3 Mart 2020 Salı

ÇİFTLİK BURNU'NUN ARKA DÜNYASINDA; ÇAKIRBEYLİ-HACI HAMZALAR-ORHANİYE-BOĞAZİÇİ KÖYLERİNDE…


AYDIN’DA BAHAR ALAMETLERİ
13 Şubat 2020
İbrahim Fidanoğlu
Giriş

Bugün Aydın’da; Büyük Menderes Ovası’na bir geminin pruvası gibi uzanan Çiftlik Burnu’nun arka dünyasında dolaştık. Üzerinde Kuvayı Milliye’nin Batı Anadolu’da kuruluşu aşamasında Aydın’ı işgal eden düşmana karşı oluşturulmuş siper izlerinin de olduğu bir tepenin doğuya bakan yüzünde devam etmekte olan Demokrasi Müzesi inşaatı, kuzey yüzünde Adnan Menderes’in kır köşkü, Çakırbeyli köyünün arkasındaki vadilerde ise dolaşırken rastladığımız 1950’li yıllarda ismi değiştirilmiş köyler vardı Çine yönünde… Müze inşaatı ile paralel olarak hayata geçirildiğini düşündüğümüz Çine Çayı’nın ıslahı, yıllardır pespaye görünümüyle dikkatimizi çeken çayın yatağını oldukça değiştirmişti doğrusu. Gün boyu kat ettiğimiz zeytinlikler arasındaki pastoral patikalar, patlamaya hazır tomurcuklarıyla çiriş otları, tepemizden geçerken gördüğümüz yılın ilk leyleği ve akşama doğru bize göz kırpan Orhaniye çıkışındaki utangaç laleler; Aydın coğrafyasında bahar alametleriydi sanki. Aynı zaman da doğanın bizlere birer armağanı…

Çakırbeyli sırtlarından Aydın'a doğru... 

 
Çiftlik Burnu sırtlarında Adnan Menderes Demokrasi Müzesi; akşama doğru
(Fotoğraf: M.Yavuzcezzar)

 
Çakırbeyli'den Hacı Hamzalar'a doğru...

 
Bir zeytinliğin en kıymetli köşesinden arkadaki Madran Dağı'na bakış

Çakırbeyli’de Sabah

Sabah erken saatlerde Çakırbeyli köyünün Demokrasi Meydanı’na ulaştığımızda, hala ayaz vardı ortalıkta. Aynı adla anılan koca çınarın dibindeki kahvehanenin meydana bakan masalarından birine iliştik hemen. Epey bir zamandır Çakırbeyli köy meydanında Pazar günleri Aydın Büyük Şehir Belediyesi’nin oluşturduğu tezgâhlarda bir köylü pazarı kuruluyordu. Ama tenteli ve oldukça havaleli tezgâhların hafta boyunca mevcut yerlerinde boş vaziyette varlığını sürdürmesi, meydanda kuru kalabalıktan ve çevre kirliliğinden başka bir şey oluşturmuyordu. Sabah kahvelerini bu acayip manzaraya karşı içtik. Şimdi ise, baharın önünde yürüme zamanıydı.

 

 
Çakırbeyli köy meydanı

  
Gezginlerin kahve keyfi; Çakırbeyli'de Demokrasi Çınarı'nın dibinde...

Birkaç yıl önce yine Çakırbeyli’den Sarı Dere boyunca; Evsekler köyüne kadar yürümüş ve dönüş yolunda farklı bir rotayı kullanarak, şimdi kırların belalısı hafriyat kamyonlarının çalıştığı; Çakırbeyli’nin kuzeybatısındaki bir tepeden köye vasıl olmuştuk(1). Bu kez de çıkış noktamız yine aynı oldu; bir süre Sarı Dere’ye paralel bir şekilde yürüdükten sonra; bu kez güney batıya doğru yönelerek, zeytinlikler arasından ilerleyen pastoral patikalara vurduk kendimizi.

