14 Nisan 2020 Salı

DATÇA’DAN BETÇE’YE-7


HAYATIN İMBİĞİNDEN; BETÇE MANİLERİ
12 Nisan 2020
İbrahim Fidanoğlu-Hasan Doğan

Girit Madinades’leri; maniler

2012 yılının sonbaharında bir Cumhuriyet Bayramı sırasında dostlarla Girit’teydik. İşin tuhafı; aynı gün, Yunanların da Nazi işgaline karşı başlattığı direnişin yıldönümü nedeniyle kutlanan Ohi (Hayır) Bayramı idi. Her iki halkın karmaşık duygularla donandığı böyle bir günde Kandiye’deki Venediklilerden kalma Martinego Burcu’nda bulunan ünlü Giritli edebiyatçı ve düşünür Nikos Kazancakis’in mezarını ziyaret etmiş, akşamına da Kandiye’nin biraz dışında ve Akdeniz’in kıyısındaki bir tavernada eğlentili bir yemeğe katılmıştık. İşte Girit manilerinden ilk orada haberdar oldum.

 
Kandiye'de (Heraklion) Martinego Burcu üzerinde bulunan Girit'in yüzakı Nikos Kazancakis'in mezarı başındayız.
(Ekim 2012)

O akşamı Girit notlarında şöyle anlatmışım:

“Kandiye’deki son akşamımızda, Kandiye’nin Batı yakasında, surlar dışında bir tavernaya gittik. Burada hem Girit mutfağının özgün yemekleri, hem de yerel müzik ve danslarıyla tanışma fırsatımız oldu.

Öncelikle müziğinden söz etmeliyiz biraz.

Yerel Girit müziğinin temel çalgıları, Lyra adı verilen ve bizim İstanbul kemençesi ile aşağı yukarı aynı olan üç telli kemençe ve uda benzeyen bir çalgı olan lavta… Lavtacı sanki uyukluyormuş gibi arka fonda tekdüze bir şekilde sürekli aynı ritmi çalarken, müziğin esas yükünü ön planda tamamen Lyra üstlenmiş. Uzayıp giden, bazen dinleyeni bezdirecek düzeyde ritmik tekrarlarla yinelenen şarkıların sözleri de tekrarlara dayanıyormuş. Bu şarkı sözlerinin bazılarını Girit’in yerel folklorunun en önemli unsurlarından olan madinadesler oluşturuyor. Türkçe ve Rumca’nın birlikte kullanıldığı bu manilerde Türkçe sözcüklerin çokluğu, bir anlamda; bu manilerin her iki toplum tarafından üretilmiş olduğunu ve her iki kültüre aidiyetini gösteriyor.

 
 Girit Kandiye'de Martinego Burcu'ndan gemicilerin nişangahı, meşhur Yuktas Dağı'na bakış; Gocadağ'a gönderme...
(Ekim 2012)

İşte bunlara bir örnek;

Hanyalılar kalem erbabı
Resmolular mal erbabı
Kandiyeliler kadeh erbabı
Sitiyalılar katıksız domuz

Hanyalılar kalem erbabı
Resmolular mal erbabı
Kandiyeliler kesere layık
Sitiyalılar katıksız Türk

Kandiye’de güzeller
Hanya’da beyaz tenliler
Viran olası Resmo’da
Kaytan kaşlılar(1)

 Girit'te bir Kandiye akşamında lavta ve kemençe (Girit Lyra'sı) eşliğinde, bir Girit oyun havasına ses olmuş madinades'ler söyleniyor; kafalar dumanlı... 
(Ekim 2012)

Bir başka örnek daha;

Giritli kadınım, limon ağacım seni nereye dikeyim,
Seni elde edinceye kadar kalbime gömeyim.
Eğer Girit’e gidersen Giritli kadınım, bana bir bıçak getir,
Onu yaz kış hiç çıkarmadan belimde taşıyayım.
Eğer Girit’e gidersen Giritli kadınım, bana bir mendil getir,
Onu daima cebimde tutayım, üstümden eksik etmeyeyim
Girit’e gidersen Giritli kadınım, benden selam söyle Girit’e,
Benden selam götür o yüce dağa, Psilioriti’ye.(2)

Giritli Nikos Ksilouris(Çiluris)'in bir Giritli'nin bir Türkle olan dostluğunu anlatan FilEdem (Arkadaşım Ethem) şarkısı
(Youtube'dan alınmıştır.)  

Bu müziğin önde gelen isimlerinden bir kaçı şöyle;  Kostas Mountakis, Thanassis Skordalos ve Girit seyahati boyunca çokça dinleme fırsatı bulduğumuz Nikos Çiluris… Bir de bunlara belki İrlanda’dan gelip Girit’e yerleşen ve Girit Lyra’sı üzerine uzmanlaşmış Ross Daly’yi eklemek gerek. Sonuçta; kültürler arasındaki etkileşimli bir dünyada kulaç atan bu büyük müzisyenleri tanıma fırsatı verdi bize Girit…”(3)

Maniler hakkında…

Değerli halkbilimci Prof. Dr. Pertev Naili Boratav’ın maniler üzerine yaptığı tanımlama ve bunların yakın coğrafyamızda ve tarihsel derinliği içindeki yayılımına bakılırsa, sonuçta gerek dil ve gerekse gelenek ortaklığı bakımından ne kadar büyük benzerlikler gösteren bir duruma işaret ettiği anlaşılır. Pertev Naili Boratav’ın tanımlamasına göre en çoğu 7 heceli ve “a-a-b-a” düzeninde uyaklı bir dörtlük olarak tanımlanan maniler, söylendikleri yer ve amaçlara göre şöyle sınıflandırılmışlar:


Palamutbükü'nde eskilerden bir an...
(Nisan 2005) 

 
Marin'den Bükceğiz'e doğru...
(Mart 2004)
 
·     Hıdrellez ya da bahar bayramlarında, ya da kış gecelerinde yapılan sohbetlerde söylenen niyet ya da fal (yorum) manileri; bu törenlerin çoğu kez genç kızlarca düzenlendiği kabul edilirse, manilerin içeriğinde saklı yorum ve niyetlerin evlenme ve gönül işleri ile ilişkisi olduğu söylenebilir. Bahar törenleri bölgelere göre şu adlarla anılırlar: mantıvar, martaval, vartivor, bahtiyar, vasf-i hal... Buna benzer törenlerde niyet tutarak söylenen şiirlerden yorumlar çıkarma geleneği, Rumlarda ve Ermenilerde de vardır; Hz. İsa'nın göğe çıkmasının kutlandığı yortu günü yapılan törene Ermeniler mantıvar derler.
·     Anadolu’nun bazı yerlerinde baharda yapılan kır gezintilerinde delikanlılarla genç kızların karşılıklı söyledikleri sevda manileri; Rize’de bu manilere karşı-beri derlermiş. Eskiden İstanbul’un bazı mesire yerlerinde de delikanlılarla kızların mani atıştıkları olurmuş.
·     Köylerde ve kasabalarda; kışlık erzak hazırlıkları sırasında söylenen iş manileri; Giresun’da fındık toplarken, başka yerlerde orak biçerken kadınlar aralarında mani söyleştikleri gibi, yoldan gelip geçenlere de mani atarlarmış. Yoldan geçen yolcuların bu manilere karşılık verme zorunluluğu olurmuş; eğer tarlada çalışan kadınlar manilerine yanıt alamazlarsa, ilave ve alaycı başka manilerle sürdürürlermiş atışmalarını.
·       Bekçi ve Ramazan’da söylenen davulcu manileri,
·     İstanbul’da mısır-buğday, keten helvası, macun gibi ürünleri satan bazı sokak satıcılarının manileri,
·   İstanbul meydan kahvelerinin cinaslı manileri; eski İstanbul toplumsal hayatının bu geleneğinde mani söyleme, külhanbeyi şairlerin bir çeşit ustalık yarışı niteliğinde imiş. Bir bakıma külhanbeyi şairlerin bu karşılıklı atışmaları, Anadolu’daki âşıkların karşılamalarına benzetilebilir.
·      Doğu Anadolu’da anlatılan hikâye şeklindeki maniler; bu bölgedeki anlatı geleneğinde hikâyelerdeki türkülerin bentleri arasına maniler sıkıştırılırmış. Kars bölgesinde bu metinlere peşrevi adı verilirmiş. Pertev Naili Boratav’a göre; bu tür metinlere Türkmenistan’daki Türkmenler arasında da rastlanılmaktadır.
·      Askerlik, mahpusluk, iş bulma zorunluluğu ile ayrılık gibi gurbet kelimesinin kapsadığı bütün durumlarda birbirinden uzun süre ayrı kalan kimselerin yazıştıkları mektup manileri; Osmanlı’da zorlu coğrafik koşulları nedeniyle İstanbul’a sürekli göç veren Eğinli (Erzincan-Kemaliye) kadınların söyledikleri hasret ve sitem dolu Eğin manileri(4) bu türden olmalıdır.(5)


Kapız'da terk edilmiş bir Yakaköy evinin önünde...
(Şubat 2020)

Betçe Manileri

Datça’dan Betçe’ye isimli bu dizi yazıları hazırlarken Hasan Hoca, ilk olarak bana birkaç mani gönderdi; çeşni olsun diye. İlgimi çekti bu konu; acaba dedim, Betçe Manileri diye ayrı bir başlık açabilir miyiz? Kurcaladıkça, döküldü Betçelilerin ağzından o güzelim maniler ve öyküleri. Burada anlatacağımız, onlara dairdir.

Betçe'nin unutulmazları; Goca Mehmet Emmi ile Çeşmeköy'den Kırkım Dede; eskilere dair sohbette...
(Hasan Doğan; Aralık 2005) 

Yüreklere Kazınmış Demeler

İnsanoğlu bu dünyada önce kendine yerleşebileceği bir yurt aradı. Orada su varsa, bir parça da toprak varsa tamam dedi, burası benim mekânım olsun. Denizden geldi, karadan geldi, hatta önceden gelenin üzerine geldi; kaynaştı bazen, bazen de kavga etti. Sonra da barıştı. Aslında bir avuç toprak içindi bu mücadele, ekmek kavgasıydı. Bütün bu kavgalar insanın bu bir avuç toprağın üzerinde tasayı, kaygıyı, korkuyu, üzüntüyü, aşkı ve sevgiyi, önce yüreklere; sonra da beyinlere kazıdı. O zamanlar kalem de yoktu, defter de. Nereye yazacaktı ki. Yıllarca birike birike bunlar türkü oldu, mani oldu, şarkı oldu ve yarımadadaki o küçük toplumun bir şekilde kültürel birikimine dönüştü. Sonuçta bu Demeler, bu toplumun görgü kurallarından tutun da, toplumsal yaşamın her türlü biçimini oluşturdu. 

Marin'de Pınar İni yakınları
(Mart 2004)

Marin'de bir Kıbrıs akasyasının dibinde eski bir hatıra
(Mart 2004)

Bunlar yazılı kurallar değildi henüz, ama kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze dek taşındı. İşte böyle; kâh zamansız ölümler, kâh savaşlarda yitirilen gencecik vücutlar derken, barışta yaşanan sevinçler, sevilmeler derken, üzerinde doğup yeşerdiği doğanın bir parçası olduğunun farkına varırcasına; insanoğlunun ağzından dökülmekteydi bu dizeler birer birer. Türküler yaktı onun için, manilerle aşkını en güzel bir şekilde aktarmaya çalıştı. Sevinci de, üzüntüyü de paylaşmasını öğrendi. Kavgada da beraber oldu, savundu üzerinde oturduğu bir avuç toprağı.

 
Sındı sırtlarında eski bir kiliseden kalan
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Marin Kilisesi
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Hatta bu topraklarda hayatı, farklı etnitiseden ve dinden insanlarla da paylaştı. Beraberce bir kültür birikimi de oluşturdular. Aynı mezarlığa gömülmekte bir sakınca görmediler. Camileri ayrı, kiliseleri ayrıydı; ama bayramlarda düğünlerde beraber olabiliyorlardı. Yakaköy’ün bilge adamı Goca Mehmet bile Rum Vasili’nin mezar yerini gösterebiliyordu hala. Kendisi doğduğunda Rumlar buralarda yoktu artık, ama büyüklerinden hikâyelerini hep duymuştu. Onların imkânsız aşklarını dinlemişti büyüklerinden. Farklı dinleri olan bu insanlar, aynı toprakta filizlenmiş bu iki gencin imkânsız sevdalarını manilere gömmüşlerdi sanki giderken. Gençlerin bu engellenemez sevgilerine karşın, Rum babanın ailesini toparlayıp karşı adaya göç edişini de anlatmışlardı ona. Bu kavuşamayan sevgililerin manisi hala söyleniyordu Betçe diyarında. O maniler ki; artık toplumun malı olmuş, toplumsal bellekte unutulmaz şekilde yer ederek kültürel birikimin bir unsuru haline dönüşmüşlerdi.

  
Sis Dağı ya da Gocadağ; önde onan yaslanan Yakaköy...
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

 
Datça Yarımadası'nın kuşbakışı görünümü
(Hasan Doğan Arşivi)

Hasan Hoca, anlatıyor:

Sis Dağı(6) bir masal mı?

