29 Eylül 2015 Salı

NİKELİN KARARTTIĞI DAĞ; ÇALDAĞ



3 Temmuz 2015
İbrahim Fidanoğlu

Bu yaz ortalığı kasıp kavuran cehennem sıcaklarının eli kulağındaydı. Oldukça serin bir Temmuz sabahı yürüyüş sezonunu kapatacağımız son bir yürüyüş daha yapmak üzere, bu kez nikelin kalbi olarak bilinen ve bu yüzden de başına gelmedik kalmayan; Turgutlu Ovası’nın tam ortasındaki Çaldağ’a doğru dümeni kırdık.

 Çaldağ, Turgutlu

Saruhanlı üzerinden Turgutlu yönüne doğru planladığımız rotada, bir dizi belde eskisi; şimdi mahalle mi desek; yoksa köy mü; işte onlardan yan yana sıralanmış birkaçını arka arkaya kat ederek ulaştık Çaldağ havzasına ansızın. Ama önce sabah erkenden sahurun sessizliğinin üstüne çöktüğü o köy irisi kasabalardan söz etmesek olmaz.

 Manisa Ovası'nda sulama kanalları arasında bir döşeme yol

Önce Saruhanlı kavşağından Halitpaşa yönüne doğru saptık. Birkaç kilometre sonra ise, bizi Çaldağ Havzası’na ulaştıracak olan Mütevelli ve Koldere Kasabaları’nın bulunduğu yöne doğru dönerek Halitpaşa ve Gölmarmara güzergâhından ayrıldık. Sabahın erken saatlerinde Mütevelli’nin yorgun ve uyku mahmurluğu vurmuş sokaklarından bir hayalet gibi süzülürken, daha kepenk kaldırmamış birkaç köy kahvehanesinin önündeki sandalyelere ilişmiş birkaç kasaba sakininin dikkatini de çekmedik değil. Ama her şeye rağmen, hayat uyanmamıştı daha Mütevelli’de… Balkanlar’dan yüzyıllık bir eski hikâyenin bu ovaya savurduğu muhacirlerin torunları, beyaz badanalı evleri ve avluya açılan koca kapılarının ardında, şimdi derin bir uykudaydılar daha. Sessizce bir sonraki kasabaya doğru yol aldık.

 Manisa Ovası'nda; Gediz Havzası'nda hayıtlara merhaba dedik.


 Manisa Ovası'na hayat veren Gediz'in sulama kanallarından biri

Mütevelli’nin baskın mütedeyyin atmosferine karşılık, girişindeki şarap fabrikası, parklarında ve sokaklarında; güne uyanmış insanlarıyla daha farklı bir havada karşıladı bizi Koldere Kasabası…

Her ne kadar artık bir mahalle düzeyine indirgense de; bu köy irisi kasabalara mahalle demek, insana biraz garip geliyor. 20-30 km. uzaklıktaki ilçe merkezine bağlı tuhaf mahalleler… Merkezin yerele hükmetme ısrarının bugünkü zaman diliminde bir başka zuhur ediş şekli. Ben yaptım oldu; Oldu mu acaba?

 Koldere'den ötede biber tarlaları

İşte bu düşüncelerle Koldere’nin merkezinde yer alan parkta soluklandık bir süre. Bu arada kahveciden Koldere ve Mütevelli üstüne yorumlar dinledik. Dağa uygun yürüyüş kıyafetleri içindeki bize; ilkin mesafeli davranan meydandaki köylüler, niyetimizi anladıktan sonra daha yakınlaştılar. Hatta içlerinden biri, bizi bağları denetlemeye gelen eksperlerden olduğumuzu düşündüklerini bile söyledi. Bir süre daha süren sabah sohbeti, Gümülceli ve İzzettin Köyleri üzerinden Çaldağ yönüne doğru devam edecek yolculuğumuza yeniden başlamamızla nihayete erdi.

