6 Mayıs 2016
İbrahim Fidanoğlu
Sabah Tire’de Derekahve’deki Hıdrellez kutlamalarına katıldıktan sonra Boynuyoğun köyüne kahvaltı için
uğramıştık. Emektar çınarın gölgesinde Milli Parklar görevlileriyle; köydeki
koyunlara musallat olan ve köylülerce “canavar” diye adlandırılan bir mahlûkat
üzerine kısa bir sohbet yapmıştık. Köylülerin bir efsaneye dönüştürüp canavar
adını verdikleri bu hayvan, ormancılara göre büyük olasılıkla aç kalmış bir
köpekti. İçilen çaylarla gelişen sohbetten bize kalan, en az 700 yıllık çınara;
tabii anıt olması yönünde ormancıların göstermiş olduğu ilgiydi. Bilge çınar,
bunu çoktan hak etmişti zaten. Ormancılarla ve saygıdeğer çınarla vedalaşıp Boynuyoğun’dan ayrıldık.
Boynuyoğun köyü; bilge çınarın altında...
(Fotoğraf:İF; Kasım 2007)
Bundan sonraki hedefimiz, günün kalan yarısını dolduracak güzel bir
yürüyüş rotasıydı. Binbir hikâyeyle yüklü Eğridere
Vadisi’nden(1) doğuya
doğru ayrılan bir başka vadinin derinliklerinde saklı Yenişehir Göleti, bugünkü hedef noktamızdı. Bunun için başlangıç
yerimiz ise, daha önceki yıllarda yürüdüğümüz Koyuncular Yaylası’na(2)
giden tali asfalt yolun üzerindeki bir tepede yer alan Yenişehir köyüydü.
Yenişehir'den Koyuncular Yaylası'na doğru ele ele vermiş vadiler
Yenişehir sırtlarında katırtırnakları
Lir biçimli kampana çiçekleri; bunlar biraz farklı ve damarlı...
Papatyagillerden; dede sakalı
Arabamızı Yenişehir köyünde böbreklere iyi geldiği
söylenen ve şeker gibi tatlı bir suya sahip meşhur çeşmesinin yanında bıraktık
ve Koyuncular Yaylası yönünde
yukarıya doğru yürümeye başladık. Sağ yanımızda önce Osmancık ve daha sonra vadinin dibinde Eğridere köyleri eşlik etti bize. Asfalttan kısa süreli yürüyüşümüz,
göletin de yer aldığı vadiye doğru inen bir toprak yola kadar devam etti.
Toprak yoldan aşağıya doğru koyuverince kendimizi, baharın binbir renge
boyadığı enfes bir coğrafyaya doğru dalıverdik hemen.
Yenişehir Alman papatyaları
Dikenler mora dönmüş; dulkarı gömleği
Alman papatyaları; yakından...
Karşı yakadaki Osmancık köyü
Koyuncular Yaylası’nın altından kıvrıla kıvrıla gölete doğru
ilerleyen toprak yol boyunca, Yenişehir
köyü uzun süre görüş açımızdan çıkmadı. Vadiye doğru alçalarak inen birkaç sel
yatağı bize başka sürprizler hazırlamıştı. Hele bir tanesi eşsizdi. Eğrelti
otları, çılgınca büyümüş çınar ağaçları, envai çeşit çiçeğe durmuş nebat ve
bunların arasından vadiye doğru akan küçücük bir dere, bizim aklımızı
başımızdan aldı. Hele biraz ilerleyince karşılaştığımız bağrından sarı su (büyük
olasılıkla kükürtlü idi) akıtan o güzelim çeşme; nasıl da sevimliydi ve tek
başına… Üstüne üstlük bir de beyaz ve mor renkte kampana çiçekleri, sapsarı
aslan dişi papatyalar, benzersiz desenleriyle göz alıcı ban otlarının kreme
çalan çiçekleri gerçekten görülesi bir peyzajı sunmaktaydı bize.
Bizi bekleyen sürprizler bu vadide...
Eğreltiotları ile kaplıydı her yer.
Sarı su akan çeşme
Vadinin dibindeki küçük dere ve çınarlar
Çınarlar ve eğrelti otları birbirine sarınmıştı sanki.
Gezginin huzur bulduğu an...
Çınar ağaçlarının resmi geçidi
Maydanozgillerden; küçük tavşancıl otu
Helevanlar ve papatyalar bir arada...
Bir tepe üstüne konumlanmış Yenişehir köyünün, uzak vadilerden görünümü
Derin yeşil; Koyuncular Yaylası'na doğru bakış
Doğumuzda kıvırılıp bükülen yollar; birazdan oradan geçeceğiz.
Yenişehir köyünü solumuza alarak gölet yönünde doğuya
doğru tırmanmaya başladık. Vadinin kıyısında çiçeğe durmuş bir dizi deve dikeni
karşıladı bizleri. Akçaağaçlar, kız elmaları hepsi çiçekteydi. Varla yok arası
bir muntazam geometrinin ispatı helevanlar, çeşit çeşit papatyalar, masmavi dağ
karanfilleri, sarı çiçekleriyle farklı türde dikenler, üzerinde mor renkli
fasulyeleri andıran meyveleriyle erguvanlar vadinin yamaçlarını renkten renge
boyamışlardı.
Ban otlarının muhteşem güzellikteki çiçekleri
O muhteşem vadideki kampana çiçekleri; bir merdiven gibi...
Eğrelti otları ve kampana çiçekleri bir arada...
Aslan dişleri
Yürüdüğümüz topografyada canlanan bir Kuvayı
Milliye hikâyesi
Biraz ilerleyince sırtın
en yüksek noktasına ulaştığımızı anladık. Neredeyse Eğridere üstündeki Geyik Oynar
Tepesi’nin tam karşısındaydık. Mekânın ruhu sürükledi bizi ve işte tam
burada geldi aklımıza; Yunan İşgali sırasında milli direnişin unutulmuş
kahramanlarından Mülazım Ahmet Rifat
Kemerdere’nin(3)
Zincirlikuyu Muharebesi sonrasında Kemerdere
Vadileri’ne doğru can havliyle kaçan kafilelere katılışı, bir gece vakti Mendegüme yolunda çalıkakıcı birkaç
yörük tarafından pusuya düşürülüp ölümün eşiğine gelişi, bir şekilde onlardan
kaçıp kurtuluşu ve aşağılardaki Eğridere
Vadisi’nin kuytu bir köşesine saklanmış Eğridere
köyünün cesur muhtarı Yüzbaşıoğlu Mehmet’e
sığınarak yeniden hayata dönüşü…
Eğridere üstündeki Geyik Oynar Tepesi
Gezginler, Geyik Oynar Tepesi'ne nazır bir yarın başındalar.
Olay, 30-31 Mayıs 1919
gecesi Tire-Kahrat-Boynuyoğun-Zincirlikuyu-Kemerdere ve Eğridere Vadilerinde
gerçekleşir. Yunanlıların İzmir’i işgali sonrası Tire, Bayındır ve Ödemiş
üzerine ilerleyişlerine karşılık vermek üzere Ödemiş merkezli örgütlenen Kuvayı
Milliye kuvvetleri, İlkkurşun (eski
adıyla Hacı İlyas) Tepesi önlerinde
bir cephe hattı oluştururlar. Amaçları bölgedeki zeybeklerden de destek alarak
Bayındır üzerinden Ödemiş’e trenle gelecek Yunan kuvvetlerine bir baskın
vermektir. Bu cephe hattında tahkimat faaliyetleri sürerken, bir yandan da Kahrat’ta bulunan Gökçen Efe’nin de
katkısıyla 80 kişilik bir birlikle Tire’deki işgalci Yunan kuvvetlerine karşı
bir şafak baskını düzenlemeyi planlarlar. Bu baskın öncesinde de Ödemiş
Jandarma Bölük Komutanı Mülazım Ahmet
Rifat Kemerdere ve arkadaşı Hamit
Şevket Bey, Gökçen Efe ile temasa
geçmek ve baskına katılmasını sağlamak üzere Kahrat’a (bugünkü Gökçen
Kasabası) gider. Sağlanan mutabakata rağmen Gökçen
Efe, anlaşmaya uymaz ve Kuvvacı güçlere güvenmeyerek baskın gecesi Yunan işgali
altındaki Güme Dağı’nda bulunan Canbazlı köyüne gider.
Kuvayı Milliye Kahramanı Ödemişli Ali Orhan İlkurşun'un Anıları ile ilgili Ödemiş Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi tarafından yayınlanan kitabın kapağı
Bu olayı Gökçen Efe’nin kızanlarından Hüseyincik, Ödemişli Kuvayı Milliye
kahramanı Ali Orhan İlkkurşun’un
anılarında şöyle anlatır:
“İftar vakti Gökçen’i ziyarete gelen iki
zabitin emrinde 70 kişilik bir kuvvet vardı. Onlar bu kuvveti köyün dışında
bırakarak Efe’nin evine gelmişlerdi. Eğer her istediklerini kabul eder
görünmeseydik bizi öldürebilirlerdi. Çünkü karşılıklı kuvvet bakımından 7’e
karşı 70 idiler.
Bu sebeple Efemiz Gökçen, onların bütün
tekliflerine “peki” dedi. Onlar çekip gittikten sonra biz doğruca Yunan
işgalindeki Canbazlı köyüne çıktık. Gökçen, bu iş için Yunan kumandanını bizzat
görmüş değildir. Fakat köyümüzde çalışan bahçıvan İlya ile haber yolladı.
Ertesi sabah yapılan muharebeyi
(Zincirlikuyu Muharebesi kast ediliyor) biz, Canbazlı köyünden seyrettik. Milli
kuvvetler geri çekilip Yunan kuvvetleri Ödemiş’e girince, biz de Kahrat’a
döndük.”(4)
Gökçen Efe kucağında kızıyla birlikte...
(Kaynak: Sabahattin Burhan)
Hüseyincik’in iki zabit
dediği Ahmet Rifat ve Hamit Şevket Beylerdi. Mahiyetlerinde
hiçbir kuvvet yoktu; fakat her nedense Efe’ye ve adamlarına öyle gelmişti ve bu
şüphesiz iki genç vatanseverin hayatları bakımından hayırlı olmuştu.
Ahmet Rifat Kemerdere'nin eşkiya takibi üzerine hazırlanmış 1938 yılı baskı tarihli kitabının kapağı
Yenişehir köyü
Vatanın kurtuluşuna
adanmış bir insan hayatının bu dramatik anları, Ödemişli Kuvayı Milliye
kahramanı Ali Orhan İlkurşun’un
anılarında şu şekilde aktarılıyor:
“Ahmet Rifat Bey, ölüm kasırgaları içinde
24 saat çırpınmıştı. Manen ve maddeten bitkin haldeydi. Kemerdere Yaylası’nın ıssız dağları arasına girmişti. Mendegüme(5) köyüne varmak için emin bir yol arıyordu. Nihayet
bir siyah kıl çadır gözüne ilişti, o tarafa yöneldi. Burası Yörük Halil’in
çadırı idi.”(6)
Eğridere Vadisi'ne sinmiş Eğridere köyü
Yol boyunca dağda
rastladıklarının kuşkulu tavırlarına maruz kalan Ahmet Rifat Kemerdere ve yol arkadaşı Giritli Süvari Mustafa, Yörük Halil’in çadırında da aynı manzarayla
karşılaşır. Kısa sürede buradan ayrılan yolcular, Ahmet Rifat Kemerdere’nin ifadesiyle iki taraflarında yükselen
kıvrım kıvrım dik sırtların arasında muazzam bir huninin dibine ulaşırlar. Burada
karşılarına çıkan Yörük İbrahim ve bir başka Yörük Kara Halil isimli kişilerin
onlara haince bir tuzak hazırladıklarını bilmeksizin Mendegüme yolunu onlardan öğrenmeye çalışırlar. Yörük Halil’in;
ısrarla “bu gece çadırda kalın, Mendegüme’ye
yarın yola çıkarsınız” sözlerine rağmen aldıkları tarif üzerinden Mendegüme’ye doğru yollarına devam
ederler. Vakit epey ilerlemiştir, tam o sırada karşıdaki çalıların içinden
üzerlerine doğru tüfeklerle bir yaylım ateşi başlar; arkadaşı Süvari Mustafa
orada cansız yere devrilir, kendisinin de saçmalardan dolayı bütün vücudu
kanlar içinde kalır. Neyse ki yarası arkadaşınınki gibi hayati değildir. Can
havliyle bir yarın başından Eğridere’nin
derin ve buz gibi sularına atlayan Ahmet
Rifat Kemerdere, uzun süre suyla
mücadele eder. Eğridere’nin giderek
genişleyen vadisinin bir kuytusunda yer alan Eğridere köyüne ulaştığında son bir gayretle köyün muhtarı Yüzbaşıoğlu Mehmet’i bulur. Muhtar,
karşılaştığı köylülerin aksine ona yardımcı olur, köyün misafirhanesinde
ağırlar, yaralarını sarar. O sırada köyde Zincirlikuyu
Muharebesi sonrası köye sığınan ve Ahmet
Rifat Kemerdere’nin tanıdığı Kuvvacı zabit arkadaşları da vardır. Hep
birlikte Eğridere köyünde bir gece
geçirirler. Muhtar, ertesi günü büyük bir cesaret örneği gösterir, oğlunu da
rehber olarak Ahmet Rifat Kemerdere’nin
yanlarına vererek, onların Mendegüme’ye
ulaşmalarını sağlar. Bu onların kurtuluşu ve Kuvvacılar arasına katılmaları
anlamına gelmektedir.
Dağ karanfilleri
Sarı çiçekli top dikenler
İsmini bilemedik.
Akçaağaçlar; yörede akça çınar diyorlar.
Üzerinde meyveleriyle erguvanlar
İşte onları Nazilli’deki
milli direniş karargâhına ulaştıracak Mendegüme
etabı, bugün bizim yürüdüğümüz rotanın bir üst düzleminden geçen ve Koyuncular Yaylası’ndan Aydın
Dağları’nın arka dünyasındaki derin vadilerine doğru ilerleyen hırçın bir
coğrafyanın bağrında saklıdır.
O büyülü coğrafya; karşıda Eğridere sırtları
Asıl dramatik olan,
hayatını bir davaya adamış bu insanların yeni bir paradigmanın o toplum içinde
filizlenişi esnasında, ne kadar az ve yalnız olduklarıdır. Yukarıdaki hikâye,
bu açıdan da ibretlik derslerle doludur. 2500 yıl önce yine bu topraklarda
söylenmiş bir sözün önemini anımsatması açısından, bütün bu yaşananlar
değerlidir ve hatırlanmalıdır. Kymeli ozan Hesiodos,
İşler ve Günler isimli manzum
eserinde tarihin derinliklerinden büyük insanlığa şöyle seslenir:
“İnsanlar, kötülüğe yığınla
akın eder; ona kolayca ulaşırlar, yolu düzdür, yeri yakındır; ama iyiliğin
önüne tanrılar alın terini koymuşlardır, ona varan yol uzun ve diktir.” (HESİODOS, İşler ve Günler)
Sözün özü budur.
Bu hikâyeyi buraya niye
koyduk? Bir kere; her şeyden önce yürüdüğümüz bu müthiş topografyada bize ait
yaşanan bir şeyleri anlattığı için. Ayrıca; her şey bir vesiledir unutulmuş
kahramanlıkları anlatmak, hatırlatmak için. Değerlerini tüketen bir toplum
olmamak, tamamlanamamış bir ulus yaratma projesinin yerelde yaşanan dramatik
olaylarını yeniden ve yeniden genç nesillere anlatarak bir farkındalık yaratmak
için.
Geyik Oynar Tepesi'nin karşısındaki o pastoral patika
Çiçek dişbudak
Papatyanın güzelliğine tanığız.
Yenişehir Göleti’ne doğru
Bu kadar anımsamadan sonra biz ise, Geyik Oynar Tepesi’nin karşısındaki bu yarın başından usul usul ayrıldık. Hemen yanımızdaki şirin bir patika, vadinin yamaçlarında yer alan bir bahçenin tahta kapısına doğru ilerliyordu. Bu pastoral görüntüyü fotoğraflayıp yolumuza devam ettik.
Akça çınarlar çiçekte...
Yemyeşil vadilerin sonsuzluğu
Yenişehir Göleti ile ilk karşılaşma; üst düzlemden...
Dikenlerin ardındaydı Yenişehir...
Vadinin kıvrımlar
halinde içerilere giren yamaçları boyunca ilerleyerek gölete yaklaştığımızı
düşünürken, yürüdükçe sanki göletten uzaklaşıyorduk. Topografya o kadar
aldatıcıydı ki; vadinin bitmek bilmez kıvrımları, bizi göletten bir ara bayağı
uzaklaştırdı. Artık göleti yukarıdan takip edebiliyorduk. Ancak yine de yanına
henüz yaklaşamamıştık. Sonunda gölete doğru vadiye inen ilk rastladığımız
toprak yoldan aşağıya doğru yürümeye başladık. Genç ceviz ağaçlarıyla kaplı bu
yolun sonunda birkaç evden oluşan bir mezraya ulaştık sonunda.
Alıçlar çiçekte...
Göleti dolduran dere yatağına doğru kıvrıldığımızda karşılaştık armutlarla...
Anadolu at kasnağı; perula ailesinden...
Dere yatağına inerken genç ceviz ağaçları karşıladı bizi.
Yenişehir Göleti'ne doğru
Yenişehir Göleti’ni besleyen küçük dereyi kemerli bir köprünün
üzerinden geçerek aştık. Koyuncular
Yaylası yönünden gelen bir başka toprak yolla bu noktada buluştuk. Gölete
oldukça yakınlaşmıştık. Sulama amaçlı yapılmış gölet, aşağımızdaki fasulye
bahçelerine kadar dayanmıştı. Göletin karşı kıyısındaki yamaçta birkaç aile
piknik yapıyorlardı. Kıyıya uzanmış söğütler, hemen kıyıdan itibaren yamaçlara
doğru tırmanan zeytinlikler hoş bir peyzaj oluşturuyordu. Derenin ağzı, gölete
kavuştuğu noktada küçük bir bük şeklinde genişlemişti. Kıyısındaki barbun
fasulye bahçesinde çalışan bir köylü kadınla selamlaştık. Bahçe fasulye sırıklarıyla
kaplıydı.
Vadim o kadar yeşildi ki...
ve karşımızda Yenişehir Göleti
Yenişehir Göleti'nin göz alıcı karşı kıyıları
Derenin gölete kavuştuğu ağzı; bir bük gibi...
Yenişehir Göleti
Savak üstünden Yenişehir Göleti'nin genel görünüşü; arkada geldiğimiz vadiler
Artık hedefimize ulaşmış
sayılırdık. Yenişehir köyünden çıkıp Koyuncular Yaylası altından tam bir yay
çizerek vadilerin yamaçları boyunca büklüm büklüm kıvrılarak gölete ulaşmıştık.
Toplamda yaklaşık 12 km kadar yürümüştük. Yenişehir Göleti’nin savağının
kıyısından ilerleyerek yeniden Yenişehir köyüne doğru yöneldik. Sağımızdaki
sapak, Sarılar köyüne doğru
gidiyordu. Yaklaşık yarım saat sonra Yenişehir
köyüne alt yoldan giriş yaptık. Köyün altında çok eski bir çeşme vardı;
ancak suyu akmıyordu. Fotoğrafladık. Bize göz kırpan dutlara uğramadan olmazdı.
Tadım seansından sonra morlu pembeli ban otlarının göz alıcı çiçeklerinin
arasından süzülerek, arabamızı bıraktığımız yukarıdaki çeşme düzlemine ulaştık.
Yenişehir'e doğru dere kıyısında; papatyalar, dikenler ve sürülmüş tarlalar bir arada...
Yürüdüğümüz vadiler artık gerilerde kaldı.
son kez papatyalar
Gezginler, akşama doğru yorgun argın Yenişehir köyüne girerken...
Köyün yaşlı ve yorgun çeşmesi; şimdi akmıyor suyu...
mavi renkli çiçekleriyle bit otları
Bit otları; bunların çiçekleri de lila renkliydi.
Çeşme başındaki
serinleme ve su doldurma molası sonrası, Tire’ye doğru yola çıktık. Günün
hakkını vermiş; sabah Hıdrellez şenliklerine katılmış, öğleden sonra Boynuyoğun köyü üzerinden Yenişehir havalisinde; doyumsuz bir coğrafyada
yürüyüşümüzü gerçekleştirmiştik. Bizden bahtiyarı olabilir miydi? Hele bir de
zamanın ve mekânın ruhuna da varabildiysek eğer, ne mutlu bize demek düşer.
Şimdi dönmek zamanıdır; İzmir, bizleri bekler.
Dipnotlar
(1) Eğridere Vadisi için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-egridere-vadisinde-manastir.html
(2) Yenişehir ve Koyuncular Yaylası
ile ilgili olarak bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-yenisehir-koyuncular-yaylasina.html
(3) Ahmet Rifat Kemerdere, Yunan İşgali arifesinde Ödemiş’te Mülazım rütbesiyle Jandarma Bölük
Komutanlığı görevinde bulunmuş, Kurtuluş Savaşı’nın Garp Cephesi’ndeki
muharebelerine katılmış; Cumhuriyet döneminde ise Emniyet Genel Müdür
Yardımcısı görevlerinde bulunmuştur. Kemerdere soyadını yazıda da sözü edilen
Zincirlikuyu Muharebesi sonrasında Aydın Dağları’nın Kemerdere Vadilerindeki
yaşadıklarından esinlenerek aldığı Seha Gidel Hoca tarafından aktarılmıştır.
Bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2013/08/kurtulusun-unutulmus-kahramanlari-icin.html
(4) Ali Orhan İlkurşun’un Anıları; Yayıma Hazırlayanlar: Engin Berbet-Taner Bulut-Tülay Gül; Ödemiş
Belediyesi, Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını:4Mart-2013; sayfa: 132
(5) Mendegüme, Aydın Dağları’nı kuzeyden güneye doğru aşan Ödemiş-Köşk geçişinde yer
alan, beş köyün birleşiminden oluşan, Roma Dönemi’nden beri mevcut (o dönemdeki
ismi beş köyün birleşimi anlamında Pentakome
imiş) önemli bir stratejik geçiş bölgesinin adıdır. Bugün bu bölgenin
merkezinde Hamamköy yer almakta;
köyün meydanında ise Yunan işgali sırasında katledilen Mendegümeli köylülerin
anısına bir kitabe bulunmaktadır.
(6) Ali Orhan İlkurşun’un Anıları; sayfa: 146-154
(7) Fotoğraflar,belirtilenler dışında gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir.
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Fotografı görülen "Dağ Karanfili" olarak isimlendirdiğiniz bitki.
YanıtlaSilMavi Kantaron, Bir başka adı ile Yanar döner çiçeğidir.
Yıllar önce, her yıl Ankara'da açılan, bir aylık Ağaç Okulun'da bize, bu çiçeğin türünün tükenmek üzere olduğu, bu çiçeği bir yerde görürsek,( Söyleyen olarak İsmail Özkahraman benzeri bir isim hatırlıyorum ancak tam emin değilim.) kendilerine haber vermemizi söylemişlerdi.
Ağaç okulunu,o zaman Ankara Milli Produktivite Merkezi'nde çalışan Doç. Yücel Çağlar açardı. Bu konu ile ilgili Ormancılık Fakültesi hocalarından; Sn.Hayrettin Karaca'dan da bilgi alınabilir sanırım.
Ormancılık Fakültesi hocaları soyu tükenmekte olan çiçeklerden bulunduğu yerde tohum alıp türü yaşatmak amaçlı üretmek istiyorlardı.
Fotografı görülen "Dağ Karanfili" olarak isimlendirdiğiniz bitki.
YanıtlaSilMavi Kantaron, Bir başka adı ile Yanardöner çiçeğidir.
Yıllar önce, her yıl Ankara'da açılan, bir aylık Ağaç okulunda bizlere, bu çiçeğin türünün tükenmek üzere olduğu, bu çiçeği bir yerde görürsek,kendilerine haber vermemizi söylemişlerdi. (Söyleyen Hoca olarak; İsmail Özkahraman benzeri bir isim hatırlıyorum ancak tam emin değilim.) Ankara'da
Ağaç Okulunu,O zaman Ankara Milli Produktivite Merkezi'nde çalışan Doç. Yücel Çağlar açardı. Bu konuda, Sn.Hayrettin Karaca'dan da belki bilgi alınabilir sanırım.
Kendilerine haber vermemizi söyleyen kişilerin Ormancılık Fakültesi Hocaları olduklarını sanıyorum. Internette
Ağaçlar Net Grubunda da konu paylaşılabilir diye düşünüyorum.
Adını bilemediğiniz beyaz çiçekler çok güzel kokuyor mu idi? Madagaskar yasemini olmasınlar?
YanıtlaSilDağkaranfili olarak adlandırdığınız çiçek, mavi kantaron/ yanardöner çiçeği. Yıllar önce Ormancıların açtığı bir kursta bize bu bitkinin soyu tükenmekte olduğu, onu nerede görürsek kendilerine haber vermemizi söylemişlerdi. Kurs Ankara'da her yıl ''Ağaç Okulu'' adıyla açılır. O yıllarda kursu Doç Yücel Çağlar açardı.
Ormancılık Fakültesi hocaları, Sn. Hayrettin Karaca ve belki ''ağaçlar net.'' internet sitesini yöneten Ziraat Fakultesi mensupları çiçeğin yeri ile ilgilenebilirler.
Değerli takipçimiz, öncelikle yorumlarınız ve bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz için teşekkür ederiz. Bu yanıtı, üç adet yorumunuz için ortak olarak kabul edin lütfen. Yıllardır Tire'nin arka dünyasındaki dağlarda, yaylalarda ve derin vadilerde dolaşıyoruz. Bitki resimlerini isimlendirirken hassas davrandığımızdan ve bilimsel kaynaklardan yararlandığımızdan emin olabilirsiniz. Ayrıca Dağa Kaçtım Ekibi'nde kadrolu bir botanikçimiz de mevcuttur. Ancak ne yazık ki, belirttiğiniz gibi bizim dağ karanfili olarak adlandırdığımız çiçek, mavi kantaron değildir. Tire yöresinde yaptığımız yüze yakın yürüyüşte mavi renkli kantarona rastlamadık. Bu çiçek, Tire Güme Dağı Çiçekli Bitkileri isimli katalogta Prof.Dr. Özcan SEÇMEN, Doç.Dr. S.Gökhan ŞENOL, Uzman Erkuter LEBLEBİCİ ve Ozan ŞENTÜRK tarafından dağ karanfili olarak adlandırılmaktadır. Söz konusu yayın, 2015 yılında Tire Belediyesi Kültür Yayınları arasında yayınlanmış bulunmaktadır. Kitabı, Tire Belediyesi Kültür İşleri Müdürlüğü'nden temin edebilirsiniz. Gelelim; bizim "ismini bilemedik" şeklinde nitelendirdiğimiz beyaz çiçeklere... Bu çiçekler kokmuyordu ve bize göre de yasemin türü bir çiçek olma ihtimali oldukça fazla. Ancak; "mektepli" birinden bu konuda yardım alacağız gibi görünüyor. Sanıyorum, bütün sorularınıza yanıt vermiş oldum. Bilgilerinize sunar, bloğumuza ilginizin devamını dileriz. İF
SilGüzel bir çalışma olmuş tebrik ederim. Ancak bir iki noktaya odaklanılmış. Halbuki konu edilmeye değer o kadar çok yer ve materyal var ki. Bir de Gökçen Efe'nin Milli Mücadele'deki faaliyetlerinden söz edilecekse öncelikle Efe'nin şehadet mertebesine erdiği ve bugün de Dörtyol denilen mevkide heykelinin olduğu ve daha 1938 yılında adına abide dikilen ve şehadeti dolayısıyla ismi daha önce "Fata" iken Osmanlı Hükümetince köye, Efe'nin ismi verilen asıl Gökçen'den ve buradaki faaliyetlerinden söz etmek gerekirdi. Yunanlılar Fata'daki hezimetlerinden dolayı köyü yakmışlar ve köyde kimi ele geçirdilerse Atina'ya kadar götürmüşlerdir. Kocabaş Ahmed isimli rahmetli bir amcamız Atina'da bin ayaklı merdivenin tepesinde idam sırası kendine gelmişken, çok büyük bir şans eseri olarak çıkan afla kurtulmuş ve yetmişli yılların sonuna kadar yaşamıştır. Konuyu daha fazla uzatmayayım. Kahrat dediğimiz alt kısımda kalan mahallelerimiz belediye kurularken Gökçen'e dahil edilip bu şekilde kasaba statüsü kazandırılmıştır. Saygıyla arz olunur.
YanıtlaSilSayın İbrahim Küreli,
SilÖncelikle bloğumuza göstermiş olduğunuz ilgi ve katkılarınız dolayısıyla teşekkür ederiz. Yazdıklarınızdan bu coğrafyayı iyi tanıdığınız anlaşılıyor. Bizler, İzmir yakın coğrafyasında yaklaşık 7 yıldır dağlarda yürümekteyiz. Amacımız bölgenin kültürel varlıklarına ve doğasına yönelik bir farkındalık oluşmasına katkıda bulunmaktır. Her yazı, kendi kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Geri bildirimde bulunduğunuz yazı, Yenişehir Göleti civarındaki bir rotada yürürken, o bölgede Kuvayı Milliye günlerinden kalma bir hatıranın bugünlere aktarımını içermektedir. Yazıya dayanak alınan doküman, Yunan kuvvetlerine karşı Hacı İlyas Tepesi(bugünkü İlkurşun köyü yakınları) önlerinde bir direniş hattı oluşturma çalışmaları içerisinde yer alan Ödemişli yedek zabit Ali Orhan İlkurşun'un Anıları'dır. Burada aktarılan hikaye, Kuvayı Milliye Direnişi'nin filizlenme anında ne büyük zorluklarla karşılaşıldığını ve o günkü fedakar ve vatansever önderlerin nelere katlandığını anlatmak içindir. Gökçen Efe'yi herkes bilir; ama bir Ali Orhan İlkkurşun'u, bir Ahmet Rifat Kemerdere'yi (...ki Kemerdere, Güme Dağı'nın vadi koyaklarında yer alan iki köyün adıdır; Büyükkemerdere ve Küçükkemerdere.Bu hikayedeki yaşananların anısına; söz konusu kişi Ahmet Rifat Bey, Kemerdere soyadını almıştır.) çoğumuz bilmeyiz ve hatırlamayız. Bizim bir amacımız da; bu unutulmuş kahramanları bu halka hatırlatmaktadır. Söz konusu Zincirlikuyu Muharebesi'nde Gökçen Efe'nin koyduğu tavır, elbette ki Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcında Batı Cephesi'nin oluşturulma sürecinde katkılarını ve şehadetini asla azaltmaz. Ancak, bütün bunlar bir başka yazının konusu olabilir. Ayrıca bloğumuzda da Gökçen Efe ile ilgili başka yazılar bulabilirsiniz. Özellikle yazdıklarınız içinde Kocabaş Ahmet ile ilgili anlattıklarınız çok dikkate değer. Böyle kenarda köşede kalmış bilgileri bizlerle paylaşırsanız bizi mutlu edersiniz. Katkılarınızın ve katılımınızın devamını dileriz. Görüşmek dileğiyle...İF
İsmimi yazmayı unuttum.
YanıtlaSilİbrahim KÜRELİ
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı
Sadabad - Kağıthane / İSTANBUL