Önce ninnilerle büyüdük biz; bir annenin şefkatli kollarında. Sonra uzun ve karanlık kış gecelerinde masallar girdi devreye. Buz gibi kış gecelerinde bir ocak ve o ocağın etrafında dizilmiş bizler; biraz merak, biraz korku ile dinlerdik büyüklerimizin anlattığı o masalları. O masalların başrolünde hep devler vardı. Masal devleriyle büyüdük bizler. Sonra kanlarımız daha hızlı akmaya ve kalplerimiz daha hızlı çarpmaya başladı. Dünyaya çok farklı bakıyorduk artık, her şey tozpembe idi. Umurumuzda olmazdı dünya meşakkatleri. Rüyalarımızı süsleyen ya beyaz atlı prens ya da prensesti. Seçimlerimiz, sevinçlerimiz, aşklarımız kelimelere ve cümlelere döküldü. Hiç beklemediğimiz bir anda kaybedilen bir büyüğümüz; anamız, yârimiz; ağıt oldu, mani oldu, türkü oldu; Sis Dağı’na yollandı. Hayat böyle sürüp gitti Betçe’de…

 
Kumyer Kalesi'nden Gocadağ'a bakmak...
(Hasan Doğan Arşivi)

 
Kumyer Kalesi'nden Gocadağ'ın ve ona yaslanmış Yakaköy'ün görünüşü
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

İşte Sis Dağı manileri;

Sis Dağı beri bakar
Suyu bulanık akar
İki gözümün biri
Dayma (daima) güzele bakar

Sis Dağı’nın başında
Dumana bak dumana
Bütün arkadaşları
İstiyoruz horaya


(Kaynak: Yazıköy Manileri)

Uzun uzun urgan
Leblebi sultan
Keçilerin hangi dağda
Gocadağ’da
Ne yer, ne sıçar
Badem yer, badem sıçar

 
Yakaköy'ün sırtını yasladığı Gocadağ'ın Memeli'si (evin bacasının üstüne denk gelen konumda, turuncu renkli mağaramsı bölge)
(Hasan Doğan; Şubat 2020)


Memeli’nin(7) yalımı(8)
O kızın da çalımı
Yabanlara gitmiş amanın
Annesinin hanımı


(Kaynak: Goca Memet Emmi)

 Goca Memet Emmi'nin kendi sesinden bir Gocadağ manisi; "Memeli'nin yalımı"...
(Hasan Doğan Arşivi)

Gocadağ bulut sürdü
geliyru yağmur
Eminem has un gibi
Abbacık hamır hamır
Görüvsen gerdanını
Ne toz kalır ne çamur


(Kaynak: Yazıköylü; Betçe’de öğretmenlik yapan Dudu Öğretmen)

Hora

Betçe’de; herhangi birinin başka birine bir mesajı var ise ve bunu doğrudan söyleyemiyorsa; bu mesaj, karşı tarafa maniler yolu ile iletilirdi. Maniler çoğunlukla düğün ve bayramlarda düzenlenen oyunlar esnasında söylenirdi. Bu oyunlara, kız horaları ya da erkek horaları adı verilirdi. Horalar sırasında mani söylemeye ise “atma atmak” denirdi. Bu maniler de yukarıda ifade edildiği gibi 4+3=7 hece kuralına ve “a-a-b-a” uyak düzenine uygun olarak söylenirdi.

Kaya dibi kayalık    (a)
Az beri gel analık    (a)
Ben oğlunu alacam (b)
Seninle küs galalık (a)

Kaya dibi:4 hece
Kayalık: 3 hece

  
Betçe Sanat Topluluğu, 2019 yılındaki Marmaris Kültür Şenliği'nde...
(Hasan Doğan Arşivi)

Kimi zaman orta hece kayabilmektedir. Bu düzen bazen 3+4 biçimine dönüşebilir. Belli bir ritim ile söylendiği için sorun oluşturmaz. Uyak konusunda da çok titiz değildir Betçeli. Yarım uyak, tam uyak, zengin uyak ve redifli uyak; hepsi kullanılabilir. Hatta azıcık ses uyumu bile yeterli görülebilir. Amaç birilerine bir mesaj göndermektir. İlk iki satır; mesaja dikkat çekmek için hazırlıktır. Son iki satır ise, esas mesajı içerir. Yukarıdaki örnekte; bir oğlana yangın olan kızın, kendine gelmiş olan bir manide; kaynana adayının "onu oğluma almam" anlamındaki ifadeye, kaynanayla ömür boyu küs kalma pahasına oğluna varmayı hedeflediği mesajı iletilmektedir. Aşağıdaki manide ise; kız, sevdiği oğlanın oturduğu yeri tarif ederek aşkını ilan etmektedir.

 
Çeşmeköy'ün nineleri; kim bilir ne maniler söylediler?
(Hasan Doğan Arşivi)

Evinin terasında
Kına kokar tasında
Benim sevdiğim oğlan
Yazıköy ortasında

Aşağıdaki manide ise, yukarıdaki maniye yanıt olarak başka bir kız aşkına sahip çıkmaktadır.

Odun aldım bir kucak
Bahçede yaktım Ocak
Komşu kız çatlasın
O yar benim olacak

 
Çeşmeköy nineleri 
(Hasan Doğan Arşivi)

Yazıköy Kızlar Horası’nda söylenen manilerden seçmeler

Sis dağının başında
Dumana bak dumana
Bütün arkadaşları
İstiyoruz horaya

Dam başından aşarım
Yazıköy’de yaşarım
Boşa kürek sallarsın
Ben aklına şaşarım

 
Betçe Sanat Topluluğu Kızlar Horası; Marmaris Kültür Şenliği sırasında; 13 Mayıs 2019...
(Hasan Doğan Arşivi)

Haydi gelin gidelim
Bugün havalar serin
Kaynatam çatlasa da
Ona olacam gelin

Oynadım coşamadım
Dağları aşamadım
Bunca sene bekledim
Yâre kavuşamadım

Pencereden bakıyor
Kitap almış okuyor
Kızın gönlü var ama
Annesinden korkuyor.