 
Çakırbeyli Meydanı ve Demokrasi Çınarı 

 
Sarı Dere

Çakırbeyli’den Hacı Hamzalar’a

Bu coğrafyada beni en çok cezbeden unsurlardan birisi, Menderes Masifi’nin yeryüzüne taşmış gnays kayalıkları ise, diğeri de birbiri ardı sıralanan vadilerin yamaçları boyunca serpilmiş zeytinliklerin sınırlarını belirleyen ve sabırlı çabalarla oluşturulmuş bahçe duvarlarıdır. Bu öyle bir manzaradır ki, akşama doğru dönme zamanı gelse de gezginin, asla gitmek istemez buralardan. 

 
Menderes Masifi'nin gnays kayaları

 
Gnays kaya ve dibinde hayat bulan bir zeytin ağacı

Çakırbeyli, arka dünyasında bitmek tükenmek bilmeyen vadi geçişleriyle zengin Çine coğrafyasının sanki bir anahtarı gibidir. Menderes Masifi’nin tipik jeolojik yapısı, burada yeryüzüne fışkırmış gibi yaygınlık kazanır. Dünyanın hala erimiş haldeki çekirdeği magmanın, yüzeye doğru yükselmesiyle oluşmuş granit yapıdaki grano-gnays kayalıklar Çakırbeyli’nin içinden akan Sarı Dere Vadisi’nin iki yamacını kaplar. Gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farklılıkları sonucu kendi kendine parçalanan ve atmosferik etkilerle de zaman içinde şekilden şekle giren bu dev kayalar, özellikle Çine’ye doğru Gökbel geçişinde yolcusuna benzersiz manzaralar sunar. İşte Çakırbeyli sırtlarına doğru da aynı topografik özelliklerin egemenliğini hisseder gezgin.

 
Çakırbeyli çıkışında zeytinlikleri ayıran sınır duvarları

 
Asırlık zeytin ağaçları ve muhteşem sekileri

 
Çakırbeyli çıkışında bir başka zeytinliği toprak yoldan ayıran duvar

Bugün biz de Çine yönünde; inip çıktık o vadilerin yamaçlarından. Bahara karşı hayatın uyanışlarına tanıklık ettik zaman zaman. O kadar muntazam zeytin sekileriyle karşılaştık ki; bu çabaya ve özene hayran olmamak mümkün değildi. Kimi daha genç, kimi ise oldukça yaşlı; burulu gövdeleriyle zamana meydan okuyan zeytin ağaçlarının yanından geçtik saygıyla. Tatlı bir meyille yükselen bir sırtı takiben, zeytinliklerin arasından uzun bir süre Çine yönünde yürüdük.

 
Arkamızda Çakırbeyli... 

 
Hacı Hamzalar'a doğru yürürken...

 
Ahlatların yeni hayata hazırlığı

Yükseldikçe arkamızda bıraktığımız Çakırbeyli köyünün evleri küçüldükçe küçüldü ve sonunda; zeytinlikler arasından bize göz kırpan bir siluete dönüştü koskoca köy. Doğa uyanmış, sağımızda solumuzda topraktan fışkıran çiriş otlarının tomurcukları patladı patlayacak bir zamandaydı. Tam o aralar üstümüzden geçti yılın ilk leyleği; önümüzdeki sırtı aşarak önce Evsekler’e yönelen vadilere doğru alçaldı ve daha sonra biz onu seyrederken, bir anda gözümüzün önünden kaybolup gitti leylek.

 
Eğilen bir zeytin ağacına verilen desteğin fotoğrafı

 
Muntazam bir zeytin sekisi daha...

