AYDIN’DA
BAHAR ALAMETLERİ
13 Şubat 2020
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Bugün Aydın’da; Büyük Menderes Ovası’na bir geminin
pruvası gibi uzanan Çiftlik Burnu’nun
arka dünyasında dolaştık. Üzerinde Kuvayı Milliye’nin Batı Anadolu’da kuruluşu
aşamasında Aydın’ı işgal eden düşmana karşı oluşturulmuş siper izlerinin de olduğu
bir tepenin doğuya bakan yüzünde devam etmekte olan Demokrasi Müzesi inşaatı, kuzey yüzünde Adnan Menderes’in kır köşkü, Çakırbeyli
köyünün arkasındaki vadilerde ise dolaşırken rastladığımız 1950’li yıllarda
ismi değiştirilmiş köyler vardı Çine
yönünde… Müze inşaatı ile paralel olarak hayata geçirildiğini düşündüğümüz Çine Çayı’nın ıslahı, yıllardır pespaye
görünümüyle dikkatimizi çeken çayın yatağını oldukça değiştirmişti doğrusu. Gün
boyu kat ettiğimiz zeytinlikler arasındaki pastoral patikalar, patlamaya hazır
tomurcuklarıyla çiriş otları, tepemizden geçerken gördüğümüz yılın ilk leyleği
ve akşama doğru bize göz kırpan Orhaniye
çıkışındaki utangaç laleler; Aydın coğrafyasında bahar alametleriydi sanki.
Aynı zaman da doğanın bizlere birer armağanı…
Çakırbeyli sırtlarından Aydın'a doğru...
Çiftlik Burnu sırtlarında Adnan Menderes Demokrasi Müzesi; akşama doğru
(Fotoğraf: M.Yavuzcezzar)
Çiftlik Burnu sırtlarında Adnan Menderes Demokrasi Müzesi; akşama doğru
(Fotoğraf: M.Yavuzcezzar)
Çakırbeyli'den Hacı Hamzalar'a doğru...
Bir zeytinliğin en kıymetli köşesinden arkadaki Madran Dağı'na bakış
Çakırbeyli’de Sabah
Sabah erken saatlerde Çakırbeyli köyünün Demokrasi Meydanı’na ulaştığımızda, hala ayaz vardı ortalıkta. Aynı
adla anılan koca çınarın dibindeki kahvehanenin meydana bakan masalarından
birine iliştik hemen. Epey bir zamandır Çakırbeyli
köy meydanında Pazar günleri Aydın Büyük
Şehir Belediyesi’nin oluşturduğu tezgâhlarda bir köylü pazarı kuruluyordu.
Ama tenteli ve oldukça havaleli tezgâhların hafta boyunca mevcut yerlerinde boş
vaziyette varlığını sürdürmesi, meydanda kuru kalabalıktan ve çevre
kirliliğinden başka bir şey oluşturmuyordu. Sabah kahvelerini bu acayip
manzaraya karşı içtik. Şimdi ise, baharın önünde yürüme zamanıydı.
Çakırbeyli köy meydanı
Gezginlerin kahve keyfi; Çakırbeyli'de Demokrasi Çınarı'nın dibinde...
Birkaç yıl önce yine Çakırbeyli’den Sarı Dere boyunca; Evsekler
köyüne kadar yürümüş ve dönüş yolunda farklı bir rotayı kullanarak, şimdi
kırların belalısı hafriyat kamyonlarının çalıştığı; Çakırbeyli’nin kuzeybatısındaki bir tepeden köye vasıl olmuştuk(1). Bu kez de çıkış
noktamız yine aynı oldu; bir süre Sarı
Dere’ye paralel bir şekilde yürüdükten sonra; bu kez güney batıya doğru
yönelerek, zeytinlikler arasından ilerleyen pastoral patikalara vurduk
kendimizi.