 Gediz'in hayat verdiği yemyeşil bir ova; biber tarlalarının güzelliği

 Hayıtlar bizi kendine çekti; mor ve güzeldiler.

İsimlerinde hikâyeleri saklı Gümülceli, Musalar Yeniköy ve İzzettin Köylerinin içinden geçtik. Yol boyunca bir süre Gediz’in Manisa Ovası’na hayat veren sulama kanallarından biri eşlik etti bizlere. Sağımız solumuz bağlar ve bahçelerle yemyeşil sarılmıştı sanki. Göz alabildiğine uzanan biber tarlaları, üzüme durmuş asmaların göz kamaştırıcı güzelliği görülmeye değerdi. Nasıl kıyılırdı bütün bu değerlere, ekmeğe ve suya; kısacası hayatın kendine…

Temrek Köyü; arkada Çaldağ'ın sırtları

İzzettin’e doğru Çaldağ aniden karşımızda bütün heybetiyle belirdi. Kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan ve ovanın içinden nasıl bir jeolojik oluşum sonrası yükseldiği tarafımızca pek de iyi anlaşılamayan bu masum ve büyük dağ kütlesinin onu kahredecek bir metal zenginliğini bağrında taşıdığını nereden bilecektik ki… Ama İngiliz oyunu burada da devredeydi ve yapacağını yapmıştı bile dağa.

İzzettin'e doğru; sanki ovadan fışkırmış gibi aniden karşımıza Çaldağ çıktı.

Kanal üzerindeki köprüyü aşıp, Temrek’e doğru hafif meyille ilerleyen bir yolu kat ederek köye ulaştık. Küçük bir köydü Temrek; yine isminde saklı hikâyesiyle kendini baş başa bırakarak, köyün üst düzleminde yer alan bir tavuk çiftliğinin yanına kadar çıktık. Artık bundan sonrası dağı keşfetmeye kalmıştı; başladık yürümeye.

Yürüyüş rotamız; Temrek'ten Çaldağ'a
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Çaldağ’ın Nikelle Dansı

Çaldağ ve nikelin birlikte anılan öyküsü, 2000’li yılların başından itibaren kurulan yabancı kökenli şirketler, hazırlanan ÇED raporları ve alınan maden araştırma izinleriyle başlıyor. Batı Anadolu’nun en önemli tarımsal alanlarına sahip olan; çekirdeksiz kuru üzüm ve diğer tarımsal ürünleriyle Türkiye Ekonomisi ve bölge halkının sürdürülebilir bir yaşama sahip olması açısından yaşamsal bir önemi olan Turgutlu Ovası’nın su kaynaklarını barındıran bir dağ söz konusu olan. El âlemin çarıklı erkânı harpleri, Çaldağ’ın derinliklerinde saklı Türkiye’nin en büyük nikel cevherini en ucuza çıkarıp büyük vurgunu vurmak adına Ali Cengiz oyunlarına başvurmuşlar senelerdir Turgutlu havalisinde. Zamanında Türkiye’de büyükelçi olarak görev yapan bir İngiliz diplomatının da içinde olduğu bu oyunlarla, bir Güney Amerika ülkesini konu alan müstemleke filmlerini andıran bir acımasızlıkta; zamanında İspanyolların Bolivya’nın gümüşüne sahip olmak adına delik deşik ettikleri Potosi(1) gibi Turgutlu ve Gediz Havzası’nı da bir cehenneme çevirmek istiyorlar.(2)

 Çaldağ'da nikel madeni için açılmış, krater ağzını andıran dev çukur

Burada söz konusu olan ülke zenginliğini temsil eden yer altı kaynaklarının talanı değil sadece. Esas mesele, dağın tepesine; nikelin cevherden elde edilmesi aşamasında kullanılacak milyonlarca ton sülfirik asitin üretilmesi için, dünyanın 5.; Türkiye’nin ise en büyük sülfirik asit fabrikasının kurulmak istenmesi ve sülfirik asit kullanılarak “liç yöntemi” adı verilen dünyadaki en ilkel ve en ucuz nikel elde etme yöntemiyle atmosfere açık bir şekilde yapılacak bu arıtma işlemi sırasında atmosfere salınan asit buharlarının ve toprağa karışan kimyevi artıkların verimli Gediz Ovası’nı nasıl bir cehenneme çevireceği sorunsalına karşılık bulunması…

Hafriyat yapılmış alanda dikili; genç çam fidanlarıyla kaplı yamaçlar

İşte film burada kopuyor. Gözlerini para hırsı bürümüş bu yabancı sömürgenler ve onların yerli hınk deyicileri, burada hata yapıyorlar ve Turgutlu merkezli bir direnişin tetiğini çekiyorlar. Çünkü hedef aldıkları insan hayatıdır; göz diktikleri yerli halkın ekmeği ve suyudur. Yani onların biricik hayat hakkıdır. İşte o noktadan sonra Turgutlu Çevre Platformu (TURÇEP) olarak adlandırılan ve yerelde Çaldağ’daki nikel madeninin faaliyete geçmesinden zarar görecek tüm paydaşları içinde barındıran, son derece örgütlü ve katılımcı bir sivil toplum hareketi doğuyor. ÇED raporlarının iptaline dönük olarak sürdürülen yargı süreçlerinde elde edilen başarılar, çevre halkının uyanık eylemliliği Çaldağ’a yönelik madenle ilgili imtiyaz sahiplerini şaşkına çeviriyor; şirket üç kez sahip değiştiriyor ve neredeyse yasal zeminde madenin sonuna yaklaşılıyor. Şimdi nikel madeni projesini sürdürecek bir şirket bile kalmamış ortalıkta. Ama bizim de zirvede tanıklık ettiğimiz manzara; her şeye rağmen içler acısı… 2004 yılından beri sürdürülen yüzeydeki araştırmalar, yapılan hafriyatlar Çaldağ’ın kalbine saplanmış bir hançer gibi orada duruyor. Sanki ay yüzündeki kraterleri andıran ve insanı ürperten; içi su dolu çukurlar, açılıp kapatılmış çukurlar, yer değiştirmiş topografya, yer değiştiren topografyanın belli yerlerinde filizlenen çam fidanlarıyla tazelenen mizansen vs. vs… Çaldağ’ın zirvesinde iken; güneydoğu yönünden yükselen iş makinelerinin sesleri ve başka hafriyat tepeleri… Bizim elbette ki her şeyi anlamamız bu kadar uzaktan pek mümkün değil, ama oralarda hala bir şeyler devam etmekte ve hançer, Çaldağ’ın saplandığı bağrında inceden inceye döndürülüp durmakta. Kısacası; doğanın acısı çok derin.

Halen faaliyetin sürdüğü; Turgutlu yönündeki değişen topografyaya örnek: hafriyatla oluşturulmuş bir yapay tepe 

Bizim size bu yazı kapsamında önerebileceğimiz ise; daha fazla belagat yerine yöre halkının mücadelesinin önünde bir bayrak gibi yükselen bir sivil toplum kuruluşunun; TURÇEP’in web sitesine(3) uğramanız… Konuyla ilgili her türlü görsel malzeme ve bilgiyi, doğanın tahribatına dair her türlü bilimsel veri ve raporu ve mücadele sürecinde günümüze dek tüm yaşananların ayrıntılarını bu sitede bulabilmek mümkün…

 Temrek Köyü

 Çaldağ'ın zirvesine aşağıdan bakış; tam zirvede TV verici antenleri

Çaldağ’a tırmanırken

Temrek Köyü’nü ardımızda bırakalı bir hayli olmuştu. Oldukça dik bir eğimle yükselen toprak yol, zaman zaman bozulsa da zirvedeki TRT Vericisi’ne kadar aşağı yukarı aynı konforda devam etti. Ancak başlangıçtaki yolun dik eğimi, yürüyüşün ilk kilometrelerinde su kaynatmamıza neden oldu. Sık soluklanma molaları, kızılçamlarla kaplı bitki örtüsünün içinden ilerlerken bize nefesimizi toparlama olanağı verdi zaman zaman. Tavuk çiftliğinden biraz uzaklaşmıştık ki, yolun iki yanındaki tarlalardan arada bir tüfek sesleri duymaya başladık. İlk anda pek anlam veremedik. Bunların ürüne dadanan hayvanları def etmek için bir önlem olduğunu, dağdan aşağıya inince; tavuk çiftliğindeki görevlilerden öğrendik. Biraz yükseldikten sonra, bahçeler arasındaki evler bitti. Manisa Su ve Kanalizasyon İdaresi’nden (MASKİ) gelen görevliler, dağa çıkan yolun hemen kıyısındaki bir su deposunda çalışıyorlardı. Bu tablo, Çaldağ’daki kaynaklardan gelen suyun, ova için kıymetini anlamak açısından bizim için somut bir örnek oldu.

Yolda gördüğümüz yaşlı bir çam ağacı

 Tarhana otları

 Gezginler, mola yerine doğru ilerlerken

Yürümeye devam ettik. Doğu yönünde devam eden tırmanışımız, bir süre sonra bir bele vardı. Aşağıda bir düzlük, düzlüğün kenarında bir çeşme ve çeşmenin karşısına düşen bir konumda doğal basamaklar oluşturan bir kayalık vardı. Burası mola vermek için uygundu. Verimli Gediz Ovası tam karşımızdaydı. Birkaç saat önce içinden geçtiğimiz köyler, kasabalar; en geride Çobanisa Kasabası ve Spil Dağı karşımızdaki ufuk çizgisi boyunca uzanmaktaydılar. Kayalıkların arasında hayvan ini şeklinde küçük bir mağara dikkatimizi çekti. İnin içinde hayvan kemiklerinden başka bir şey yoktu. Bir süre dinlendikten sonra yürümeye devam ettik.

 Mola yeri; çeşme

 Mola yerindeki kayalıktan ovaya bakış

Kayalıkta rastladığımız inin girişi

 Bir basamağı andıran kayaların tırmanışı

 Gezginler, molada bir soluklanma anında...

 Mola yerinde rastladık; otların arasından bize gülümsedi. Acaba yabani karanfil miydi kendisi?

Batı-Doğu yönünde devam eden yürüyüşümüz sırasında, Çaldağ kütlesini kuzeydoğu-güneybatı yönünde tarayan iki uzun sırtı aşarak ilerledik. Vadilerle birbirinden ayrılan bu sırtlarda kızılçam örtüsü hâkimdi. Ormanın içinden seyreden düzgün toprak yolun zemini, yükseldikçe bordo-kahverengi arası bir renge dönüştü. Yol boyunca ergimiş metal, belki demir hissini uyandıran; içinden yüzeyine doğru gaz çıkışına izin veren deliklerle kaplı kaya parçalarına rastladık. Bunlar, dağın çekirdeğinde saklı cevherin dışa kustuğu parçalarıydı sanki. Çaldağ’ın kalbinde saklı metal, bir anlamda ele gelmiş gibiydi. 

Sırta doğru yolun değişen zemin rengi

İçinde metal saklı kayalar

bir diğeri

 İlk sırtın arkasına doğru dönünce karşımıza bu yapay hafriyat tepesi çıktı. Yeşilin içinde filizlenen bir karanlık krater ağzı gibi...

Bir süre sonra sırtın güneydoğu yönüne döndük. Artık nikel madeninin bulunduğu havzaya iyice yaklaşmıştık. Zaten ilk virajı döndüğümüzde; bulunduğumuz sırta paralel olarak uzanan diğer sırtta; bir krateri andıran dev bir toprak kütlesini fark ettik uzaktan. Uzaklardan; çalışan iş makinelerinin sesleri bize kadar ulaşıyordu. Ama bu seslerden başka sadece bir ölüm sessizliği vardı sanki Çaldağ’ın başında. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yolda yürüyorduk madenin kalbine doğru.

 Çaldağ Nikel Madeni Havzası

Çaldağ Zirvesi ve antenler

 Maden havzasındaki hafriyat yapılmış alanlar

 Arazide rastladığımız gözlem kuyularına bir örnek

Karşımızdaki sırttan bizi ayıran derin vadi, Çaldağ’ın zirvesi yönünde alçalarak küçük bir dere yatağına dönüştü. Hafif bir rampayla yükseldiğimiz karşı tepeler, daha önceki hafriyat çalışmaları sırasında yer değiştirmiş topografyanın parçaları olmalıydı. Şimdi nerdeyse bir insan boyuna ulaşmış çam fidanlarıyla kaplıydı tepelerin bize bakan yamaçları. Göz alabildiğine çam fidanları; ne kadar etkileyiciydi ilk adımda bu manzara… Ne Çatalkaya’da Efem Çukuru’ndaki altın madeni için kökünden sökülen ağaçlarla kaplı yamaçları andırıyordu burası, ne de Selçuk-Çamlık’ta gördüğümüz delik deşik edilip bırakılmış, terk edilmiş dolamit yataklarını… Burada bir düzen bir intizam vardı ilk bakışta; açıkçası etkileyiciydi de. İlk bakanı ikna edecek ölçüde çevreciydi üstelik.

 Çaldağ'ın tepesinde, uydudan da görülebilen dev bir krater ağzı şeklindeki içi su dolu çukur

 Zirveye çıkan yolda rastladığımız, üstü toprakla örtülü alanlar

Nikel madeni ile ilgili hafriyat yapılan alana bir başka açıdan bakış

Ama kazın ayağının aslında öyle olmadığını, daha yukarılara tırmandıkça anladık. İlk karşımıza çıkan; toprağa bir şeylerin gömülü olduğu hissini veren küçük tümseklerdi. Bu noktadan itibaren gözlem kuyusu diye adlandırılan ve numaralandırılmış sondaj noktaları dikkat çekiciydi. Bu noktadan sonra yol ikiye ayrıldı. Biri sola ve Çaldağ’ın zirvesine doğru kıvrıldı. Diğeri ise sağa; Turgutlu yönünde hafriyat yapılan diğer krater benzeri tepeye doğru gitmekteydi. Biz zirve yönünde yürümeye devam ettik. Yol boyunca beton çitlerle çevrili maden sahasında; girişinin uyarı levhalarıyla yasak olduğu belirtilen bir bölgede ve Çaldağ zirvesinin hemen altındaki bir vadide yer alan içi su dolu dev bir çukur bulunmaktaydı. Çevresinde yer alan çemberlerle aşağıya doğru daralan ve bir kamyonun geçebileceği genişlikteki hafriyat alanı, giderek derinleşen bir krater ağzını andırıyordu. Nikel cevherinin arandığı anlaşılan çukurlardan birisi olmalıydı burası. Ama o kadar büyük ve derindi ki; uydudan çekilmiş fotoğraflardan bile kolaylıkla seçilebiliyordu.

Çaldağ zirvesinden maden sahasına bakış

 Çaldağ Zirvesi

 Zirveye ulaşan yolun sonu

 Çaldağ Zirvesi'nden ovaya ve Spil'e doğru bakış

 Yürüyüşe başladığımız tavuk çiftliği noktası ve diğer yerleşim bölgelerine bakış

 Çaldağ Zirvesi'nden havadaki subuharının izin verdiği ölçüde seçilebilen Gölmarmara

Yürümeye devam ettik. Krater ağzının çevresinde dolaşarak aşağıdan beri kendimize nirengi noktası aldığımız TRT vericilerinin ve telefon antenlerinin bulunduğu Çaldağ’ın zirvesine doğru iyice yaklaşmıştık. Ovadaki sıcak havadan burada eser yoktu; ayrıca zirvede oldukça sert bir rüzgâr da esmekteydi. Bu sırada yanımızdan zirvedeki TRT vericisine doğru giden resmi plakalı ve TRT logolu bir pikap geçip gitti. Bu, saatlerdir sürüp giden yürüyüşümüzde aşağıdan beri nerdeyse ilk gördüğümüz araçtı. Böyle bir ıssızlığın ortasında bugün; bazen çamların rüzgârla, bazen de kepçelerin sesinde billurlaşan Çaldağ’ın nikelle dansına tanıklık ettik. Zirveye varmıştık bile. Yaklaşık 1020 metre yüksekliğindeki Çaldağ Zirvesi’nden çevredeki bütün topografya gayet iyi izlenebilmekteydi. Doğu yönünde Gölmarmara Gölü, çevresini çepeçevre sarmış Gediz Ovası; ovadaki hain saldırıyı sessizce bekleyen yemyeşil bağlar ve bahçeler; kasabalar, köyler, kendilerine çevrilmiş bir zehir makinesi gibi ölüm kusacak Çaldağ madenlerinin gazabına karşı, sessiz ve boynu bükük insan kalabalıkları… İşte onların hepsi ovada ve çok uzaklardaydı şimdi. Zirvede esen rüzgârın uğultusuna karışan zaman, bizlere ne çoraplar örmekteydi acep?

 Çaldağ topografyası

Çaldağ Zirvesi

Çaldağ’ın en tepesinde manzaranın en alasına doya doya baktık; ama biraz hüzünle; ama biraz ümitle… Bu güzel coğrafyanın güzel insanlarına inanarak; onların verdiği yaşam mücadelesine saygı duyarak… Bir selam da bizden olsun Turgutlu Kasabası’nın aydınlık yarınlarına; selam olsun bu toprakların güzel insanlarına. Anlayanlara ve gerçeği anlatanlara…

Dipnotlar
(1)    İspanyolların Potosi’deki gümüş madenlerinin talanı ve çevre felaketleri hakkında bkz. Latin Amerika’nın Kesik Damarları; Eduardo Galeano; Çitlembik Yayınları-2009-İkinci Baskı; Gümüş Döngüsü: Potosi’nin Yıkıntıları bölümü-Sayfa:53-67
(2)   Cehenneme çevrilmeye ramak kalmış Çaldağ’da nikelin rafinasyonu için uygulanması planlanan Liç Yöntemi hakkında bkz. http://www.caldagi.com/?Bid=488876
(3)   Turgutlu Çevre Platformu’nun web sitesi ana sayfasına ulaşmak için bkz. http://www.caldagi.com/?SyfNmb=1&pt=Anasayfa
(4)  Fotoğraflar, yürüyüş esnasında A. Aydemir tarafından çekilmiştir.


Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC



Bumerang - Yazarkafe

Bumerang - Yazarkafe





3 yorum:

  1. Bile bile insana ve doğaya nasıl zarar verilir aklım almıyor:( TURÇEP'i tebrik etmek gerekir. İnternet sitesine de bakacağım. Çok faydalı bir paylaşım ve bilgilendirme olmuş. Emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne yazıkki bu cennet vatanda bunlardan çok var; hem de hemen yakın çevremizde; Çatalkaya'da Efemçukuru'nda ve Yamanlar Dağı'nda altın denemeleri ve Aydın Dağları'nın kuzey yüzündeki dolamit yatakları; diğer maden denemeleriyle doğanın bağrının delik deşik edilişi...Allionai gibi suların altında gömülüp kalan ören yerleri ve başkaları... Doğaya karşı ve bu toprağa kök salmamızı sağlayacak bütün kültürel varlıklarımıza karşı topyekün bir saldırı karşısındayız. Bu pervasız gidişle doğanın insandan intikam alma zamanı yakındır.

      Sil
  2. Çok güzel tespitler ve fotoğraflar. Tebrik ederim.

    YanıtlaSil