 
Zeytinlerin kardeşliği

Güneybatı yönünde zeytinlikler arasından ilerleyen bir toprak yolu takip ederek önümüzdeki sırtı aştık ve Çakırbeyli’den yükseklerdeki (yaklaşık 600 metre) Gözkaya köyüne giden asfalta ulaştık. Sağımız solumuz topraktan fışkırırcasına çıkmış çiriş otları ile kaplıydı. Yolu güney yönünde aşarak karşımızdaki bir toprak yola girdik. Toprak yol, biraz sonra bir yamacına yaslanmış durumdaki Hacı Hamzalar köyünün bulunduğu bir vadiye doğru alçalmaya başladı. Karşımızdaki köy, uzaktan oldukça küçük ve silik bir yerleşim izlenimi uyandırmıştı. Bir minaresi bile ortalıklarda yoktu. Vadinin dibinden akmakta olan Madran Deresi’nin yatağına doğru inmeye devam ederken izlediğimiz toprak yol, önce patikaya dönüştü; daha sonra da birden ortadan kayboldu. Ama sorun yoktu; nasıl olsa hedefimiz olan Hacı Hamzalar köyü tam karşımızda durmaktaydı. Zeytinlikler arasından bulduğumuz kopuk patikaları takip ederek, yeniden bir başka toprak yola ulaştık.

 
Hacı Hamzalar yolunda çiriş otları

  
Çakırbeyli sırtlarından Büyük Menderes Ovası'na ve Aydın'a doğru bakış

 
Gözkaya yoluna doğru bir virajı dönerken; arka planda Aydın...

Kuzey rüzgârlarına kapalı Posacı Tepesi’nin güneye bakan yamaçlarında çiriş otları çiçek açmıştı. Toprak yoldan vadi dibine dek ayrılmadık. Sonunda ulaştığımız yer, Sarı Dere’deki gibi sarı renkli suyu ile dikkat çeken Madran Deresi’nin yatağı oldu. Boğaziçi’ne doğru önü setlerle kesilerek bir anlamda gem vurulmuş Madran Deresi’ni, bu bölgedeki su seviyesinin son derece düşük olması nedeniyle kolayca aştık. Biraz aşağıda Hacı Hamzalar köyünün mezarlığı vardı. Mezarlık boyunca Madran Deresi’ne doğru akan bir başka küçük dereciğin üzerinde ise köyün mezarlığını bulunduğumuz yakaya bağlayan bir demir köprü bulunmaktaydı. ”Sırat Köprüsü”ne benzettiğimiz bu köprüyü geçerek mezarlığa ulaşılıyordu. Köyün mezarlığının diğer bölümü ise, dere yatağının doğu yamacına doğru yayılmıştı. İki büyük parseli, bir toprak yol birbirinden ayırmaktaydı. Bu yolun hemen başlangıcında ve vadinin tam dibinde ise, suyu akmayan bir çeşme vardı; herhalde Cennet Çeşmesi de bu olmalıydı.

 
Çakırbeyli-Gözkaya asfaltına çıkarken...

 
"Mutlu inekler" ülkesi

 
Karşıda Hacı Hamzalar

 Hacı Hamzalar'a doğru; patikaları bir buluyoruz, bir kaybediyoruz. 

 
Vadinin yamaçlarında çiriş otlarının çiçek açmış halleri

 
Bu muhteşem zeytin ve sekisi çekilmez mi?

Mezarlıktan ayrıldıktan sonra bir yokuşu takip ederek köyün girişine ulaştık. Hacı Hamzalar köyünde birkaç evin dışında bir hayat belirtisi yok gibiydi. Sokaklarında dolaşırken karşılaştığımız birkaç köylü ile konuştuktan sonra öğrendik ki; köy epeydir aşağıdaki ovaya taşınmıştı. Köyün camisi bile kapalı idi. Karşı yakadan fark ettiğimiz gibi caminin minaresi de yoktu zaten. Evlerden birçoğu terk edilmiş ve haraptı. Bir kısmında ise, büyükbaş hayvancılık yapıldığına dair manzaralar vardı. Hatta köyde dolaştığımız anlarda inekleri şap v.b. hastalıklara karşı aşılamak için Tarım Müdürlüğü’nden gelmiş görevlilerle bile karşılaştık.

 
Hacı Hamzalar köyü

 
Madran Deresi

 
Hacı Hamzalar yönünden gelip Boğaziçi'ne doğru akan Madran Deresi

Durduk ve suyun sesini dinledik. İşte Madran Deresi...

 
Hacı Hamzalar köyünün mezarlığı yolunda dereyi aşan demir köprü; biz "Sırat Köprüsü"ne benzettik.

 
Hacı Hamzalar mezarlığı 

 
Hacı Hamzalar köyü

  
Bir koca kapının önündeyiz; hem de davetkar...

Köyün kapalı haldeki camisinin kapısında yapım tarihi 1986 olarak belirtilmekteydi. Demek ki köy bu tarihten itibaren bir süre daha varlığını sürdürmüştü. Tahminimizce köyün aşağıya taşınması ise, 2000’li yıllara doğru gerçekleşmiş olmalıydı. Ama diğer boş ve terk edilmiş evler gibi cami de giderek yıpranmaya ve yok olmaya mahkûm gibiydi sanki. Camiye uzun yıllardır kimsenin uğramadığı merdivenlerle ulaşılan avlusunu ot bürümüş olmasından belliydi. Caminin hemen arkasındaki yamaçta yer alan evler de harap vaziyetteydi. Duvarla tahkim edilmiş yüksek bir sekinin üzerinde yer alan cami avlusundan çevremizdeki topografyaya ve geldiğimiz karşı yakadaki tepelere doğru baktık. Ses seda yoktu ortalıklarda. Caminin arkasındaki bir dere yatağının çevresi tamamen hayıtlarla kaplıydı. Aslında bu köy, oldukça eski bir geçmişe sahip olmalıydı. Bunu bize anlatmaya çalışan yıkık dökük de olsa birkaç evin arasında dolaştık bir süre. Ama her şey haraptı ve yaşanmışlıkların sindiği duvarlar sanki hüzünle kaplıydı her yanda. Biz bu köye Yukarı Hacı Hamzalar, ovadakine ise Aşağı Hacı Hamzalar ismini verdik. Ovada; sırasıyla Orhaniye, Aşağı Hacı Hamzalar ve Çakırbeyli’ye en yakın köy olan Boğaziçi tam bir üçgen oluşturmaktaydı.

Bir yıkık duvar kalmış geriye.

Önündeki eyvanıyla tipik bir Hacı Hamzalar (Sarıoluk) evi

 
Köyün ibadete kapalı camisi 1986 yılında yapılmış. Minaresi yok.

 
Terk edilmiş bir evden kalanlar

 
Bir diğeri; hepsi Hacı Hamzalar'da...

 
Hayıtlarla kaplı bir sel yatağı ve sırta yayılmış köyün diğer evleri

İçinde hatıralar saklı; yeşil boyalı bir kapı ve 43 numara...

Bir zamanlar bu sekiden Madran Deresi vadisine kimler baktı?

 
Hacı Hamzalar; bir zamanlar vardı.

Orhaniye ve Boğaziçi köylerinde; Çine Çayı’nı besleyen dereler boyunca…

Kim bilir ne çileler çekilmiş, ne sevinçler ve acılar yaşanmıştı bu yıkık duvarların ardında? Şimdilerde sokaklarına hâkim olan tek şey ise, hüzün ve çaresizlikti. Bu duygularla Madran Deresi’ne doğru bakan bir vadinin yamacındaki bu yalnız ve terk edilmiş köyden; Hacı Hamzalar’dan biz de ayrıldık sonunda. Köyün eski mezarlığını ikiye ayıran bir toprak yolu takip ederek, kuzeydoğudaki bir sırta doğru tırmandık. İnekler çıktı yolumuza; bazen arı kovanlarıyla karşılaştık yol kıyısına dizilmiş sıra sıra. Çok eski zamanlardan kalma muntazam taşlarla örülmüş zeytin sekilerine tanıklık ettik zaman zaman. Sonunda kuzeydoğuya doğru girdiğimiz bir vadide ine çıka ilerlerken, karşıdan göründü Orhaniye’nin hayvan damları…

  
Hacı Hamzalar köyünün eski sahipleri; "başları ucunda hece taşları; ne söylerler, ne bir haber verirler."

 
Orhaniye'ye doğru çıktılar karşımıza.

Yol boyu arı kovanları...

Yine zeytin ağaçları, yine göz alabildiğine zeytinlikler

Orhaniye’ye Hacı Hamzalar yönünden girişimizde; bir duvarı açığa çıkarmış olan bir çukur dikkatimizi çekti. Nispeten toprak altında kalmış bu eski duvar, bize defineci tayfasını hatırlattı. Fotoğraflayıp yola devam ettik. Biraz sonra, önümüzü; köyün girişini kapamış bir demir kapı kesti. Köyün arka girişi bu kapı tarafından emniyete alınmıştı sanki. Neyse ki kapı açıktı; ittirip girdik içeri. Köyün arka girişinden başlayarak çevreye yayılmış büyükbaş hayvan çiftlikleri, bu köyde de hayvancılığın önemli geçim kaynaklarından biri olduğunun göstergesiydi. Köyü ikiye bölen Orhaniye Deresi de, daha önce gördüğümüz Sarı Dere ve Madran Deresi gibi ıslah edilmiş örneklerdendi. Derenin hemen kıyısında köyün kahvehanesi vardı; avlusunda oturmakta olan birkaç köylünün yanına iliştik biz de. Kısa bir girizgâh sonrası masada oturanlardan Önder Ağabey (Önder Özkan), Orhaniye’nin ve çevredeki köylerden bazılarının eski ve yeni isimleri hakkında şu bilgileri aktardı:

Zeytin sekileri; bu yürüyüşümüze damgasını vurdu. O kadar eski ki; belki de yüzlerce yıllık...

Orhaniye'ye yaklaşırken; Dağa Kaçtım gezginleri...

Çekmeye doyamadık; zeytin sekilerini...

 
Orhaniye; vadinin sonunda...

 
Orhaniye'nin damları ve camisi göründü.

Orhaniye, 1957 yılına kadar Çine’ye bağlı ve Büngüldek ismiyle anılan bir köydü. Demokrat Parti iktidarı sırasında çevredeki bazı köylerle birlikte ismi değiştirildi ve Orhaniye oldu. Ayrıca o tarihe kadar Çine’’ye bağlı olan köy, o günlerde nahiye yapılan Adnan Menderes’in memleketi Çakırbeyli’ye bağlandı. Yine aynı zamanlarda dağdaki Sarıoluk köyünün ismi Hacı Hamzalar olarak değiştirilirken, Orhaniye’nin biraz ilerisindeki Madrandere köyünün ismi de; herhalde bir vadinin başlangıcında olması nedeniyle Boğaziçi’ne dönüştürüldü.”

  
Bu çukur ve duvar bize anlamlı geldi.

  
Orhaniye'nin arka kapısı; demirdendir demirden...

 
Orhaniye kahvehanesi ve ana caddesi

Kahvehanedeki köylülere, yürüyüş güzergâhında; zeytinlikler içinde ve Orhaniye köyünün girişinde gördüğümüz farklı büyüklükteki betondan yapılmış dairesel teknelerin ne işe yaradığını sorduk. Köylüler, bunların daha çok eski yıllarda salamura zeytin yapmak amacıyla kullanıldığını söylediler. Ama edindiğimiz izlenim, bu beton kapların yıpranmış ve yer yer kırık halleriyle artık işlevini yitirdiği doğrultusundaydı.

 
Orhaniye'den çıktık yola; sağımızda Madran Dağı'na dek uzanan Çine düzlükleri... 

Orhaniye laleleri; yılın ilk laleleri...

Orhaniye'nin çıkışında rastladık onlara; hayata merhaba derken...

Kahvehanedeki sohbet sonrası, köylülerle vedalaşarak Orhaniye’den ayrıldık. Uzun bir süre asfalt yolu takip ederek, bir üç yol ağzındaki; bu civarda “musluk” adı verilen ve içine; sıcak yaz günlerinde gelen geçenin içini serinleten birkaç testinin bırakıldığı bir kulübeye kadar yürüdük. Yol kıyısında rastladığımız yılın ilk laleleri, yine baharın habercisi anemonları gün boyu arayışımız sonrasında bizim için iyi bir hediye oldu doğrusu. Bu üç yol ağzı, ovadaki Hacı Hamzalar, Orhaniye ve Boğaziçi köylerine giden üç yolun kesişim noktasıydı. Biz Boğaziçi yönüne dönerek, bir süre daha asfalttan yürümeye devam ettik.