Çakırbeyli Meydanı ve Demokrasi Çınarı
Sarı Dere
Çakırbeyli’den Hacı Hamzalar’a
Bu coğrafyada beni en
çok cezbeden unsurlardan birisi, Menderes
Masifi’nin yeryüzüne taşmış gnays kayalıkları ise, diğeri de birbiri ardı
sıralanan vadilerin yamaçları boyunca serpilmiş zeytinliklerin sınırlarını
belirleyen ve sabırlı çabalarla oluşturulmuş bahçe duvarlarıdır. Bu öyle bir
manzaradır ki, akşama doğru dönme zamanı gelse de gezginin, asla gitmek istemez
buralardan.
Menderes Masifi'nin gnays kayaları
Gnays kaya ve dibinde hayat bulan bir zeytin ağacı
Çakırbeyli, arka dünyasında bitmek tükenmek bilmeyen vadi
geçişleriyle zengin Çine
coğrafyasının sanki bir anahtarı gibidir. Menderes
Masifi’nin tipik jeolojik yapısı, burada yeryüzüne fışkırmış gibi yaygınlık
kazanır. Dünyanın hala erimiş haldeki çekirdeği magmanın, yüzeye doğru
yükselmesiyle oluşmuş granit yapıdaki
grano-gnays kayalıklar Çakırbeyli’nin içinden akan Sarı Dere Vadisi’nin iki yamacını
kaplar. Gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farklılıkları sonucu kendi kendine
parçalanan ve atmosferik etkilerle de zaman içinde şekilden şekle giren bu dev
kayalar, özellikle Çine’ye doğru Gökbel geçişinde yolcusuna benzersiz
manzaralar sunar. İşte Çakırbeyli
sırtlarına doğru da aynı topografik özelliklerin egemenliğini hisseder gezgin.
Çakırbeyli çıkışında zeytinlikleri ayıran sınır duvarları
Asırlık zeytin ağaçları ve muhteşem sekileri
Çakırbeyli çıkışında bir başka zeytinliği toprak yoldan ayıran duvar
Bugün biz de Çine yönünde; inip çıktık o vadilerin
yamaçlarından. Bahara karşı hayatın uyanışlarına tanıklık ettik zaman zaman. O
kadar muntazam zeytin sekileriyle karşılaştık ki; bu çabaya ve özene hayran
olmamak mümkün değildi. Kimi daha genç, kimi ise oldukça yaşlı; burulu
gövdeleriyle zamana meydan okuyan zeytin ağaçlarının yanından geçtik saygıyla.
Tatlı bir meyille yükselen bir sırtı takiben, zeytinliklerin arasından uzun bir
süre Çine yönünde yürüdük.
Arkamızda Çakırbeyli...
Hacı Hamzalar'a doğru yürürken...
Ahlatların yeni hayata hazırlığı
Yükseldikçe arkamızda
bıraktığımız Çakırbeyli köyünün
evleri küçüldükçe küçüldü ve sonunda; zeytinlikler arasından bize göz kırpan
bir siluete dönüştü koskoca köy. Doğa uyanmış, sağımızda solumuzda topraktan
fışkıran çiriş otlarının tomurcukları patladı patlayacak bir zamandaydı. Tam o
aralar üstümüzden geçti yılın ilk leyleği; önümüzdeki sırtı aşarak önce Evsekler’e yönelen vadilere doğru
alçaldı ve daha sonra biz onu seyrederken, bir anda gözümüzün önünden kaybolup
gitti leylek.
Eğilen bir zeytin ağacına verilen desteğin fotoğrafı
Muntazam bir zeytin sekisi daha...
Zeytinlerin kardeşliği
Güneybatı yönünde
zeytinlikler arasından ilerleyen bir toprak yolu takip ederek önümüzdeki sırtı
aştık ve Çakırbeyli’den yükseklerdeki
(yaklaşık 600 metre) Gözkaya köyüne
giden asfalta ulaştık. Sağımız solumuz topraktan fışkırırcasına çıkmış çiriş
otları ile kaplıydı. Yolu güney yönünde aşarak karşımızdaki bir toprak yola
girdik. Toprak yol, biraz sonra bir yamacına yaslanmış durumdaki Hacı Hamzalar köyünün bulunduğu bir
vadiye doğru alçalmaya başladı. Karşımızdaki köy, uzaktan oldukça küçük ve
silik bir yerleşim izlenimi uyandırmıştı. Bir minaresi bile ortalıklarda yoktu.
Vadinin dibinden akmakta olan Madran
Deresi’nin yatağına doğru inmeye devam ederken izlediğimiz toprak yol, önce
patikaya dönüştü; daha sonra da birden ortadan kayboldu. Ama sorun yoktu; nasıl
olsa hedefimiz olan Hacı Hamzalar
köyü tam karşımızda durmaktaydı. Zeytinlikler arasından bulduğumuz kopuk
patikaları takip ederek, yeniden bir başka toprak yola ulaştık.
Hacı Hamzalar yolunda çiriş otları
Çakırbeyli sırtlarından Büyük Menderes Ovası'na ve Aydın'a doğru bakış
Gözkaya yoluna doğru bir virajı dönerken; arka planda Aydın...
Kuzey rüzgârlarına
kapalı Posacı Tepesi’nin güneye bakan
yamaçlarında çiriş otları çiçek açmıştı. Toprak yoldan vadi dibine dek
ayrılmadık. Sonunda ulaştığımız yer, Sarı
Dere’deki gibi sarı renkli suyu ile dikkat çeken Madran Deresi’nin yatağı oldu. Boğaziçi’ne
doğru önü setlerle kesilerek bir anlamda gem vurulmuş Madran Deresi’ni, bu bölgedeki su seviyesinin son derece düşük
olması nedeniyle kolayca aştık. Biraz aşağıda Hacı Hamzalar köyünün mezarlığı vardı. Mezarlık boyunca Madran Deresi’ne doğru akan bir başka
küçük dereciğin üzerinde ise köyün mezarlığını bulunduğumuz yakaya bağlayan bir
demir köprü bulunmaktaydı. ”Sırat Köprüsü”ne
benzettiğimiz bu köprüyü geçerek mezarlığa ulaşılıyordu. Köyün mezarlığının
diğer bölümü ise, dere yatağının doğu yamacına doğru yayılmıştı. İki büyük
parseli, bir toprak yol birbirinden ayırmaktaydı. Bu yolun hemen başlangıcında
ve vadinin tam dibinde ise, suyu akmayan bir çeşme vardı; herhalde Cennet Çeşmesi de bu olmalıydı.
Çakırbeyli-Gözkaya asfaltına çıkarken...
"Mutlu inekler" ülkesi
Karşıda Hacı Hamzalar
Hacı Hamzalar'a doğru; patikaları bir buluyoruz, bir kaybediyoruz.
Vadinin yamaçlarında çiriş otlarının çiçek açmış halleri
Bu muhteşem zeytin ve sekisi çekilmez mi?
Mezarlıktan ayrıldıktan
sonra bir yokuşu takip ederek köyün girişine ulaştık. Hacı Hamzalar köyünde birkaç evin dışında bir hayat belirtisi yok
gibiydi. Sokaklarında dolaşırken karşılaştığımız birkaç köylü ile konuştuktan
sonra öğrendik ki; köy epeydir aşağıdaki ovaya taşınmıştı. Köyün camisi bile
kapalı idi. Karşı yakadan fark ettiğimiz gibi caminin minaresi de yoktu zaten.
Evlerden birçoğu terk edilmiş ve haraptı. Bir kısmında ise, büyükbaş
hayvancılık yapıldığına dair manzaralar vardı. Hatta köyde dolaştığımız anlarda
inekleri şap v.b. hastalıklara karşı aşılamak için Tarım Müdürlüğü’nden gelmiş
görevlilerle bile karşılaştık.
Hacı Hamzalar köyü
Madran Deresi
Hacı Hamzalar yönünden gelip Boğaziçi'ne doğru akan Madran Deresi
Durduk ve suyun sesini dinledik. İşte Madran Deresi...
Hacı Hamzalar köyünün mezarlığı yolunda dereyi aşan demir köprü; biz "Sırat Köprüsü"ne benzettik.
Hacı Hamzalar mezarlığı
Hacı Hamzalar köyü
Bir koca kapının önündeyiz; hem de davetkar...
Köyün kapalı haldeki
camisinin kapısında yapım tarihi 1986 olarak belirtilmekteydi. Demek ki köy bu
tarihten itibaren bir süre daha varlığını sürdürmüştü. Tahminimizce köyün
aşağıya taşınması ise, 2000’li yıllara doğru gerçekleşmiş olmalıydı. Ama diğer
boş ve terk edilmiş evler gibi cami de giderek yıpranmaya ve yok olmaya mahkûm
gibiydi sanki. Camiye uzun yıllardır kimsenin uğramadığı merdivenlerle ulaşılan
avlusunu ot bürümüş olmasından belliydi. Caminin hemen arkasındaki yamaçta yer
alan evler de harap vaziyetteydi. Duvarla tahkim edilmiş yüksek bir sekinin
üzerinde yer alan cami avlusundan çevremizdeki topografyaya ve geldiğimiz karşı
yakadaki tepelere doğru baktık. Ses seda yoktu ortalıklarda. Caminin
arkasındaki bir dere yatağının çevresi tamamen hayıtlarla kaplıydı. Aslında bu
köy, oldukça eski bir geçmişe sahip olmalıydı. Bunu bize anlatmaya çalışan
yıkık dökük de olsa birkaç evin arasında dolaştık bir süre. Ama her şey haraptı
ve yaşanmışlıkların sindiği duvarlar sanki hüzünle kaplıydı her yanda. Biz bu
köye Yukarı Hacı Hamzalar, ovadakine ise
Aşağı Hacı Hamzalar ismini verdik.
Ovada; sırasıyla Orhaniye, Aşağı Hacı
Hamzalar ve Çakırbeyli’ye en
yakın köy olan Boğaziçi tam bir üçgen
oluşturmaktaydı.
Bir yıkık duvar kalmış geriye.
Önündeki eyvanıyla tipik bir Hacı Hamzalar (Sarıoluk) evi
Köyün ibadete kapalı camisi 1986 yılında yapılmış. Minaresi yok.
Terk edilmiş bir evden kalanlar
Bir diğeri; hepsi Hacı Hamzalar'da...
Hayıtlarla kaplı bir sel yatağı ve sırta yayılmış köyün diğer evleri
İçinde hatıralar saklı; yeşil boyalı bir kapı ve 43 numara...
Hacı Hamzalar; bir zamanlar vardı.
Orhaniye ve Boğaziçi köylerinde; Çine Çayı’nı besleyen
dereler boyunca…
Kim bilir ne çileler
çekilmiş, ne sevinçler ve acılar yaşanmıştı bu yıkık duvarların ardında? Şimdilerde
sokaklarına hâkim olan tek şey ise, hüzün ve çaresizlikti. Bu duygularla Madran Deresi’ne doğru bakan bir vadinin
yamacındaki bu yalnız ve terk edilmiş köyden; Hacı Hamzalar’dan biz de ayrıldık sonunda. Köyün eski mezarlığını
ikiye ayıran bir toprak yolu takip ederek, kuzeydoğudaki bir sırta doğru
tırmandık. İnekler çıktı yolumuza; bazen arı kovanlarıyla karşılaştık yol
kıyısına dizilmiş sıra sıra. Çok eski zamanlardan kalma muntazam taşlarla
örülmüş zeytin sekilerine tanıklık ettik zaman zaman. Sonunda kuzeydoğuya doğru
girdiğimiz bir vadide ine çıka ilerlerken, karşıdan göründü Orhaniye’nin hayvan damları…
Hacı Hamzalar köyünün eski sahipleri; "başları ucunda hece taşları; ne söylerler, ne bir haber verirler."
Orhaniye'ye doğru çıktılar karşımıza.
Yol boyu arı kovanları...
Yine zeytin ağaçları, yine göz alabildiğine zeytinlikler
Orhaniye’ye Hacı Hamzalar
yönünden girişimizde; bir duvarı açığa çıkarmış olan bir çukur dikkatimizi
çekti. Nispeten toprak altında kalmış bu eski duvar, bize defineci tayfasını
hatırlattı. Fotoğraflayıp yola devam ettik. Biraz sonra, önümüzü; köyün
girişini kapamış bir demir kapı kesti. Köyün arka girişi bu kapı tarafından
emniyete alınmıştı sanki. Neyse ki kapı açıktı; ittirip girdik içeri. Köyün
arka girişinden başlayarak çevreye yayılmış büyükbaş hayvan çiftlikleri, bu
köyde de hayvancılığın önemli geçim kaynaklarından biri olduğunun
göstergesiydi. Köyü ikiye bölen Orhaniye
Deresi de, daha önce gördüğümüz Sarı Dere ve Madran Deresi gibi ıslah edilmiş örneklerdendi. Derenin hemen
kıyısında köyün kahvehanesi vardı; avlusunda oturmakta olan birkaç köylünün
yanına iliştik biz de. Kısa bir girizgâh sonrası masada oturanlardan Önder Ağabey
(Önder Özkan), Orhaniye’nin ve
çevredeki köylerden bazılarının eski ve yeni isimleri hakkında şu bilgileri
aktardı:
Zeytin sekileri; bu yürüyüşümüze damgasını vurdu. O kadar eski ki; belki de yüzlerce yıllık...
Orhaniye'ye yaklaşırken; Dağa Kaçtım gezginleri...
Çekmeye doyamadık; zeytin sekilerini...
Orhaniye; vadinin sonunda...
Orhaniye'nin damları ve camisi göründü.
“Orhaniye, 1957 yılına kadar Çine’ye
bağlı ve Büngüldek ismiyle anılan bir
köydü. Demokrat Parti iktidarı
sırasında çevredeki bazı köylerle birlikte ismi değiştirildi ve Orhaniye oldu. Ayrıca o tarihe kadar Çine’’ye bağlı olan köy, o günlerde
nahiye yapılan Adnan Menderes’in memleketi
Çakırbeyli’ye bağlandı. Yine aynı
zamanlarda dağdaki Sarıoluk köyünün
ismi Hacı Hamzalar olarak
değiştirilirken, Orhaniye’nin biraz
ilerisindeki Madrandere köyünün ismi
de; herhalde bir vadinin başlangıcında olması nedeniyle Boğaziçi’ne dönüştürüldü.”
Bu çukur ve duvar bize anlamlı geldi.
Orhaniye'nin arka kapısı; demirdendir demirden...
Orhaniye kahvehanesi ve ana caddesi
Kahvehanedeki köylülere,
yürüyüş güzergâhında; zeytinlikler içinde ve Orhaniye köyünün girişinde gördüğümüz farklı büyüklükteki betondan
yapılmış dairesel teknelerin ne işe yaradığını sorduk. Köylüler, bunların daha
çok eski yıllarda salamura zeytin yapmak amacıyla kullanıldığını söylediler. Ama
edindiğimiz izlenim, bu beton kapların yıpranmış ve yer yer kırık halleriyle
artık işlevini yitirdiği doğrultusundaydı.
Orhaniye'den çıktık yola; sağımızda Madran Dağı'na dek uzanan Çine düzlükleri...
Orhaniye laleleri; yılın ilk laleleri...
Orhaniye'nin çıkışında rastladık onlara; hayata merhaba derken...
Kahvehanedeki sohbet
sonrası, köylülerle vedalaşarak Orhaniye’den
ayrıldık. Uzun bir süre asfalt yolu takip ederek, bir üç yol ağzındaki; bu
civarda “musluk” adı verilen ve içine;
sıcak yaz günlerinde gelen geçenin içini serinleten birkaç testinin bırakıldığı
bir kulübeye kadar yürüdük. Yol kıyısında rastladığımız yılın ilk laleleri, yine
baharın habercisi anemonları gün boyu arayışımız sonrasında bizim için iyi bir
hediye oldu doğrusu. Bu üç yol ağzı, ovadaki Hacı Hamzalar, Orhaniye ve Boğaziçi
köylerine giden üç yolun kesişim noktasıydı. Biz Boğaziçi yönüne dönerek, bir süre daha asfalttan yürümeye devam ettik.
Üç yol ağzında yaz "musluk"ları
"Musluk" derler adına; aslında içi su dolu testiler barındırır yaz sıcaklarında...
Yaklaşık 1 km kadar
sonra, bir vadinin çıkışında yer alan Boğaziçi
köyü göründü. Yine yoğun olarak büyükbaş hayvancılık faaliyetinin sürdürüldüğü
bir köye gelmiştik anlaşılan. Köyün girişinde ve çıkışında; Hacı Hamzalar’dan bu yöne doğru akıp gelen
ve köyün güneybatı sınırını belirleyerek Çine
Çayı’na doğru yönelen Madran Deresi’nin
kıyısı boyunca çok sayıda büyükbaş hayvan çiftliği vardı. Köyün dereye paralel
sokaklarından birini takip ederek, 1957 yılında yapılmış olan köyün camisine doğru
yürüdük. Caminin karşısındaki köyün kahvehanesinin bulunduğu köşede, büyük bir ezme teknesi ve tahminimize göre antik suyollarında
kullanılan bir bilezik mevcuttu. Caminin avlusundaki yaşlı ve uzun servi ise,
bize köyün geçmişini anlatır gibiydi.
Boğaziçi'ne girerken...
Boğaziçi köyünün camisi; yapım tarihi 1957; köy isimlerinin değiştiği yıl...
Avlusundaki ulu servi ağacı
Kahvehanenin köşesindeki ezme kabı ve bilezik
Aydın ilinin Demokrat Parti iktidarı ile birlikte tanıştığı Willys marka jiplerinden hala yaşamakta olan bir örneği
Boğaziçi'nde bir sokak
Bir İon sütunundan devşirilmiş bir dibek
Boğaziçi'nin evlerinden biri
Arkamızdaki Boğaziçi...
Köyde fazla oyalanmadan vadinin çıkışındaki yokuşu tırmanarak Çakırbeyli’ye doğru yöneldik. Vakit epey ilerlemişti. Gün boyu Çakırbeyli’nin arka dünyasında, neredeyse büyük bir daire çizmiştik. Bir zeytinliğe yönelen patikayı takip ederek yoldan ayrıldık. Patika, bizi bir süre sonra bahçenin sınırını belirleyen dikenli çitlerin kıyısına dek götürdü. Çit boyunca bir traktör izinden giderek zeytinliğin çıkışına, oradan da bir başka çiti atlayarak bizi Çakırbeyli’ye götürecek bir patikanın başına ulaştık. Bundan sonrası kolaydı artık. Önce sabah ilk saatlerde Hacı Hamzalar’a doğru aştığımız Çakırbeyli-Gözkaya asfaltına, daha sonra da onu takiben Sarıdere’nin güney yakasında kalan evlerinin arasından geçerek Çakırbeyli köyünün meydanına doğru indik. Meydanda yapılacak tek bir iş kalmıştı; günün sonunda yorgunluk çaylarını yudumlamak ve daha sonra gün batımına yakın bir zamanda İzmir’e doğru yol çıkmak…
Papatyagillerden...
Çakırbeyli sırtlarında İzmir papatyalarından bahara merhaba...
Çakırbeyli'ye dönüş yolunda Madran Deresi'nin bentleri; en arkada Hacı Hamzalar...
Bugün onlara çok rastladık zeytinlikler içinde; salamura kapları...
Çakırbeyli sırtlarında akşama doğru bahar alametleri; ballıbabalar...
Günün son inekleri
Ve Çakırbeyli; akşam çökerken...
Dipnotlar:
(1) Çakırbeyli-Evsekler yürüyüşü için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2016/04/cakirbeyliden-evseklere.htmlhttps://dagakactim.blogspot.com/2016/04/cakirbeyliden-evseklere.html
(2)
Fotoğraflar, belirtilenler dışında yürüyüş sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder