şimdilerde
unutuldu. Çınar ağaçlarının altında toplu olarak yenilen yemekler, söylenen
şarkılar ile eğlence kültürünün en mükemmeli buralarda yaşanmıştır. Bu yerler
6000 yıllık bir yaşamın izlerini taşımaktadır.
Derekahve'nin eski hali
(Hasan Doğan Arşivi)
Hoşgörünün ne demek
olduğunu öğrenmek isteyenlere Derekahve’deki
aynı binanın altının havra, üstünün ise cami (Şems Mescidi) olarak kullanıldığını anımsatalım. Bu insanlar;
herhalde, dinlerimiz farklı, ama yolumuz aynı diyorlardı. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”
demiş ünlü şairimiz Nazım. Küresel baronların girdiği her yerde, ilişkilerde
insana ait hiçbir şey kalmıyor. Derekahve’deki
Şems Mescidi dünyada örneği olmayan
bir hoşgörü yeri olarak ilan edilmelidir.
Hıdrellez'de Derekahve; ah nerede o eski marullar...
Hıdrellez'de Derekahve
Derekahve, günümüzde kentlerin giderek ağırlık kazanan
dışarıdan göç alma eğilimi ile yerlilerin her yerde olduğu gibi düzdeki
apartman dairelerine göç etmeleri sonucu eski orijinalliğini yitirdi. Dereye
bakan Hattatların, Hadimlilerin evleri yıkılıp yerine beton binalar yükselmiş
durumda şimdi. Orada yaşayan bir kültür varsa; evi ve bahçesi, bahçesindeki
çiçeği, meyvesi, ahşap yapısı, eyvanı, evinde pişen yemeği ile anımsanır. Zira
o yaşam biçimi ve kültür, yüzlerce yıllık bir birikimin sonucu ortaya çıkmaktadır.
Oranın gerçek ev sahipleri; kaderde, kıvançta ve tasada birlikte olmuş, beraber
gülmüş, beraber ağlamış, düğünlerinde beraber oynamış, keşkeğini şölenle
dövmüş, fedakârlıkların en güzel örneklerini sunmuş bir toplumun üyeleridir. Bu
toplum, mutlaka geçmiş birikimlerini geleceğe taşımalıdır. Yeni kuşaklara
bunlar aynen aktarılmalıdır. Güme Dağı’na
yaslanmış Canbazlılı bir dede, atalarının karadut ağaçlarını mutlaka çeşme
başlarına dikmelerini; kuş gelsin, dut yesin, suyunu içsin, aynı zamanda ağaçta
konaklasın diye açıklamıştı. Bu toplumun davranışındaki yücelik; doğayı
gözetip, kendilerinin yaşadığı bu dünyada başkalarının da yaşadığının farkına
ve bilincine varma gibi yüksek bir değere karşılık gelmektedir. Bu davranış
sistematiğine geçmişimizden pek çok örnek vermek mümkündür.
Kara Hayrettin Camisi ve Mısırlı Çeşmesi
Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi
Yeşil İmaret Camisi
Dut için şöyle bir
söylem de vardır: Dut, peygamber meyvesidir. Herkes mutlaka senede bir defa da
olsa yemelidir. Hoca Ahmet Yesevi’nin,
dutun dalını Anadolu’ya fırlattığı ve Hacı
Bektaşi Veli’ye “Bu dal nereye
düşerse orayı yurt edin” dediği; dut dalının Kayseri civarında Sulucakarahöyük beldesine düştüğü ve Hacı Bektaşi Veli’nin de oradan
müritlerine Rum Eli’ne gitmeleri yönünde emir verdiği söylenmektedir. Bu
anlamda; Tire, tarihsel konumu gereği pek çok Horasani erene ev sahipliği
yapmış olup, bu gün bizler bu gerçeği onların türbelerinin çokluğundan
anlamaktayız.