(Kaynak: Betçe Sanat Merkezi)


 
Belenköy yakınlarında Goca Çeşme
(Ekim 2019)

 
Goca Çeşme'nin karşısındaki sekide bulunan anıt "goca" meşe ağacı
(Ekim 2019)

 
Goca Mehmet Emmi; Betçe'nin yaşayan bilge çınarı
(Hasan Doğan Arşivi)

Goca Memet Emmi Manileri

Gocadağ’ın Goca Memet’i…

Doğum yılı 1931; doğum yeri Betçe-Yakaköy… Doğduğunda kazaya yol henüz açılmamıştı. Patikadan yol, ancak yarım gün sürüyordu. Zaten pek işleri de olmazdı Datça ile. Çünkü kaza olalı üç yıl bile olmamıştı. Datça’ya 1928 yılında bir kurucu kaymakam gelmişti. Belki at sırtında, belki de yayan. Zira Datça-Marmaris yolu da henüz açılmamıştı. Kurucu kaymakam; ülkenin kurtuluş mücadelesinin, deyim yerindeyse her noktasında bulunmuş, bazen esir düşmüş, bazen sırtından ve başından yaralanmış, hastanelerde tedavisi bitince de kaldığı yerden mücadeleye devam etmiş bir ulusal kahramandı. Asıl adı Ali Ertaş; ama üstlendiği bir ağır görevde ona Tekelioğlu Sinan Bey kod adı verilmiş ve öylece devam edip gitmişti. Adana'nın kurtarılmasında büyük emeği geçen bu teşkilatçının oralarda adı Sinan Paşa’dır. Kendisine verilen bu görevle güneyde Batı Kilikya Kuvayı Milliye teşkilatını kurmuş ve bir avuç gönüllü ile 700 kişilik Fransız birliğini bozguna uğramıştı. Bu mücadele sonucunda Fransızlar ciddi bir şekilde güneyden çekilmeyi akıllarına koyup, Mustafa Kemal ile görüşme teklifinde bulunmuşlardı. İşte Milli Mücadele’nin bu isimsiz kahramanı, 1925 yılında emekli olduktan sonra ülkenin kuruluş sürecinde bir de kalkıp gelmiş; Anadolu'nun bir ücra köşesinde kurucu kaymakam olarak görev almıştı. İşte Goca Memet, böyle bir yılda doğmuştu Betçe’de.

 
Goca Mehmet Emmi; yüzünden eksilmeyen gülümsemesiyle...
(Nisan 2007)

 
Goca Memet Emmi; Betçe'de Yaşlılar Günü'nde; ama o bir delikanlı hala...
(Hasan Doğan; Ekim 2019)

 
Yakaköy'de evinin önünde; Goca Memet Emmi...
(Hasan Doğan; Ocak 2020) 

Goca Memet, babası Goca İbram’ın yedi çocuğundan birisidir. En küçük kardeşi Yeter olduğuna göre, demek ki aile, artık bir sekizinciyi daha istememiştir. Goca Memet, ilkokul yaşına geldiğinde, köyünde okul olmadığı için komşu köy Çeşmeköy’de okula başlar. Başlarda yoksulluk onu okul bitirmesine izin vermez. Ele avuca gelince köyünde işler onu beklemektedir. Nitekim ilkokul üçüncü sınıfta terk eder okulu. Derken kendi deyimiyle bir çift öküzle başkalarının arazilerini sürerek geçirir gençliğini. Zaman çabuk geçer; kısa süre sonra askerlik gelir çatar başa. Gelir de sevdiği vardır aynı köyden. Ali Eski’nin kızı Hatice... Konuyu açar ailesine, söz koymalarını ister ana babasından. Sevgi karşılıklıdır. Aşağıdaki bölümde anlatıldığı şekilde güzel bir şekilde sonuçlanır bu sevda. Goca Memet de gönül rahatlığıyla askerlik görevi için yola çıkar. Yayan Marmaris'e gider önce ve oradan gemiyle birliğine katılır. Denizci olduğu için Akdeniz'de gezinir, değişik ülkeleri görür. Hatta İtalya'nın kıyı şehirlerini hala unutmamıştır; dün gibi hatırlar hepsini birer birer. 

Goca Memet'in dilinden dökülen dizeler; sanki bir destan gibi...
(Hasan Doğan Arşivi)

Gün gelir, askerlik biter ve Goca Memet sevdiğine kavuşur. Evlenirler. Kader bu sefer onları başka yerden vurur. Hatice Yenge, ince hastalığa yakalanmıştır ve çocukları olmaz. Altı yıl en yakın Bodrum'a denizden gide gele çare aramaktan yorgun düşerler. Bazen hasta karısını sırtında taşıyarak arka tarafa (yarımadanın kuzeyindeki uygun koylara), bazen de Bük’ten bir tekne ile indirir karaya. Bu mücadele ilk meyvesini verir ve bir oğlan çocuğu sahibi olurlar. Sora da iki kız çocuk; derken mutlulukları artar. İşte Gocadağ’ın Memet’i derdini, sevgisini bu manilere dökmüştür hayatı boyunca. Betçe halkının mani deyince aklına hemen Goca Memet gelir. Türküleri de vardır söylediği; “Memed’in Türküsü”, Eksere’nin Çamına” türküleri gibi… Yarımadada sözlü kültürün son temsilcilerinden olan Goca Memet, yaşı doksanlara geldiği halde her yerde türkülerini dillendirmeyi sürdürür. Günlerini genellikle Palamutbükü sahilinde geçiren Goca Memet, gelen geçen her yabancıya laf atar. Onlarla kolay ilişki kurar, hatta yabancı ise, öğrendiği İngilizce ile herkesi şaşırtır. Yerliler ona turizm elçisi diyorlar. Hayatı boyunca bunca çile ve meşakkatin içinden sıyrılarak gelen Goca Memet, neşesinden bir şey kaybetmeden bilge bir çınar gibi yoluna devam ediyor hala. Uzun ve sağlıklı ömürler olsun ona ve Hatice Yengemize…

 
Değirmenbükü Sahili
(Ekim 2019)

 
Yarımadanın dünyaya açılan kapısı; Kapıdaşı
(Ekim 2019)

Gel otur dizime
Sürmeler mi çekeyim ela gözüne
Uyma dedim uydum eller sözüne
Aygın baygın Memedim.

(Bir Betçe Türküsü; Kaynak: Anonim)

 
Goca Memet Emmi, Belenköy'de Kanlı Çeşme'nin başında...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)
 
Eksere’de bir mola

Eksere, Datça ile Marmaris arasında yarımadanın kuzeyinde Hanbelen’e gelmeden önceki dinlenme yerine verilen isim. Burada güzel bir su kaynağı var. Eskiler iyi bilirler bu yolculuğu. Betçe’den çıkarsan, en az üç gün sürer yolculuk. Hele hele bir tutuklu ise söz konusu olan, mahkûmu pişman ettirecek kadar çileli bir serüvendir bu yolculuk. Goca Memet de bu manileri, bir mahkûmun söylediğini aktarıyor. 

 
Eksere, kuzeydedir, ama sola düşer; Balıkaşıran da ona yakındır.
(Kaynak: Hasan Doğan Arşivi)

Güya Betçe’de Değirmenbükü taraflarında bir genç, istemeden bir olaya karışır. Olan olur, kavgada bir başka genci yaralar. Jandarma, bu genci yakalar. Datça’da o yıllarda karakol yok. O zamanlar Datça kaza değil. Hatta Marmaris bile öyle. Ama belli noktalarda birkaç jandarmalık karakollar bulunuyor. İşte bu gencin Muğla’ya götürülmesi sürecinde, Eksere denilen yerde bir mola verilir. Bir ara tutuklu, yorgunluktan derin bir uykuya dalar. Uyandığında ise, bu maniler dökülüverir ağzından. Kaynak kişimiz Goca Memet Emmi, bu manileri hem türkü şeklinde okur, hem de hikâyesini anlatır bizlere. Allah uzun ömürler versin Goca Memet’e. İşte size o türkünün sözleri;

Eksere’nin çamına
Düştüm Muğla damına
Şu Muğla'nın kızları
Kendisi gelsin yanıma

Çay gelir merdin merdin
Çay değil benim derdim
Deniz mürekkep olsa
Yazılmaz benim derdim.
(Kaynak: Anonim)

 Goca Memet Emmi söylüyor; Eksere'nin çamına...
(Hasan Doğan Arşivi)

Sevdadandır dedikleri. Goca Memet söylemiş; bakalım ne söylemiş?

Hani ey güzelim bensiz geceler
Feleğin koynunda gamlı geceler
Dudaklarım yalnız sizi heceler.

Gönlünü ellere vermezdim hani
Bensiz murada ermezdin hani
Ağlamakmış gülmek yokmuş kederde
Ağlamaz mı insan sevdiği giderse elden
Buluşuruz sevgilim belki mahşerde.

Goca Memet’in “bellilik” manisi

Pencerenin demiri
Tüfek furdu elimi
Eski, kızını sorarsan
Receplerin gelini.

(Kaynak: Goca Memet Emmi)

Goca Memet, 1951 yılında askere gitmek için yola çıkacaktır. Tam o sırada baklayı ağzından çıkarır. Babasına derki; “Ben Ali Eski’nin kızıyla anlaşıyorum. Kızı isteyiver.” Baba Goca İbram’ın başından aşağı kaynar sular akar. Zira Ali Eski, o yıllarda köyün muhtarıdır. Biraz da o yılların “öflü” kişisidir. Bu yüzden Goca İbram çekinir ve istemeye gitmez. Goca Memet de ne yapsın, yola koyulur. Marmaris'e kadar yayan gidecek, oradan gemiyle birliğine katılacaktır. Neyse Goca İbram ve karısı, oğullarını boynu bükük gönderirler. Ama bir türlü içlerine sinmez. Oğulları ya bir şeyler yaparsa kendine diye... O gece sabaha kadar karı koca uyumazlar. Ertesi gün sabah olunca, ikisi de kararlarını vermişlerdir. Ali Eski’nin kızını isteyeceklerdir. Kız da zaten gönüllü olduğuna göre; Ali Eski de bu işe eh derse, sorun biter diye düşünürler. Hemen toparlanıp Ali Eski’nin evine giderler ve uygun bir şekilde kızı isterler. Ali Eski de bu işe “he” deyince, kıza bir “bellilik” takılır. Yakılan bu mani ile de bellilik köye ilan edilmiş olur. İşte bu güzel insanların bu mani ile başlayan hayat arkadaşlığı, 70 yıldır Betçe’de devam etmektedir. Daha nice yıllara…

 
Goca Memet Emmi ve sevgili eşi Hatice Yenge; evlerinin önünde...
(Hasan Doğan Arşivi)

Saçlarını taradı
Oturdu da ağladı
Önce varmam dedin de
Senin nazın neye yaradı

Ay buluta girmiyor
Bu işe aklım ermiyor
Sen istiyorsun ama
Annen seni vermiyor.

(Kaynak: Goca Memet Emmi)

 
70 yıldır beraber yürümek; Betçe yollarında... 
(Hasan Doğan Arşivi)

Goca Memet Emmi’ye ait olan bu manilerde de, Goca Memet’in; Ali Eski’nin kızı yani Hatice Yengemizi, ne zorluklarla alıp yuva kurdukları anlatılıyor; inceden inceden.

 Goca Memet Emmi'nin ağzından Hayri Fidan Türküsü; "Şu Kumyer'in ovası/Oyalı da çember boyası/İstedim de vermedi/Kör olası anası"...
(Hasan Doğan Arşivi)

Bademle (payam) gelen maniler

Payamları soyalım
Çuvallara koyalım
Biz de nişanlanalım
Yumurtaya doyalım

Payamlar çiçek açınca
Gızlar gocaya varınca
Baharda düğün olur
Gayri çağla çıkınca

Çıktım payam ağacına
Anne bana acıma
Gülelim oynayalım
Gençliğim var tacana

Kaleden indim yayan
Mendilim dolu payam
Karşıdan yar geliyor
Dayan yüreğim dayan


(Kaynak: Yakaköy’den Hayri Fidan)

 
"Payamları soyalım, çuvallara koyalım"; Betçe'de badem telaşı...
(Hasan Doğan Arşivi)

Betçeli’nin hayatına payam girdi; maniler de payama göre şekillendi. Payamlar, baharın ilk habercisi; müjde meyveleridir. İlk olduğu için de oldukça iyi fiyata satılır. Gençler de boş mu duracak; onlar da doğanın deviniminden alacaklardır nasiplerini. Kimi sözlenecek, kimi nişanlanacak ve hatta evlenecektir. Bunlar da masraf anlamına geldiğine göre, biz de her şeyimizi payama göre ayarlayabiliriz. Yukarıdaki manilerde bu durum açık ve net bir şekilde belirtilmiş, yarımadadaki hayata payamla eklenen değişiklikler, bu şekilde günümüze taşınmıştır. Kimler erdi muradına bu payamlar sayesinde; kim bilir?

 
 Palamutbükü'nde Fidanlar'ın badem imecesi; gelmez mi ardından maniler?
(Hasan Doğan Arşivi)

Payama giderim payama
Diken gaçtı ayama
Oğlan beni alacaksan
Taksi getir ayama

 
Yakaköy'ün bademleri  çiçekte...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Bu maniyi Yakaköy’ün Kumyer mahallesine mal ederler. Eskiden köylerde gelin, at sırtında götürülürmüş damat evine. Onun için de en az üç ya da dört at gerekirmiş. Gelin kız, evinden bir gelin alayıyla alınır, çalgı çengi eşliğinde damat evine doğru yola çıkılırmış. Tabii ki; bu arada bol bol içki ve yiyecekler de sunulurmuş gelin alayındakilere. Söylenene göre; bu usul oğlan evi için bir yıkım olacak kadar masraflı imiş. Yıllarca bu gelenek bu şekilde sürüp giderken, sonraları Betçe’ye bir “Şavrole” kamyon alınmış. Gelinler, artık bundan böyle bu kamyonla taşınmaya başlanmış. Son yıllarda ise taksiler artınca, tercihler ondan yana olmuş gayrı. Bu maniyi de Dostlar Lokantası’nın işletmecisi rahmetli Saldıray Öztürk’e atfederler. O da ışıklar içinde uyusun.

 
Yarımadada hayatın umududur badem.
(Hasan Doğan Arşivi)

Düğünlerde, derneklerde…

Tefleri tangır tangır
İçlerinde yok mangır
Madem sadıc (sağdıç) olmuşsun
Gel beni oyuna kaldır.

(Kaynak: Çeşmeköy’den Beydoğan Özcan’ın ablası Bahriye Çuhadar)

 
Betçe Sanat Topluluğu, Marmaris Kültür Şenliği'nde "Yeşilim" isimli yerel oyunu sergiliyor.
(Kaynak: Hasan Doğan Arşivi) 

Kına geceleri, kadınlar arasında tertiplenen bir eğlencedir. Bu gecelerin bir sağdıcı olur ve sağdıç bu eğlenceyi yönetirdi. Sağdıç, bu gecelerde oyuna kaldıracağı kadının fazla olmasını istiyorsa, bol miktarda on para, yeterli değilse yirmi para bozdurması şart idi. Yoksa eğlenceye kimse kalkmaz ve yukarıdaki şekilde söylenmiş manilere konu olurdu. Kına geceleri olsun, yüz açma sırasındaki eğlenceler olsun; zamanında Betçe köylerinde çalgıcı kadınlar; özellikle Pipo Kızı, Çeşmeköy’den Beldir Kızı, Belenköy’den Şarap Karısı yine bu eğlencelerin vazgeçilmezleri idi. İşte bu eğlencelerde sadıclar (sağdıç) tarafından çalgıcı kadınların teflerinin içine doğru atılan paraya ise merban parası derlerdi.(9)

 
Datça düğünlerinin vazgeçilmezleriydiler; eski zaman çalgıcıları...
(Hasan Doğan Arşivi)

 
Çeşmeköylü emekli öğretmen Beydoğan Özcan; Betçe manilerinin kaynaklarından biri... 
(Hasan Doğan Arşivi)

Meydanda kadınlar oynarken, tefin içine bozuk para atardı sağdıç. Madeni paralar tefin içine atıldıkça, teften tıngır tıngır sesler yayılırdı ortalığa. Bu da oynayanlarda bir iştah yaratır, kadınlar daha güzel oynamaya gayret gösterirlerdi. Ne yazık ki bu manideki sağdıç, çok cimri imiş ki, kına gecesini berbat etmiş. Betçe’de hala dahi bu mani söylenir durur ve bugünkü sağdıçlar, bu konuda her zaman dikkatli olmaya özen gösterirler.

Betçe'de Yaşlılar Günü'nde bir Betçe havası kaplamış her yanı...
(Hasan Doğan; Ekim-2019)

Betçe’de söylenen “iş” manilerine örnekler

Büke giderim büke
Bürümcük büke büke
Yaz yârim mektubunu
Derdini döke döke

Büke giderim büke
Bürümcük büke büke
Yar senin önüne gittim
Gelecek diye diye

Dam başına un serdim
İpe bürümcük serdim
Ben gahpenın gızını
Candan gönülden sevdim

 
Bürümcükle anılırdı Kazime Yenge; eşi Cemal Pilavcı ile birlikte; her ikisi de bu dünyadan göçüp gittiler.
(Hasan Doğan Arşivi)

Betçe tarafında; özellikle Yakaköy ve Çeşmeköy insanları, Palamutbükü demezler. Sadece Bük der, geçerler. Buralarda birine “nereye gidiyorsun” diye sorsanız, cevabı “Bük’e gidiyorum” olur. Bürümcük ise, ipek böceği ile ilgili bir konudur. Herkes bilir; ipek böceği yetiştirmek oldukça zahmetli bir iştir. Genellikle kadınlar yapar bu zahmetli ve uzun soluklu işi. İpek böceği için önce dut ağacı gerekir. Eskiden Yakaköy’de asırlık dut ağaçları vardı. Sonraları tersaneciler geldi Bodrum'dan. Pek çoğunu suya karşı dirençli olması nedeniyle, tekne yapımında kullanmak üzere kestiler. Dut ağaçları telef edilmeden önce, neredeyse Yakaköy’ün bütün kadınları ipek böceği yetiştirir ve elde ettikleri ipekten, tezgâhlarında her türlü dokumayı dokurlardı. Zira Betçe’nin insanı için coğrafik koşulların zorluğu nedeniyle, dokuma gibi malzemeleri dışarıdan temin etmek neredeyse imkânsızdı o yıllarda. Yakaköy’de bu işleri yapan kişilerden biri de yakınlarda yitirdiğimiz Kazime Yenge idi. Bürümcük bükme işi, bir kadının her anında; ayakta, otururken ve hatta yürürken kolaylıkla yapabildiği bir işlemdi. Kadınlar, elindeki basit bir alet ile ipek tellerini bükerek, tezgâhta dokunacak hale getirmekteydiler. Bürümcük sözcüğü de, biraz da bükmekten geliyor olmalı yani.

 
İstar tezgahlarında dokunan "alasili"; yaygı olarak kullanılırmış eskiden.
(Hasan Doğan Arşivi)

Oturmuş istar dokuyor
Misler sürmüş kokuyor
Gelinlik kızlar olmuş
Mektaplarda okuyor.

(Kaynak: Çeşmeköy’den Beydoğan Özcan’ın ablası Bahriye Çuhadar)

 
İstar tezgahlarında dokunan bir namazlık
(Hasan Doğan Arşivi)

 
İstar ürünü heybeler...
(Hasan Doğan Arşivi)

Eskiden Betçe’de her evin önünde bir istar olurmuş. Yani bir tür dokuma tezgâhı… Bu tezgâhlarda genç kızlar, en başta geniş odalara serilen alasili olmak üzere, onun küçüğü makat ve namazlık dokurlarmış. Bu dokumalar, tamamen yünden ve kökboyası ile boyandıktan sonra bu istar tezgâhlarında dokunurmuş. Eskiden Betçe’de halı yerine, bu alasililer dokunur ve yaygı olarak kullanılırmış.

 
Betçe'de dokunan yün heybelere bir örnek daha...
(Hasan Doğan Arşivi)

Yemeklerden manilere yansıyan…

Gımgıma ya da Gumguma

Ne kuzu budu
Ne de tavuk ganadı
Hiçbirinde bulamadım
Gımgımadaki tadı

Gımgıma, Betçelilerin tamamının vazgeçemediği bir yemektir. İçindeki malzemelerin sadeliğine karşın, bir kuzu budu ya da tavuk kanadı ile kıyaslanacak denli lezzet iddiasındaki bu yerel yemek, ortaya geldiğinde de; bu muydu dedirtecek kadar da mütevazıdır aslında. Söylemek gerekirse; zeytinyağı, un ve tuzun uzun uzun kavrulmasına dayanan basit bir un kavurmasından ibarettir bu yemek. Ama çocukluktan kalma zeytinyağı-un karışımının odun ateşinin üstünde yavaş yavaş kavrulması sırasında çevreye yaydığı o dayanılmaz koku, belki de o tadı küçücük beyinlere kazımıştır o günlerde. Aynen patates kızartması gibi... Manilere konu olacak denli önem taşıyan gımgımanın lezzetini merak edecek olursanız eğer, bunu yapacak bir Datçalı anne bulmak zorundasınız mutlak. Eğer gımgımayı tuz yerine balla birlikte kavurursanız, olur size ballı gımgıma; bu da yarımadada yokluk zamanlarının vazgeçilmez bir tatlısıdır.

 
Döşeme'ye karşıdan bakış
(Ekim 2019)

Mürdümük ya da Pava

Döşeme’den geçtime
Cevlit'te ekin biçtime
Mürdümük dolması yedikçe
Davıl gibi şiştime

 
Döşeme'den geçerken...
(Ekim 2019)

Hasan Hoca; mürdümük ya da pavayı şöyle anlatıyor:

Mürdümük ya da Betçe’deki asıl adıyla pava ya da hava, aslında bir tür çorba. Pava ise, son yıllarda Datça pazarlarında sıkça aranılan, ama asla bulunmayan, oldukça da pahalı bir sebze. Mürdümük ya da pava, bezelyegillerden; yabani olarak yetişen, ama yokluk zamanlarında Betçe köylerinde tarımı yapılan bir ürün. Pava ya da hava yemeğine konu olan mürdümük özellikle her türlü toprakta yetişebilen bir sebze. Kısacası kuraklığa ve zor şartlara dayanıklı bir bitki… Betçe’de çorba kıvamındaki yemeği çok seviliyor. Kıraç topraklarda hiçbir şey istemeden, gübresiz de yetişebilen bu bitkinin ziraatı, ne yazık ki şimdilerde sadece Belenköy’de bir kaç aile tarafından sürdürülüyor. Fiyatının sorulmadığı, ama kendisinin talep edildiği bir ürün ben görmedim. Şöyle diyeyim; ben Datça pazarında görsem, fiyattan önce tartıver derim. Ama yok işte… Ben manide söylenen dolmasını bilmiyordum. Ama oluyormuş. Bu arada bir konuyu da hatırlatayım; mürdümük hasadından sonra kabuğunun içindeki taneler değirmende öğütülüyor, bu esnada tanesinin kabuğu özünden ayrılıyor ve sonra pazara getirilip satışa sunuluyor. Yemediğim halde mercimeği andıran, sarı renkli, bu değirmen ürünü küçük tanecikler rahatlıkla sarmalarda kullanılabilir. Neyse bizim maniyi dillendiren her kimse, bunu her gün yemekten bıkmış ve bir şikâyette bulunuyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu ürün, özellikle savaş ve kıtlık zamanlarının bir yiyeceği olarak biliniyor. Yani yoklukta tüketilmiş geçmişte. Bu gün ise, tam tersi varsılların arayıp bulamadığı bir ürün haline gelmiş mürdümük.”

Ayaküstü Demeler

Bahçalarda böcekle
Şeker versem yicekle
İstemediğim oğlana
Zorlanı verecekle

(Kaynak: Çeşmeköy’den Beydoğan Özcan’ın ablası Bahriye Çuhadar)

Çeşme başında durdum
Turalı para buldum
Sen gelmezsen neyleyim
Ben kendime eş buldum

Ben tarlada ölmez diken
Döndürdün dönmez iken
Başkasına olan aşkımı
Söndürdün sönmez iken

Tarlada oyuk muydun?(10)
Sen benden soğuk muydun?
Heves ettiğin oğlan
Yaka’da Davut muydun?

Ata binen atım yok
Evlenmekten bahtım yok
Al yanağına sinek konmuş
Sinek kadar bahtım yok

Çıktım tepeye serbest
Bekledim yârim gelmez
Benim yârim tembihli
Dünyalarda evlenmez

Kayalar gölgelendi
Güzeller suya indi
Her güzelden bir öpüş
Yüreğim tazelendi

Armut dalda sallanır
Yere düşer ballanır
Yarı güzel olanın
Izdırabı bollanır

Yalankı’ya gittim yalınız
Tuta koydu çalınız
Varcan diye kandırdı
Sizin Baylan kızınız

Büktedir kuyuları
Çok yavandır suları
O kız beni görünce
Haykırdı koyunları

Gemi geliyor gemi
İnce burundan beri
Ben yârimi görmedim
Orak ayından beri

Ay buluta girmiyor
Bu işe aklım ermiyor
Sen istiyorsun ama
Annen seni vermiyor

Halk Parti'nin kararı
Milleteydi zararı
Başımıza getirdik
Sevgili Celal Bayar’ı(11)

Kayalar gölgelendi
Güzeller suya indi
Her güzelden bir öpüş
Yüreğim tazelendi

Dağlara yağar mı kar
İnsan yaşar mı bekâr
Benim sevgili yârim
Belenköy’de Bahtikar(12)

İncir koydum sepete
Tepsi oldu bere
Oğlanlar niye koşsun
Kaldıramadıkları yere

Ben tarlada ölmez diken
Döndürdüm dönmez iken
Başkasına olan aşkımı
Söndürdün sönmez iken

(Kaynak: Çeşmeköy’den Muzaffer Ok, Aydın Çete, Beydoğan Özcan, Hasan Hoca’nın eşi Sevcihan Fidan, kayınbiraderi Mehmet Fidan ve aynı köyden Birol Bey…)

Bir Betçe havası; "Aşam Oldu"; Betçe Sanat Topluluğu, Betçelilerle birlikte oynuyor.
(Osman Karadeniz Arşivi) 

Yazıköy Manileri

Ceplerde kalem defter
Bizde oluruz asker
Sevgilin kim derlerse
Sevgilim beni göster

Tarlalarda pıtrak
kıvrım kıvrım yaprak
Beni yardan ayıran
Olsun kara toprak

Bahçelerde lahana
Sara sara ye ana
İstediğime vermezsen
Günahını çek ana

Denizin ortasında
Kına kokar taşında
Benim sevgili yârim
Bu köyün ortasında

Vurun vurun vuralım
Tahtaları kıralım
Köyümüzde usta çok
Yeniden yaptıralım

Yoğurdun beyazına
Bak şu kızın nazına
Olsaydı on beş altın
Taksaydın boğazına

Oğlan evini yaptır
Pencereme cam taktır
Beni almak istersen
Beş bilezik yaptır

Palamudun denizi
Çıraya dönmüş benizli
Kalk gidelim sevgilim
Anan yollar çeyizi

Kapı ardı aralık
Napıkdurun analık
Al testini suya git
Biz oğlunlan galalık

Al entarim asılsın
Yakaları basılsın
Birkaç gündür görmedim
Sevgilim sen nasılsın

Bahçelerde enginar
Enginarın rengi var
Yazıköy’ün içinde
Ela gözlü yarım var

Dam başından aşarım
Yazıköy’de yaşarım
Boşa kürek sallarsın
Ben aklına şaşarım

Haydi, gelin gidelim
Bugün havalar serin
Kaynanam çatlasa da
Ona olacam gelin

Oynadım coşamadım
Dağları aşamadım
Bunca sene bekledim
Yâre kavuşamadım

Pencereden bakıyor
Kitap almış okuyor
Kızın gönlü var ama
Annesinden korkuyor

Evinin terasında
Kına kokar tasında
Benim sevdiğim oğlan
Yazıköy ortasında

Odun aldım bir kucak
Boççada yakdım Ocak
Komşu gızı çatlasın
O yar benim olacak

Bahçelerde patlıcan
Eteğine toplacam
Ben askerden gelince
İlle seni alacam

Masa masaya benzer
Oğlan paşaya benzer
Şu Datça’nın gızları
Dokunmuş aya benzer

Gemi gelir enginden
Sömbeki’nin renginden
Ben yârimi tanırım
Göbeğinin renginden

Hey atlılar atlılar
Boynu gravatlılar
Ne bakıyorsunuz oradan
İşkembe suratlılar

Gemi gelir açıktan
Yanaşamaz taşlıktan
Datça’nın oğlanları
Evlenemez açlıktan

Havuz başında gabak
Yuvarlak mı yuvarlak
Şu Datça’nın oğlanları
Avanak mı avanak

Özümde Datça var badem misali
Başka bir yere gidemem gari
Neresine tutuldum ben bilmiyrun
Dünyada Datça’nın yeri ayrı

Gözümü gaş eyledim
Yarımı baş eyledim
Zengine vadı galtak
Yüreğime daş eyledim

Gayık gider Datça’ya
Selam verdim hocaya
Yaşım otuzu geçti
Verin beni gocaya

(Kaynak: Betçe Sanat Merkezi ve Yazıköylü; Betçe’de öğretmenlik yapan Dudu Öğretmen)


Son Söz



Aslında Girit Madinades’leri ile başladık yazıya ama amacımız ikisi arasında bir ilişki kurmak değildi elbette. Elime birkaç Betçe manisi geçince bir çağrışım yaptı sadece Girit manileri. Bu konuda kendisi de bir Girit göçmeni olan ve dipnotlarda da adı geçen üç ciltlik Girit kitabının yazarı; merhum Ali Ekrem Erkal’ın yazdıkları esin kaynağı oldu bize. Betçe manileri bir şekilde yazılmalı ve kayıt altına alınmalıydı. Yaptığımız aslında bundan ibarettir. Manileri yazıya aktarırken, yöresel söyleyişe uygun olsun diye hiç bir dilbilgisi kuralını çalıştırmadık. Olduğu gibi aktarmaya gayret ettik. Elbette eksiklerimiz ve yanlışlarımız olmuştur mutlaka. Ancak geri bildirimleriniz bu çalışmayı daha da anlamlandıracaktır. Ne diyelim; Betçe manileri yok olmasın. 

 (DEVAM EDEBİLİR)
Dipnotlar:
(1)   Geleneksel Kültürüyle Türk Girit, 3. Kitap, Toplum; Ali Ekrem Erkal; sayfa:74
(2)  Geleneksel Kültürüyle Türk Girit, 3. Kitap, Toplum; Ali Ekrem Erkal; sayfa:66
(4)  Eğin Manileri’ne bir örnek: “Apçağa Dağı’nı buza döndürme/Yakıp yüreğimi köze döndürme/Demiştin ki; ilkbaharda gelirim/Mevla’yı sever isen güze döndürme” Eğin ve manileri hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2009/07/sularin-kiyisinda-kelkitten-karasuya.html
(5)  Prof. Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi, 1. Baskı; Eylül 1969; sayfa: 185-193
(6)  Sis Dağı; Betçe’de Yakaköy’ün sırtını dayadığı efsanevi Kocadağ ya da Betçe’de söylendiği gibi “Gocadağ”…
(7)   Memeli; Yakaköy’ün Gocadağ’a yaslandığı kısma verilen isim… Halk arasında; Yaka’dan baktığınızda bir mağaramsı bölümde buradan kaynayan suyun neden olduğu biçimsel görüntüden dolayı dağın bu bölümüne memeli deniyor.
(8)   Yalım: dik yamaç anlamında…
(9)  Merban parası hakkındaki bilgiler Çeşmeköylü emekli öğretmen Beydoğan Özcan’dan alınmıştır.
(10) Oyuk: Tarlalardaki korkuluk anlamında…
(11)  Bu maninin Demokrat Parti’nin iktidara taşındığı 1950’li yıllarda söylendiği anlaşılıyor. Yörenin yaşlıları arasında “Demirkırat” sevdası bugün dahi oldukça yaygın ve hatta vazgeçilmezdir.
(12) Söz konusu maniyi söyleyen kişinin sevgilisinin ismi…
(13) Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

4 yorum:

  1. Anonim Halk Edebiyatına da ustaca el atmanıza,hiç şaşırmadım. Ülkemizin değerlerine dokunmanız,bunu amatörce,coşkuyla yapmanızı alkışlıyorum.Halil Güney

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen dediğiniz gibi; amatörce ve coşkuyla... Kendimizi iyi ifade etmişiz demek ki. İlginize teşekkür ederiz. Devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil