19 Şubat 2020
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Kemalpaşa-Yukarı Kızılca köyünde baharın göz kırptığı
günlerden birini yaşadık bugün de. Oldukça sıcak bir günde; yer yer rüzgâra
karşı yürüsek de güneş hiç eksilmedi tepemizden. Yarın cemreler başlayacak
düşmeye; çok eski zamanlardan kalma bir hikâyedir havaların ısınmasındaki bu
kerametler. Tek tanrılı dinlerin öncesine dek uzanır kökleri. Şubat’ın üçüncü
haftası havaya, dördüncü haftası suya ve Mart’ın ilk haftası ise toprağa düşer
cemreler sırasıyla. Biz de bu iklimde bugün Yukarı
Kızılca’nın çevresindeki; genellikle kızılçamlarla kaplı vadilerde
dolaştık. Kâh çıktık, kâh indik tepelerden; yanımızda Aybey’in can dostları;
Pamuk ile Fındık da eşlik etti gün boyu bizlere. Bitmeyen bir enerji ile her
çalı dibini keşfetmek, eşelemek; her taşın altında kendince bir bilinmezi
aramak; onlar da gün boyu koşuşturmaktan helak oldular sonuçta. Günün kapanışı
mükellef bir dost sofrası ile tamamlandı Yukarı
Kızılca’nın yamaçlarındaki bir kır evinin avlusunda. Şimdi gelelim
hikâyesine…
Pelitdede Tepesi'nden Yukarı Kızılca'ya bakış
Yürüyüşün başlangıcında; bugün ekip kuvvetliydi; solda Fındık, sağda Pamuk...
Yukarı Kızılca'ya doğru; sabah vakti...
Yukarı Kızılca sırtlarında...
Sabah 10 olmadan Yukarı Kızılca’nın göletler dünyasına (Savanda ve Yukarı Kızılca göletleri) yakın bir konumdaki Aybey’in mekânına
ulaşmıştık bile. Yukarı Kızılca vadilerini,
yüksek basıncın egemen olduğu bir sabah vakti yer yer yoğun bir sis tabakası
ele geçirmişti. Bahçeler arasındaki toprak bir yolu takip ederek göletlerden
doğuya doğru hareket ettik. İlk anda karşımıza bir koyun sürüsü çıktı yolda.
Yanımızdaki köpekleri görünce ürktü hayvancıklar. Çoban da tedirgin oldu biraz.
Neyse ki bizim köpekler, laftan anlıyordu. Sorunsuz bir şekilde koyunları öte
yana geçirdik.
Koyun sürüsü, köpekleri görünce dondu, kaldı.
Yukarı Kızılca göletlerine doğru; orman yolunda...
Yoldan ayrılarak göletlere doğru inen bir patikaya girdik.
Yoğun kızılçamlar içinden ilerledik bir süre.
Zeytinliklerle
kızılçamların buluştuğu bir noktadan yeniden göletlerin bulunduğu yöne doğru
çevirdik rotamızı. Geçen yılki yürüyüş sırasında da buralara yakın bir noktadan
geçmiş ve Yukarı Kızılca göletine
dökülen küçük bir dereciği paçaları sıvayarak iki kez aşmıştık.(1) Kızılçamlarda
dikkatimizi çeken noktalardan birisi, yaygın bir şekilde kurt keseciklerin
bulunmasıydı. Bu asalak kurtlar, özellikle kızılçam ormanlarını yiyip bitiren
en önemli zararlılardandı. Orman Genel
Müdürlüğü her ne kadar bu zararlı ile biyolojik anlamda bir takım
mücadeleler yürütse de; dağlarda dolaşırken, çok da etkili olduğunu göremedik
doğrusu. Umarız daha etkin mücadele yöntemleri ile kızılçam ormanlarının köküne
kıran girmeden bu tehlikenin önü alınabilir ormanlarımızda.
Dağa Kaçtım gezginleri, Yukarı Kızılca'nın kızılçam ormanları içinde...
Gölete doğru akan Kördere; arkada Nif Dağı...
Zeytinlikler içinde...
Göleti besleyen küçük bir derecik daha...
Bir süre sonra
kızılçamlar arasından ilerleyen toprak yoldan, Yukarı Kızılca Göleti’ne doğru alçalan bir sırta doğru inen bir
patikaya girdik. Bu patika, sonunda göleti besleyen derelerden birinin yanına
taşıdı. Her ne kadar bu yılki yağmurlar yeterli olmasa da, Mahmut Dağı’nın sularını aşağıdaki düzlüklere taşıyan derelerden
biri olan Kördere’yi aşmak için uygun
bir yeri epey aradık. Yani su seviyesi hiç de fena değildi derede.