Özbekistan'da Buhara yakınlarındaki Bahauddin Nakşibend'in kabrinin de bulunduğu külliye içindeki kutsal kabul edilen binlerce yıllık dut ağacı gövdesi ve adak ritüeli (Eylül 2013)
Tire’nin yamaçlarında
yer alan mahalleleri sıralarsak; doğuda Hafsa
Hatun Külliyesi’nin bulunduğu Duatepe Mahallesi, batıya doğru Paşa Mahallesi, Dere Mahallesi, Bahariye
Mahallesi, Ketenci Mahallesi ve Dumlupınar Mahallesi yer alır. Buradan
tekrar Tire’nin en batısına dönersek, orada Beyler
Deresi ve Bedri Bey Deresi sanki
uygarlığın beşiği burası izlenimini vermektedir insana. Dünya uygarlıkları da
öyle kurulmadı mı? Mezopotamya, Maveraünnehir, Nil nehri deltası bu
uygarlıkların beşiği olmadı mı? Tire’de Türklerden önce uygarlığın izlerine
Küçük Menderes havzasında rastlansa da, Türklerin Tire’ye Aydın Dağları’ndan
sarktıkları kesindir. Temel ekonomik geçim kaynağı hayvancılık olan bir
toplumun yerleşik bir topluma geçmesi kolay olmamıştır. Tire’nin Güme Dağı’nın eteklerindeki tepeler ve
semtlerine baktığımızda Türklerin izlerine rastlamak mümkündür. Ayrıca, şehrin
yukarılarında yer alan camilerin kuruluş tarihi olarak eskiye, yani beylikler
dönemine gitmesi de bunu kanıtlamaktadır. Narin
Cami, Kazir Camisi, Güdük Minare, Molla Camisi, Hafsa Hatun
Külliyesi, Şeyh Camisi gibi camiler dağın eteklerine saçılmış, tarih
bakımından oldukça geriye giden mimari yapılarımızdır.
Şanizade Ataullah Efendi
(Seha Gidel’in Tablosu)
Tire’ye bir de Alay Parkı’ndan ve hemen üzerinde yer
alan Mısırlı Mahallesi’nden bakalım.
Adı üzerinde, zamanında askeri alayın bulunduğu ve tüm bayramların halkla
birlikte kutlandığı alan burasıdır. Bu alan, bir zamanlar şehrin merkezi olarak
işlev görmüştür. Şimdi ortasında, zamanında Tire’nin misafir olarak ağırladığı
önemli şahsiyetlerden Şanizade Ataullah
Efendi’nin anıtı vardır. Osmanlının önemli hekimlerinden olan Şanizade Ataullah Efendi (1771 – 1826),
Tire’ye sürgün olarak gelir ve ilk hastane kuruluşunda önderlik yapar. Alay Parkı, aynı zamanda Şanizade Meydanı olarak da bilinir.
Yanık Konak ya da Hacı Ali Paşa Konağı
(Seha Gidel'in gravürü)
Meydanın tam karşısında Yanık Konak olarak bilinen ve geçirdiği
bir yangın sonrası bu hale gelmiş olan yıkık bir konak bulunmaktadır. Konağın sahibi Hacı
Ali Paşa olarak bilinen, tahminen 19.yy.da Tire’ye Saray’dan atanmış bir
kazaskerdir. Seha Gidel Hocamızın
anlatımına göre; kendisine binlerce dönüm arazi tahsis edilmiş olan Hacı Ali Paşa’nın sülalesi, yakın zamana
kadar Tire’nin en zengin kuşağını oluşturmuştur. Söz Hacı Ali Paşa’dan açılmışken torunu Ali Okan’ın belediye başkanlığı
yaptığını belirtelim. Tire onun zamanında ilk defa elektrik motoruna
kavuşmuştur. Seha Gidel Hocamızın
anlatımına göre; motorun kurulması ve çalıştırılma aşamalarında Ali Tamer diye bir usta çalışır. Motor;
Alman malı, Deutz marka, oldukça güçlü bir sesi olan, devasa büyüklükte bir
motordur. Tireliler, gecelerinin aydınlanması uğruna bu sese kulak asmaz. Hatta
sonraları ilave motorlar da getirilir. Yeniden kaldığımız yere, Hacı Ali Paşa’ya dönersek; damadı torunu
derken bu ailenin sonraki kuşaklarının Tire sosyal hayatından çekildiğini
görmekteyiz. Aile üyelerinin kimi çiftliklerinde kendi hayatını yaşarken, kimi
de okuyup Tire’yi terk etmişlerdir. Demokrat Parti’nin önemli simalarının
sözünü ettiğimiz bu aile ile akrabalık ilişkileri vardır. En başta Adnan
Menderes, bu ailenin anne tarafından akrabasıdır. Demokrat Parti’den milletvekilliği yapan Sadık Giz de öyle.
Tire; Küçük Menderes Ovası, Beşkavaklar Mevkii
Son yıllarda feodal yapıların
parçalanması ile birlikte sermayenin daha çok ticaret erbabında toplandığını
görmekteyiz. 1950’lerde Amerikan yardımları ile tarıma makineler sokulmuş ve
tarımın modernizasyonu çalışmaları dışarıdan güdümlü ekonomilerle yürütülmüş;
bu hata bugünlerde koskoca ovanın çölleşmesine sebep olmuştur. Dünyanın en
verimli ovalarından olan Küçük Menderes Ovası bilinçsizce, hoyratça kullanımın
cezasını kullananlara ödetecektir. Büyük çiftlik sahiplerine tanınan bir sürü
ayrıcalıklar sayesinde, ne yazık ki tarımın sadece teknolojik araçlar ile
değil, özellikle bilgi ile donatılmış insan gücünün desteğinde daha başarılı
sonuçlar verebileceğini göremedik. Şimdilerde gübre ve ilaçla kirletilmiş,
yüzeyden alınan suların artık iyice derinlere kaçtığı Küçük Menderes Ovası
kurumuş ve kirli atıkların çöplüğü haline gelmiştir.
Şanizade Meydanı; Şanizade Ataullah Efendi için dikilen anıt
(Hasan Doğan Arşivi)
Şanizade Meydanı’na dönersek; meydan, Tire’de daha çok 39. Alay’ın
Cumhuriyet kutlamaları ile anımsanmaktadır. Halkın, Cumhuriyet’in Onuncu Yıl
Şenlikleri’ndeki coşkusu hala belleklerdedir. Yeni cumhuriyetin kurucuları,
halkla birlikte meydanı hınca hınç doldurup zaferin coşkusunu hep birlikte
iliklerinde hissetmişlerdir. Bu millet, bağımsızlık düşkünüdür. Tarihin hiçbir
devrinde boyunduruğu kabul etmemiştir. Tire Halkı, aynı coşkuyu 4 Eylül
Kurtuluş Günü törenlerinde hala yaşatmaktadır. 4 Eylül kutlamaları, sosyolojik
açıdan ayrıca incelenmelidir. Zira bu kutlamalarda, tüm esnaf örgütleri
meydanda sıraya girip halkı selamlamaktaydı. Demircisi, semercisi, tandırcısı,
daha nice esnaf örgütü meydanda toplanırlar ve düzenli bir şekilde yürüyüşe
geçerlerdi. Bir yanda davullar çalınır, diğer taraftan Belediye Bandosu marşlar
çalardı. Bu kutlamaların aynısını, bu gün Orta Asya Türkî Cumhuriyetlerinde
görmek mümkündür. Tire’nin; bu geleneği, Anadolu’nun Türkleşmesinde emeği geçen
ve ebedi mekânlarına bağrında yer açtığı Horasani önderlerden devraldığı kesin
bir gerçektir. Onlar buralara gelmekle aynı zamanda insanımızın binlerce yıllık
yaşam biçimlerini de, şimdi üzerinde yaşamakta olduğumuz bu topraklara taşımış
oldular. Bedri Bey, Alamadan Dede, Derviş Gazi, Alayhan Dede ve daha niceleri
ata kültürümüzün taşıyıcılarıdır.
Tire'de Tahtakale'de bayram telaşı
Bayramlardan söz edince,
dini bayramların toplumdaki işlevinden söz etmeden olmaz. Bayramların Türk
toplumunda ayrı bir anlamı vardır. Küçükler, büyüklerin evlerinde toplanır ve
onlara saygı anlamında beraber yemekler yenir. Hal hatır sorarlar birbirlerine.
Ailenin en küçükleri ile en büyükleri arasında sevgi ve saygı köprüleri
oluşturulur. Ölenlerin mezarlarına ziyaretler yapılır. Ata mezarının başında
dua edilir. Mezarlar, mersin ağaçlarının dalları ile süslenir. Tire, bu
kültürel yoğunluğunu, bu topraklarda yaşamış olan çok farklı medeniyetlerden
almış ve ortaya bir sentez çıkarmıştır. Burası; kesinlikle medeniyetlerin
kesiştiği, harmanlandığı yer, Anadolu’nun bir parçasıdır. Dünden bugüne
geleneklerini koruyup onun üzerine geleceğini kuran toplumlar ilerler ve
yaşamlarını geleceğe aktarırlar.
Alaybey Camisi
Karahasan Camisi
Meydandan batıya, Ketenci Mahallesi’ne doğru
yürüdüğümüzde, yukarı doğru üç ana sokak gider. Bir zamanlar; bu sokaklarda farklı
kültürlerin bir arada yaşadığına dair tanıklıklar vardır. Alaybey Camisi çevresi, Yahudilerin yoğun olarak oturdukları
mekânlardı. 1960’lara kadar Mısırlı
Mahallesi’nde Yahudilerin kendilerine özgü yaşamları sürmekteydi. Yahudi
Mahallesi’nde, uzun kış gecelerinde çerez olarak tüketmek üzere kurutulan
karpuz, kavun çekirdekleri ve mısırların kavrulduğu bu evlerin sahipleri,
Tire’nin ticaret hayatını ellerinde tutuyorlardı. Ayrıca Mısırlı Mahallesi’nin bu sakinlerinin kavun çekirdeğinden yazın
yaptıkları ve soğuk içilen sübye şerbeti
de pek meşhurdu. Oldukça leziz bu içeceği bugün de Tire’de bulmak ve içmek
mümkündür. Demo
adlı ağabeyimiz yazları sübyeyi özellikle Tire’nin meşhur Salı Pazarı’nda Tirelilere hala içirmektedir.
Sübyeci Demo
(Hasan Doğan Arşivi)
Bu gün Mısırlı Mahallesi, yanı başında Şanizade Meydanı ve tıbbın büyük insanı Şanizade Ataullah Efendi adına dikilen
anıt, yine yanı başında yanan konağının kalıntısı, askerlik şubesi, eski
hapishanesi ile iç içe yaşamış; ama belleklerde kalan güzel anıları ile mahzun
bir görüntü sergilemektedir. Zamanında meydanda düzenlenen partiler, güzel
Yahudi kızlarının alımlı yürüyüşleri; hepsi de yaşlı büyüklerimizin
belleklerinde çok güzel anılar olarak kalmış bulunmaktadır. Bir yanda
Cumhuriyetin Onuncu Yıl kutlamaları ve o muhteşem coşku, bir yanda da gece
baloları ve hangi etnik topluluktan olursa olsun bu sevincin paylaşıldığı o
anların unutulması mümkün değildir.
Yalınayak Hamamı
Yalınayak Hamamı'nın içinin 2007 yılındaki hali
Tire’de resmi bayramlar,
önceleri İlk Mektep Caddesi’nde (Türkocağı Caddesi) yapılırdı. Bu cadde, Ihlamur Meydanı’ndan aşağı doğru inen
caddedir. Bu gün Ticaret Odası’nın
bulunduğu bina, ahşap ve oldukça eskiydi. Bu bina, Yunan işgalinde hükümet
binası olarak kullanıldı. Seha Gidel Hocamız, yıllar sonra o binanın bodrum
katında insan iskeletleri ve üniformalı ölmüş askerler gördüklerini
belirtmektedir. Bu binanın yan tarafı da jandarma binası idi. Bu bina, daha
sonra Türkocağı binası olarak
kullanılmıştır. İşte ilk resmi törenler bu binanın önünde gerçekleştirilirdi.
Bu caddenin başında Seha Gidel’in doğduğu ev ile önceleri Türkocağı’na ait olan sinema ve daha aşağıda Kumkuma Meyhanesi (daha
sonraları Seha Bey’in atölyesi olarak hizmet vermiştir) bulunuyordu. Dini
bayramlarda bayramlaşma töreni ise Tahtakale’den
Yeni Cami’ye doğru ilerleyen sokakta
yapılırdı.
Ihlamur Meydanı'nda bir
Cumhuriyet Bayramı kutlaması
(Hasan Doğan Arşivi)
Meydandaki Hacı Ömer
hayratı olan çeşmeden kim bilir kaç Yahudi kızı su içmiştir? Kim bilir kaç Türk
delikanlısı su içen bu güzel kızlara iç geçirerek bakmıştır? Tire hoşgörüsü ile
yıllarca Yahudileri ve Rumları bağrında taşımıştır. Komşuluk ilişkilerinden
tutun da, aynı okullara gidip, aynı sokaklarda gülüp eğlenen ve sadece
inanışları diğerlerinden farklı bu insanların Tire’nin toplumsal belleğinde
derin izler bıraktıktan sonra yakın geçmişte Tire’yi terk ettiklerini
biliyoruz.
Rumlardan kalan bir kapı kemeri
Rum Mahallesi
Buradan göç eden
Yahudiler, zaman zaman Tire’ye gelip hasret gidermektedirler. Aynı şekilde;
geçmiş yıllarda eski dostlarını ziyaret etmek amacıyla bir grup Tireli, Tireden
İsrail’e gider. Ziyaretin bitiminde, bizim grubu uğurlarken duygulanan eski
hemşerilerden bir Yahudi, Türk bayrağını çıkarıp “Yaşasın Türkiye, ben Türkoğlu
Türküm” diye hem bağırır hem de bayrağını sallar. Bendeniz de göçtükten sonra
ziyaret amacıyla Tire’ye gelen Yahudilerin, özellikle yaşlılarının Tire’yi karış
karış dolaşıp her noktada hasret giderdiklerini ve zaman zaman hüzünlenip
ağladıklarına şahit olmuşumdur. Yüzyıllar boyu iç içe yaşamış bu iki toplum,
birbirine et ve tırnak kadar karışmış ve hatta birbirlerine kız alıp
vermişlerdir.
Organize Sanayi Bölgesi’nde
bir kenara atılmış yüzlerce Yahudi mezar taşından birisi
bir diğeri...
Tire Müzesi’nin de
bulunduğu Şanizade Meydanı’ndan
sokaklar, sizi uygarlığın başka izlerinin bulunduğu Eski Yeni Hamam ve hemen yanındaki Yalınayak Meydanı’na götürür. Meydanın bitişiğinde Alaybey Camisi, biraz ileride Kara Hasan Camisi yer alır. Bu sokaktan Kaziroğlu Camisi’ne kadar
çıkabilirsiniz. Bu arada Yalınayak
Meydanı’ndan Havuzlu Kahve ve Hacı Kalfa’ya da ulaşmak mümkündür.
Tire’ye bir de Hacı Kalfa’dan ve
yanındaki Buğday Dede’den
bakıldığında şehrin tarihi dokusu kendini ele verir. Hanların, hamamların,
camilerin, türbelerin, bedestenlerin ve eski evlerin, tepelerin diplerinden
yukarılara doğru tırmandığı görülür. O alanlarda Türklerin miras bıraktığı eser
yoğunluğu, şehrin geçmişi ile ilgili izleri gözler önüne serer. Zira beylikler
döneminden itibaren bu şehir, önemini daima korumuştur. Özellikle 14. yy.dan
sonra çok önemli külliyelerde yetiştirilen öğrenciler, fetih hareketinden sonra
Rumeli’ye yerleştirilmiştir. Tire bu anlamda; Osmanlı’nın Balkanlar’daki
egemenliğinin perçinlenmesinde, bağrından yetişen öğrencileriyle bir ocak
işlevi görmüştür.
Karakadı Necmettin
Camisi'nin avlusu
Bu külliyelerin bugünün
üniversiteleri olduğu gerçeği göz önüne alınırsa, şehrin o yıllarda eğitim ve kültür
mekânı olduğu anlaşılır. Yavukluoğlu,
Molla Arap ve Hafsa Hatun
külliyeleri bugün yetkililerin ilgisini beklemektedir. Paris veya Roma
dendiğinde ilk akla gelen nedir? Tire dendiğinde ilk akla gelecek nedir?
