GOCADAĞ’IN
YAKAKÖY’Ü
3-5 Ekim 2019
İbrahim Fidanoğlu-Hasan
Doğan
Gocadağ’ın eteklerinde eski bir rüyadan uyanırken…
Datça’da birden fazla Kocadağ ismiyle anılan dağ var;
bunlardan birisi yarımadanın en yüksek tepesi olan 1162 metre yüksekliğindeki Hızırşah ve Karaköy’e karşı duran Kocadağ…
Bir diğeri ise, yarımadanın başlangıcında Emecik’te
aynı adla anılan Kocadağ; ama bizim
bu yazıda konu aldığımız adına türküler yakılan ve Yakaköy’ün eteklerinde hayat bulduğu Kocadağ ya da yöredeki söylenişi ile Gocadağ…
Yaka'dan bakınca...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Kumyer Kalesi'nden Yakaköy'e bakınca...
(H.Doğan; Şubat 2020)
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yakaköy ile Gocadağ’ın serüveni yüzlerce yıl evveline dayanan eski bir hikâye olsa gerek. Türkmenlerin yarımadaya sökün edişleriyle birlikte buralarda vücut bulan hayat, bu dağın eteklerinde yeşermiş; onun önünde uzanan kısıtlı düzlüklerde otlatmışlar hayvanlarını… Uzak Asya’dan taşıdıkları geleneği, onun gölgesine sığınarak saklamış Betçeli Yörükler yüzlerce yıldır ve daha bozulmamış halde taşımışlar bugüne; anakaraya göre…
Kumyer Kalesi'nden Palamutbükü; bademlerin açtığı zaman...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Gocadağ
(H.Doğan; Ocak 2020)
Her ne kadar dünden
bugüne evrilen süreçte; yaşanmışlıklarla yüklü Gocadağ’ın eteğindeki o yorgun evlerini terk ederek Palamutbükü’ne doğru inen Yakaköylüler,
geçmişe dair birçok şeyi terk ederek Bük’teki
hayata alışmış gibi görünseler de, yaşlıların dillerinden düşmüyor eski
hatıralar. Gocadağ’ın eteklerinde
zaman bir hayli yavaş ilerlerdi eskiden; şimdi turizme ve yabancılara
bulanmışlığın karmaşasında giderek her şey daha çabuk tükeniyor Bük’te artık. Çaresizliğin pençesinde Gocadağ ve yakasındaki mücevher; Yakaköy…
Betçe orkideleri-1
(H.Doğan; Şubat 2020)
Arı orkideleri
(H.Doğan; Şubat 2020)
Betçe orkideleri-2
(H.Doğan; Şubat 2020)
Hasan Hoca, Gocadağ’ın
florası ve faunası ile ilgili olarak şunları aktarıyor:
“Yakaköy’ün sırtını yasladığı Gocadağ,
yıllarca Betçeli için bir geçim kaynağı olmuş. Bu konuda yaşlıları
dinlediğinizde; salep toplamak için gittiklerinde günlerce gelmezlermiş Gocadağ’dan. Mart ve Nisan ayları salep
toplama zamanıdır. Pek çok köylü için bir geçim kaynağıdır salep. Ayrıca bir
dönem tüccarlar, dağ zambağı dediğimiz beyaz ve mis gibi kokan zambakların
yumrularını toplatmışlar köylüye ve ne yazık ki; bütün o yumruların hepsi, tüccarlar
kanalıyla yurt dışına gönderilmiş. Her sene Mayıs aylarında Gocadağ’ı süsleyen ve kokusuyla da
insanları büyüleyen bu çiçekler, şimdilerde ne yazık ki artık yok.
Betçe orkideleri-3
(H.Doğan; Şubat 2020)
Betçe orkideleri-4
(H.Doğan; Şubat 2020)
Betçe orkideleri-5
(H.Doğan; Şubat 2020)
(H.Doğan; Şubat 2020)
Gocadağ, bir de üzerinde barındırdığı dağ keçileri ile anılır. Köylüler, ona geyik diyor. Bu hayvanların özel avlayıcıları varmış eskiden. Çok
usta olan bu kişiler, dağda korkunç engebelere rağmen; karşı yamaçtaki
kayabaşında duran keçiyi vurup, sonra da onun yanına kadar gidip, ortalama 50
kg ağırlığındaki bu hayvanı sırtına bağlayarak, dağdan aşağı indirirlermiş. Ne
büyük mücadele; insan, elinde tüfek, sırtında ölü hayvanla o dağdan nasıl iner?
Betçeli için; eski zamanlarda böyle yaşamak, bir tür kadermiş; anlaşılan.
Karakulak
(Hasan Doğan Arşivi)
Betçe Orkideleri-6
(H.Doğan; Şubat 2020)
Hevenk hevenk limonlar
(H.Doğan; Şubat 2020 )
ve badem çiçekleri
(H.Doğan; Şubat 2020)
Gocadağ, bir de zeytinci ve bademcilerin çok ihtiyaç duyduğu sırık
yatağı… Kumyer mahallesinde yaşayan, bu
konuda uzman Savrak Mehmet Amca, tek
başına dağa çıkıp Gocadağ’ın zirvesinin
arkasındaki ağaç denizinin içinde, defne sürgünlerini kesip sırık yaparmış
eskiden. Bu arada yeni evlenecek bireylerin evlerine gerekli hatılların kesim
işleri de Gocadağ’dan yapılırmış.
Anlayacağınız; Betçe için Gocadağ vazgeçilmez bir ihtiyaç kaynağı...
Şimdilerde ise; bu dağ, mahzun bir şekilde; adeta bir terk edilmişlik hissi içinde
öylece duruyor ardımızda yine.”
Gocadağ ve Yakaköy
(H.Doğan; Ocak 2020)
Gocadağ’ın yakasındaki bir mücevherdi; Yakaköy
Evet; ara başlıktaki
gibi Yakaköy bir zamanlar Gocadağ’ın mücevheriydi; ama şimdi yok
artık. Gocadağ’ın eteklerinde terk
edilmiş taş evleriyle, sessiz ve yalnız kuyularıyla, bu diyardan göçüp gitmiş
aziz büyüklerinin hatıralarıyla ne kadar ayakta kalabildiyse; aslında odur
bugün Yakaköy. Ama şimdi biz Yakaköy’ün henüz damarlarında dolaşırken
yaşamın efsunlu iksiri; dönelim o eski zamanlarına…
Goca Mehmet Emmi; Yakaköy'de evinin önünde...
(H.Doğan; Ocak 2020)
Yaka, Gocadağ’ın
yamaçlarına sırtını dayamış; arkası çam ormanları, önü de denizi gören benzersiz
konumda bir köydü aslında. Yakaköy’den
Gocadağ’a tırmanmak hemen hemen
imkânsız gibidir. Dağın doğusunda Pilavcı
Boğazı vardır. Zirveye doğru oradan çıkmak mümkündür. Yakaköy için, kuş uçmaz kervan geçmez tabirini kullanırsanız, yanlış
yapmış sayılmazsınız. 1950’li yıllara dek; köyden Datça’ya yayan giderseniz, bir günü, Marmaris'e 3 günü, Muğla il
merkezine ise 5 günü yollarda geçirmeniz gerekirdi.
Yakaköy'de Kösemen'e doğru giden bir irim
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yakaköy'de; Hacı Ali Tepesi'nde eski bir fırın; artık suskun...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Büyüklerin anlatımına
göre, 1949 yılında Betçe’de bir ölet
yaşanmış; bir tek sağlık memuru at sırtında gelmiş buralara, manzarayı ve
imkânsızlıkları görünce, o da bölgeyi acilen terk etmiş. Büyüklerden emekli
veteriner hekim Mehmet Bilgili, “evinde aspirin olan, bu salgından sağ çıktı;
bu üç köyde 100 civarında çocuk, ihtiyar ve zayıf olanlar öldü” diye
anlatıyor o günleri. Nedense Yaka’da
ölen insan oldukça azmış. Köyün sakinlerinden Hasan Doğan’ın kayınpederi Ali
Fidan, toplam 9 kişinin öldüğünü, bu salgın hastalığa kendisinin de
yakalandığını, ama gelen sağlık memurunun kupa vurarak kendisini ayağa
kaldırdığını anlatıyor. Demek ki; sağlık memuru, Yaka köyünde salgın hastalık sırasında bir süre çalışmış, sonra da
diğer köylerdeki durumu görünce kaçıp gitmiş buralardan. Bir daha da kimse
gelmemiş Betçe’ye.
Goca Mehmet Emmi'nin kayınbabası; Yakaköy'ün eski muhtarlarından Ali Eski zamanında Sındı altında ve Sındı Deresi'nin üzerinde; yarımadanın önemli taş ustalarından Sındılı Bekiroğlu ve Hamdioğlu'na yaptırılan taş köprü
(H.Doğan; Şubat 2020)
Aynı köprü; köprüyü yapan taş ustaları Bekiroğlu ve Hamdioğlu, Rum duvarcı ustalarının yanında yetişmişlerdi. Bir geleneğin devamcılarıydı yani.
(H.Doğan; Şubat 2020)
Aynı taş köprünün karşıdan görünüşü
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yakaköy, oldukça eski bir yerleşim yeri; adı üzerinde, Gocadağ’ın eteğinde kurulmuş ve
şimdilerde yıpranmış da olsalar; yöre mimarisine uygun taş evleriyle dikkat
çekiyor. Genellikle tek katlı; çok nadir de olsa, hanay şeklindeki örneklerine
de rastlanabilen bu evler, yörede yetişmiş önemli taş ustalarının eserleri. Bir
ev, yapımı için ustaya verildiğinde; usta o taşları yontup şekil vermekten
tutun da, evin doğrama, kapı, pencere, mobilya işlerine dek, tekmil bütün
işlerinden sorumludur. Anakaradan kopuk bir hayata mahkûm; adeta bir “ada”
hissiyatı ile donanmış Betçe’de her
bir iş için ayrı bir usta seçebilme lüksü asla olmamıştır o eski zamanlarda.
Hacı Ali Tepesi'nin son ayakta kalan evi
(H.Doğan; Şubat 2020)
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yaka'da Saffet Hoca'nın evi; şimdi torunu yaşıyor.
(H.Doğan; Şubat 2020)
Saffet Hoca Evi'nin kiler girişi
(H.Doğan; Şubat 2020)
Hasan Hoca’nın anlatımından; yörede bol miktarda mevcut köfeke taşlarının tavan izolasyonu için
kullanıldığını, bu taşların tavanın üstüne büyük bir ustalıkla dizilmesi
sonrasında üzerlerinin toprak örtüsü ile kaplandığını öğreniyoruz. Oldukça
hafif olan bu taşlar, pek çok evin kapı ve pencere kenarlarında kullanılırmış. Benzer
uygulamalara Çeşme ve Sındı’daki ağa evlerinde de rastlanmakta.
Yakaköy'de terk edilmiş evlerden biri; yeni sahiplerini bekliyor.
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yaka'da bir başka mahzun ev; iki badem ağacının arasından bize bakmakta...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yakaköy'de terk edilmiş bir başka evin içinden bir görünüm
(H.Doğan; Şubat 2020)
“Kuş uçmaz kervan geçmez
diye tarif edecektim, ama kervanın geçtiğini tarihi kayıtlardan biliyoruz.
Hatta Knidos Antik Kenti ile eski Knidos dediğimiz; Burgaz yerleşimi arasında kervanlar çalışırmış bir zamanlar. Yakın
tarihlerde de bu yörelerin en değerli ürünü olan incir, üzüm yine Mehmet Ali Ağa’nın deve kervanı ile İzmir'e taşınmış. Gelelim kuş uçmaza…
Buralar özellikle göçmen kuşların geçiş güzergâhı üzerinde yer alıyor. Betçe’de bu kuşların adları iyi
biliniyor. Duray; buna yerliler boklu duray der. Gosil, Makas, Domali, Baltalı Çavuş, Üveyik, Cızgan, Malac ve bunun
gibi pek çok kuş çeşidi mevcut bu dağlarda. Bunlardan sadece Malac yani alakarga; bütün sene buralarda gezinir, durur. İnsanlarla da iyi
geçinir. Eskiden buna bir kaç kelime de öğretirlermiş. Şimdi ben Anadolu'nun en
ücra köşelerinden bir yer diye tanımlanan bu yer için başka bir ifade aramalıyım
artık; hem kervan geçmiş, hem de kuş uçmuş sonuçta.
Çeşmeköy yakınlarında Knidos'dan kalma bir kervan köprüsü; Kemer Köprü
Kumyer Kalesi'nde bir poligonal duvar detayı
(Mart 2004)
Yaka'da Goca Mehmet Emmi'nin evinden denize bakış...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Goca Mehmet Emmi; Kumyer'de Pamuk Amca'nın evinin önünde oturuyor.
(H.Doğan; Şubat 2020)
İncir buraların en değerli meyvesi imiş bir zamanlar. Ama o da artık bademe yenik düşmüş durumda. Bu konuyu şunun için açtım. Dolma incir, bu yöre insanının kışları yiyeceği veya ikramlık yaptığı bir üründür. Kurutulmuş incirler, eskiden sandıklarda; keseler içinde saklanırmış. Önce bademi hafif kavururlar, sonra bu bademi incirin içine tek tek yerleştirirler ve daha sonra bunları ekmek fırınına bırakırlarmış. Bu fırınlanmış, bademli incire dolma incir der yöre insanları.
Yakaköy evlerinden biri; burada hayat var sanki.
(H.Doğan; Şubat 2020)
Kapız'da bir kırık dökük ev; zaman ve terk edilmişlik onu da yenmiş.
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yaka'dan ovaya ve denize bakış
(H.Doğan; Şubat 2020)
Kapız'da kapısı duvar olmuş evlerden biri; en son kim çıktı bu evden kimbilir?
(H.Doğan; Şubat 2020)
1970’li yılların
sonlarına doğru evlenmişsin. Karı koca öğretmen, tatiller aynı... Şubat
tatilinde alırsın valizini, doğru Muğla. Garajda öğleden sonra bir minibüs
kalkar, en az beş saat bir yolculuk seni bekler. Yollar toprak, yollar viraj,
yollar uzun ince… Kıvrım kıvrım… Şoför güvenilir bir adam… Her türlü arızadan
anlar, lastik değiştirmek onun en kolay işi. Arabada yellemek, sesli; bir
şekilde kimsenin ilgisini çekmez bile. Geğirmek de anormal değildir. Gayet eğlenceli,
senli benli sohbetlerle yolculuk bitiverir. O yıllarda pek çok Yakalı öğretmen
de hasretle köyüne döner; nerede olurlarsa olsunlar.
Yakaköy'de Kapız Mevkii'nde bir başka ev
(H.Doğan; Şubat 2020)
Kapı, baca kapalı; Kapız'da yeni sahiplerini bekleyen bir başka terk edilmiş ev
(H.Doğan; Şubat 2020)
O yıllarda keçi çobanlığını
bırakıp sahile lokanta açan Saldıray
Öztürk de, yavaş yavaş müşteri edinmeye başlamıştır. Henüz elektriğin
olmadığı o yıllarda; her yerden gelenler, hasret gidermek için akşama bu
lokantada buluşurlar; yerliler de dâhil… Cahit
Çete ve oğlu Sedat Çete, Refik Selçuk ve oğlu Ertuğrul Selçuk, Hasan Karakaş, Muzaffer
Pilavcı ve oğlu Akın Pilavcı, Cumhur
Yaka ve Cahit Yaka, babaları Deliağa’nın Omar, Nevrez Kaptan’ın
oğlu, Fırıncı Talip’in oğulları Mehmet Ali ve Hakkı, Piponun Mehmet, Asım Bozalan ve oğlu Âlim Bozalan; hepsi de bir arada... Davullar
çalınır, zurnalar öttürülür. Loş ışıkların altında göz gözü görmeyen ortamda,
gelsin gitsin içkiler… Kafalar dumanlı, ortam da dumanlı... O yıllarda yasak
değil sigara... Eğlencenin en güzeli; hasret kokan, sevgi tüten bir ortamda,
sabah ışıkları bu insanları birbirinden ayırır. Aylarca süren hasretlik; bu
insanları, bu mekân bir araya getirir. Saldıray’ın
mekânı da tam işlevine uygundur. Dostlar Lokantası
olarak kalır adı; hiç silinmez hafızalardan. Yıllarca bir marka gibi hizmetini
sürdürür. Saldıray’ın ölümünden sonra
ise, bu mekân aynı adla yeğeni tarafından çalıştırılır. Sonraları da bir
yabancıya satılır. Dostlar Lokantası, yıllarca bu yöre insanlarının
beyninde olumlu imajı ile yaşıyor hep. Işıklar içinde uyusun Saldıray Öztürk.”
Yakaköy'de el değiştirip restore edilen evlerden biri
(H.Doğan; Şubat 2020)
(H.Doğan; Şubat 2020)
Evin avlusundan farklı bir görünüm
(H.Doğan; Şubat 2020)
(H.Doğan; Şubat 2020)
Aynı evin havuzlu avlusundan Palamutbükü'ne ve denize doğru bakış; hemen altında Yakaköy Camisi...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Hasan Hoca anlatıyor:
“Yaka, son yıllarda boşaldı. Köyün sakinleri, Palamutbükü’ne yerleşti. Eskiden yazları, tütün ve bahçe işleri
için gidilip çardak kurulan Bük,
şimdilerde tamamen yerleşime açıldı. Böyle olunca da Yakaköy boşaldı. Zamanla bu boş evler, mimari özelliklerinden
dolayı yabancıların ilgisini çekti. Ancak Yakaköy’e
gelen bu şehir kaçkını insanlar, genellikle yaşlı olduğu için; onlar da ölünce
evler yeniden boşaldı. Oysa Kösemen,
Kapız, Yelkemci, Yangılca, Zongulca, Çölmekçi (Çömlekçi), Menişdibi, Kocalan Bağı gibi Türkçe’nin en güzel ifadeleriyle
adlandırılmış mevkileri, arkasında çam ormanları, önünde ise tamamen denize egemen
konumuyla bu güzelim ve yalnız köy, şimdilerde kimsesizleri oynamakta.”
Yaka'nın en doğusundaki Yangılca Mevkii'nden, en batısındaki Kapız Mevkii'ne giden patika; şimdi bademlerin zamanı...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yakaköy’de sıradan hayatlar
Hasan Hoca anlatıyor:
“Paranın hiç mi hiç
uğramadığı yarımadanın bu bölgesinde geçerli akçe, zeytinyağı, harup (keçiboynuzu)
ve badem gibi ürünleri başka bir şeylerle değiştirmek ve hayatını idame
ettirmek; esas olan buydu Betçe’de.
Nedir bunlar; çoğunlukla tekel ürünleri gaz yağı, ispirto gibi şeyler. Şu anda
yaşı 90’lara gelmiş olan Ali Fidan,
“para sadece köyde öğretmenlerde vardı” diyor. O yıllarda tarlalarda imece
usulü çalışmak çok yaygınmış. İşte böyle bir köyde tüm imkânsızlıklara rağmen Yeşil Osman'ın kahvehanesinde, akşamları
bir grup insan uzun kış geceleri eğlenmenin yolunu bulmuş. Özellikle Sındı köyünden gelen misafirlere her
akşam 10’un üzerinde insan bir araya gelir; yerler, içerler, şarkı ve türkü
söylerlermiş. Bu kişilerin bazıları Sındılı
Karadaşak, Yakaköy’den Celal Amca,
Sındılı Barbali ve Feda Toraman, Yaka’dan Kadiri Usta ve Fehmi
Çavuş, Mümtaz Demirel, Ali Çavuş, Avni Amca ve diğerleri... Bunlardan Mümtaz Demirel, her sabah erkenden sefer
tasıyla gelirmiş kahvehaneye. “Sefer
tasında ne var” diye her sorulduğunda; Mümtaz
Bey de “fasulyenin on çeşit yemeği
olur” dermiş. Mümtaz Bey, Sındı Ağaları’nın son kuşak
temsilcisi... Anadolu'nun bu ücra yerinde bu insanlar, bir kahvehane köşesinde
her akşam eğlenirler, yerler ve içerlermiş. Celal
Amca, en güzel şarkıları söylermiş; o gür sesiyle. Hele hele “hey gidi goca dünya, gam yükü müsün”
türküsünü söylediğinde sesi tüm köyde yankılanırmış. Ben de 1970’li yıllarda
denk gelmiştim ve o gece “denizin dibinde
Hatçem” türküsünü söylemişti. Celal
Amca, akşamdan yer içer; ertesi gün de sala okurmuş. Aynı Celal Amca, çok iyi keman çalardı.
Nereden öğrendi bilmiyorum. Ama bu bölge insanı, tarih boyunca özellikle Rodos ile çok yakın ilişkiler içinde
olmuş. Datça’nın kaza oluşu çok yakın
bir tarihte gerçekleştiği için, küçük bir kayıkla Rodos’a gitmek; bu insanların daha çok tercih ettiği bir yol olmuş.
Yeşil Osman'ın; namı diğer Sadık Osman'ın kahvehanesi her akşam
eğlencenin merkezi olurmuş. Ortaya bir masa; masaya meze anlamında ufak tefek
bir şeyler ve salata... Sadık Osman
da tekel bayisi olunca eksik bir şey kalmıyor. Elektriğin olmadığı, hiç bir
haberleşme aracı; hatta radyonun bile bulunmadığı bu yerde insanlar
kendilerince bir şeyler bulmuşlar ve mutlu olmuşlar. Hepsi de bu dünyadan göçüp
gittiler. Işıklar içinde uyusunlar.”
İki Yakaköy'lü erken baharda Knidos sahilinde; Ali Fidan ve Goca Mehmet Emmi...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Palamutbükü sahilinde Goca Mehmet Emmi söylüyor; bir Muğla türküsü...
(Hasan Doğan Arşivi)
Yakaköy’ün zenginliği
Hasan Hoca, Yakaköy’ün üç büyük ailesinden söz
ediyor: Recepler, Pilavcılar, Kelperiler…
Hasan Hoca’nın kayınpederi Ali Fidan, Pilavcılar’dan. Ali Fidan’ın
babası; Hayri Dede, 12 kardeşmişler.
Bu kardeşlerden sadece biri kızmış. Amcalarından en küçüğü olan Muzaffer Pilavcı, Köy Enstitüsü’nden mezun olmuş Betçelilerden. Diğer amcalar ise,
köyde günlerce içki sofralarından kalkmamaları ile meşhurmuş. Ara sıra sofrada
kavga da eksik olmazmış. Biraz sonra tekrar barışıp içmeye devam ederlermiş.
Anlatılanlara göre; çok eski zamanlarda bir gemi batmış ve bu batan geminin
tenekelerce içkisi karaya vurmuş. Biraz da yarımadanın içkiyi olan düşkünlüğünü
buna bağlayanlar çoğunluktadır Betçe’de.
Ama bize kalırsa; yarımada sakinlerinin içkiye olan bu düşkünlüğünün, anakaradan
kopuk ve coğrafyasından kaynaklanan zorlu ve çetin koşullarıyla ilgisi daha
fazla olmalıdır. Hele bir de o denize dönük yüzü yok mu; “ada”lı insanının.
İçmeyip de ne yapsın yani?
Yakaköy Mezarlığı ve içindeki eski cami...
(H.Doğan; Ocak 2020)
Mezarlık camisinin yakından görünüşü
(H.Doğan; Ocak 2020)
Caminin içinden bir görünüm; mihrap ve minber...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Recepler de köyün kalabalık ailelerinden. Hasan Hoca’nın kayınvalidesi ise Kelperi sülalesinden. İlginç olan bu ailelerin hepsi, hiçbir
rekabete girişmeden, barış içinde yüzlerce yıl kavgasız, gürültüsüz bir hayat
sürmüşler. Zaten köyde silah olarak hiçbir alet bulundurulmazmış. Yarımadadaki
çileli zamanlardan bugünlere; dayanışarak ulaşmış Yakaköy’de, ortalama bir hayat tutturulmuş aslında. Köyde ne çok
fakir, ne de çok zengin insan var. Her ailenin tarım için yeterli arazisi
mevcut. Köyde eski ağa kökenli bir aile de yok. Sındı ve Çeşmeköy’de ise,
bilindiği üzere durum biraz daha farklı. Sındı
ve Çeşmeköy Ağaları bir dönem bu iki
köyün zenginliğini ve gücünü elinde tutmuşlar.
Çeşmeköy'de taş ustalarından Hamdioğlu'nun evi; önünde Goca Mehmet Emmi
(H.Doğan; Ocak 2020)
Kocalan Bağı'nda bir sarnıç
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yakaköy’ün ilk ışığı; Muzaffer Pilavcı
Köyün ilk öğretmeni olan Muzaffer Pilavcı’ya ayrı bir paragraf
açmalı… Muzaffer Pilavcı, Pilavcılar’ın en küçük bireyi… 1924
yılında doğmuş. İzmir-Şirinyer’deki Kızılçullu Köy Enstitüsü’nden mezun
olmuş. Yakaköy’ün ilk kurucu
öğretmeni… Muzaffer Pilavcı’dan önce
Yakaköylü öğrenciler ilkokula Çeşmeköy’e
giderlermiş. Nitekim Hasan Hoca’nın
kayınpederi Ali Fidan da Çeşmeköy’deki okuldan mezun olmuş.
Muzaffer Pilavcı; bahçede çalışırken
(Akın Pilavcı Arşivi)
Muzaffer Pilavcı, kızları Oya ve Suna ile birlikte...