Gezginlerin Kördere kıyısında fotoğraf molası
Ovada yalnız bir servi
Kurudere yönünde yürürken...
Yukarı Kızılca Göleti yakınlarında...
Kördere’nin öte yakasına geçtikten sonra; bahçeler arasından
ilerleyen bir yolu takip ederek, geçen yılki yürüyüşlerden farklı bir rotada;
bu kez gölete değil, şimdilerde boncuk yapımıyla öne çıkan ve bu nedenle Nazarköy olarak anılan Kurudere yönüne doğru yürümeye başladık.
Büyük bir hevesle yapılmış kır evlerinin çoğu mahzun ve bakımsızdı. Kışın
kasveti ile birlikte bahçeler tarumar durumdaydı. Solumuzdaki Karagöl Deresi’nin kıyısı boyunca devam
eden yürüyüşümüz, Curacının Tepesi
olarak anılan alçak yükseltinin eteklerine kadar devam etti. Buradan Kurudere’ye doğru ilerleyen yolu terk
ederek yine çiftlikler ve kır evleriyle parsellenmiş bir vadinin kıyısından
kıvrılarak yükselen bir toprak yola girdik.
Curacının Tepesi'nden Yukarı Kızılca yönüne döndük. Yanımızda yine bir dere akmakta...
Yukarı Kızılca'ya doğru yürürken; arkamızda Nif Dağı...
Yol üstünde bir asırlık çınar ağacı ve bir su kuyusu
Her yanımız kızılçamlar...
Yukarı Kızılca’ya doğru yürürken arkamızda Nif Dağı’nın gölgesi hiç eksik olmadı.
Sağımızda Yukarı Kızılca yönünden
akıp gelen munis bir dere, sırtlarda kızılçamların yoğunluğu önümüzdeki
zeytinliklere dek sürdü. Biraz sonra vadinin çıkışında; güneyden Yukarı Kızılca’ya doğru ilerleyen bir
başka vadiye ve dere yatağına kavuştuk.
Tırmanıyoruz; Yukarı Kızılca'nın arkalarındayız.
Zeytinlikler başladı; karşımızda Mahmut Dağı...
Yol kıyısında yaşlı bir incir ağacı
Yukarı Kızılca yönüne döndük; yol kıyısında bir küçük derecik daha...
Daha önceden bu vadiden,
Mahmut Dağı’ndan dönüş yolunda Yukarı Kızılca’ya doğru giderken bir kez
geçmiştik.(2) Dere
yatağının her iki yanında yer alan bahçeler ve içlerindeki çiftlik evlerinin
çoğu şehirden gelip nefes alma amacıyla buralara yerleşenlere aitti. Kimisi
dere kıyısında kendine has peyzajlar yaratarak çevreye değer katmıştı.
Yol kıyısında bir şirin tulumbalı kuyu
Asırlık zeytin ağaçlarından biri
Bilge ağaç zeytine saygı...
Başka yaşlı zeytin ağaçları
Bir süre yürüdükten
sonra yol kıyısındaki bir şirin tulumbalı kuyuyu gösterdi Aybey. Hemen
arkasındaki bahçede ise, oldukça yaşlı zeytin ağaçları vardı. Toprak yolu
izleyerek uzun süre ilerledik. Önümüzde yüzlerce yıllık çınar ağaçları ve
önünde bir dede mezarının bulunduğu bir meydanlık alana ulaştık biraz sonra.
Tamamen bir beton bloğun içine hapsedilmiş durumdaki dede mezarının üstünde Çıtlık Dede yazmaktaydı. Bütün ağaçların
yapraklarını dökmüş olmasından dolayı muhtemelen burada olduğunu sandığımız
çıtlık ağaçlarını pek seçemedik; dev gövdeleri ve çıplak dallarıyla meydanın
üstünü örten asırlık çınar ağaçları dışında…
Çıtlık Dede ve çınar ağaçları
Bir kır evinin kıyısından akan derenin hemen üst düzleminde yapılan peyzaj düzenlemesi
Gövdesindeki dev gibi yumrusuyla dikkat çeken yüzlerce yıllık çınar ağacı; Çıtlık Dede ile yaşıt mı acaba?
Yukarı Kızılca'ya doğru bir tarla içinde iki servi ve dibindeki iki mezar...
Nergisler ve mezarlar
Çıtlık Dede’nin ve dev çınarların yanından ayrıldıktan
sonra bu kez yolun solundaki bir tarlanın içinde; çok yaşlı olmayan iki kara
servinin dibinde iki mezar daha gördük. Üzerindeki nergislerle bezenmiş ve
etrafı kabaca gaz beton bloklarıyla çevrelenmiş mezarların niteliği ve ne kadar
eskiye uzandığı konusunda çok sağlam bir fikir yürütemedik. Ama serviler esas
alınırsa, 30-40 senelik bir geçmişe sahip gibi geldiler.
Yukarı Kızılca deresi
Yukarı Kızılca; Pelitdede Tepesi'nden; Mahmut Dağı...
Pelitdede Tepesi'nden Topançam Tepesi'ne doğru...
Topançam Tepesi'nden inerken; Nif Dağı ve kızılçamlar...
Vadi boyunca
yürüyüşümüz, Yukarı Kızılca’nın
girişine kadar sürdü. Köyün girişinden batı yönündeki Pelitdede Tepesi’ne doğru yöneldik. Demek ki buralarda da bir dede
mezarı vardı. Zaten Yukarı Kızılca
köyünün hemen yakınlarında; Alevilerin başında kurban kesip törenler
düzenlediği ve belki de buraların kurucu atası diyebileceğimiz Tufan Dede’nin türbesi de mevcuttu. Tufan Dede, Turgutlu’ya doğru; kendi adıyla anılan köyün içinde türbesi bulunan
Hamza Baba’nın büyük olasılıkla
çağdaşı olmalıydı. Bir yürüyüşümüz sırasında(3) Hamza Baba’nın
makamına uğramış ve oradan Zeamet
köyüne doğru karlı bir günde bir yürüyüş gerçekleştirmiştik. Sözün özü;
Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi bu toprağı yurt belleyen atalar, bir
şekilde bu topraklarda bugüne uzanan silinmeyen izler bırakmışlardı. Bir anlamda
bu dede mezarları, bu toprakların birer tapusu gibiydiler.
Yolumuzu arıyoruz; Topançam Tepesi'nden inerken...
Kızılçamlar arasında bir patikadan ilerliyoruz.
Gezginlerin dinlenme anı; Pamuk aramızda...
İşte bu dere yatağına indik sonunda.
Pelitdede Tepesi’nde; yakınlarda tamamlanmış bir sitenin
yakınlarından geçen toprak yol, bizi batı cephesi sık kızılçamlarla kaplı Topançam Tepesi’nin dik yamaçlarına
doğru sürükledi. Amacımız vadinin dibindeki bir dere yatağına ulaşmak ve bunu
aşarak Yukarı Kızılca’nın batısında
yer alan tarımsal alanlara ve bahçelere ulaşmaktı. Dere yatağına inişimizi ve
çıkışımızı arazideki dik eğim nedeniyle zorlanarak gerçekleştirdik.
Yukarı Kızılca sırtlarında kırmızı anemonlar açarken...
Doğanın peyzajı; papatyalar...
Dostlar sofrasında...
Sonunda ovaya doğru
bakan bir sırttaki yıpranmış evleriyle dikkat çeken bir sitenin sınırlarını
takip ederek, sabah yürüyüşe başladığımız bahçeler arasındaki bir toprak yola
eriştik. Yürüyüşü aşağı yukarı tamamlamış; toplamda 12,5 km kadar yürümüştük. Topançam Tepesi’nden ovaya inişimiz
oldukça yormuştu bizi. Yapılacak en son şey, Aybey’in mekânında bir dost
sofrasında anı paylaşmaktı. Can dostlarımız, Pamuk ile Fındık ise, bütün gün
vadilerde koşturup durmuş, sonunda kendilerini tüketmişlerdi. Evin avlusuna
ulaştığımızda her ikisi de çimenlerin üstüne atıverdi kendilerini. Uzun süre
kalkamadılar yerlerinden; ta ki soframıza ortak oluncaya dek.
Dipnotlar:
(1) Yukarı Kızılca’da Göletler Civarında yürüyüşü için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/04/yukari-kizilcada-goletler-civarinda.html
(2)
Yukarı Kızılca-Mahmut Dağı yürüyüşü için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2015/02/yukari-kizilcadan-mahmut-dagina.html
(3)
Karlı bir günde Hamzaba’dan
Zeamet’e yürüyüşü için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/01/karli-bir-gunde-hamzababadan-zeamete.html
(4)
Fotoğraflar, belirtilenler dışında yürüyüş sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder