28 Ekim 2014 Salı

TİRE’DE BİR SONBAHAR HASADI




SARPÇA’DAN MANASTIR MEVKİİ’NE DOĞRU;
FESATTEPE ALTINDA DOLAŞMALAR


24 Ekim 2014
İbrahim Fidanoğlu

Bu yıl da yaz bitti. Ağustos sıcaklarının Ege’yi epey hırpaladığı günler artık gerilerde kaldı. Birkaç gündür bastıran Ekim yağmurlarından fırsat bulduğumuz bugün, yürüyüş mevsimine merhaba dedik. Amaç, doğadaki yaban hayatın bize armağanı olan yaban mersiniyle, alıç meyvesiyle, ağaç çilekleriyle, kestane ve ceviziyle ve daha aklımıza gelmeyen envai çeşit nice meyvesiyle bir kez daha Tire’nin sırtını dayadığı Güme Dağı’nın yamaçlarında buluşmaktı. Sabah Belevi’deki kahvaltı molası sonrası, rotayı Kral Yolu’nu takiben Tire’ye çevirdik. Yol üstünde uğradığımız Halkapınar Köyü’ndeki, bu yaz faaliyete geçen bir çiftlik ve kır oteli görünümündeki güzel tesiste; sabahın bu erken vaktinde hayat henüz başlamamıştı. Çiftliğin tavukları ve köpekleri dışında bizim geldiğimizi hisseden olmadı. Sabah kahvesi için uğradığımız oteli derinlemesine anlatmayı bir başka zamana bırakarak Tire’ye doğru yola devam ettik.

 Toptepe'den Tire'ye bakış

Bugün Güme sırtlarında; insanlığın avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği günlere bir selam gönderdik dersek yalan olmaz. Hasan Hoca’nın Datça’dan getirdiği orfozu saymazsak avcılıkla ilgimiz pek yoktu. Ancak; toplayıcılık derseniz Tire’nin bereketli sonbaharında nasibimiz neyse yeterince aldık doğadan. Toptepe’den başlayan ve kısa aralıklarla süren eden yolculuğumuzun rotasında zaman zaman yürüdük; zaman zaman hasadımız için kısa molalar vererek yolumuza devam ettik.

 Datça'nın orfozu Tire-Toptepe'de...

Toptepe’den sonra Derekahve’ye indik; oradan yönümüzü Kaplan Köyü’nün içinden Güme’nin yükseklerindeki Çukurköy’e oradan da biraz daha alçaklarda yer alan Sarpça Mevkii’ne çevirdik. Antik Larissa Kenti’nin üzerinde yükselen Bizans Kalesi’nin hemen altında kurulu ve neredeyse sadece yaşlıların kaldığı Hisarlık Köyü’nün üstündeki yamaçlarda dolaştık. Ağaç çilekleri ve sandal ağaçları arasında bulduğumuz bir traktör yolundan, daha önceleri birkaç kez Yörükler Mevkii’nden ulaştığımız Manastır Mevkii’ne indik ve çıktık. Sarpça’dan Pers Satrapı Gamerses’in savunma kalesinden kalan harabelerin bulunduğu Fesattepe altındaki Yarbaşı Mevkii’nde sonlanan stabilize yolun en sonundaki Dibekçiler Yörüklerinden bir ailenin oturduğu son eve kadar devam ettik. Burada uzun soluklu bir mola sonrası, vardığımız son nokta Hisarlık Köyü’nün harabeye dönmüş tarihi camisi oldu.

 Silkilen kestaneler gömüde...

 Gezginler kestane ağaçlarının altında dip "taraş"ında...
Şehrin baskısından dağların en yükseklerine çekilen alıç zamanını kaçırmıştık, ama Sarpça sırtlarında sandal ağaçlarıyla birlikte sık çalılıklar şeklinde yayılmış ağaç çilekleri turuncudan kırmızıya dönmüştü bile. Çukurköy’den Sarpça’ya doğru kıvrıldığımızda karşılaştığımız yolun üstünde ve altında uzanan yamaçlar tamamen kestaneliklerle kaplıydı. Çoğu silkelenmişti. Neredeyse hepsinin; yörede “taraş” adı verilen diplerindeki kestanelerin toplanması işlemi de tamamlanmıştı. Ama yine de ağaçların altlarındaki alanda, nefsimizi körleyecek kadar kestane vardı.

