27 Mayıs 2016 Cuma

TİRE YENİŞEHİR GÖLETİ YÜRÜYÜŞÜ ve YÜREĞİMİZİ TİTRETEN BAŞKA HİKÂYELER



6 Mayıs 2016
İbrahim Fidanoğlu

Sabah Tire’de Derekahve’deki Hıdrellez kutlamalarına katıldıktan sonra Boynuyoğun köyüne kahvaltı için uğramıştık. Emektar çınarın gölgesinde Milli Parklar görevlileriyle; köydeki koyunlara musallat olan ve köylülerce “canavar” diye adlandırılan bir mahlûkat üzerine kısa bir sohbet yapmıştık. Köylülerin bir efsaneye dönüştürüp canavar adını verdikleri bu hayvan, ormancılara göre büyük olasılıkla aç kalmış bir köpekti. İçilen çaylarla gelişen sohbetten bize kalan, en az 700 yıllık çınara; tabii anıt olması yönünde ormancıların göstermiş olduğu ilgiydi. Bilge çınar, bunu çoktan hak etmişti zaten. Ormancılarla ve saygıdeğer çınarla vedalaşıp Boynuyoğun’dan ayrıldık.

 
Boynuyoğun köyü; bilge çınarın altında...
 (Fotoğraf:İF; Kasım 2007)

Bundan sonraki hedefimiz, günün kalan yarısını dolduracak güzel bir yürüyüş rotasıydı. Binbir hikâyeyle yüklü Eğridere Vadisi’nden(1) doğuya doğru ayrılan bir başka vadinin derinliklerinde saklı Yenişehir Göleti, bugünkü hedef noktamızdı. Bunun için başlangıç yerimiz ise, daha önceki yıllarda yürüdüğümüz Koyuncular Yaylası’na(2) giden tali asfalt yolun üzerindeki bir tepede yer alan Yenişehir köyüydü.


Yürüyüş rotası 11.5 km (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

 
Yenişehir'den Koyuncular Yaylası'na doğru ele ele vermiş vadiler

 
Yenişehir sırtlarında katırtırnakları

 
Lir biçimli kampana çiçekleri; bunlar biraz farklı ve damarlı...

 
Papatyagillerden; dede sakalı 

Arabamızı Yenişehir köyünde böbreklere iyi geldiği söylenen ve şeker gibi tatlı bir suya sahip meşhur çeşmesinin yanında bıraktık ve Koyuncular Yaylası yönünde yukarıya doğru yürümeye başladık. Sağ yanımızda önce Osmancık ve daha sonra vadinin dibinde Eğridere köyleri eşlik etti bize. Asfalttan kısa süreli yürüyüşümüz, göletin de yer aldığı vadiye doğru inen bir toprak yola kadar devam etti. Toprak yoldan aşağıya doğru koyuverince kendimizi, baharın binbir renge boyadığı enfes bir coğrafyaya doğru dalıverdik hemen.

Yenişehir Alman papatyaları

Dikenler mora dönmüş; dulkarı gömleği

 
Alman papatyaları; yakından...

 
Karşı yakadaki Osmancık köyü
 
Koyuncular Yaylası’nın altından kıvrıla kıvrıla gölete doğru ilerleyen toprak yol boyunca, Yenişehir köyü uzun süre görüş açımızdan çıkmadı. Vadiye doğru alçalarak inen birkaç sel yatağı bize başka sürprizler hazırlamıştı. Hele bir tanesi eşsizdi. Eğrelti otları, çılgınca büyümüş çınar ağaçları, envai çeşit çiçeğe durmuş nebat ve bunların arasından vadiye doğru akan küçücük bir dere, bizim aklımızı başımızdan aldı. Hele biraz ilerleyince karşılaştığımız bağrından sarı su (büyük olasılıkla kükürtlü idi) akıtan o güzelim çeşme; nasıl da sevimliydi ve tek başına… Üstüne üstlük bir de beyaz ve mor renkte kampana çiçekleri, sapsarı aslan dişi papatyalar, benzersiz desenleriyle göz alıcı ban otlarının kreme çalan çiçekleri gerçekten görülesi bir peyzajı sunmaktaydı bize.

 
Bizi bekleyen sürprizler bu vadide...

 
Eğreltiotları ile kaplıydı her yer.

 
Sarı su akan çeşme

 
Vadinin dibindeki küçük dere ve çınarlar

  
Çınarlar ve eğrelti otları birbirine sarınmıştı sanki.

 
Gezginin huzur bulduğu an...

 
Çınar ağaçlarının resmi geçidi

 
Maydanozgillerden; küçük tavşancıl otu

Helevanlar ve papatyalar bir arada...

 
Bir tepe üstüne konumlanmış Yenişehir köyünün, uzak vadilerden görünümü

 
Derin yeşil; Koyuncular Yaylası'na doğru bakış

 
Doğumuzda kıvırılıp bükülen yollar; birazdan oradan geçeceğiz.

Yenişehir köyünü solumuza alarak gölet yönünde doğuya doğru tırmanmaya başladık. Vadinin kıyısında çiçeğe durmuş bir dizi deve dikeni karşıladı bizleri. Akçaağaçlar, kız elmaları hepsi çiçekteydi. Varla yok arası bir muntazam geometrinin ispatı helevanlar, çeşit çeşit papatyalar, masmavi dağ karanfilleri, sarı çiçekleriyle farklı türde dikenler, üzerinde mor renkli fasulyeleri andıran meyveleriyle erguvanlar vadinin yamaçlarını renkten renge boyamışlardı.

 
Ban otlarının muhteşem güzellikteki çiçekleri 

 
O muhteşem vadideki kampana çiçekleri; bir merdiven gibi...

  
Eğrelti otları ve kampana çiçekleri bir arada...

 
Aslan dişleri

   
Gölet yolunda ilerlerken deve dikenleri selama durmuştu sanki...


Yürüdüğümüz topografyada canlanan bir Kuvayı Milliye hikâyesi

Biraz ilerleyince sırtın en yüksek noktasına ulaştığımızı anladık. Neredeyse Eğridere üstündeki Geyik Oynar Tepesi’nin tam karşısındaydık. Mekânın ruhu sürükledi bizi ve işte tam burada geldi aklımıza; Yunan İşgali sırasında milli direnişin unutulmuş kahramanlarından Mülazım Ahmet Rifat Kemerdere’nin(3) Zincirlikuyu Muharebesi sonrasında Kemerdere Vadileri’ne doğru can havliyle kaçan kafilelere katılışı, bir gece vakti Mendegüme yolunda çalıkakıcı birkaç yörük tarafından pusuya düşürülüp ölümün eşiğine gelişi, bir şekilde onlardan kaçıp kurtuluşu ve aşağılardaki Eğridere Vadisi’nin kuytu bir köşesine saklanmış Eğridere köyünün cesur muhtarı Yüzbaşıoğlu Mehmet’e sığınarak yeniden hayata dönüşü…

 
Eğridere üstündeki Geyik Oynar Tepesi

 
Gezginler, Geyik Oynar Tepesi'ne nazır bir yarın başındalar.

Olay, 30-31 Mayıs 1919 gecesi Tire-Kahrat-Boynuyoğun-Zincirlikuyu-Kemerdere ve Eğridere Vadilerinde gerçekleşir. Yunanlıların İzmir’i işgali sonrası Tire, Bayındır ve Ödemiş üzerine ilerleyişlerine karşılık vermek üzere Ödemiş merkezli örgütlenen Kuvayı Milliye kuvvetleri, İlkkurşun (eski adıyla Hacı İlyas) Tepesi önlerinde bir cephe hattı oluştururlar. Amaçları bölgedeki zeybeklerden de destek alarak Bayındır üzerinden Ödemiş’e trenle gelecek Yunan kuvvetlerine bir baskın vermektir. Bu cephe hattında tahkimat faaliyetleri sürerken, bir yandan da Kahrat’ta bulunan Gökçen Efe’nin de katkısıyla 80 kişilik bir birlikle Tire’deki işgalci Yunan kuvvetlerine karşı bir şafak baskını düzenlemeyi planlarlar. Bu baskın öncesinde de Ödemiş Jandarma Bölük Komutanı Mülazım Ahmet Rifat Kemerdere ve arkadaşı Hamit Şevket Bey, Gökçen Efe ile temasa geçmek ve baskına katılmasını sağlamak üzere Kahrat’a (bugünkü Gökçen Kasabası) gider. Sağlanan mutabakata rağmen Gökçen Efe, anlaşmaya uymaz ve Kuvvacı güçlere güvenmeyerek baskın gecesi Yunan işgali altındaki Güme Dağı’nda bulunan Canbazlı köyüne gider.

 
Kuvayı Milliye Kahramanı Ödemişli Ali Orhan İlkurşun'un Anıları ile ilgili Ödemiş Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi tarafından yayınlanan kitabın kapağı

Bu olayı Gökçen Efe’nin kızanlarından Hüseyincik, Ödemişli Kuvayı Milliye kahramanı Ali Orhan İlkkurşun’un anılarında şöyle anlatır:

“İftar vakti Gökçen’i ziyarete gelen iki zabitin emrinde 70 kişilik bir kuvvet vardı. Onlar bu kuvveti köyün dışında bırakarak Efe’nin evine gelmişlerdi. Eğer her istediklerini kabul eder görünmeseydik bizi öldürebilirlerdi. Çünkü karşılıklı kuvvet bakımından 7’e karşı 70 idiler.

Bu sebeple Efemiz Gökçen, onların bütün tekliflerine “peki” dedi. Onlar çekip gittikten sonra biz doğruca Yunan işgalindeki Canbazlı köyüne çıktık. Gökçen, bu iş için Yunan kumandanını bizzat görmüş değildir. Fakat köyümüzde çalışan bahçıvan İlya ile haber yolladı.

Ertesi sabah yapılan muharebeyi (Zincirlikuyu Muharebesi kast ediliyor) biz, Canbazlı köyünden seyrettik. Milli kuvvetler geri çekilip Yunan kuvvetleri Ödemiş’e girince, biz de Kahrat’a döndük.”(4)
 Gökçen Efe kucağında kızıyla birlikte...
(Kaynak: Sabahattin Burhan)

Hüseyincik’in iki zabit dediği Ahmet Rifat ve Hamit Şevket Beylerdi. Mahiyetlerinde hiçbir kuvvet yoktu; fakat her nedense Efe’ye ve adamlarına öyle gelmişti ve bu şüphesiz iki genç vatanseverin hayatları bakımından hayırlı olmuştu.

 
Ahmet Rifat Kemerdere'nin eşkiya takibi üzerine hazırlanmış 1938 yılı baskı tarihli kitabının kapağı

 
Yenişehir köyü

Vatanın kurtuluşuna adanmış bir insan hayatının bu dramatik anları, Ödemişli Kuvayı Milliye kahramanı Ali Orhan İlkurşun’un anılarında şu şekilde aktarılıyor:

“Ahmet Rifat Bey, ölüm kasırgaları içinde 24 saat çırpınmıştı. Manen ve maddeten bitkin haldeydi. Kemerdere Yaylası’nın ıssız dağları arasına girmişti. Mendegüme(5) köyüne varmak için emin bir yol arıyordu. Nihayet bir siyah kıl çadır gözüne ilişti, o tarafa yöneldi. Burası Yörük Halil’in çadırı idi.”(6)

 Eğridere Vadisi'ne sinmiş Eğridere köyü

Yol boyunca dağda rastladıklarının kuşkulu tavırlarına maruz kalan Ahmet Rifat Kemerdere ve yol arkadaşı Giritli Süvari Mustafa, Yörük Halil’in çadırında da aynı manzarayla karşılaşır. Kısa sürede buradan ayrılan yolcular, Ahmet Rifat Kemerdere’nin ifadesiyle iki taraflarında yükselen kıvrım kıvrım dik sırtların arasında muazzam bir huninin dibine ulaşırlar. Burada karşılarına çıkan Yörük İbrahim ve bir başka Yörük Kara Halil isimli kişilerin onlara haince bir tuzak hazırladıklarını bilmeksizin Mendegüme yolunu onlardan öğrenmeye çalışırlar. Yörük Halil’in; ısrarla “bu gece çadırda kalın, Mendegüme’ye yarın yola çıkarsınız” sözlerine rağmen aldıkları tarif üzerinden Mendegüme’ye doğru yollarına devam ederler. Vakit epey ilerlemiştir, tam o sırada karşıdaki çalıların içinden üzerlerine doğru tüfeklerle bir yaylım ateşi başlar; arkadaşı Süvari Mustafa orada cansız yere devrilir, kendisinin de saçmalardan dolayı bütün vücudu kanlar içinde kalır. Neyse ki yarası arkadaşınınki gibi hayati değildir. Can havliyle bir yarın başından Eğridere’nin derin ve buz gibi sularına atlayan Ahmet Rifat Kemerdere, uzun süre suyla mücadele eder. Eğridere’nin giderek genişleyen vadisinin bir kuytusunda yer alan Eğridere köyüne ulaştığında son bir gayretle köyün muhtarı Yüzbaşıoğlu Mehmet’i bulur. Muhtar, karşılaştığı köylülerin aksine ona yardımcı olur, köyün misafirhanesinde ağırlar, yaralarını sarar. O sırada köyde Zincirlikuyu Muharebesi sonrası köye sığınan ve Ahmet Rifat Kemerdere’nin tanıdığı Kuvvacı zabit arkadaşları da vardır. Hep birlikte Eğridere köyünde bir gece geçirirler. Muhtar, ertesi günü büyük bir cesaret örneği gösterir, oğlunu da rehber olarak Ahmet Rifat Kemerdere’nin yanlarına vererek, onların Mendegüme’ye ulaşmalarını sağlar. Bu onların kurtuluşu ve Kuvvacılar arasına katılmaları anlamına gelmektedir.

 
Dağ karanfilleri

 
Sarı çiçekli top dikenler

 
İsmini bilemedik.

 
Akçaağaçlar; yörede akça çınar diyorlar.

 
Üzerinde meyveleriyle erguvanlar

İşte onları Nazilli’deki milli direniş karargâhına ulaştıracak Mendegüme etabı, bugün bizim yürüdüğümüz rotanın bir üst düzleminden geçen ve Koyuncular Yaylası’ndan Aydın Dağları’nın arka dünyasındaki derin vadilerine doğru ilerleyen hırçın bir coğrafyanın bağrında saklıdır.

 
O büyülü coğrafya; karşıda Eğridere sırtları

Asıl dramatik olan, hayatını bir davaya adamış bu insanların yeni bir paradigmanın o toplum içinde filizlenişi esnasında, ne kadar az ve yalnız olduklarıdır. Yukarıdaki hikâye, bu açıdan da ibretlik derslerle doludur. 2500 yıl önce yine bu topraklarda söylenmiş bir sözün önemini anımsatması açısından, bütün bu yaşananlar değerlidir ve hatırlanmalıdır. Kymeli ozan Hesiodos, İşler ve Günler isimli manzum eserinde tarihin derinliklerinden büyük insanlığa şöyle seslenir:

“İnsanlar, kötülüğe yığınla akın eder; ona kolayca ulaşırlar, yolu düzdür, yeri yakındır; ama iyiliğin önüne tanrılar alın terini koymuşlardır, ona varan yol uzun ve diktir.” (HESİODOS, İşler ve Günler)

Sözün özü budur.

Bu hikâyeyi buraya niye koyduk? Bir kere; her şeyden önce yürüdüğümüz bu müthiş topografyada bize ait yaşanan bir şeyleri anlattığı için. Ayrıca; her şey bir vesiledir unutulmuş kahramanlıkları anlatmak, hatırlatmak için. Değerlerini tüketen bir toplum olmamak, tamamlanamamış bir ulus yaratma projesinin yerelde yaşanan dramatik olaylarını yeniden ve yeniden genç nesillere anlatarak bir farkındalık yaratmak için.

 
Geyik Oynar Tepesi'nin karşısındaki o pastoral patika

 
Çiçek dişbudak

 
Papatyanın güzelliğine tanığız.


Yenişehir Göleti’ne doğru


Bu kadar anımsamadan sonra biz ise, Geyik Oynar Tepesi’nin karşısındaki bu yarın başından usul usul ayrıldık. Hemen yanımızdaki şirin bir patika, vadinin yamaçlarında yer alan bir bahçenin tahta kapısına doğru ilerliyordu. Bu pastoral görüntüyü fotoğraflayıp yolumuza devam ettik.

 
Akça çınarlar çiçekte...

 
Yemyeşil vadilerin sonsuzluğu

 
Yenişehir Göleti ile ilk karşılaşma; üst düzlemden...

 
Dikenlerin ardındaydı Yenişehir... 

Vadinin kıvrımlar halinde içerilere giren yamaçları boyunca ilerleyerek gölete yaklaştığımızı düşünürken, yürüdükçe sanki göletten uzaklaşıyorduk. Topografya o kadar aldatıcıydı ki; vadinin bitmek bilmez kıvrımları, bizi göletten bir ara bayağı uzaklaştırdı. Artık göleti yukarıdan takip edebiliyorduk. Ancak yine de yanına henüz yaklaşamamıştık. Sonunda gölete doğru vadiye inen ilk rastladığımız toprak yoldan aşağıya doğru yürümeye başladık. Genç ceviz ağaçlarıyla kaplı bu yolun sonunda birkaç evden oluşan bir mezraya ulaştık sonunda.

 
Alıçlar çiçekte...

 
Göleti dolduran dere yatağına doğru kıvrıldığımızda karşılaştık armutlarla...

 
Anadolu at kasnağı; perula ailesinden...

 
Dere yatağına inerken genç ceviz ağaçları karşıladı bizi.

 
Yenişehir Göleti'ne doğru

Yenişehir Göleti’ni besleyen küçük dereyi kemerli bir köprünün üzerinden geçerek aştık. Koyuncular Yaylası yönünden gelen bir başka toprak yolla bu noktada buluştuk. Gölete oldukça yakınlaşmıştık. Sulama amaçlı yapılmış gölet, aşağımızdaki fasulye bahçelerine kadar dayanmıştı. Göletin karşı kıyısındaki yamaçta birkaç aile piknik yapıyorlardı. Kıyıya uzanmış söğütler, hemen kıyıdan itibaren yamaçlara doğru tırmanan zeytinlikler hoş bir peyzaj oluşturuyordu. Derenin ağzı, gölete kavuştuğu noktada küçük bir bük şeklinde genişlemişti. Kıyısındaki barbun fasulye bahçesinde çalışan bir köylü kadınla selamlaştık. Bahçe fasulye sırıklarıyla kaplıydı.

 
Vadim o kadar yeşildi ki...

 
ve karşımızda Yenişehir Göleti

 
Yenişehir Göleti'nin  göz alıcı karşı kıyıları

 
Derenin gölete kavuştuğu ağzı; bir bük gibi...

 
Yenişehir Göleti

 
Savak üstünden Yenişehir Göleti'nin genel görünüşü; arkada geldiğimiz vadiler

Artık hedefimize ulaşmış sayılırdık. Yenişehir köyünden çıkıp Koyuncular Yaylası altından tam bir yay çizerek vadilerin yamaçları boyunca büklüm büklüm kıvrılarak gölete ulaşmıştık. Toplamda yaklaşık 12 km kadar yürümüştük. Yenişehir Göleti’nin savağının kıyısından ilerleyerek yeniden Yenişehir köyüne doğru yöneldik. Sağımızdaki sapak, Sarılar köyüne doğru gidiyordu. Yaklaşık yarım saat sonra Yenişehir köyüne alt yoldan giriş yaptık. Köyün altında çok eski bir çeşme vardı; ancak suyu akmıyordu. Fotoğrafladık. Bize göz kırpan dutlara uğramadan olmazdı. Tadım seansından sonra morlu pembeli ban otlarının göz alıcı çiçeklerinin arasından süzülerek, arabamızı bıraktığımız yukarıdaki çeşme düzlemine ulaştık.

 
Yenişehir'e doğru dere kıyısında; papatyalar, dikenler ve sürülmüş tarlalar bir arada...

 
Yürüdüğümüz vadiler artık gerilerde kaldı.

 
son kez papatyalar

 
Gezginler, akşama doğru yorgun argın Yenişehir köyüne girerken...

 
Köyün yaşlı ve yorgun çeşmesi; şimdi akmıyor suyu...

 
mavi renkli çiçekleriyle bit otları

 
Bit otları; bunların çiçekleri de lila renkliydi.

Çeşme başındaki serinleme ve su doldurma molası sonrası, Tire’ye doğru yola çıktık. Günün hakkını vermiş; sabah Hıdrellez şenliklerine katılmış, öğleden sonra Boynuyoğun köyü üzerinden Yenişehir havalisinde; doyumsuz bir coğrafyada yürüyüşümüzü gerçekleştirmiştik. Bizden bahtiyarı olabilir miydi? Hele bir de zamanın ve mekânın ruhuna da varabildiysek eğer, ne mutlu bize demek düşer. Şimdi dönmek zamanıdır; İzmir, bizleri bekler.

Dipnotlar
(2)      Yenişehir ve Koyuncular Yaylası ile ilgili olarak bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-yenisehir-koyuncular-yaylasina.html
(3)      Ahmet Rifat Kemerdere, Yunan İşgali arifesinde Ödemiş’te Mülazım rütbesiyle Jandarma Bölük Komutanlığı görevinde bulunmuş, Kurtuluş Savaşı’nın Garp Cephesi’ndeki muharebelerine katılmış; Cumhuriyet döneminde ise Emniyet Genel Müdür Yardımcısı görevlerinde bulunmuştur. Kemerdere soyadını yazıda da sözü edilen Zincirlikuyu Muharebesi sonrasında Aydın Dağları’nın Kemerdere Vadilerindeki yaşadıklarından esinlenerek aldığı Seha Gidel Hoca tarafından aktarılmıştır. Bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2013/08/kurtulusun-unutulmus-kahramanlari-icin.html
(4)     Ali Orhan İlkurşun’un Anıları; Yayıma Hazırlayanlar: Engin Berbet-Taner Bulut-Tülay Gül; Ödemiş Belediyesi, Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını:4Mart-2013; sayfa: 132
(5)      Mendegüme, Aydın Dağları’nı kuzeyden güneye doğru aşan Ödemiş-Köşk geçişinde yer alan, beş köyün birleşiminden oluşan, Roma Dönemi’nden beri mevcut (o dönemdeki ismi beş köyün birleşimi anlamında Pentakome imiş) önemli bir stratejik geçiş bölgesinin adıdır. Bugün bu bölgenin merkezinde Hamamköy yer almakta; köyün meydanında ise Yunan işgali sırasında katledilen Mendegümeli köylülerin anısına bir kitabe bulunmaktadır.
(6)     Ali Orhan İlkurşun’un Anıları; sayfa: 146-154
(7)      Fotoğraflar,belirtilenler dışında gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir.


Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

Bumerang - Yazarkafe

7 yorum:

  1. Fotografı görülen "Dağ Karanfili" olarak isimlendirdiğiniz bitki.
    Mavi Kantaron, Bir başka adı ile Yanar döner çiçeğidir.
    Yıllar önce, her yıl Ankara'da açılan, bir aylık Ağaç Okulun'da bize, bu çiçeğin türünün tükenmek üzere olduğu, bu çiçeği bir yerde görürsek,( Söyleyen olarak İsmail Özkahraman benzeri bir isim hatırlıyorum ancak tam emin değilim.) kendilerine haber vermemizi söylemişlerdi.
    Ağaç okulunu,o zaman Ankara Milli Produktivite Merkezi'nde çalışan Doç. Yücel Çağlar açardı. Bu konu ile ilgili Ormancılık Fakültesi hocalarından; Sn.Hayrettin Karaca'dan da bilgi alınabilir sanırım.
    Ormancılık Fakültesi hocaları soyu tükenmekte olan çiçeklerden bulunduğu yerde tohum alıp türü yaşatmak amaçlı üretmek istiyorlardı.

    YanıtlaSil
  2. Fotografı görülen "Dağ Karanfili" olarak isimlendirdiğiniz bitki.
    Mavi Kantaron, Bir başka adı ile Yanardöner çiçeğidir.
    Yıllar önce, her yıl Ankara'da açılan, bir aylık Ağaç okulunda bizlere, bu çiçeğin türünün tükenmek üzere olduğu, bu çiçeği bir yerde görürsek,kendilerine haber vermemizi söylemişlerdi. (Söyleyen Hoca olarak; İsmail Özkahraman benzeri bir isim hatırlıyorum ancak tam emin değilim.) Ankara'da
    Ağaç Okulunu,O zaman Ankara Milli Produktivite Merkezi'nde çalışan Doç. Yücel Çağlar açardı. Bu konuda, Sn.Hayrettin Karaca'dan da belki bilgi alınabilir sanırım.
    Kendilerine haber vermemizi söyleyen kişilerin Ormancılık Fakültesi Hocaları olduklarını sanıyorum. Internette
    Ağaçlar Net Grubunda da konu paylaşılabilir diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  3. Adını bilemediğiniz beyaz çiçekler çok güzel kokuyor mu idi? Madagaskar yasemini olmasınlar?
    Dağkaranfili olarak adlandırdığınız çiçek, mavi kantaron/ yanardöner çiçeği. Yıllar önce Ormancıların açtığı bir kursta bize bu bitkinin soyu tükenmekte olduğu, onu nerede görürsek kendilerine haber vermemizi söylemişlerdi. Kurs Ankara'da her yıl ''Ağaç Okulu'' adıyla açılır. O yıllarda kursu Doç Yücel Çağlar açardı.
    Ormancılık Fakültesi hocaları, Sn. Hayrettin Karaca ve belki ''ağaçlar net.'' internet sitesini yöneten Ziraat Fakultesi mensupları çiçeğin yeri ile ilgilenebilirler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli takipçimiz, öncelikle yorumlarınız ve bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz için teşekkür ederiz. Bu yanıtı, üç adet yorumunuz için ortak olarak kabul edin lütfen. Yıllardır Tire'nin arka dünyasındaki dağlarda, yaylalarda ve derin vadilerde dolaşıyoruz. Bitki resimlerini isimlendirirken hassas davrandığımızdan ve bilimsel kaynaklardan yararlandığımızdan emin olabilirsiniz. Ayrıca Dağa Kaçtım Ekibi'nde kadrolu bir botanikçimiz de mevcuttur. Ancak ne yazık ki, belirttiğiniz gibi bizim dağ karanfili olarak adlandırdığımız çiçek, mavi kantaron değildir. Tire yöresinde yaptığımız yüze yakın yürüyüşte mavi renkli kantarona rastlamadık. Bu çiçek, Tire Güme Dağı Çiçekli Bitkileri isimli katalogta Prof.Dr. Özcan SEÇMEN, Doç.Dr. S.Gökhan ŞENOL, Uzman Erkuter LEBLEBİCİ ve Ozan ŞENTÜRK tarafından dağ karanfili olarak adlandırılmaktadır. Söz konusu yayın, 2015 yılında Tire Belediyesi Kültür Yayınları arasında yayınlanmış bulunmaktadır. Kitabı, Tire Belediyesi Kültür İşleri Müdürlüğü'nden temin edebilirsiniz. Gelelim; bizim "ismini bilemedik" şeklinde nitelendirdiğimiz beyaz çiçeklere... Bu çiçekler kokmuyordu ve bize göre de yasemin türü bir çiçek olma ihtimali oldukça fazla. Ancak; "mektepli" birinden bu konuda yardım alacağız gibi görünüyor. Sanıyorum, bütün sorularınıza yanıt vermiş oldum. Bilgilerinize sunar, bloğumuza ilginizin devamını dileriz. İF

      Sil
  4. Güzel bir çalışma olmuş tebrik ederim. Ancak bir iki noktaya odaklanılmış. Halbuki konu edilmeye değer o kadar çok yer ve materyal var ki. Bir de Gökçen Efe'nin Milli Mücadele'deki faaliyetlerinden söz edilecekse öncelikle Efe'nin şehadet mertebesine erdiği ve bugün de Dörtyol denilen mevkide heykelinin olduğu ve daha 1938 yılında adına abide dikilen ve şehadeti dolayısıyla ismi daha önce "Fata" iken Osmanlı Hükümetince köye, Efe'nin ismi verilen asıl Gökçen'den ve buradaki faaliyetlerinden söz etmek gerekirdi. Yunanlılar Fata'daki hezimetlerinden dolayı köyü yakmışlar ve köyde kimi ele geçirdilerse Atina'ya kadar götürmüşlerdir. Kocabaş Ahmed isimli rahmetli bir amcamız Atina'da bin ayaklı merdivenin tepesinde idam sırası kendine gelmişken, çok büyük bir şans eseri olarak çıkan afla kurtulmuş ve yetmişli yılların sonuna kadar yaşamıştır. Konuyu daha fazla uzatmayayım. Kahrat dediğimiz alt kısımda kalan mahallelerimiz belediye kurularken Gökçen'e dahil edilip bu şekilde kasaba statüsü kazandırılmıştır. Saygıyla arz olunur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın İbrahim Küreli,
      Öncelikle bloğumuza göstermiş olduğunuz ilgi ve katkılarınız dolayısıyla teşekkür ederiz. Yazdıklarınızdan bu coğrafyayı iyi tanıdığınız anlaşılıyor. Bizler, İzmir yakın coğrafyasında yaklaşık 7 yıldır dağlarda yürümekteyiz. Amacımız bölgenin kültürel varlıklarına ve doğasına yönelik bir farkındalık oluşmasına katkıda bulunmaktır. Her yazı, kendi kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Geri bildirimde bulunduğunuz yazı, Yenişehir Göleti civarındaki bir rotada yürürken, o bölgede Kuvayı Milliye günlerinden kalma bir hatıranın bugünlere aktarımını içermektedir. Yazıya dayanak alınan doküman, Yunan kuvvetlerine karşı Hacı İlyas Tepesi(bugünkü İlkurşun köyü yakınları) önlerinde bir direniş hattı oluşturma çalışmaları içerisinde yer alan Ödemişli yedek zabit Ali Orhan İlkurşun'un Anıları'dır. Burada aktarılan hikaye, Kuvayı Milliye Direnişi'nin filizlenme anında ne büyük zorluklarla karşılaşıldığını ve o günkü fedakar ve vatansever önderlerin nelere katlandığını anlatmak içindir. Gökçen Efe'yi herkes bilir; ama bir Ali Orhan İlkkurşun'u, bir Ahmet Rifat Kemerdere'yi (...ki Kemerdere, Güme Dağı'nın vadi koyaklarında yer alan iki köyün adıdır; Büyükkemerdere ve Küçükkemerdere.Bu hikayedeki yaşananların anısına; söz konusu kişi Ahmet Rifat Bey, Kemerdere soyadını almıştır.) çoğumuz bilmeyiz ve hatırlamayız. Bizim bir amacımız da; bu unutulmuş kahramanları bu halka hatırlatmaktadır. Söz konusu Zincirlikuyu Muharebesi'nde Gökçen Efe'nin koyduğu tavır, elbette ki Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcında Batı Cephesi'nin oluşturulma sürecinde katkılarını ve şehadetini asla azaltmaz. Ancak, bütün bunlar bir başka yazının konusu olabilir. Ayrıca bloğumuzda da Gökçen Efe ile ilgili başka yazılar bulabilirsiniz. Özellikle yazdıklarınız içinde Kocabaş Ahmet ile ilgili anlattıklarınız çok dikkate değer. Böyle kenarda köşede kalmış bilgileri bizlerle paylaşırsanız bizi mutlu edersiniz. Katkılarınızın ve katılımınızın devamını dileriz. Görüşmek dileğiyle...İF

      Sil
  5. İsmimi yazmayı unuttum.
    İbrahim KÜRELİ
    Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
    Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı
    Sadabad - Kağıthane / İSTANBUL

    YanıtlaSil