Turizmin mikro değerlere yöneldiği, Dünyanın küçüldüğü günümüzde, geleneksel
değerlerin korunması ve geliştirilmesiyle geleceğe yönelmek gerekir. Karakadı Camisi restorasyonu için
hayatını adayan Halil Amca, ayağa kaldırılan eserin karşısında gururla bize bu
muhteşem eseri anlatmaktadır. Gönül ister ki bu tür bireysel çabalar
kurumsallaşsın.
Karakadı Necmettin
Camisi'nin avlusuna giriş
Karakadı Necmettin Camisi
Karakadı Necmettin Camisi, bugün Kocabıyık Mahallesi’nde bulunmaktadır. Devşirme sütun başlıklarının
hepsi birbirinden farklı olup, medrese odaları ve minaresindeki süslemeler
görülmeye değerdir. Tire’yi Tire yapan değerlerin onlarcası bugün ne yazık ki
bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu
arada belirtelim; Osmanlı döneminde en güzel minare yapma yarışmalarının
yapıldığını, 2007 yılının Aralık ayında ebediyete intikal eden Lütfi Filiz’den öğrenmekteyiz. Bugün
Tire’de Karahasan, Narin, Kazir,
Hüsamettin ve Karakadı Necmettin camilerinin
minareleri, motif zenginliği ile ziyaretçileri büyülemektedir. Yine, Seha Gidel Hocamızın anlatımına göre;
bir gün Tire’ye ülkemizin değerli bilim adamlarından Ord. Prof. Süheyl Ünver gelir. İbni
Melek Hazretleri’ni ziyaretinde “bir
gün ülkemizin yabancıların eline geçebileceğini, ülke topraklarının bize ait
olduğunu kanıtlamak zorunda kalırsak, o gün; geçmişten gelen en küçük bir
parçanın, en muhteşem apartmanın tapusundan daha değerli olacağını” ifade
eder.
Karakadı Necmettin
Külliyesi’nde avludaki sütun başlığı detayı
Tire’nin en doğusuna
geldiğinizde, başı Paşa Çeşmesi’nden
başlayan derin bir vadi uzanır. Burası Değirmendere
olarak anılır. Vadi içinde eski zamanlarda; 37 adet değirmeni ile birlikte
gürül gürül akan suyun Tire’ye ulaştığı noktada, tarihi oldukça eski (14.yy.
yapısı) Hafsa Hatun Külliyesi ile
birlikte Duatepe Mahallesi ve bu
mahallenin Ekinhisarı semti yer alır.
Ekinhisarı, bir zamanlar yüzlerce
tarihi beledi dokuma tezgâhının çalıştığı ve onu besleyen diğer lojistik
noktaların bulunduğu yerdi. Bu geleneğin son temsilcilerinden birisi olan Saim Bayrı da bu semtte yaşadı.
1402’deki Ankara Savaşı’ndan sonra Timur’un,
Tire’ye geldiğinde bu bölgede dört ay konakladığı söylenmektedir. Ayrıca
Timur’un, Canbazlı, Kemerdere ve
çevre köyleri gezerken söylediği rivayet edilen sözler bugün dahi hala halkın hafızasındadır.
“Canbazlı kadınları onsun” veya “Kemerdere erkekleri onsun” gibi övücü
ifadeler bugüne kadar söylene gelmiştir.
Değirmendere Vadisi'nde yer alan Hafsa Sultan Külliyesi
Değirmendere; şimdi suyu yok.
Batıdan doğuya, dereler
boyunca; suyun, tarihin derinliklerinden sızarak ardında bıraktığı izlerdir
aslında anlattıklarımız. Bazısı söylence olsa da, hala bugün Tire’de daracık
sokakların ve Aydın Dağları’na doğru tırmanan dik yokuşların ulaştığı köşe
başlarında, bunların delillerini ve bazen de sırlarını saklamaktadır burada hayat;
tabii ki görene ve duymak isteyene…
Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen ve Fotoğraflayan: İ.Fidanoğlu