Kestanenin dikenli hali ve gezgin

 Biraz ilerde Sarpça’nın ovaya bakan evlerinin arasından geçtik ve ağaç çilekleriyle kaplı yamaca doğru devam ettik. Yamaçta belli bir alan; sandal ağaçları, mersinden daha küçük çaptaki meyveleriyle dikkat çeken kesik çalıları ve ağaç çilekleriyle kaplıydı. Semt pazarlarında kâğıttan külahlarda eser miktarda satılan ağaç çileklerinin dünyasına dalmıştık bir kere. Dalından koparıp yiyerek, reçellik marmelatlık deyip sarıdan turuncuya, turuncudan kırmızıya değişen renkleriyle; ağaç çileklerini toplayıp seyrederek bir hayli zaman geçirdik sık çalılar arasında.

 Sarpça'dan Tire'nin görünüşü

Sarpça yamaçlarında ağaç çileği hasadı

 Sarıdan kırmızıya rengarenk ağaç çilekleri

 Çok sarp değil ama sarpça; işte Sarpça yamaçları


(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Sarpça yamaçlarında keçilerin dayanamadığı kesik çalıları ve yaban mersinini andıran meyveleri

Gezginler, Sarpça'dan Manastır Mevkii'ne inen traktör yolunda...

Ağaç çilekleri ve sandal ağaçlarıyla kaplı makilik alanın arasından aşağıya doğru inen traktör yolunu takip ederek, yaklaşık bir kilometre sonra yörede Manastır Mevkii olarak bilinen ve asırlık çınarlarla kaplı ören yerine ulaştık. Daha önceden Yörükler Mevkii’ne giden asfalttan ayrılarak ulaştığımız bu alan, definecilerin açtığı çukurlarla ve dev çınar ağaçlarıyla kaplıydı. Manzara o eski günlerden farklı değildi. Tek fark, artan çukurların sayısıydı. Çınarların altındaki basit çeşmenin ön duvarının ucuna iliştik. Sessizliğin senfonisini dinledik bir süre… Bölgenin yerel anlatımda manastır sözcüğü ile birlikte anılmasının bir arka planı olsa gerek. Defineci çukurları da bunu ele veriyor olmalı. Tire çevresindeki Aydın Dağları’nın bağrında saklı birkaç manastır hikâyesinden birisi de bu mekâna gömülü kalmış yüzyılların ardında.(1)

 Manastır Mevkii

 "Manastır"da var bir çeşme; ama o çeşme değil bu çeşme...

Manastır Mevkii'nde defineci çukurlarından biri

Manastır'ın asırlık çınarları

Manastır Mevkii’nden yeniden Sarpça’ya doğru tırmandık. Asfalta ulaştığımızda Gamerses’in Kalesi’nin yer aldığı Fesattepe’nin alt düzlemine doğru ilerledik. Yakınlarda asfaltlanan yol boyunca makilik alanlar yer yer sıyrılmıştı. Bir çapanoğlu da buralara uğramış olmalıydı. Yola devam ettik.

 Yol üstünde çiğdemler

Yağmurla uyanan siklamenler

Sarpça sırtlarında incir ağaçlarının güzelliği

Asfalt, Fesattepe’nin hemen altında; Yarbaşı Mevkii’nde yer alan son evin dibinde sona eriyordu. Yerel malzeme ile örülmüş ev ve müştemilat nerdeyse bir kompleks görünümündeydi. Evin güler yüzlü sahibesi, bizi büyük bir konukseverlikle karşıladı. Dibekçiler Yörüklerinden olduklarını öğrendiğimiz evin sahibesi, gözle kaş arasında; hemen elinde bir tepsiyle çıka geldi. Önümüze bir tepsi içinde elma ve üzüm; biraz sonra da bir demlik çay geliverdi hemen. Bu kısacık zamanda nasıl da demlenmişti çay? Ceviziydi, daldaki ahlatıydı derken tatmadığımız meyve kalmadı. Evden ayrılırken, dağın başında hiç tanımadığı insanlara karşı, Tanrı misafiridir düşüncesiyle; bu ince konukseverliği gösterebilen tertemiz yürekli Yörüklere minnet duyguları içinde veda ettik.

 Yarbaşı Mevkii'nde mola anı

Gezginler, sirke yapmak amacıyla elma hasadında...

Dönüş yolunda Sarpça’dan Hisarlık Köyü’ne doğru yürüdük. Hisarlık’a varmadan kocaman ağaçlara dönüşmüş bir yaban mersini kolonisi, üzerinde olgun mersin üzümleriyle bizleri bekliyordu. Üstündeki mersin üzümlerinin ağırlığından kıvrılmış dökülmüş dallarının arasında kaybolduk gittik. Kan şekerini düzenleyen etkisiyle tıbbi bitkiler içinde kabul gören mersin, günümüzde kültür bitkisi olarak da yetiştiriliyor. 

 Yarbaşı'nda yaban mersinlerine ulaşabilme çabası

 Yaban mersini kolonisi

Mersin üzümlerinden kaldırdığımız hasatla daha bir zenginledi yükümüz. Son uğrak noktamız ise, Hisarlık Köyü’ndeki harabe haline dönüşmüş 18.yy. yapısı tarihi cami oldu.

 Hisarlık Camisi'nin 2007'deki hali 
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Hisarlık Camisi'nin 2014'deki hali

 Caminin giriş kapısı
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Caminin kitabesi
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

 Caminin arka duvarında yer alan duvarcı ustalarının imzası anlamındaki desenler
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

 Caminin kadınlar mahfilinin 2014 yılındaki hali

Caminin içi ve minberin 2014 hali

Hisarlık Camisi'nin avlusundaki tarihi çeşmenin 2014 hali

Arka duvar köşe detayı ve duvarcı ustalarının imzaları; 2014 hali 

Hisarlık Köyü içinde, harap vaziyetteki ahşap cami, mihrabında yer alan barok süslemeler, ahşap minberi ve doğanın tahribatına teslim olmuş çökmekte olan ahşap çatı ve onun üzerini örttüğü son cemaat yerine girişte yan yatıp yıkılmış mavi boyalı tahtadan parmaklıklı kapı zamane ziyaretçilerine esen rüzgârla birlikte derdini fısıldar gibidir. Caminin avlusundan dolanarak ulaşılan arka duvarının üzerinde; camiyi yapan duvarcı ustalarının bir anlamda imzasını temsil eden tuğla malzemeden yapılmış balık sırtı ve dairesel desenler dikkat çekicidir. Yıllar öncesinde benzer bir harabiyet içinde bulduğumuz caminin bugünkü hali, artık tamamen yıkılıp yok olma noktasına ulaşmış durumdadır. Ata yadigârı bu tarihi mirasımızın göz önünde yok olup gitmesi ve yıllarca bu duruma merkezi ve yerel yöneticilerin kayıtsız kalmaları, bu anlamda oldukça manidardır. Muhafazakârlık adına ülkede koparılan fırtınaların esintisinin bu yıkıntılara ilaç olması beklenebilir mi? Kim bilir?

Yağmur bulutları, Tire’nin üstünde akşama doğru iyice yoğunlaştı. Gün boyu bize özgürce hareket etme olanağı sağlayan hava, meteorolojik öngörülere uygun bir şekilde yağmura döndü. Toptepe’de Datça’dan gelen orfozla tamamlanan akşam, Tire’deki yürüyüş sezonunun şanına yakışır bir başlangıçla sona erdi. Şimdi gitme zamanıydı. Tireli dostlarla vedalaşarak İzmir’e doğru hareket ettik.

Dipnotlar:
(1)     Bir başka manastır rotası için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-egridere-vadisinde-manastir.html
(2)    Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında gezi anında A. Aydemir tarafından çekilmiştir.



Yazan: İbrahim Fidanoğlu 
Düzenleyen: M.YC





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder