TAŞRADAKİ BİR KARIA YERLEŞİMİNDEN MENDERES’İN GÜNEYİNDEKİ AYAN
KULELERİNE BİR YOLCULUK
6 Kasım 2015
İbrahim Fidanoğlu
Bugün Boz Menderes’in güney kıyısı boyunca seyrederken bir dizi köy ve
kasabanın içinden geçilir. Madran Dağı’na doğru yükselen yamaçlarda konumlanmış
yüzlerce yıllık köyler, onların ovaya sarkmış ve balbalları andıran yazısız
mezar taşlarıyla dikkat çeken eski mezarlıkları, yeryüzünün üstüne ve altına
dair hikâyeleri hatırlamaya teşvik eder insanı.
Harpasa Kalesi'nden bereketli Menderes Ovası'na bakış
Binlerce yıllık kadim geçmişinde saklı tarihiyle bu topraklar, İlkçağ’da;
Batı Anadolu’da Karia diye tanımlanan coğrafyanın bir parçasıydılar. Her ne
kadar silik de olsalar; taşrada örgütlenmiş bu kentlerden; Madran Dağı’nın
kuzey yüzünde Yenipazar yakınlarındaki Orthosia,
Dalama’nın arka dünyasında yer alan ve bugün Madran Dağı’nın geçit verdiği bir
vadiyi izleyerek, Çine-Topçam Baraj Gölü’nün kıyısından dolaşıp Dalama’ya
ulaşan rota üzerindeki yeri belirsiz Koskinia,
Kavaklıdere-Bozdoğan geçişinde Karia’nın en uzak noktalarından birinde; şimdiki
Derebağ Köyü’nde yer alan Hyllarima
ve Arpaz’ın sırtını dayadığı tepenin üstündeki Harpasa Madran Havzası’na dağılmış Karya yerleşimlerinden önemli
bir kaçıdır.
Harpasa Kalesi'nin bulunduğu Arpaz üstündeki Hisar Kale'nin uydudan görünümü
(Google Earth'den alınmıştır.)
(Google Earth'den alınmıştır.)
Harpasa yada Arpasa
Bizim bugünkü konumuz olan Harpasa
yada Arpasa, Nazilli-Bozdoğan
yolunda; Büyük Menderes’in iki önemli kolundan biri olan ve Bozdoğan yönünden,
kendi adıyla anılan bir barajın ardından soluklanarak bu topraklara ulaşan
Akçay’ın hemen güney kıyısında yer alan bir tepenin üstünde kurulmuştur. Hisar
Tepesi olarak anılan bu tepenin eteklerinde ise, Osmanlı’nın gerileme döneminde
gücü yerel otoritelerle paylaştığı Ayanlık Dönemi yerleşimlerinden olan ve
tipik kule yapısıyla dikkat çeken Arpaz
yer almaktadır. Harpasa’dan bozunarak
anlamlı bir şekilde Arpaz’a dönüşen bu kadim yer; ne yazık ki, yer isimlerinin
anlamsızca değiştirilmesinin kurbanı olmuş ve bugün artık Esenköy adını almıştır.
Hisar Tepesi sırtlarında bir yaşlı meşeyi saygıyla selamladık.
Esenköy’e girdiğimizde hava oldukça güzeldi. Pastırma yazının sürdüğü şu
günlerde Harpasa’nın bulunduğu Hisar Tepe’ye; üstelik de hemen
eteklerinde çokça yer alan koyun ağılları nedeniyle köpek baskısının da
etkisiyle epey enerji tüketerek ulaştık. Harpasa’nın
günümüze ulaşan en önemli kalıntıları, kentin akropolü görünümündeki tepedeki
yerleşimi kuzeyden çeviren sur duvarlarıyla şimdi sahnesinde bir su deposunun
bulunduğu yaklaşık 2500 kişilik tiyatrosu… Yeryüzü yapısı itibariyle tepe gnays
kayalarla kaplı diyebiliriz. Zaten iç ve dış kaleden oluşan surların malzemesi
de bu yerel kayaçlardan elde edilmiş. Zaman zaman tepedeki surlar yıkılmış olsa
da, temel izleri boyunca neredeyse tamamen takip edilebiliyor. Ancak, yukarıda
da belirttiğimiz gibi günümüze ulaşan en gösterişli ve sağlam sur duvarları Harpasa’nın kuzeye bakan yüzünde yer
alıyor.
Harpasa'nın tepeye doğru rastladığımız ve bir burca ait olduğunu düşündüğümüz ilk duvar parçaları
Harpasa'dan ovaya doğru bakış; solda bir burç kalıntısı
Duvarın dış yüzündeki muntazam işçiliğin izleri
Prof. Dr. Bilge Umar’a göre “Arpasa
adının Hellen dilinde anlamı yoktur. Bu ad, Luvi dilinden yada onun İ.Ö.
1.binyılındaki yerel ardılı Karia dilinden gelir. Kentçiğin adıyla önünden
geçen akarsuyun (Menderes’in kollarından Akçay) adı aynıydı; yalnız Hellenleşme
döneminde Hellen dilinde ırmak kavramı ve dolayısıyla ırmak adları eril
olduğundan oysa bu dilde eril bir ad –a ile bitmeyeceğinden, ırmak adı Arpasos’a dönüştürülmüştü. Ad, aslında,
kentçiğin adı idi. Arpa-(a)ssa, “Akarsu kenti”.(1)
Harpasa Kalesi'nin üst düzlemine yaklaşırken iyi korunmuş bir kale burcu; duvarın ortasında görülen büyük oluk, savunma amaçlı (Arpaz Kulesi'nde örneği olan seng endaz benzeri) yada suyun tahliyesi için olabilir.
Harpasa, aslında bir anlamda hemen önünde akan Akçay (Arpasos) ırmağı ile var olmuştur denilebilir. Önünde uzanan
bereketli toprakları sulayan bu akarsu, Harpasa
yerleşiminin de bir anlamda varlık nedenidir. Bu durum, Harpasa’nın Roma Dönemi’nde basılan paralarına kadar yansımıştır.
Bu paraların üzerinde Irmak Tanrısı Arpasos,
Zeus, Artemis ve Apollon ile birlikte betimlenmiştir.
Harpasa Tiyatrosu
İ.Ö. 228 yada 229 yıllarında Pergamon
Kralı Attalos ile Selevkoslar Akçay Irmağı’nın kıyısında
bir savaşa tutuşmuşlar. Bergamalıların yengisiyle sonuçlanan bu savaş sonrası,
Selevkoslar’ın Toros Dağları’nın ardına çekilme süreci hızlanmış olmalı. Harpasa da; tarihte sadece bu olayla
kayıtlara geçmiş denilebilir.
Tiyatronun oturma sıralarının bazıları oldukça iyi durumdaydı.
Kentin tiyatrosu, ovaya nazır bir konumda, kentin surlarının dışında yer
alıyor. Aslında surlar da hemen oturma sırlarının bitiminde başlıyor. Şimdi
tiyatronun sahne yapısının olduğu bölümde Esenköy’e su sağlayan depo yer
alıyor.
Gezginler, Harpasa Tiyatrosu'nda;
Metin Erksan'ın Çakıcı'nın hayatını anlattığı Dokuz Dağın Efesi filmine nazire; filmde Nysa'daki "bouleuterion"da zeybeklerin sıralara oturduğu benzer bir sahne vardı.
Tepeye yaklaşırken Bizans Kalesi'nden kalan duvarlar belirginleşti.
Bizans dönemine ait burcun yakından görünümü
Batı yönündeki kale duvarlarının genişliğini gösteren detay
Batıdaki yıkılmış duvarların temel izleri
Harpasa Kalesi'nin Bizans Dönemi'nden kalma güney yönündeki sur parçaları
Harpasa Kalesi'nin güney-doğu yönündeki İlkçağ'dan kalma isodomik duvarlarla kaplı gösterişli bir savunma burcu kalıntısı
Kentin surları, yer yer burçlarla güçlendirilmiş. Surların güney ve batı
bölümünde büyük yıkımlar olmasına rağmen özellikle doğu yönünde iki burç ve
onlara bitişik olarak kuzeye doğru devam eden sur duvarları rahatlıkla
izlenebiliyor. Sur duvarlarında zaman zaman büyük gnays kayaların
biçimlendirilerek şekil bağlı hale getirildiği ve poligonal bir özellik arz
ettiği de söylenebilir. Sur duvarlarının temel izlerinden edinilen fikre göre
kalınlıkları 1,5 metreye yaklaşıyor. Hisar Tepe’deki kalenin Bizans Dönemi’nde
de bir savunma ve bölgedeki Türkmen akınlarına karşı bir gözetleme kalesi
olarak kullanılmış olması da çok muhtemel. Çünkü yer yer burçlarla
güçlendirilen kalenin içinde daha yakın zamana denk düşen temel izleri mevcut.
Büyük ihtimalle 13.yy.da bölgeyi savunan bir Bizans garnizonun burada
konuşlandığı söylenebilir.
Harpasa'nın günümüze oldukça iyi durumda ulaşabilmiş kuzey duvarları
Kuzey duvarlarından bir detay; şekil bağlı poligonal duvarlar
Doğudan batıya doğru alçalan kuzey duvarları; kalenin giriş kapılarından biri olduğunu düşündüğümüz kapı eşiği
Kentin en iyi korunmuş kuzey sur duvarları
Harpasa'dan Arpaz'a geçiş; İlkçağ'dan 19.yy.a bir zaman sıçraması-kaleden kuleye
Osmanlı Dönemi’nde özellikle 18.yy.dan itibaren bölgede Ticari Kapitalizm’in
gelişmesi sonucunda zenginleşen toprak ağalarının giderek yerel bir otoriteye
dönüştüğünü görüyoruz. Zayıflayan Osmanlı Devleti’nin merkezi otoritesinin bazı
unsurlarını taşrada öne çıkan bu güç odaklarına dağıttığı söylenebilir. Asker
ve vergi toplamak, bölgede asayişi sağlamak gibi devletin bazı yerel görevler, Ayan diye adlandırılan bir tür derebeyi
bozması bu yerel güçlere devredilmiş. Bu da zamanla, yoksul halkın; ayanların
baskı ve yıldırmalarına karşı zeybeklik kurumuyla direnişine yol açmış. İşte
bundan sonraki hikâyeler; ayanlar, onların zenginliklerini koruma amaçlı inşa
edilmiş ayan kuleleri ve onlara karşı isyan eden zeybeklerin hikâyelerine
dairdir.