 
Üç yol ağzında yaz "musluk"ları

 
"Musluk" derler adına; aslında içi su dolu testiler barındırır yaz sıcaklarında...

Yaklaşık 1 km kadar sonra, bir vadinin çıkışında yer alan Boğaziçi köyü göründü. Yine yoğun olarak büyükbaş hayvancılık faaliyetinin sürdürüldüğü bir köye gelmiştik anlaşılan. Köyün girişinde ve çıkışında; Hacı Hamzalar’dan bu yöne doğru akıp gelen ve köyün güneybatı sınırını belirleyerek Çine Çayı’na doğru yönelen Madran Deresi’nin kıyısı boyunca çok sayıda büyükbaş hayvan çiftliği vardı. Köyün dereye paralel sokaklarından birini takip ederek, 1957 yılında yapılmış olan köyün camisine doğru yürüdük. Caminin karşısındaki köyün kahvehanesinin bulunduğu köşede, büyük bir ezme teknesi ve tahminimize göre antik suyollarında kullanılan bir bilezik mevcuttu. Caminin avlusundaki yaşlı ve uzun servi ise, bize köyün geçmişini anlatır gibiydi.

 
 Boğaziçi'ne girerken...
 
Boğaziçi köyünün camisi; yapım tarihi 1957; köy isimlerinin değiştiği yıl... 

Avlusundaki ulu servi ağacı

  
Kahvehanenin köşesindeki ezme kabı ve bilezik

 
Aydın ilinin Demokrat Parti iktidarı ile birlikte tanıştığı Willys marka jiplerinden hala yaşamakta olan bir örneği

 
Boğaziçi'nde bir sokak

 
Bir İon sütunundan devşirilmiş bir dibek

 
Boğaziçi'nin evlerinden biri

  
Arkamızdaki Boğaziçi...

Köyde fazla oyalanmadan vadinin çıkışındaki yokuşu tırmanarak Çakırbeyli’ye doğru yöneldik. Vakit epey ilerlemişti. Gün boyu Çakırbeyli’nin arka dünyasında, neredeyse büyük bir daire çizmiştik. Bir zeytinliğe yönelen patikayı takip ederek yoldan ayrıldık. Patika, bizi bir süre sonra bahçenin sınırını belirleyen dikenli çitlerin kıyısına dek götürdü. Çit boyunca bir traktör izinden giderek zeytinliğin çıkışına, oradan da bir başka çiti atlayarak bizi Çakırbeyli’ye götürecek bir patikanın başına ulaştık. Bundan sonrası kolaydı artık. Önce sabah ilk saatlerde Hacı Hamzalar’a doğru aştığımız Çakırbeyli-Gözkaya asfaltına, daha sonra da onu takiben Sarıdere’nin güney yakasında kalan evlerinin arasından geçerek Çakırbeyli köyünün meydanına doğru indik. Meydanda yapılacak tek bir iş kalmıştı; günün sonunda yorgunluk çaylarını yudumlamak ve daha sonra gün batımına yakın bir zamanda İzmir’e doğru yol çıkmak…

 
Papatyagillerden...

 
Çakırbeyli sırtlarında İzmir papatyalarından bahara merhaba... 

 
Çakırbeyli'ye dönüş yolunda Madran Deresi'nin bentleri; en arkada Hacı Hamzalar...

 
Bugün onlara çok rastladık zeytinlikler içinde; salamura kapları... 

 
Çakırbeyli sırtlarında akşama doğru bahar alametleri; ballıbabalar...

 
Günün son inekleri

 
Ve Çakırbeyli; akşam çökerken... 

Dipnotlar:
(2)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında yürüyüş sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder