BAHARIN
BÜTÜN RENKLERİ; OVACIK’TAN CEVİZLİDERE’YE…
2 Mayıs 2024
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Bugün birçok kez
uğradığımız, İzmir’in hemen yanı başında, Kemalpaşa
sınırları içindeki cennet köşe; Ovacık
Yaylası’ndaydık. Bahar bütün coşkusuyla Ovacık
Yaylası’nda en güzel elbiseleriyle karşıladı bizi. Sinancılar Kanyonu’nun Cevizlidere
Vadisi boyunca yükselerek Ovacık’ta
bir yaylaya dönüştüğü topografyanın girişindeki görünümü benzersizdir. Sabah
bizi o noktada oldukça kapalı bir gök ve yağmura eğilimli bir atmosfer
karşıladı. Ancak ilerleyen saatlerde durum tamamen değişerek, baharın tüm
güzelliklerine tanıklık etme fırsatı verdi bize. Yaklaşık 12 km.lik parkuru
avarelik yaparak, 5 saat civarında tamamladık. Buna Cevizlidere kıyısında koyu gölgelikte verdiğimiz yemek molası da
dâhildi. Sonuçta bütün günümüzü doğanın bağrında bahar manzaraları seyrederek
geçirdik.
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Yürüyüşün hikâyesi
Sabah 10.30 gibi Kemalpaşa üzerinden Ovacık Yaylası’na giriş yaptık. Ovacık
yönünde hava oldukça bulutlu ve sanki yağmura gebe gibiydi. Ancak bir süre
sonra bulutlar dağıldı, yerini güneşli ve açık bir havaya terk etti. Adet
olduğu üzere her zamanki gibi sabah çaylarını içmek için Ovacık merkezindeki Halil’in kahvesine uğradık. Ancak Halil, kiraz
zamanı olduğundan ovadaki bahçelerinde hasada gitmişti. Kahvehane kapalıydı.
Yandaki çınarların altında bulunan ve son aylarda bir tadilat ile genişletilen
kır lokantasında çaylarımızı içtik. Havuz başındaki çınarlar ve söğüt ağaçları baharla
birlikte coşmuştu. Yaşlı söğüt ağacı çiçekteydi. Tozlaşma zamanıydı.
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Ovacık'ta Cumhuriyetin ilk İzmir Valilerinden Kazım Dirik zamanından kalma ve Yiğitler-Sinancılar-Kızıloba-Bayındır geçişinin açılması anısına yaptırılan Paşa Çeşmesi
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Çayları içtikten sonra
Halil’in kahvehanesinin yanından arkadaki Sarıkaya
Tepesi’ne doğru ilerleyen bir patikayı takip ederek yürümeye başladık.
İlkin deve dikenleri karşıladı bizi; mora çalan göz alıcı çiçekleriyle. Kestane
ve ceviz ağaçlarının arasından ilerleyerek bir kirazlığın sınırından yukarıya
doğru yöneldik. Ardımızda ise, zirvesinde Batı Anadolu’daki Çaldede makamlarından birinin bulunduğu Dededağ’ın(1) üzerini kaplamış olan yoğun bulut tabakaları yavaş
yavaş dağılmaktaydı. İçinden geçtiğimiz kiraz bahçesindeki kirazlar henüz
olgunlaşmamıştı; yeşildiler. Normalde Ovacık
Yaylası’nda kiraz, Haziran’ın 15’i gibi olgunlaşır. O vakit Karakol Mevkii diye bilinen ve
şimdilerde kiraz alım merkezi olarak kullanılan yer, bir panayır yerine
dönüşür. Kızıloba’dan, Ovacık Yaylası’nın farklı kesimlerinden
sepetli motorlarla taşınan köylünün bir yıllık emeğinin ürünü kasa kasa
kirazlar, Karakol Mevkii’ne yıkılır
bir anda. Tam bir hengâmedir kiraz alımı. Görülmeye değerdir.
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Kirazlığın içinden
çıktıktan sonra, her iki yanı baharla birlikte yeşile boyanmış Anadolu
meşeleriyle kaplı şirin bir patikaya ulaştık. İşte o zaman başladı yeni hayatın
simgesi; çiçeklerin resmigeçidi. İlk önce baklagillerden (fabaceae) eflatun-beyaz renkli çiçekleriyle dikkat çeken deniz bezelyesi (lathyrus laxiflorus) ya da mürdümükler
(Datça’da çorbaya benzer yerel bir
yemeği yapılır)(2), yine
eflatun renkli göz alıcı yabani şebboylar
(matthiola sp.), bembeyaz papatya (asteraceae sp.) kolonileri çıktı karşımıza. Kimi kurumuş, kimi hala
capcanlı saygı duyulası anıt kestanelerin yanından geçtik usulca. Koskoca
gövdesini belki dört beş kişi ancak kucaklardı. Böğürtlen çalıları, meşelikler,
kestane ve ceviz ağaçları; yer yer karaçam ve kızılçamlar birbirinin içine
girmişti sanki. Her biri, uyanan yeni hayatın coşkunluğu içinde kendilerine alan
açma mücadelesindeydiler.
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Pembe renkli turnagagaları (geranium’lar) ve Girit
ladenleri, eflatun rengi çan
çiçekleri (campanulla) ve henüz
tüylü tomurcuklar içinde kendini saklayan şakayıklarla
devam etti yolculuğumuz. Sarıkaya Tepesi’nin
eteklerini yalayarak devam eden patika giderek yükseldi ve yaylaya hâkim bir
konuma erişti. Bir süre karşımızdaki Dededağ’ı,
yayladaki zengin bitki örtüsünü ve bahçeleri seyrederek geçti zaman.
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Biraz ilerde
rastladığımız baklagiller (fabaceae)
ailesinden acı baklalar da (lupinus sp) çiçekteydi. Bu yörede
dağlarda yürürken bu mevsimde acı baklalara sıkça rastlıyoruz. Koyu mavi
çiçekleriyle göz alıcı acı baklalar aslında tıbbi bitki olarak da kullanılıyor.
Toprağın ıslahı ve gübrelenmesi açısından son derece kullanışlı bir bitki olan
acı baklalar, hayvan yemi olarak da işlev görüyor.(3) Hemen yakınlarda; kırsalda çocukların balık avlamak
için kullandıkları şabla çalıları da
sarıya boyanmıştı. Zehirli olan bu bitki suya çırpılarak balıkların
sersemleşmesi sağlanıyor; daha sonra da kendinden geçip bayılan balık sudan
elle toplanıyordu.
(Mayıs 2024)
Ovacık Yaylası'nda; deve dikenlerinin peşinde...
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Sağımızda solumuzda boy
verip çiçeğe durmuş deve dikeni kolonileri benzersiz manzaralar sunmaktaydı.
Papatyagiller (asteraceae) ailesinden;
baharda açan mor renkli çiçekleriyle enginarı hatırlatan deve dikenleri,
karaciğeri koruyucu etkisi nedeniyle enginar gibi karaciğer dostu bir bitki
olarak biliniyor. Meryem dikeni ya da
sütlü kenger olarak da anılan deve
dikeninin yaprakları üzerindeki beyaz lekeler ise, söylenceye göre Meryem
Ana’nın sütünden damlayan bir tek süt damlasından kaynaklanmakta.
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Daha ileride yeşil
denizinde ilerlerken, gelincikler (papaver) kesti yolumuzu; bir de nakıllar… Gelinciklerin ortasındaki
siyah bölgeler haç şeklinde, taç yaprakları beyaza yakın bir pembelikteydi.
Mitolojide Hera, Virgil tarafından ölümün
kardeşi olarak adlandırılan Somnus
(Yunan mitolojisinde Hypnos), doğumun
ve iffetin tanrıçası Artemis ya da
Roma’daki ismiyle Diana ve elinde bir
buğday başağı ile temsil edilen bereket tanrıçası Demeter’in (Roma mitolojisinde Ceres)
bitkisi olarak bilinirmiş gelincik.
Gelinciğin kırmızı taçyapraklarındaki siyah bölgelerin halüsinasyon, yine bir
gelincik türü olan haşhaş bitkisinin kapsülünden elde edilen sütünün ise uyuşturucu
etkisi nedeniyle İlkçağ’daki mitolojik figürlerle ilişkilendirilmiş olması
oldukça mantıklı geliyor insana. Bir de sıcak yaz günlerinde eskiden misafirliklerde
ikram edilen soğuk gelincik şerbetleri vardı; karanfil kokulu… Şimdilerde pek
yapanı kalmadı.(4)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
İlk dönemeçten sonra
sapsarı çiçekleriyle bir sütleğen (euphorbia sp.) kolonisi karşıladı bizi.
Yukarılardan sızan su, ahşap bir yalağın içine usul usul dökülmekteydi.
Sütleğenler de barındırdıkları zehir nedeniyle bir yandan tıbbi bitki özelliği
olmasına karşılık, oldukça tehlikeli bir bitki ailesidir. Bu özelliği nedeniyle
aynı şablada olduğu gibi kırsalda
derelerde balık avlamakta da kullanılıyormuş.
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Kemalpaşa ovası yönünde uzun süre Sinancılar Kanyonu’na doğru yürüdük. Batı yönündeki vadi tabanında
bütün yaylanın hayat kaynağı Cevizlidere
akmaktaydı. Öyle bir yeşil düşünün ki; sayısız tonu olsun ve yemyeşil bitki
örtüsünün sıklığı nedeniyle her şeyi saklasın içinde. Öyle benzersiz bir yeşil
deniz uzanıyordu solumuzda. Yürüdük yürüdük; ta ki dere yatağına dek…
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Dere yatağına doğru
alçalırken, mor renkli çiçekleriyle hava
cıva otları, masmavi peygamber
çiçekleri, dağ çayları ve
başkaları selamladı bizi. Bir süre sonra çınarlar altında uzanan koyu gölgelik
bir dere yatağına indik. Ayrıldığımız patikayı kuzeye doğru devam etseydik; en
sonunda Sinancılar köyüne giden ve
daha önceden iki kez yürüdüğümüz; kayalar arasından ve bir uçurumun kıyısından
ilerleyen güzelim patikalara ulaşacaktık. Ama bugünkü rotamız başkaydı ve biz
bu şekilde Cevizlidere’nin şırıl
şırıl akan sularının kıyısına dek ulaşmıştık. Şimdi yemek molası zamanıydı.
(Mayıs 2024)
Cevizlidere kıyısında; suyun sesini dinledik.
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Yemek sonrasında Cevizlidere vadisinden yukarıya; Ovacık-Bağyurdu asfaltına doğru yürüdük.
Asfalt yola ulaştıktan hemen sonra yeniden vadiye doğru dönerek Ovacık yönündeki kır evlerinin bulunduğu
bahçeler içine doğru yöneldik. Bu sırada peşimize iki tane av köpeği takıldı;
oyuncuydular ve açtılar. Yanımızda yemekten kalan ne varsa hepsini bir ağacın
dibinde hallettiler. Bundan sonra neredeyse Ovacık
mezarlığına kadar peşimizi bırakmadılar.
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Vadi dibinde sürülmüş
tarlaların sınırından geçtik. Ulaştığımız nokta yine Cevizlidere idi. Yeşillikler içinde koyu gölgelik bu alan oldukça
konforlu olsa da, sık çalılar arasından kendimize bir çıkış bulamadık. Yeniden
asfalt yola ulaşarak Ovacık’a kadar
bu yoldan yürüdük.
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
(Mayıs 2024)
Yol kıyısında şemsiye
gibi; kimi tomurcukta, kimisi ise yeni çiçek açmış bembeyaz heracleum’ların, papatya kolonilerinin, kirazlıkların
ve ceviz bahçelerinin yanından geçtik. Son durağımız çınarlar altındaki konfor
alanı; sabah çay içtiğimiz Ovacık’ın
merkezindeki kır lokantası oldu. Akşama doğru içtiğimiz yorgunluk çaylarıyla birlikte,
günü ovadaki Bağyurdu’nda (ya da Parsa); merkezdeki kahvehanelerden
birinde sonlandırdık. Keyifli ve mütevazı; doğanın içinde geçirdiğimiz bir günü
Bağyurdu’nda noktalamıştık. Ne mutlu
bize, ne mutlu yürüyenlere…
Günün kapanışı, Bağyurdu (Parsa) kahvehanelerinde...
(Mayıs 2024)
Dipnotlar:
(1) Ovacık-Dededağ yürüyüşü için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2012/11/kemalpasa-ovacik-yaylasi-dededag.html
(2) Dağa Kaçtım ekibinden Hasan
Doğan Betçe mürdümüğünü şöyle anlatıyor: “Mürdümük
ya da Betçe’deki asıl adıyla pava ya da hava, aslında bir tür çorba. Pava
ise, son yıllarda Datça pazarlarında
sıkça aranılan, ama asla bulunmayan, oldukça da pahalı bir sebze. Mürdümük ya da pava, bezelyegillerden; yabani olarak yetişen, ama yokluk
zamanlarında Betçe köylerinde tarımı
yapılan bir ürün. Pava ya da hava yemeğine konu olan mürdümük özellikle her türlü toprakta
yetişebilen bir sebze. Kısacası kuraklığa ve zor şartlara dayanıklı bir bitki… Betçe’de çorba kıvamındaki yemeği çok seviliyor.
Kıraç topraklarda hiçbir şey istemeden, gübresiz de yetişebilen bu bitkinin
ziraatı, ne yazık ki şimdilerde sadece Belenköy’de
bir kaç aile tarafından sürdürülüyor. Fiyatının sorulmadığı, ama kendisinin
talep edildiği bir ürün ben görmedim. Şöyle diyeyim; ben Datça pazarında görsem, fiyattan önce tartıver derim. Ama yok işte…
Ben manide söylenen dolmasını bilmiyordum. Ama oluyormuş. Bu arada bir konuyu
da hatırlatayım; mürdümük hasadından
sonra kabuğunun içindeki taneler değirmende öğütülüyor, bu esnada tanesinin
kabuğu özünden ayrılıyor ve sonra pazara getirilip satışa sunuluyor. Yemediğim
halde mercimeği andıran, sarı renkli, bu değirmen ürünü küçük tanecikler
rahatlıkla sarmalarda kullanılabilir.” Mürdümük
çorbası ise Türkiye Kültür Portalı’nda
şöyle tarif edilmiş: Malzemeler: -
1,5 su bardağı mürdümük - 1 orta boy kuru soğan - 2 yemek kaşığı salça - 1-2
yemek kaşığı toz kırmızı biber - 3-4 yemek kaşığı zeytinyağı - tuz - 5-6 su
bardağı sıcak su Yapılışı:
Mürdümükler yıkanır, süzülür. Yarım saat kadar ıslatılırsa daha çabuk pişer.
Soğan doğranır, ocağa alınan bir tencerede ısıtılan zeytinyağında sararana
kadar kavrulur. Salça, toz kırmızı biber ve mürdümükler de ilave edilip
kavrulduktan sonra sıcak su konur, kaynayana kadar karıştırılır. Taneler
yumuşayıp suyu ile özleşince çorba hazırdır. Servisi, sıcak yapılır. Yerken
üzerine tercihe göre turunç ya da limon sıkılır. Datçalıların “pava” dedikleri ezme ise, soğan ile
birlikte haşlanan mürdümüklerin, ezilip krema kıvamına getirildikten sonra
üzerine zeytinyağı ve limon suyu, tercihe göre sarımsak ve dereotu ekleyerek
yapılır.
(4) Gelincik şerbeti; “Gelinciklerin taç yaprakları nazikçe koparılır. Her yaprağın siyah
kısmı makasla kesilerek atılır. Bir kaç litre kristal limon tuzu eritilir.
Yapraklar bunu içine atılır, bekletilir. Tercihan tahta kaşıkla arada
karıştırılır. Güneş görmemesi tavsiye ve tercih edilir. İki gün içinde
yaprakların rengi suya geçer ve yapraklar beyazlaşır. Bakteri üretmemesi için
renk suya daha çok geçsin diye fazla bekletmemek gerekir. Su süzülür, posa
atılır. Suya yeterli şeker konup karıştırılır. İsteyen kuru karanfil de
atabilir. Bazen bulursak; annem bu yaprakların arasına rayihalı pembe gül
yaprağı da eklerdi. Onların da dibindeki sarısını keserdi. Su artık
buzdolabında bekletilmelidir. Yapıldığında hızlı tüketmekte fayda var. Şöyle
takribi konuşayım; en az otuz kırk gelincik, 2-3 litre suya… Gelincik daha
fazla ise, berrak ve kıpkırmızı şerbet olur. Az ise pembeden daha koyu olur
renk. İki litre suya 2-3 çorba kaşığı limon tuzu… Bittiğinde konacak şeker ise
kişinin isteğine göre… Şeker tümüne de eklenebilir tek seferde. İçerken
bardakta da konabilir. Ben şunu hatırlıyorum; gelincik yaprağı bir aroma
katmıyor şerbete. Sadece harika, emsalsiz bir renk veriyor. Ama içine kokulu
gül; hele bulursan Isparta gülü, karanfil,çay kaşığı ile bal gibi ilaveler şerbete
aroma da sağlıyor. Ozmoz olayını sağlayan ve hızlandıran; suya eritilen limon
tuzu…” Tarif, İTÜ Makina 76’dan sınıf arkadaşımız Cemil
Cemali’ye ait; onun kaynağı ise sevgili rahmetli anneciği…
(5) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Muhteşem doğa, güzel anlatımınız , bitki rehberliğiniz haritaydı. Sizlerle orada olmak isterdim. Emeğinize, yüreğinize sağlık 💐
YanıtlaSilİlginize ve geri bildiriminize teşekkürler...İF
SilKelebekler gitseler de videoların hiç bitmesin.
YanıtlaSilEyvallah. Geri bildirimin için teşekkürler...İF
Sil