19.yy.da Batı
Anadolu’da Ayanlar ve Zeybekler
Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi
feodal bir devlet yapısına sahip olduğu tarihi bir gerçektir. 18. ve 19.
yy.larda giderek zayıflayan ve güçten düşen merkezi otorite; birçok yürütme
görevini yerel güç odaklarına terk ederek devlet yönetimini bir anlamda bu
yerel derebeyleri aracılığıyla sürdürmeye çalışmıştır. Ayan adı verilen
bu yerel otoriteler, genellikle tarım ve ticaret ile bölgede zenginleşen
ailelere mensuptu. Yaygın olarak Balkanlar ve Ege’de ortaya çıkan bu müessese,
bir açıklamaya göre; Batı Avrupa’da hububata karşı oluşan talep artışı ile
güçlenmiş; Batı Anadolu’dan Batı Avrupa’ya yapılan hububat ihracatının
artmasına ve yerel zenginlerin güçlenmesine yol açmıştır. Ayanlar; temel
olarak; vergi, asker ve zahire toplamak ve bölgedeki asayişi sağlamak gibi
fonksiyonlara sahiptiler. Ülkede giderek artan yoksulluk ve yerel derebeylerin
zulmü altında ezilen yoksul köylüler, kurtuluşu dağlara çıkarak eşkıyalık
yapmakta buldular. Batı Ege’de; Büyük Menderes ırmağının ve kollarının iki
yakasında yer alan yerleşim alanları ayanların ve dağlara çıkarak
eşkıyalık yapan zeybeklerin mücadele ve çatışma alanı haline gelen
ilginç bir yöredir. Bu topografyada bir yandan Koçarlı’nın sırtını dayadığı
Beşparmak Dağları, Büyük Menderes’in güney yakasında kalan ve Çine’ye doğru
uzanan Madran Dağı, Büyük Menderes’in kuzey yakasında ise ırmak boyunca uzanan;
Aydın ve Nazilli yöresini Ödemiş ve Tire’den ayıran Aydın Dağları, Arpaz’ın
sırtını dayadığı Karıncalı Dağ yer almaktadır.
19.yy.da Arpaz Ailesi tarafından Rodoslu duvar ustalarına yaptırılan ve Ortaçağ derebeylik şatolarını andıran ihtişamlı Arpaz Kulesi'nin 2015 Kasım'ındaki görünümü
“Eşkıyalık, toplumsal açıdan, kabile
ve akrabalık düzeninin evrimsel aşaması ile modern kapitalist ve sanayi toplumu
arasında bulunan, ancak dağılmakta olan akrabalık toplumu ve kapitalist tarıma
geçiş aşamalarını da içeren tüm toplum tiplerinde görülür. Eşkıyaların içinden
çıktığı toplum ise, geçimini tarımdan sağlayan köy ekonomisi içinde
bulunmaktadır. Modern tarımın uygulanmadığı ve “prekapitalist” ekonomik ilişkilerin yaşandığı, tarıma dayalı ve
çoğunlukla köylülerden ve topraksız işçilerden oluşan toplumlarda eşkıyalık
evrensel olarak vardır. Toprak beyleri, şehirliler, vergi toplayıcıları,
tefeciler gibi konumdakiler, köylü ve işçiler üzerinde baskı kurar, onları
yönetir ve kullanır. Ayrıca, eşkıyalığın en önemli kaynağını, bütün
yetişkinlerine iş verecek kadar zengin olmayan kırsal kesim ekonomisi ve kırsal
çevre diğer bir deyişle kırsal kesim nüfusundaki fazlalık oluşturur. İşte bu
kır ekonomileri ile dağlık ve verimsiz toprağa sahip bölgeler bu türden sürekli
bir nüfus fazlası yaratırlar.”(2)
Arpaz yapılar kompleksi; kule, konak ve diğer yapılardan günümüze kalanlar
Sabri Yetkin, Batı Anadolu’da 19.yy.da
eşkıyalığın ivme kazanmasını aşağıdaki tarihsel ve sosyal koşullarla açıklıyor:
“19.yy.a gelindiğinde imparatorluk, her açıdan “en uzun yüzyılına”
giriyordu. Yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti, çok önemli olaylar yaşadı.
II. Mahmut’un saltanatının ilk yıllarında, Osmanlı-Rus Savaşı’nın bitmesinden
sonra, 1821’de Mora İhtilalı başladı. Bu ihtilal, 1830 yılına kadar sürdü. Bu
arada 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırıldı. 1827’de Navarin’de Osmanlı Donanması
yakıldı. 1828-1829 yıllarında Osmanlı-Rus Savaşı oldu ve hemen ardından Fransa,
Cezayir’i işgal etti. Bu olaylar imparatorluğun ekonomik ve mali bünyesini
sarstığı gibi, Batı Anadolu’da eşkıyalık hareketlerini oluşturan önemli
nedenleri de gündeme getirdi.
Arpaz Kulesi ve konağının yükseldiği düzlemi tahkim etmek amacıyla oluşturulmuş payandalı tahkimat duvarları
Arpaz Kulesi'ne kuzey batı yönünden bakış
Örneğin 1829-30 yıllarında Aydın İhtilalı olarak adlandırılan hareket
ortaya çıktı. Bu hareketin önderi Atçalı Kel Mehmet’in, bir anlamda kendisini
sınırsız bir gücün sahibi olarak görüp mührüne” Hademe-yi devlet, Vali-yi
vilayet, Atçalı Kel Mehmet” yazısını kazıtarak devlet kurmuş gibi hareket
etmeye başlaması, eşkıyalık bölgesi olan Atça ve Aydın civarında, korumasız
insanları ezen, sömüren ayan ve eşrafa karşı mücadeleye girişerek adaleti
sağlamaya çalışması, zenginden alıp fakire vermesi, onbinlerce insanı peşinden
sürüklemesi, ölümüne inanmayan halk için tükenmeyen bir umut olması ve benzeri
olgular, onun bu eyleminin “sosyal eşkıyalık” tanımına girmesini
gerektirmektedir. Bu hareket, sosyal eşkıyalığın belki de ilk örneğidir.”(3)
Arpaz Konağı
Mora İhtilalı’nın ardından Mora ve Ege Adaları’ndan Batı Anadolu’ya
yönelen Rum göçünün teşvik ettiği Rum eşkıyalığı yanında, Fransa’nın Cezayir’i
işgali sonrası; İzmir’deki Cezayir Hanı’ndan o zamana dek Cezayir’e gönderilen
işsiz ve topraksız gençlerin sevkiyatının durması da Ege’de insan kaynağı
açısından eşkıyalığı besleyen bir başka faktör olarak değerlendirilmektedir. Benzer
bir durum da 1828-1829 yıllarındaki Osmanlı-Rus Savaşı’ndan dönen gençlerin
bölgedeki eşkıyalık hareketlerinde yer almasında görülür. Savaşın ardında
bıraktığı ağır yük, bu insan kaynağının dağlara doğru çekilmesine ve ayanların
otoritesine yönelik eylemliliğe geçişine neden olmuştur.
Arpaz Kulesi'nin diğer yapılardan bir hendekle ayrılan giriş kapısı ve üstündeki kabartmalı süslemeler; bugün hendek yerine merdivenler yer almakta.
Ege Denizi’nden Buldan’a kadar
uzanan geniş topografyada Aydın Dağları iki büyük ovayı; Büyük Menderes
ve Kiraz (Kestel) yada Küçük Menderes ovalarını birbirinden
ayırmaktadır. Antik dönemde verilen ismi; Mesogis iki düzlüğün
(toprağın) arasındaki yer anlamına gelmektedir. Dağ ve dağlar arasında yer alan
düzlüklerden oluşan bu topografya, yöre insanının toplumsal yaşamını da
belirlemektedir. Bu dağlarda genelde Türkler, ovalarda ve dağ eteklerindeki
kasabalarda Rumlar yerleşmiş tarih boyunca.
Arpaz Kulesi'nin giriş kapısının üstündeki süsleme detayı; bir kısmı harap olmuş durumda...
Bu dağlarda; yükseklerde kestane,
ceviz; alçaklarda zeytin, makilikler, incir, yabani incir bataklık bölgelerde
meyankökü yetişmekteydi. Bu ekonomik değeri yüksek ürünlerin Aydın Dağları’ndan
indirilip İzmir limanına götürülmesi tarih boyunca hep sorun olmuş. Bu
ürünlerin develerle İzmir limanına aktarılması sırasında ortaya çıkan güvenlik
probleminin çözülmesinde zeybeklerin rol üstlendiği görülmektedir. O dönemde
kervan yolları üzerinde; kasabalar arasında, kervanların yorulma mesafelerinde
yer alan güvenliği sağlanmış konaklama yerleri ve kahvehaneler bulunmaktaydı.
Bu güvenlikli konaklama yerlerine derbent denmekteydi. İşte Batı
Anadolu’da zeybeklerin sosyal hayattaki rolü tam da bu anda ortaya çıkmaktadır.
Bu da Batı Anadolu’da ticari kapitalizmin gelişiminin ivme kazandığı bir döneme
denk düşmektedir.
Çakıcı için sonun başladığı yer; şimdiki Akçay regülatörü
Zeybekler; 17. –
18.yy.da bu kervanların güvenliğini sağlamak adına bu ulaşım sisteminin
muhafızlığını yapmaya başlıyorlar. Bu yaptıkları iş karşılığı kervan
sahiplerinden aldıkları bir tür haraç, onların geçimlerini ve bu işi
sürdürmelerini sağlıyor. Zeybeklerin kervanlardan aldıkları haraçlar ve bu
konuda kervan sahibi tüccarların İstanbul’a yaptıkları şikayetler, o zamanki
tarihi kayıtlarda yer almaktaydı. Dağda yaşayan Yörük ve Türkmenler, zeybekleri
her zaman koruyup kollamışlardı. O günlerde hayatın dayattığı böyle bir ortak
yaşamdan söz edilebilir. Zaman içinde merkezi otoritenin zayıflaması ve bazı
yetkilerini ayan denilen yerel otoritelere devretmesi, halkla ayanlar arasında
ortaya çıkan sorunların çözümü konusunda zeybeklerin ilave bir rol üstlenmesi
sonucunu doğurmuş; giderek zeybekler, bu yörede halkın ayanlara karşı hak ve
hukukunu koruyup kollayan bir güç merkezi haline gelmiştir.
Arpaz Kulesi yakınlarında eski bir çeşme
Bu da Arpaz Kulesi'nin bahçesindeki Arpaz Ailesi'ne ait çeşme
(Nisan-2011; İF)
Arpaz Kulesi ve Konağı'nın güneyden görünüşü
(Nisan-2011; İF)
Zeybeklerin ayanlara ve yeri
geldikçe İstanbul Hükümeti’ne kafa tutmaları ve ayaklanmaları karşısında
çaresiz kalan Saray, zeybeklere karşı 19.yy.ın son çeyreğinde silahşör ve sert
yapılı Arnavut ve Çerkezleri kullanmışlardır. Zeybekleri tarihte Kırım
Savaşı’na katılırken görüyoruz. Bunların içinde Çakırcalı Mehmet Efe’nin
babası olan Çakırcalı Ahmet Efe de var. Zeybeklerden oluşan bir birliğin
İstanbul’da ordugâhta konakladığı ve buradan Kırım’a hareket ettiği tarihi
kaynaklarda belirtiliyor. Zeybeklerin hükümet otoritesine isyan ederek dağa çıkıp
eşkıyalık yapmaları; zaman zaman istiman etme ya da düze inme
diye adlandırılan fasıllarla kesilmektedir. Düze inme; zeybeklerin
hükümetle anlaşarak belli bir yerde iskan edilmesi ve reji kolculuğu
gibi güvenlikle ilgili bir konuda hükümet adına çalıştırılması şeklinde
uzlaşılması esasına dayanmaktadır. Zeybekler yada efelerle Yunanistan’ın Mora
yarımadasında yaşayan Kleft’ler arasında bazen benzetim yapılmaktadır. Kleft’ler;
Mora yarımadasında çok süslü kıyafetlerle dolaşan ve çevrelerinde gösterişli
bir hayat süren kişiler olarak tanınırlardı. Ancak bunlar; hırsızlık (koyun
v.b.) ve talan yaparlar, ancak renk vermezlerdi. Zeybekler ise sadece haraçla
yaşarlardı. Hırsızlık yapan kişi, zeybek yada efe olamaz. Olsa olsa çalıkakıcı
olarak adlandırılırdı. Zeybeklerin liderine efe; efeye bağlı diğer çete
mensuplarına ise kızan denirdi.
Arpaz Kulesi'nin üzerinde yer alan ve bir saldırı halinde ateş etmeye yarayan mazgal delikleri
Ayan Kuleleri
Ayanlar, hem zenginliklerini saklamak, hem de eşkıya baskınına
uğradıklarında kendilerini savunmak amacıyla Ortaçağ derebeylik şatolarını
andıran görkemli kuleler inşa ettiler. Bunların en güzel örnekleri, bugün hala
Büyük Menderes Nehri’nin kıyısı boyunca izlenebilmektedir. Koçarlı’da Cihanoğlu
Kulesi, Yenipazar Donduran Köyü’nde Donduran Kulesi, Arpaz’da görkemli Arpaz
Kulesi ve Akçay kıyısındaki eski adıyla İnebolu yeni adıyla Yazıkent Köyü’nde
Mehmet Özbay Kulesi en bilinenleridir.
Yazıkent Mehmet Özbay Kulesi
(Nisan-2011; İF)
Kuleler; genellikle
dikdörtgen planlı, bağımsız yapılar olup, su kaynakları boyunca denetleyici,
gözetleyici yapılardır. Batı Anadolu’da günümüzde kule geleneği yüksek bağ
evleri şeklinde (bağ kulesi) devam etmektedir. Kulelerin çevresinde mutlaka bir
konak bulunmakta esas yaşam bu konakta sürmekte, tehlike anlarında ve düşman
saldırılarında konak sakinleri ve çalışanlar bu kuleye sığınmaktadırlar. Bu
yapıların yanısıra yaşam kalitesini sağlamaya dönük çeşme, hamam, havuz (su
ihtiyacı için) gibi yapılarla ahır, hububat ve yağ depoları, yağhaneler ve avlu
v.b. kullanım alanları da mevcut idi.
Koçarlı Cihanoğlu Kulesi
(Ocak-2013; İF)
Cihanoğlu Kulesi'nde saldırgana taş atmaya yada kızgın yağ dökmeye yarayan oluklar (seng endaz)
(Ocak-2013; İF)
Kulelerin genellikle 1. ve 2.
katları “sağır”dır, yani pencere yoktur. Üst katlarında genellikle giriş kapısı
üzerinde aşağı doğru uzanan bir dikdörtgen kesitli iki ucu açık bir kanal
bulunur. Buna “seng
endaz” denir. Buradan kapıya yanaşan birisinin üstüne zarar vermek
amacıyla, kızgın yağ, su vb. dökülebilir yada taş atılabilir. Kulelerin giriş
kapılarında makaralı sistemlerle çalışan hareketli, açılır kapanır özellikte
bir kapı bulunmaktaydı. Ayanların oturduğu ve zenginliklerinin de bulunduğu bu
yapılar bir düşman saldırısına uğradığında, yandaki konakta yaşayan ahali hemen
kuleye kaçar, kulenin giriş kapısı bu makaralı sistem yardımıyla (derebeylik
dönemine ait şatolarda olduğu gibi) kapatılır ve dışarısı ile olan bağlantı
kesilirdi. Giriş kapılarının üstünde bazı Rum eşkıyalarının baskınlarından
korunmak için olduğu tahmin edilen haç şeklinde kabartmalar da bulunmaktadır.
Kulenin üst katlarında çepeçevre yaklaşan düşmana ateş etmek amacıyla “v”
kesitli mazgal delikleri bulunmaktadır. En üst çatı katına “parapet” adı
verilmekte ve gözetleme amacıyla kullanılmaktaydı.
Yenipazar yakınlarındaki Donduran Kulesi
Donduran Kulesi
Yenipazar’dan Bozdoğan-Nazilli yoluna doğru
ilerlerken ilk rastlanan kule, Donduran
Kulesi’dir. Donduran Kulesi, daha harap ve dibe doğru zamanla giderek
çökmekte olan ve çatlaklarla dolu bir kuledir. Zamanında bölgedeki güçlü
mütegallibenin (yerel ağalar) yaşadığı bu alan, hafif yüksekçe bir tepenin
üstünde Nazilli’ye doğru tüm ovaya hakim bir mevkide tesis edilmiş. Şimdi
hüzünlü görünümü yanında, askere gidecek köy gençlerinin kulenin burçlarına
bayrak astıkları ve duvarlarına askerlikle ilgili yazılar yazdıkları bir mekâna
dönüşmüş. Köylü bu kuleyi Osmanlı Kalesi adıyla anıyor.
Altı sağır; üst katı pencereli Donduran Kulesi
Kulenin içinin harap hali
Donduran Kulesi ve çevresindeki topografya birlikte...
Donduran Kulesi'nin bulunduğu tepeden Donduran Köyü'nün görünümü
Donduran çeşmeleri
Bir Donduran Evi'nin koca kapısı
Kulenin bulunduğu tepeye evlerin arasından
tırmanırken rastladığımız; Osmanlı Dönemi’nden kalma iki eski çeşmeyi de
belirtmeden geçmeyelim. Soldakinin kitabesinde Hicri 1178 tarihi zorlukla
okunuyor. Diğerini ise okumak mümkün değil. Sonunda bitecekmiş gibi gözüken,
ancak birden sola yada sağa dönüveren daracık sokaklarından geçerken
rastladığımız bir küçük cami Cuma namazına hazırlanmakta. Şadırvanda birkaç köylü
abdest almakla meşgul… Birer birer döndüğümüz köşeler bizi arabayı bıraktığımız
dere boyuna ulaştırıyor. Köyün evlerinden birinin duvarında rastladığımız yapan
ustanın imzası niteliğindeki güzel ayrıntı fotoğrafladığımız köye dair son kare
olarak dikkat çekiyor. Artık gitme zamanı; bekle bizi Arpaz Kulesi…
Donduran'da; bir başka evde bir başka güzellik
Donduran'da eski bir evin duvarındaki duvarcı ustasının zarif imzası
Arpaz Kulesi
Donduran’dan sonra Nazilli-Bozdoğan
karayoluna asfalt tali yoldan ilerleyerek ulaşılıyor. Buradan sola; Nazilli
istikametine saptıktan sonra Büyük Menderes’in kollarından olan Akçay’ın
üzerindeki köprüden geçiyoruz. Bu köprünün Arpaz Kulesi’nin hikâyesi ile ilgisi
var. Akçay (Harpasos) ırmağı, zamanında yukarılardaki Göktepe’den odun taşımak
amacıyla kullanılırmış. Nazilli yönüne doğru ilerlerken sağa doğru Harpasa Antik
Kenti ve Esenköy (Arpaz) levhasını göreceğiz. Arpaz Kulesi’ne ulaşmak için
buradan sağa doğru sapmak gerek. Yaklaşık 3-4 km. sonra köye geleceğiz. Köyde;
meydanda, köyün gençlik spor kulübüne ait olduğu anlaşılan bir lokal var.
Burada gelmişken bir yorgunluk çayı yada belki de markası unutulmuş bir yerel
gazoz içmek de mümkün.
Arpaz Kulesi ve arkasında yer alan Arpaz Konağı
Kahvenin hemen solunda biraz
ilerdeki köy bakkalının yanından tepeye doğru tırmanıldığında evlerin bittiği
noktada muhteşem görünüşlü Arpaz Kulesi
ve Çakırcalı Mehmet Efe’nin ve adamlarının
üç kez bastığı Arpaz Ailesi’ne (Osman
Arpaz) ait çok iyi durumdaki ahşap konağa ve yanında yükselen muhteşem Arpaz Kulesi’ne ulaşılıyor. Konak;
Birgi’de daha çoğunu gördüğümüz ağa konaklarını andırıyor. Ama esas önemlisi Arpaz
Kulesi…
Arpaz Kulesi ve Arpaz Konağı
(Nisan-2011; İF)
Nazilli’ye bağlı Arpaz’da (Esenköy) bulunan yapı grubu, bir Karya kenti olan Harpasa Kalesi’nin eteklerinde kurulmuş. Akçay’a kadar uzanan ekili araziyi
kapsamı içine alan büyük çiftlik işletmesinin sahibi olan Arpaz Beyleri,
tarafından 19.yüzyıl başlarında inşa ettirilmiş. Burası bir bey konağı,
güvenlik kulesi, ambar, ahırları ve müştemilatı ile bir şato kompleksini
andırmakta. Tarihi kaynaklarda; Arpaz
Kulesi’nin, Arpazlı Hacı Hasan Bey
tarafından, II Mahmut zamanında Rodos’tan getirtilen 30
kadar Rodoslu ustaya yaptırıldığına dair rivayetler bulunmaktadır.
Arpaz Kulesi'nin batı yüzünün detayı
(Nisan-2011; İF)
Kuleye bakıldığında gerçekten de
şövalye mimarlığının yansımalarını taşıdığı ve ortaçağ şövalye şatolarına
benzediği hemen fark ediliyor. Ancak, kulenin 2015 Kasım ayındaki hali giderek
içler acısı bir duruma dönüşmüş durumda. Çünkü daha önce düşen yıldırımlar
nedeniyle yıkılan en üst kattaki gözetleme burçlarından biri tamamen parçalanmış
durumda. Dağa bakan aynı çizgideki diğer burç da her ne kadar onarılmaya
çalışılmışsa da iyi durumda değil. Osmanlı’nın geç derebeylik dönemi
eserlerinden belki de en eşsizi diyebileceğimiz taşradaki bu nadide yapı, ne
yazık ki can çekişmekte ve kurtarılmayı bekliyor.
Arpaz Konağı; güneyden bakış
(Nisan-2011; İF)
Arpaz Kulesi’nin Çakırcalı
Mehmet Efe (Çakıcı) ile ilgisine gelince; Çakırcalı, 3.kez dağa çıkıp
“şekavete” (eşkıyalık) başlayınca; taşkınlar nedeniyle her kış harap olan ve
geçişe engel olan Büyük Menderes’in kollarından Akçay üzerindeki (şimdi
Yenipazar-Bozdoğan-Nazilli kavşağına yakın olan köprü) köprünün yeniden inşası
için çevre köylüler Çakıcı’dan istekte bulunurlar.
Çakırcalı Mehmet Efe'nin İzmir'deki hapishaneden çıktıktan sonra kayınbiraderi Çoban Mehmet ile çektirdiği tek fotoğrafı
(internet ortamından alınmıştır)
(internet ortamından alınmıştır)
Çakıcı; bölgede intikali sırasında
kendine de engel teşkil eden bu köprünün Arpaz’daki Osman Bey tarafından
yaptırılmasına karar verir ve Osman Bey’e adamları aracılığıyla haber gönderir.
Osman Bey, Çakıcı’nın İttihat Terakki döneminde sürekli takip altında
olması ve zaman zaman zor duruma düşmesi nedeniyle pek oralı olmaz, ama yine de
tedbiri elden bırakmaz ve Nazilli’ye kaçar. Bunun üzerine değişik zamanlarda
köy üç kez kendi ve muavin çeteleri aracılığıyla basılır.
Zeybeklerin takibinde görev alan bir müfreze Mendegüme-Köşk Kasabası geçişinde
(internet ortamından alınmıştır)
(internet ortamından alınmıştır)
Son baskında, köyün pazarının olduğu
gün, güpegündüz Çakıcı ve adamları köye gelirler. Osman Bey; köyde kahvede
eyleşmektedir. Çakıcı ve adamları kahveye dayanırlar, Arnavut kâhyayı, Osman
Bey ve oğlunu alarak dağa kaldırırlar. Yolda Arnavut kâhyayı öldürürler.
Karıncalı Dağ’daki daha önceden tahkim edilmiş mevzilerine çekilirler, Osman
Bey’in oğlunu 4000 altın fidyeyi hazırlamaları için serbest bırakırlar. Tabii,
bu arada vilayetin ve kolluk kuvvetlerinin haberi olur ve hızlı ve amansız bir
takip başlar.
Arpaz Kulesi
(Nisan-2011; İF)
Çakıcı’yı ele geçirmek için
İzmir’den özel trenlerle destek kuvvetleri sevk edilir. Takip kuvvetleri içinde
Çakıcı’nın düşmanları Çerkezlere mensup; Teşkilatı Mahsusa’dan Kuşçubaşı Eşref
Bey’den, Anzavur Ahmet Bey’e (Daha sonra Kurtuluş Savaşı sırasında Anzavur
ayaklanmasını çıkaracaktır), dağdaki eski rakipleri Çamlıcalı Hüseyin Efe’ye
kadar bir sürü nizami ve gönüllü kuvvet yer alır.
Metin Erksan'ın Çakıcı Efe ile ilgili "Dokuz Dağın Efesi" filminin afişi
(internet ortamından alınmıştır)
(internet ortamından alınmıştır)
Dağda yataklarından bir Yörük obasına mensup bir çobanın dövülerek zorla konuşturulması sonucu yeri tespit edilir ve şiddetli bir çatışma başlar. İki gün boyunca süren müsademe sonrası çetenin, yine savaş alanından bir şekilde sabaha karşı sıyrılıp kaçtığı gün ağarınca anlaşılır. Alanda iki ceset vardır. Bunlardan biri Arpazlı Osman Bey’e aittir. Diğerinin ise kolları ve kafası kesik ayrıca göğüs derisi yüzülmüş vaziyettedir. Kafası ve kolları götürülmüştür.
Karıncalıdağ
(Haziran-2014;İF)
Ceset; Çakıcı Efe’yi en yakından tanıyan yıllarca takibinde bulunmuş Bayındırlı Mülazım Mehmet Efendi ve birinci eşi Iraz’a gösterilir. Bayındırlı Mülazım Mehmet Efendi, Çakıcı Efe’yi sırtındaki büyükçe bir beninden tanır. Onu da Ödemiş’te; 1.yüze inişinde kendisi ile aynı odada soyunurken görmüştür Mülazım Efendi... Böylece 15 yıl tüm Ege Bölgesi’ni yöneten, haraca kesen ve Osmanlı Devleti’ni tam 15 yıl peşinden koşturup kafa tutan Çakıcı Efe ölmüştür. İktidar sahipleri, ölüsünü ibret olsun diye Nazilli Hükümet Konağı önünde uzun süre ipte asılı tutarlar. Ama işin garip yanı; Çakıcı’nın namı o günden beri kuşaktan kuşağa ve sınırlar ötesine dek neredeyse tüm dünyaya yayılırken, onu öldürenler tarihin girdabında unutulup giderler. Bu da kaderin bir garip cilvesi olsa gerek.
Arpaz ve Harpasa; bir arada...
İşte Çakırcalı Mehmet Efe’nin
belki de hayatına mal olan süreç, bu Arpaz’dan ve Arpaz Kulesi’nden başlamış;
Çakıcı’nın kaderi bu topraklarda 1911 yılında sonlanmış. Konağın ve Kule’nin
mülkiyet hakkı, bugün hala Arpaz Ailesi’ne aittir. Ama yukarıda da
belirttiğimiz gibi bu eşsiz yapı kompleksinin şu anki durumu içler acısıdır. En
kısa sürede de sorumluların müdahalesine ve ilgisine muhtaç; kurtarılmayı
beklemektedir.
Dipnotlar
(1)
Arpasa adı için bkz. Karia, Prof.Dr. Bilge UMAR; İnkilap
Kitabevi; 1999; sayfa:324
(2)
Ege’de
Eşkiyalar, Sabri YETKİN; Tarih Vakfı
Yurt Yayınları; 2.Basım-Mayıs 1997; Sayfa:9
(3)
a.g.e. sayfa:51-52
(4) Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında yürüyüş sırasında Aydın Aydemir tarafından çekilmiştir.
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
Düzenleyen: M.YC
görseller harika
YanıtlaSilGezi, yazı ve çok güzel fotoğraflarınızı zevk ve gıbta ile izliyorum. Bunları derleyip kitap haline getirmenizi öneririm. Çok güzel ve değerli bir belge bırakmış olursunuz. Sanırım sizler kadar bu işi ciddi ve güzel yapan yok.
YanıtlaSilsaygı ve selamlar.
İlginize ve teşvik edici sözlerinize çok teşekkür ederim. Umarım bir gün dediğinizi başarırız. Dilekleriniz için de teşekkürler...İF
Silçok yardımcı oldu teşekkürler :))
YanıtlaSilsağolun.
YanıtlaSilMükemmel bir anlatım olmuş, tüm ayrıntıları ile, emeğinize sağlık
YanıtlaSilİlginize teşekkürler... İF
Silteşekkürler
YanıtlaSilteşekkürler
YanıtlaSilharika bir yer, oraya giderek içine girdiğimiz de harika duygular hissediyoruz
YanıtlaSilSayın İbrahim Fidanoğlu ve Sayın Aydın Aydemir'e bu harika çalışma için çok çok teşekkür ediyorum,Ege'nin Ayanları isimli bir çalışma yapıyorum,anlatımınız ve harika fotoğraflar beni dahada heyecanlandırdı.Bu bilgileri izninizle kullanabilirmiyim? ellerinize,emeğinize sağlık
YanıtlaSilTabii ki kullanabilirsiniz. Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz nedeniyle teşekkürler...İF
Sil