(Akın Pilavcı Arşivi)
Muzaffer Pilavcı; öğretmenlik mesleğine ilk başladığı Yakaköy ilkokulunda öğrencileriyle...
(Akın Pilavcı Arşivi)
Muzaffer Pilavcı; gençliğinde iki çocuğu ile birlikte...
(Akın Pilavcı Arşivi)
Muzaffer Pilavcı; bahçede çalışırken
(Akın Pilavcı Arşivi)
Muzaffer Pilavcı, kızları Oya ve Suna ile birlikte...
(Akın Pilavcı Arşivi)
Muzaffer Pilavcı'nın oğlu; babası gibi öğretmen Akın Pilavcı; elinde zahmetli Datça yolculuklarını anlattığı "Yol Uzun, Mühlet Kısa" isimli kitabıyla...
(Hasan Doğan Arşivi)
Hasan Hoca, Muzaffer
Pilavcı’yı ve onun köyde yaktığı ilk ışığı şöyle anlatıyor:
“Rahmetli sevgili
amcamız, sevimli, tontoş, cana yakın mı yakın bir kişi idi. Ben kendisini
tanıdığım için şanslı hissediyorum kendimi. Yol yok, iz yok, nasıl gittiniz
İzmir'e; oralarda okudunuz, adam oldunuz? Düşünün bir kere; daha ana kuzusu, 12
yaşında bir çocuk, günlerce yayan yürüyerek Muğla’ya gidecek ve oradan da ver
elini İzmir. Belki de Muğla'dan posta katarları ile önce Aydın’a sonra da trenle
İzmir’e. İlk yıllar okul binası yoktur ve Yelkemci
üstünde bir göz odada eğitim ve öğretime başlanır. Sonraları; bugün Ulusal Knidos Kültür ve Sanat Akademisi’nin
(UKKSA) bulunduğu binaya taşınırlar. Kurucu öğretmen, yıllarca tek başına, bu
köyde her türlü imkânsızlığın içinde, yoktan var eden bir azimle yürütmüştür bu
görevi.
Muzaffer Pilavcı; Palamutbükü sahilinde...
(Akın Pilavcı Arşivi)
Muzaffer Pilavcı'nın bir zamanlar eğitim verdiği Yakaköy İlkokulu; şimdi Ulusal Knidos Kültür ve Sanat Akademisi...
Okul binasının verandası
İlkokulun içinden bir görünüm; şimdi sergi salonu...
Okulun avlusu ve arkada Gocadağ; avlu şimdi heykellerle dolu...
Ben bu aileye çok
sonraları katıldım ve bazı amcalar hayatta idi o zamanlar. Bunlardan Enver Pilavcı’yı ve Muzaffer Pilavcı’yı tanıdım. İkisi de bu zor ve çetin coğrafyanın
insanları idi. Fakat ikisi de çok sevimli, cana yakın, yumuşak huylu
insanlardı. Burada benim gördüğüm insan tabiatı şöyle; genelde başkalarına
zararı asla olmayan, ama zarar söz konusu olduğunda da bundan kendileri de nasiplenen
karakterde insanlar diye düşünüyorum. Zaten dışarıdan gelen bir yabancıya karşı
gösterilen konukseverlik eşsizdir Betçe’de. Muzaffer
Pilavcı da kim bilir kimleri günlerce ağırladı? Hakkında söylenecek daha
pek çok şeyler var amcamızın. Işıklar içinde yatsın. Yaka’yı aydınlatan bir ışıltıydı o.”
Yakaköy İlkokulu'nun bu basamaklarını bir zamanlar kimler çiğnedi?
Rahmetli emekli öğretmen Muzaffer Pilavcı'nın evi
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yakaköy’ün bir güzel geleneği
Hasan Hoca’nın kayınpederi Ali Fidan, Yakaköy’deki
yüzlerce yıllık geçmişi olan bir eğlenme geleneğinden söz ediyor. Bu
eğlenceler, köyde; Heyse Kuyusu’nun
üst tarafında ya da Kapız Kuyusu’nun
altındaki meydanı andıran açıklıkta yapılırmış genellikle. Bazen de bu
eğlentiler için bir evin avlusu bile mekân olurmuş Yakaköylülere. Eve köyün
genç kızları davet edilir, bu davete kızlar da kendi gönül rızaları uyarınca
katılırlarmış. Eğlenceden köyün büyüklerinin de bilgisi olurmuş mutlaka.
Yaka'da 1920'lerde bir genç kızın çeyiz sandığından çıkan üç etek
(Hasan Doğan Arşivi)
Cepken
(Hasan Doğan Arşivi)
Bir başka cepken
(Hasan Doğan Arşivi)
Cepken
(Hasan Doğan Arşivi)
Bir diğer üç etek örneği
(Hasan Doğan Arşivi)
Bohça
(Hasan Doğan Arşivi)
Erkek kuşağı
(Hasan Doğan Arşivi)
Bayan kuşağı
(Hasan Doğan Arşivi)
Yakaköy’de bakkaliye serüvenleri
Hasan Hoca anlatıyor:
“Betçe’de bakkal dediğimizde akla ilk gelen Çeşmeköy’deki Gülbezer ya
da Kruvezer Dede’dir. Gülbezer Dede, küçücük yelkenlisi ile
zahmetli yolculuklar sırasında, civar adalardan getirdiği temel ihtiyaç
maddeleri ve karşılığında canlı hayvan ve bazı tarımsal ürünlerin değişimine
dayanan bir ticareti yürütmüş yıllarca. Sonraki yıllarda Çeşmeköy’de bu geleneği, Asım
Çuhadar ve kardeşi Ali Çuhadar
sürdürmüşler. Yakaköy’de ise bu işi
ilk gerçekleştiren kişi Halit Aydın…
Aşağıda ayrıntılarını anlatacağımız bu mücadele, anakaraya yönelik karayolu
inşası sonrasında, yerli halkın “şevrole”
olarak andığı kamyonlarla sürdürüldüğü bir döneme evrilmiş yarımadada.
Yakaköy'ün ilk bakkalı; Mustafa Halit Aydın
(Hasan Doğan Arşivi)
Yaka’nın önde gelen
simalarından Mustafa Halit Aydın, 1896 doğumlu; 1900’lü
yılların ilk çeyreğinde yürüttüğü bakkaliye mücadelesini babasından devralmış,
sonraki yıllarda da oğlu Erol Aydın'a
devretmiş. Erol Aydın, bu günlerde 80’li
yaşlarda ve emekliliğin tadını çıkarmakta; oğlu Halit de babasından devraldığı
bu tüccarlık mesleğini, zamanın koşullarına ve değişen ortama ayak uydurarak,
çağla ve badem ticaretiyle sürdürmekte. Erol
Aydın, çocukluğunu babasının bakkal dükkânında geçirmiş, sonra da bu işi
kendisi üstlenmiş.
Yaka'dan Datça'ya; solda köyün mezarlığı...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yakaköy’de bakkal olmak ne demek bilir misiniz? Ana kara ile doğru
dürüst bir bağlantısı olmayan böyle bir yerde envai çeşit malı bulundurmak
nasıl bir beceridir? Bunun gibi pek çok soruyu Erol Ağabey’e sorduğumda; hatta belki bulunmaz diye umduğum,
örneğin “gelinlik de var mıydı”
dediğimde, “vardı” cevabını aldım. Yarımadada
şimdiki süpermarketlerin ilk örneklerinden olan bu bakkalda nelerin
olabileceğini ancak bazı başlıklarla size anlatabilirim.
Hacı Ali Tepesi'nden denize bakmak...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Bakkal dediğimizde ilk
akla gelen gıda maddeleridir. Oysa bu yöre insanı; arpayı, buğdayı hatta
çavdarı ekip harmanladıktan sonra, değirmenlerde öğütüp unundan her şey
yapmayı, üretmeyi iyi biliyor. Yörede keçiboynuzu da var; pekmezi de ondan
yapıyor. O halde temel gıda maddelerine pek de ihtiyacı yok. Bu durumda geriye
ne kalıyor bir daha hatırlayalım. Örneğin sarrafiye; yöre insanı düğünlerde bir
şeyler takacak, hadi ilçeye gidelim altın bozduralım da, geline takalım gibi
bir lüksümüz yok o günlerde. Keza kırtasiye malzemeleri, çocukların eğitim
araçları… Tütün zamanında, her türlü tütün aracı ve gereci… Yine kuru
baklagiller, pirinç ve toz şeker…
Terk edilmiş bir Yaka evinin duvarındaki tel dolap; sadece içinde bir taş var.
(H.Doğan; Şubat 2020)
Tuhafiye, nalburiye ve
kavafiye gruplarının bütün çeşitleri varmış Erol
Ağabey’in bakkalında. Günümüzün süpermarketleri, tamamen tüketmeye yönelik toplumsal
örgütlenmenin birer organı olmasına karşılık; o yıllarda bu tür bakkalların ana
işlevi yarımadada hayatı sürdürmek için gerekli her malzemenin teminine
yönelikmiş. Bakkallarda genellikle nakit para yokmuş. Deftere yazılacak ve ürün
zamanında karşılığında ürün olarak ödenecek; yani bir tür trampa... Manifatura
var mıydı diye sorduğumda ise, en kaliteli kumaşların yanında hazır giyimin de bulunduğunu
belirtiyor Erol Ağabey. Bu gün dahi
piyasada bilinen markaların tüm kumaşları bakkalda bulunurmuş.
İzmir'i yarımadaya bağlayan noktalardan biri; Kapıtaşı...
Erol Ağabey, benzin mazot ve gaz yağının, bidonlarla ve Çetin ve Nevrez kaptanların motorlarıyla Bodrum’dan getirildiğini anlatıyor.
Bazen mal temini için İzmir’e gidermiş Erol
Aydın; malları temin ettikten sonra, bir komisyoncu bu malları toparlayıp
gemiye yüklermiş. İzmir’de Çeşmeköylü Ömer
İhsan Ağa’nın damadının mülkü olan Meserret
Oteli’nde kalırmış Datçalılar. Mallar
temin edildikten sonra bir komisyoncu aracılığı ile gemiye yüklenirmiş İzmir’den.
Gemi ayda bir veya iki kez yarımadaya uğrayıp, bu malları hava koşullarına göre
çok farklı noktalara indirirmiş. Bazen Değirmenbükü’deki
Kapıtaşı’na ya da Çaylaman’a… Peşin paranın olmadığı bu
ticaretin zorluğunu siz tasavvur edin artık.”
Yakaköy bademleri
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yakaköy’den
bir yaşanmışlık öyküsü; Bostancı Dede ile İkili Dede’nin müstesna dostluğu
Bostancı Dede, Yakaköy’de
tahminen 1890’lı yıllarda doğmuş köyün, eski sakinlerinden. Askerlik çağı
gelince köyden kalkıp askere gitmiş Bostancı
Dede. Yol yok, iz yok. Yürü babam yürü. Aydın'a ulaşırsa, oradan kara trene
binecek ve birliğine ulaşacak. O hengâmeli yıllarda Bostancı Dede askerde iken, bir anda kendini Balkan Savaşları’nın ortasında bulur. Birinci ve İkinci Balkan Savaşları derken, devam eder gider
askerliği savaşlar içinde. Savaşlar sırasında; kendine, sıla hasretini
paylaşacak bir hemşeri, bir yoldaş bulur sonunda Bostancı Dede. Bu kişi Datça’nın
ilk köyü; Emecik’tendir, o da
sonraları İkili Dede namıyla anılır çevresinde.
Bir gün artık memleket tükenir, savaşlar biter ve Bostancı Dede ile İkili Dede,
Datça’ya dönerler. Fakat bu dönüş,
çok kısa sürer; hemen yeniden gerisin geriye, bir başka savaşa çağrılır
dedeler; memleket işgal altındadır, bu çağrı yurdun kurtuluş çağrısıdır. Bostancı Dede ile İkili Dede yeniden savaş yollarına düşerler birlikte ve Kuvayı Milliye’ye katılırlar. Gidiş o
gidiştir; ne bir ses, ne bir haber… Geride kalanların payına ise beklemek
düşer; sonuna dek.
Kumyer'den Yakamar'a bakış; badem denizi sanki...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Bu uzayıp giden savaşlar
esnasında, artık dedelerden umut kesilir; unutulur giderler sılada. Günün
birinde savaşlar biter, ülkeye sulh gelir; dedeler de çıkar gelir bir gün
köylerine. Bostancı Dede ve İkili Dede yine birlikte… İkili Dede, kendi köyü Emecik’te kalır; Bostancı Dede ise, memleketi Yakaköy’e
döner ve her ikisi de sulh zamanında artık işlerinin başına geçerler. Bu kez
yarımadadaki yaşam mücadelesine dâhil olur dedeler. Ama her ikisinin de dostluğu
o kadar değerlidir ki birbirleri için, yıl içinde birbirlerini görmeden duramaz
dedeler. Pek çok kez yaklaşık 50 km.lik mesafeye aldırmadan eşek sırtında
birbirlerinin ziyaretine gidip gelirler.
Yakaköy mezarlığında Osmanlı'dan kalma eski bir mezar taşı
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yakaköy mezarlığı; eski bir mezar taşı daha...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Bu iki yakın arkadaş, bir
araya geldiklerinde önce küçük bir yelkenli ile Sömbeki’ye geçerler ve oradan ihtiyaçlarını alıp Betçe’ye geri dönerlermiş. Muhabbet
uzun; iki sevgili dost en az bir hafta felekten zamanlar çalarlarmış birlikte. Bir
de aynı köyden su değirmenini işleten Şükrü
(Balcı) Dede katılırmış onlara. Şükrü
Balcı, aynı zamanda balcılıkta yaparmış Betçe’de
dağlarda. Ballar da Şükrü Dede’den
demek ki… Bu üçlü, gece gündüz bazen uyuyup, çoğu zaman da eğlenerek günlerini
hoş bir şekilde geçirirlermiş. Anakaradan uzakta, yüzü denize dönük, geçmişinde
yığılı benzersiz cephe hatıraları; biter mi bu geceler? Şişenin dibine
vurduğunda ağarır sabah; uyku bastırır içkinin ağırlığında… Hürmetle anıyoruz
bu Kurtuluş Savaşçılarını… Yedikleri, içtikleri helal olsun; her biri ışıklar
içinde uyusun.
Palamutbükü; eskiden ve hiç bir şey yok iken...
(Hasan Doğan Arşivi)
Yakaköy’ün kuyuları
Anadolu'da bütün
yerleşim birimleri suyun yanına kurulmuştur. Yakaköy, Gocadağ’ın
yamaçlarında kurulmuş bir yerleşim aslında. Köyün çevresinde; güneyinden geçen Kösemen Deresi ve yine güneyinden; ama
daha dışından dolaşıp, Palamutbükü’ne
doğru akan Uluçay dışında başka bir
su kaynağı bulunmuyor. Ayrıca bu derelerin yağışların olmadığı mevsimlerde bir
kuru dere yatağına dönüştüğünü de eklemeliyiz. Dolayısıyla Yakaköy, su yönünden oldukça fakir bir köy olarak dikkat çekiyor. Bu
yamaca yüzlerce yıl önce yerleşenler, içme suyu problemini çözebilmek için
kuyular kazmışlar. Köyün içinde bu problemin çözümü sürecinde büyük emekler
harcanmış. Köyün yaşlılarının anlatımına göre; önce yamaca kazmalar vurulup,
kuyu kazılıyor. Kuyuda su çıkarsa, kuyu ağzından yaklaşık olarak 5 veya 10
metre altından yarılıyor. Bu şekilde kuyunun dibine ulaşılıyor. Yarmanın başına
bir havuz ve havuzun devamına da bir çeşme kuruluyor. Ayrıca doğrudan kova ile
suyu alınan kuyular da mevcut köyde. Köyün kuyularından bazıları şunlar:
Kumyer'de bir kuyu
(H.Doğan; Şubat 2020)
·
Kızıl Kuyu; köyün batı çıkışında…
·
Kapız Kuyusu; köyün Kapız Mevkii’nde ve çeşmesi mezarlıkta
hala ayakta.
·
Celal’ın Kuyusu; ayağı yok, bakraç
kullanılırdı.
·
Faruk Kuyusu; derede çeşmesi var.
·
Hatipli Kuyu; caminin üstünde bu
kuyunun ayağı da, Menişdibi’nin
üstünden akardı.
·
Halitoğlu Kuyusu, Mehmet Aydın’ın evinin önünde…
·
Çölmekçi Kuyusu; en eski kuyulardan;
hayvan sulamada kullanılırdı.
·
Mersindere Kuyusu; ağzı oldukça geniş bir
kuyu…
·
Karataş Kuyusu,
·
Heyse Kuyusu,
·
İlter Kuyusu,
·
Mahmut Muarı Kuyusu; çeşmesi de olan bir kuyudur.
·
Benli Kuyu, Şükrü Balcı’nın değirmeninin yanındadır.
·
Zongullu Kuyusu; üzerinden yol geçti.
·
Kör Çeşme; Pilavcı boğazında…
· Yangılca Kuyusu; Kapız’dan doğuya doğru giderken, en son ev olan Mesutlar’ın evinin arkasında…
Yakaköy'de "suyu arayan adam", Ali Yeşilkökçen; şimdi Yakaköy mezarlığında sonsuzluk uykusunda...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Ali Yeşilkökçen'in Yakaköy eski ilkokulu avlusunda yer alan büstü
Bütün bu kuyulara rağmen,
köyün su ihtiyacı her zaman olmuş ve genelde evin küçük çocukları bir hayvana
yüklenen su tenekeleri ile su doldurmaya gönderilmiş. Kadınların çamaşır
günlerinde ise, genellikle suyu kesilmeyen belirli bir kuyu bu iş için
ayrılmış.
Belenköy'de Kanlı Çeşme; önünde Goca Mehmet Emmi...
(H.Doğan; Ocak 2020)
Yakaköy
neden boşaldı?
Yaka, kuyuları ile anılan bir köy. Bu küçücük köyde 50’ye yakın
kuyu varmış bir zamanlar. Pek çok evin bahçesinde o aileye ait kuyular mevcut
hala. Kapız Kuyusu, Kapız Mevkii’nde genellikle Pilavcılar’ın kullandığı bir kuyu. Yangılca ve İlter kuyuları da köyün en doğusunda bulunan kuyulardan. Ancak
zamanla oluşan küçük depremler sonrasında, bu kuyulardan bazılarının suları
çekilmiş. Köyde mevcut su kaynakları bu nedenle giderek yetersiz hale gelmiş.
Palamutbükü; yapılaşma yok; bir kaç kulübe, hepsi o kadar...
(Hasan Doğan Arşivi)
Palamutbükü sahili; turizme açılmış, ama hala sakin zamanları; belki 80'lerin başları...
(Hasan Doğan Arşivi)
Ayrıca bir dönem
buralarda pek revaçta olan palamut
üretimi de, dericilik sektöründe kimyasal malzemelerin öne çıkmasıyla birlikte
giderek önemini yitirmiş. 1960’lı yıllardan sonra palamut almaya gelen gemilerin arkası kesilmiş artık. 1950’lerden
sonra ülkede yaygınlaşan su motorları sayesinde Bük’te tarım yapmak daha kolay hale gelmiş o yıllarda. Palamudun
yerini, giderek tütün ve incir almış ovada. Daha sonraki yıllarda
ise, bunlara badem üretimi
eklemlenmiş yarımadada. Yıllarca bu köyden İzmir'e mal taşıyan Şehabettin Bilgili, Faik Yavuz'a ait kamyon ile ilk çağlanın 1970’de İzmir'e
taşındığını söylüyor.
Palamutbükü; daha yakın zamanlar, belki 90'lar...
(Hasan Doğan Arşivi)
Yakaköy'de ve Palamutbükü'nde geçen hayatların tanığı; Hasan Doğan ve Sevcihan Fidan Doğan...
"Hayri Alisi" Ali Fidan'ın Yakaköy'de doğduğu ev; o da terk edildi.
(H.Doğan; Şubat 2020)
Yakaköy’ün son terk edeni, “Hayri Alisi”; Ali Fidan
Betçe’de “Hayri Alisi”
lakabı ile anılan Ali Fidan… Tapu dairesinde
eline tutuşturulan bir torba ile tapu müdürünün sorusuna şöyle cevap veriyordu:
“Ne yapayım çocuklar öyle istedi. Ben
artık onların mutluluğu için yaşıyorum” diyordu. Kendisi şu anda yeni
alıcılarına geçen evde doğmuştu. 1931 yılı idi. Henüz o yıllarda ilçeye yol
yoktu. İlçeden de Muğla’ya zaten yol
yoktu. Kısacası anakaradan neredeyse tamamıyla yalıtılmış bir bölgeydi Betçe. Doğduğu bu evler Yakaköy’ün Kapız Mevkii’nde idi. Baba
Hayri, Kurtuluş Savaşı’ndan yayan dönmüş; Hayri’nin üç abisine ise sılaya dönmek nasip olmamıştı. Afyon Cephesi’nden günlerce yayan ve aç
susuz bir şekilde yürüyen Hayri Dede,
nihayet köyüne dönmüştü. Hayri, Pilavcılar sülalesinde artık en büyüktü.
Toplam 13 ya da 14 kardeş oldukları söylenir.
Ali Fidan'ın doğduğu evde bir kemerli pencere; demir parmaklıklar ayrıntısı, bir şeyleri anlatıyor olmalı?
(H.Doğan; Şubat 2020)
Aynı evin yan cephesinden görünümü
(H.Doğan; Şubat 2020)
Ali Fidan Evi; bir başka açıdan...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Ali Fidan'ın Yakaköy'de bıraktığı geçmişiyle vedalaşma anı; hüzünlü bir an...
(H.Doğan; Şubat 2020)
Ali Fidan, içki sofralarından kalkmayan babaya rağmen,
canla başla çalışırdı. Hatta mal satacağı zaman önce o alıcı olurdu babasına.
Ne yapsın; baba günlerce içki sofralarında yiyip içmeyi ve özellikle kardeşleri
ile pek severdi âlemi. İşte Ali Fidan,
böyle zorluklar içinde aynı köyden Fatma
Seniha ile yuva kurdu. Yakaköy’de;
şimdi bir yabancıya devrettiği bu evlerde dört çocuk sahibi olmuştu. Bu evler, Kapız’ın en güzel evleri idi. Kendisine
kalsa bu evlerde kalacak ve aşağılara asla inmeyecek idi. Ne yazık ki daha yukarılarda
anlatılan köyün Palamutbükü’ne göçü
sürecinde Ali Fidan da bu rüzgâra
dayanamadı ve sonunda o da Bük’e;
denizin kıyısına indi. Artık Kapız’da
kimse kalmamış, herkes bir bir burayı terk etmişti. Bütün amcalar ve çocukları,
sırayla Palamutbükü’ne önce çardak, sonra
da ev yapmışlardı. Palamutlar kesildikten sonra, incir ve tütün tarımı
yapılmaya başlanmıştı Bük’te. Ali Fidan da bu akışa kaptırdı kendini
çaresizce. Tütün yaptı yıllarca, parasıyla çocuklarını okuttu. Hepsi birer yuva
kurdular zamanla. Evler ocaklar ayrıldı; ihtiyaçlar katlandı ve sonunda Ali Fidan diğerlerinin yaptığı gibi Yakaköy’deki hep bir gün dönerim umuduyla
sona sakladığı bu taş evleri de gün geldi ve elden çıkardı. Resimdeki hüzün ve
biraz da şaşkınlık bundandır; başka bir şey değil.
(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar:
(1) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu
tarafından çekilmiştir.
Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Yazık,yazık,yazık.... Defalarca yazık. Kıymet bilmiyoruz. Şu güzelim çalışmayı,kıvançla ve hüzünle okudum. Yok olan bir tarihe tanık olmak çok üzücü. Çalışma, değerlere ayna tutmuş,mühim olan,bu aynaya sahip çıkmak.
YanıtlaSilKendi çapımda,Balkanları dolaştım; bazı Avrupa ülkelerine gittim. Adamlar,kültür miraslarına sahip çıkmışlar. Onarmışlar,yok olup gitmesine seyirci kalmamışlar. Umarım,bu güzel çalışma,yok olup giden değerlere sahip çıkılmasına vesile olur.
Bundan sonraki hedef,bunların restore edilmesi olmalı. Emeğinize sağlık. Halil Güney TİRE
Geri bildiriminize teşekkürler... Bu ölçüsüzce tüketme arzusundan hiçbir yer ve hiç bir kimse paçayı kurtaramayacak gibi duruyor. Umarız sonuçta iyi bir şey çıkar. Ne derler; "Denizler dalgalanmadan durulmazmış". İF
SilSaygıdeğer Dağa Kaçtım ekibi iyi ki kaçıyorsunuz, bizlerde sizleri takip ediyoruz.Sizi takip etmek çok keyifli.Hele bu Datça Betçe belgeseli Yaka ve Palamut tarihi kitap olarak gelecek insanlarına aktarılmalı..Doksanlı yıllardan beri Palamut Bükü ve Fidan Ailesinin bir efradı olarak yaşamaktayız,bildiklerimiz bilmediklerimiz bu paylaşımınız ile bizi inanılmaz mutlu etti.Emeği geçenlere başta öğretmenimiz Hasan Doğan enişteye ve hepinize çok teşekkür ediyorum.İnanın sanki oraları yaşadım ve yaşayanlar ile birlikte hasret giderdim....Saygılar sunuyorum.....
YanıtlaSilGeri bildiriminiz için teşekkürler. Yüreğinize dokunabildiysek ne mutlu bize. İlginizin devamlılığı dileğiyle. İF.
Sil