20 Mart 2020 Cuma

DATÇA’DAN BETÇE’YE-5


KUMYER, YAKAMAR ve MARİN

Şu Kumyer’in ovası
Oyalı da çember boyası
İstedim de vermedi
Kör olası anası
Hayri Fidan Türküsü

3-5 Ekim 2019
İbrahim Fidanoğlu-Hasan Doğan

Kumyer’de bir Sonbahar Sabahı

Sabah vakti; henüz güneş daha yükselmeden Palamutbükü’nden Kumyer’e doğru çıktık yola. Hasan Hoca, yaz boyu her gün tekrar etmişti bu güzergâhı. Onun için çocuk oyuncağıydı Kumyer yokuşunu tırmanmak… Daha uykumuzu açamadan oflaya puflaya çıktık bayırı. Kumyer’in bulunduğu sekiye ulaştıktan sonra, ilk önce Palamutbükü’nü yüksekteki bir düzlemden gören ve neredeyse buradan denize doğru bakmanın bir ritüele dönüştüğü Yaseful’a doğru sürdü bizi Hoca. 

 
Kumyer'de Yaseful'dan denize baktık.

 
Marin'den Yakamar'a bakış; solda Kumyer Kalesi
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Sabahın ışıkları henüz vurmuştu daha Palamutbükü’nün üstüne. Bir hoş kızıllık, bir uyku mahmurluğu vardı sanki Bük’ün üstünde. Ama kim ne derse desin; benzersizdi Yaseful’dan denize bakmak… Yaseful’dan son yıllarda yukarıdaki sırtları ele geçirmiş yazlık evlerin arasında dolaşarak, Yakamar’a doğru çevirdik yüzümüzü. Yakamar; yani Yaka’nın pınarı; işte orada çok hikâye vardı; anlatmaya değer. Ama önce Kumyer’den söz etmek gerek; Yaka’nın bir mahallesi konumundaki Kumyer’den.

 
Kumyer'de; Yakamar'a doğru terk edilmiş tipik Betçe evlerinden biri...

 
Kumyer'de sabahı karşılarken...

 
Yakamar'a doğru; şirin bir patikadayız.

Kumyer ve Kumyer Kalesi; biraz da Triopion’dur hala.

Kumyer, bugün Palamutbükü’ne yükseklerden bakan bir sekiden başlayarak Yakamar olarak adlandırılan bir vadinin kuzey yamaçları boyunca devam edip, İlkçağ’dan kalma Triopion yerleşiminin akropolisi olan Kumyer Kalesi’ne dek uzanan geniş alanın adıdır. Yakamar’ın kuzeyinde yer aldığı vadinin güney yamaçları, bir sırtı aşarak Bükçeğiz’de denize ulaşır. Bu güney yamaçlarını kapsayan sulak alanlar ise, yörede Marin olarak adlandırılmaktadır. 

 
Gezginler, Marin bademlikleri arasında... 
(Mart 2004)

Marin'de eski bir çeşme
(Mart 2004)

 
Palamutbükü-Çeşmeköy yolunda doğuya doğru saptığınızda bu patika sizi Yakamar'a götürür.
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Hasan Hoca anlatıyor:

Kumyer, Yakaköy’ün mahallesi olarak bilinen ve batısında kendi adıyla anılan kalesi ve Yakamar'a (Yakapınar) doğru; şimdilerde terk edilmiş yıkık haldeki çok sayıda ev eskisi ile dikkat çekiyor. Bu evler kimlerindi? Nereye gitti bu insanlar? Elbette bir kısmı Bük’e (Palamutbükü) göçtü. Bunlardan birisi de Kocaağalar diye anılan aile. Bu ailenin en büyük üyesi Temel Ağabey, emekli sınıf öğretmeni… Kocaağalar, bir zamanlar Kumyer’in köklü ailelerindenmiş. Kumyer’deki evleri ise, Harmanlık denilen geniş düzlük bir alanda yer alıyor. Bir hanay ile birlikte tek katlı yapılar topluluğu; bu yapıların kuzey tarafında hala suyu olan iki adet kuyusu ile çok geniş bir alan burası. Eskiden bütün köy, harmanı burada döver ve burada savururmuş.

  
Bir Sonbahar sabahı; gezginler, Yakamar patikalarında...

 
Yakamar'da çiçeğe durmuş bir badem ağacının dibindeki sönmüş bir ocak; yakın zamana kadar burada bir ev vardı.
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Çeşmeköy İlkokulu; tipik bir Rum mimarisi örneği

 
Aynı yapının tamamlanmamış haldeki bir eski fotoğrafı
(Hasan Doğan Arşivi)

Temel Hocam, Rumların Kumyer’de yaşadığını ve ölen Rumların da Cumalı köyüne gömüldüğünü babasından öğrenmiş. Yine onun aktardığına göre; bölgede yaşayan Rum sakinlerden Avrajı’nın evi, Mübadele sonrasında yarımadaya göç eden bir mübadil aileye verilmiş. O yıllarda Kumyer’de ayakkabı imalatı ile uğraşan Rum İstadi’den söz ediyor Temel Ağabey. Kumyer’in güneyden girişinde; sol tarafta Yanni’nin evi ve yanında da aynı kişinin fırını varmış o eski günlerde. Bugün dahi Yakaköy ve Palamutbükü fırınlarında; Gavur Halkası ismiyle pişirilip satılan, simit gibi ortası delik büyük ekmekler, Betçelilere o günlerden miras kalmış olmalı.

 
Kumyer fırınında gavur halkaları
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

  
Somunlar ve gavur halkalarının kardeşliği 
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

  
 Yakamar'ın en önemli su kaynağı bu kayalık yamaçta saklı...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
"Şu Kumyer iki yoldur/Biri sağ, biri soldur/Gül memeler arası/Kabe'ye giden yoldur" Hayri Fidan Türküsü'nden bir dörtlük...
(Hasan Doğan; Şubat 2020) 

Temel Ağabey’in anlatımına göre; bir de Sındı köyünde oturan Filimana isminde bir Rum varmış. Mübadele sonrasında o da Sömbeki (Simi) adasına göç etmiş. Daha sonraki yıllarda Filimana, bizim kıyılara balık avlamaya geldiğinde, eski köylüleriyle görüşür, hasret giderirmiş hep. Bunun tersi bir hikâye ise şöyle; Kumyer’den rahmetli İbrahim Amca, yıllar önce hastalanan karısının tedavisi için Sömbeki’ye gitmiş. Orada doktora göründükten sonra, Betçe’den göç eden eski Rum tanıdıklarının yanına varmış İbrahim Amca. Rum arkadaşları İbrahim Amca ile karısını tam beş gün bırakmamışlar yanlarından ve onları bir güzel yedirip içirip, ağırlamışlar karşılıksız bir şekilde. Bütün bu yaşananlar hiç şüphesiz, ortak yaşanmışlıkların, dostlukların ve o “imkânsız” dünyada birlikte çekilen çilelerin yüzü suyu hürmetinedir.

 
 Yakamar'da yaşlı zeytin ağaçlarından biri

Eski bir çeşmeden geriye kalan; Yakamar'da...
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

Bilge ağacın anlattıkları ve anlatamadıkları
(Hasan Doğan; Ocak 2020)

Rumlar ve Türkler, bir arada yaşarken bayramları hep beraber kutlar, ayrılık gayrılık asla yaşamazlarmış. Ama savaş gelip çatınca, işte ayrılık gayrılık öyle girmiş ki iki halkın arasına; sanki kanlı bir bıçak gibi. Temel Hoca’nın rahmetli babası Hüseyin Özcan’ın ifadesine göre; Rumlar korkudan bir gecede köyü terk edip gitmişler; savaş sonrasında. 

 
Yakamar'ın bademleri
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Yakamar'da bademlerin zamanı 
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Temel Hoca’nın Kumyer’de yerini tarif ettiği Vasil, yıllar önce birlikte yürüyüş yaparken Koca Mehmet Amca’nın Akçabük’te hala ayaktaki evini gösterdiği Killi, bir zamanlar Betçelilerle bu toprağın ekmeğini birlikte yiyip, suyunu birlikte içtikleri insanlardan bazıları. 

 
Kumyer Kalesi'nden ovaya bakış; "Şu Kumyer'in ovası/Oyalı da yaşmak boyası/İstedim de vermedi/Kör olası anası" Hayri Fidan Türküsü'nden...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Demek ki hiçbir savaş; dili, dini, etnisitesi ne olursa olsun, insanoğlunun kalbinde taht kurduğu birikimleri, kültürel bağları yok etmeye gücü yetmiyor. Benim buraya döktüğüm isimler nasıl hala kolay unutulmuyorsa, inanın karşı tarafta da aynı kalbi duygular mevcut. Ah savaş; sen kim bilir hangi gönülleri acımasızca ayırdın? Sevgileri, aşkları yok ettin. Onlar bir gecede karar verdiler; üzerinde yaşadıkları toprağı, o toprağa karışmış anasını, babasını, atasını, her şeyini birden, ani bir kararla nasıl bırakıp gidebildiler?”

 
Kumyer Kalesi; Triopion'un akropolisi
(Mart 2004)

 
Kumyer Kalesi'nden Palamutbükü'ne ve Baba Adası'na doğru bakış
(Mart 2004)
Kumyer Kalesi ve Triopion

Kumyer’de; Knidos’dan Datça’ya doğru giden kervan yolu üzerinde yalçın bir kayalığın tepesinde yer alan bir gözetleme kalesi, Yazıköy’deki kale ile kıyaslandığında, bir kaleden daha fazlası diyebileceğimiz bir antik yerleşimin akropolisi konumundadır. Burayı bazı yazarlar, Triopion veya Triopia olarak da isimlendiriyorlar.

 
Kumyer Kalesi'nden Gocadağ ve Yakaköy'e bakış
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Kumyer Kalesi'nin dış duvarları
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Son derece engebeli bir topografyaya sahip Datça yarımadasının tarıma elverişli alanlarına sahip Kumyer’in Antik Knidos yerleşiminin kuruluş sürecinde önemli bir yeri olduğu kesin. Eski Knidos ile ilişkilendirilen Burgaz kalıntıları ve bugünkü Tekir Burnu’nda yer alan Yeni Knidos’un ihtişamlı yerleşimi, İlkçağ’da bir kentin nasıl bir değişime uğradığı ile ilgili önemli ipuçları sunuyor. Ama bu iki yerleşimi birleştiren kervan yolu üzerindeki Kumyer Kalesi çevresinde gelişen bir başka antik yerleşimden de söz ediyor tarihçiler.

 
Kalenin içinde bir duvar temeli
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

  
Önde duvar temelleri; arkada Palamutbükü
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

İngiliz Arkeologu George Bean, Eskiçağ’da Menderes’in Ötesi kitabında Kocadağ’ın izin verdiği ölçüde; Yazıköy’e dek uzanan, Kumyer çevresindeki tarıma müsait düzlükleri kast ederek Knidos şehri, Rhodos ve Kos yerleşimlerinin kuruluşundan biraz sonraki bir tarihte, Peloponnessos’tan gelen Dorlar tarafından bu verimli orta alanda kurulmuştur. Herodotos kolonicilerin Sparta’dan geldiğini söyler. Eğer doğruysa bu Spartalıların hemen hemen tek kolonizasyon denemesidir. Bununla beraber diğer anlatılanlar, şehrin kuruluşunu Argoslu kahraman Triopas’a mal ederler. Bu kişinin varlığı her ne kadar şüpheli ise de, Argos’tan(1) gelen bir koloni diğerlerine göre daha olasıdır.” demektedir.(2)

 
Triopion'un akropolisi; Kumyer Kalesi
(Mart 2004) 

Kumyer Kalesi'nde bir gözetleme burcu
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

George Bean, Triopion ile ilgili olarak ise şu bilgileri veriyor:

“Aşağı yukarı aynı zamanda, yarımadadaki ikinci yerleşim Triopion’da kuruldu. Knidos arazisine dâhil olan bu yerde, hexapolisin(3) altı şehri tarafından kutlanan büyük Dor festivali Dorieia’nın yapıldığı Triopion Apollon Kutsal Alanı vardır. Apollon’un tapınağının yeri henüz keşfedilmemekle beraber, tahmini konumu da şüphelidir.”(4)

 
Şimdi bademlerin zamanı; Kumyer Kalesi'nden Yazkam Ovası'na ve Kemer Çayı'na doğru bakış
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Hexapolis Birliği’ni oluşturan altı Dor şehrinden gelen sporcuların katıldığı bu festivalde atletik ve müzikal müsabakaların yanı sıra at yarışları da düzenlenmekteydi. Bu müsabakaların ihtiyaç duyduğu genişlikte düzlükler, Triopion kentinin akropolisi konumundaki Kumyer Kalesi’nin çevresindeki geniş alanlardı. George Bean’in aktarımına göre; Triopion Apollon Festivali, bir anlamda Dor yerleşimlerinin toplanma yeri olduğu için, erken dönemde oldukça önemliydi. Fakat daha sonra giderek öneminin azaldığı görülür ve adı çok az duyulur. Büyük İskender’in ardıllarından II. Ptolemaios, bu festivali yeniden diriltmek ve eski görkemli haline kavuşturmak istemişse de pek başarılı olamamış. Hellenistik Dönemde ve Roma Döneminde; tüm dünyadaki sporcuların zaferlerini anlatan yüzlerce yazıt arasında sadece iki tanesi Knidos’taki oyunlardan bahseder. Her ikisinde de zafer kazananlar, biri Kos’dan, diğeri Kedrea’dan olmak üzere yerlidir.(5) Kentte Apollon kültü hâkimdir ve bu bir Apollon Tapınağı ile onurlandırılmıştır. Oyunlar da Apollon’un onuruna düzenlenmekteydi. Triopion’da Apollon kültü egemen olmasına karşılık, Knidos’da Tanrıça Afrodite inancı hâkimdi ve bu kült bir anlamda Praksiteles’in eşsiz eseri Afrodite’nin heykeli ile taçlandırılmıştı. 

 
Kumyer Kalesi; Gözetleme burcu
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Kalede doğu yönündeki sarnıcın içi
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Tarihçiler, Triopion’un verimli arka dünyasındaki tarımsal ürünleri deniz yoluyla sevk ettiği bir limandan ve İ.Ö. 5.yy.da Spartalılar ile Atinalılar arasındaki nüfuz kavgasının yarımada önlerine yansıdığı anlarda; Atinalıların Samos’dan hareket eden bir donanmayla Knidos’a yönelik saldırısını karşılamak üzere Spartalıların himayesindeki Triopionlu gemicilerin Knidos’a nasıl yardıma gittiklerinden söz ediyorlar.(6) İşte bugünkü Palamutbükü, muhtemelen Knidos’un bağlı yerleşimi Triopion’un Antik Çağ’daki limanı olmalıdır. Atinalıların Knidos’a saldırı hikâyesi ise şöyle sonlanır; Knidos’a yardıma koşan Triopionlu gemicilerin şehre girmesi ile Atinalılar derhal saldırıdan vazgeçerler ve Knidos bölgesini tahrip edilmiş bir şekilde terk ederek, yeniden gerisin geriye Samos’a dönerler. 

 
Kumyer Kalesi'ndeki doğu yönündeki sarnıcın duvarları
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Kumyer Kalesi; sarnıç ve aradaki su toplama kanalı
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

  
Bir başka açıdan sarnıcın su toplama kanalının görünümü
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

George Bean de Tukidides’e dayandırdığı aktarımında Triopion’un Knidos’un limanından ayrı bir limana sahip olduğunu, İ.Ö. 468 yılında Atinalı Amiral Kimon’un iki yüz gemiden oluşan bir donanma ile Knidos’u ve Triopion’u üs olarak kullandığını belirtir. Bu limanın Kumyer’in aşağısındaki Palamutbükü’nden başka bir yer olma ihtimali yok gibidir.

 
Kumyer Kalesi; düzgün kesme taşlardan oluşan güney batı kapısı
(Mart 2004)

 
Kumyer Kalesi; Arkaik dönem duvarları
(Mart 2004)

“Burası, kıyıdan 800 metre uzakta bulunan ve küçük bir ada olan Baba Adası ile beraber açık bir dış limandır. Koy, biraz açıkta ise de; çok sık esen kuzeybatı rüzgârı karayele açık değildir ve Knidoslular’ın burayı adadan anakaraya uzanan bir set vasıtasıyla birinci sınıf bir limana dönüştürdüğü görülür. Bugün görülebilen tek şey, biri adanın güney ucundan, diğeri ise anakaradan adaya doğru olmak üzere iki çıkıntıdır. 1956 yılında kıyıda kurulan sahil güvenlik istasyonu, gerçekten de burada bir deniz altı duvarı olduğunu rapor etmiştir. Sık sık oltalarının takıldığı bu duvarı, dalış yaptıkları sırada görmüşlerdir.”(7)

Kumyer Kalesi; doğu sarnıcı
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Kumyer Kalesi; doğu sarnıcı
(Mart 2004)

  
Kumyer Kalesi; batı yakası duvarları
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Triopion’un ismi üzerine söylenenler

“Triopion ismi, duruma göre farklı şekillerde kullanılır ve her zaman aynı şey anlamına gelmezdi. Herodotos, Knidoslular’dan bahsederken “Bunların toprakları denize bakar, Triopion denilmesi bundandır; burası Bybassos yarımadasının uzantısıdır” der. Bunun anlamı oldukça açıktır: Knidos arazisi gerçekte Bencik kıstağında başlar. Fakat doğu yarısı, Datça kıstağına kadar değersiz bir dağlık arazidir ve arazinin bu ismi almaya uygun olan kısmı şehrin batısı, açık denize doğru uzanan kısmıdır. Herodotos’un da Triopion olarak adlandırıldığını söylediği yer burasıdır. Bu ismi nasıl aldığı ise kesin olarak bilinmemektedir. Bir kısım araştırmacı, mitolojik kahraman Triopas’tan aldığını ileri sürer; fakat daha büyük bir olasılık, aşağı yukarı üçgen şeklinde olması sebebiyle “üç yöne bakan” şeklinde adlandırılmış olmasıdır. Bazı yerlerde Herodotos, Triopion Burnu’ndan söz ederken, Tukidides bundan Knidos arazisinin çıkıntı yapan burnu olarak söz eder. Knidoslu olmayanlar için Triopion’un önemi, göze çarpan bir sınır işareti ve kıyıdan yukarıya çıkmak için zor bir nokta olan Deveboynu dağlık burnudur. Öte yandan bir Knidoslu için, yarımadanın batı kısmını ve bilhassa Betçe çevresindeki verimli alanı ifade eder.”(8)

 
Kumyer Kalesi; düzgün kesme taşlarla örülü dış duvar detayı
(Hasan Doğan; Şubat 2020) 

 
Kumyer Kalesi; güney sarnıcının içi
 (Hasan Doğan; Şubat 2020)

Yine George Bean’in aktardığına göre; Kumyer Kalesi ve çevresinde Triopion isminde bir şehrin bulunduğu kesindir. Perslerin Anadolu’yu işgali döneminde Karyalı satrap ailesi Hekatemnosların halefi olan Oronbates, İ.Ö. 333 yılları civarında çevredeki antik yerleşimlerden Mnydos, Kaunos, Thera ve Kallipolis’i elinde tutarken, ayrıca Kos ve Triopion’un da sempatisi ve desteğini kazanmıştır. Bu Knidos’tan Triopion’un belli bir süreliğine ve geçici olarak; Oronbates lehine ilişkinin koparıldığı anlamını da taşımaktadır. Bunun geçici bir durum olduğunun göstergesi olarak ise; Triopion kentinin kendi adına ne bir parasına, ne de şehrin egemenliğini tanımlayan kendine has kanunlarına bugüne dek rastlanmamış olması ve Triopionlu tanınmış bir şahsın tarih sayfalarında adının geçmemiş olması ileri sürülmektedir.(9)

 
Kumyer Kalesi; arkaik duvarlar
(Mart 2004)

 
Kumyer Kalesi; doğu yakasındaki sarnıç
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Gerçekten kaleye çıktığınızda Triopion’un anlamını çağrıştırırcasına buradan üç açıdan denizi görebilirsiniz. Öyle bir görüş açısına sahiptir ki; hem gözetleme imkânları, hem de çevresindeki verimli tarımsal alanların varlığı açısından yarımadadaki konumu benzersizdir. Kumyer Kalesi, arkaik taş duvarları, ayrıksı kapısı ve hala sağlam ve ayakta olan iki sarnıcıyla dikkat çeker. Kaleye Kumyer mahallesinden yine devşirme taşlarla örülü Uzunkuyu yoluyla ulaşılabilir. Kale çevresinde dolaşırken, yörede Yakamar olarak adlandırılan teraslanmış yamaçlar, bölgenin su yönünden zengin olduğunu, bu yüzden yıllarca küçük ölçekli tarımsal faaliyetlerin yürütüldüğünü gösteren su havuzlarının varlığı da ayrıca dikkat çekicidir. Yarımadanın geneline bakıldığında arazi o kadar sulaktır ki; özellikle kış ve bahar aylarında buradaki toprağın kara çamura dönen bir yapısı vardır.

 
Kumyer Kalesi hatırası
(Mart 2004)

  
Kumyer Kalesi'nden bakış
(Mart 2004)

Yakaköy’ün dinmeyen pınarları; Yakamar ve Marin

Hasan Hoca, Yakamar ile ilgili olarak; Yakalıların bahar aylarından başlayarak bol bol sebzecilik yaptığı, şırıl şırıl akan çeşmeleri ve su dolu havuzlarıyla anılan yaşam dolu konforlu bir dünyadan söz ediyor. Bugün oralardan, aynı kaderi paylaşan Marin’e doğru geçerken; terk edilmiş ve yer yer yıkıntılara dönüşmüş yalnız ve mahzun taş evler, tarımsal alanların içinde baş vermiş yazlıkçı villaları görünce, sürecin nereye doğru sürüklendiğini görmemek mümkün değil. Önümüzdeki Uzunkuyu, Yakamar’ın alâmetifarikası gibi; dili olsa da anlatsa; ne zamanlar geçti üstünden; kimler su çekti bu kuyudan? Her şey geride kalmış gibi; sessiz kuyunun başında. Ama hala canlı ve Hasan Hoca’nın dediğine göre; lezzetli suyuyla…

 
Marin; Pınar İni 
(Mart 2004)

Pınar İni'nin içindeki suyun geldiği dehliz
(Mart 2004)

 
Marin'de; Pınar İni önündeki şirin patika
(Mart 2004)

Hasan Hoca Marin ile ilgili olarak şu bilgileri aktarıyor:

“Geçmişte pek çok köylünün bahçe olarak kullandığı, baharı hatta yazı geçirdiği güzel bir yerdir Marin. Sözcük anlamı olarak yerel söyleyişte, pınar ini anlamına geliyor. Marin, güneyinde Kisle Yanı (Kilise Yanı) ve su kaynağı olan Çaylayık, kuzeyinde yine Yassımar (yani yassı pınar), batı tarafında ise, Bükceğiz ve İncir Marini ile denize açılan çok güzel bahçelerin olduğu bol su kaynakları ile geçmişten günümüze uzanan benzersiz bir yaşam alanıdır. Yarımadanın kıt olan su kaynaklarının aksine, bu yöre hiç kesilmeyen bereketli kaynaklarının yanında, kuyularıyla da yarımadada oldukça sulak bir alan izlenimi yaratıyor. Eskiden köylüler, küçücük bahçelerde her türlü sebzeyi yetiştirirken, şimdilerde narenciyeler bile sökülüp yerine badem dikilmiş. Şimdi bir yabancı kardeşimiz, buralardaki eski evleri alıp, belediyeden restorasyon planlarını çıkartarak turizme açtı. Elektrik de gelince, burası doğa turizmi açısından ilginç bir yer oldu. Restore edilen evlerde de taş ve ahşap kullanılınca, ortamın yeşili ile bütünleşmiş; bir yanda deniz, bir yanda doğa ile insanı cezbeden bir çekim alanı haline gelmiş Marin, hemen karşısında yer alan Yakamar da yine su yönünden oldukça zengin bir bölge olarak dikkat çekiyor.

 
Marin bademlikleri
 (Mart 2004)

 
Marin gevenleri
(Mart 2004)

 
Bükceğiz'e doğru...
(Mart 2004)

Marin’in güneyinde yer alan ve Kisle Yanı denilen bölge tamamen deniz gören ve pek çok eski badem çeşidinin ortaya çıktığı bir bölge. Bunlardan en güzeli Dedebağ bademi. Yine Marin’in güneyinde Çaylayık ise, bir su kaynağının bulunduğu mekân olarak dikkat çekiyor. Buradaki su kaynağı, halen yaz ve kış sürekli akmaktadır. Marin’de aşağı pınarın önündeki yol sizi denize götürür. Bükceğiz, denilen bu bölge küçük bir koydur. Bu koyun da güneyinde Divan Burnu yer alır. Marin’de yukarı pınar, Yassımar olarak bilinir. İki pınar arasında bahçeler vardır. Bu bahçeler tarıma elverişlidir. Şimdilerde geçerli akçe badem olduğu için, buraların çoğu bademliktir. Yine Yassımar’dan batıya giderseniz, bu yol sizi İncir Marini ve Gargıcak’a götürür. Her iki yerde de su kaynağı vardır. İki pınar dışında, yine buralara çok yakın; Sindelli denilen mevki de su kaynağının varlığı nedeniyle, bahçe tarımına müsait yerlerdir.”

 
Çaylayık
(Hasan Doğan Arşivi)

 
Kumyer Kalesi, Yakamar, Marin, Kumyer Mahallesi, Divan Burnu, Palamutbükü ve Bükceğiz'in konumları
(Google Earth'de işaretlenmiştir.)

 
Bükceğiz plajı
(Mart 2004)

 
Bükceğiz
(Mart 2004) 

Yakamar’da Kumyer Kalesi yolunda önümüze Uzunkuyu çıkıyor. Belki de yüzlerce yıldır burada yaşayanlara bir konfor sağlayan kuyuda halen su mevcut. Çevresinde bulunan ve kuyudan çekilen suyun boşaltılması için kullanıldığı düşünülen bir mermer lahit kapağı ile hemen yanında bir ostotek’i andıran yine mermerden ve daha küçük boyutlardaki hazne dikkat çekici. Yürüme mesafesindeki İlkçağ yerleşimi Triopion kentinin akropolisi olan Kumyer Kalesi, bütün bu antikitelerin varlığını açıklıyor.

  
Uzunkuyu
(Mart 2004)

 
Uzunkuyu'nun içi
(Mart 2004)

 
Uzunkuyu'nun genel görünüşü
(Mart 2004)

Uzunkuyu çevresindeki antikiteler; lahit ve ostotek

 
Uzunkuyu'nun devşirme kesme taşlarla örülü ağzı

Bölgenin İlkçağ’dan beri su kaynakları açısından ne denli zengin olduğunu 1950’li yıllarda bölgeyi dolaşan İngiliz Arkeologu George Bean, Eskiçağ’da Menderes’in Ötesi kitabında şöyle anlatıyor:

 
Yakamar'ın terk edilmiş yalnız evlerinden biri; arkada Gocadağ...
(Mart 2004)

“Yarımadanın doğu yarısının tamamı çorak, dağlık ve hemen hemen ıssızdır. Batı yarısı da 1066,8 m. yüksekliği olan (Kocadağ kast ediliyor-İF) dağlık bir arazidir. Fakat batı uca doğru, güney kenarda Palamut Koyu kıyısına kadar uzanan ve büyük çapta sulanabilen bir arazi vardır. Bu arazi, bugün de ortak adları Betçe olarak bilinen bir grup köyü (beş tane) geçindirir.(10)
Bunun yanında Betçe’de, sulanabilen verimli topraklar vardır ve eski Knidos ile yeni Knidos arasındaki bu yerde, tek başına büyük bir şehrin kalıntıları yer almaktadır. Kumyer Köyü’nün üstündeki dik tepede bir akropolis vardır. Güney kenarında bol sulu bir kaynak bulunan bu akropolis, erken bir döneme ait olan güçlü duvarlarla çevrilmiştir. Ayrıca burada Arkaik Dönemden Roma Dönemine kadar tarihlenebilen malzeme ve Arkaik Knidos yazısıyla yazılmış bir yazıt ele geçmiştir. Diğer bir yazıt ise burada bir Asklepios kutsal alanının varlığından söz eder. Burası kesinlikle Triopion olmalıdır.”(11)

 
Kumyer'de bahçeler içinde bir koca duvar; acaba bir dini yapıdan kalma mı?

Aynı duvarın bir başka görünümü

 
Yakamar'da bozgun teraslar
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

George Bean’in Triopion ve Kumyer Kalesi ile özdeşleştirdiği bu verimli tarımsal alanlar, bugün eski yaşam dolu zamanlarından çok uzaklarda artık. Yakamar’da dolaşırken terk edilmiş eski taş evler, yıkık bir şapel eskisi ve Kumyer Kalesi yolunda yine bozguna uğramış bahçeler içinde gördüğümüz eski ve oldukça uzun bir duvarla temsil edilen; belki de bir manastır yapısından kalma yıkıntılara tanıklık ediyoruz. Giderek turizmin pençesine kaptırdığı geçmişinden gün be gün uzaklaşmakta olan Yakamar ve Marin, bugün ancak badem ağaçlarıyla ayakta durmaya çalışıyor. Kumyer’den Yakamar’a doğru nüfuz eden yazlıkçı evleri, yavaş yavaş bu bir zamanların konforlu yaşam mekânlarını ele geçirmekte.

  
Marin'de bir başka pınar; Yassımar
(Mart 2004)
  
Marin'den Yakamar'a ve Kumyer'e doğru bakış
(Mart 2004)

 
Marin'de bahçeler içinde...
(Mart 2004)

Hasan Hoca, Yakamar’da ve Marin’de yaşamın eski ve giderek değişime uğrayan bu yeni halini şöyle aktarıyor:

“Her şey 1960’lı yıllarda Palamutbükü’nün palamutlarının ticari anlamda değerlerini yitirip bir bir yok edilmesi ile birlikte, halkın yeni ekonomik arayışlara yönelmesi ile başlıyor. Bu arayış en başta Palamutbükü’nde açılan tarım alanlarında, o yıllarda para eden tütüne yönelime sebep oluyor. Tütün öyle bir tarım ürünü ki; en az 9 ay boyunca başında mücadeleyi gerektirir. Tütün fideleri için hazırlık, Ocak ayında başlar. Sonra tarlaya göçürme, çapa zamanı ve kırım... Derken kurutma ve baskı işlemleri; bu şekilde Ekim ayını bulursunuz. İşte bu tütüne yönelme, Yaka’nın yazları Yakamar’a göçünü sonlandırmış; bahçe yapma işleri hayal olmuş. Bu kez onun yerine ne geçmiş; önce Palamutbükü’ne bir çardak, sonraları da bir göz oda derken, hadi biz artık dönmeyelim köyümüze demişler. Böylece Yakaköy, bir bir aşağıya taşınmış ve o güzelim taş evler bomboş kalmış. Yakamar’a bahçe yapıp, yazları oraya; subaşlarına göçmek de artık bir hayal olmuş. Oysa palamut hasadı, Eylül-Ekim ayında yapılır ve insanlar da o güzelim yaz aylarını Yakamar’da geçirirlermiş. Aynı durum Marin için de geçerli tabii ki... Marin’de eskiden en az 20 aile yaz ve kış yaşarmış.

 
Marin; Çaylayık'dayız şimdi; sanki bir konfor alanı...
(Mart 2004)

 
Marin'de bahçeler arasında...
(Mart 2004)

 
Yakamar'da son portakal ağaçları...
(Hasan Doğan; Şubat 2020) 
 
Marin'de Nalbant Dede Evi
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Nalbant Dede; yani Hacı Uzun, Saadettin Ekinci, Hüseyin Çete, Mehmet Ali Çakır, Kadiroğlu Abdullah, Yaşar Demirkaya, Kahveci Dede, Hüseyin Toka, Dayı Dede, Datça Mustafası, Bebbi’nin babası Hamdi Dede; bütün bunlar ve adını yazmayı unuttuğumuz diğer insanlar, Marin’de; bu yeşilliğin ortasında ve iki tane pınarın gürül gürül aktığı bir ortamda çok mutlu bir şekilde yaşamışlar. Hatta kayınpederim Ali Fidan’ın anlatımına göre; Saadettin “Lord” Ekinci (Bütün yoksulluğuna rağmen bir asil gibi davrandığı için kendisi Lord ismiyle anılırmış; aynı zamanda bu kişi Galamış değirmenini çalıştıran Betçeli imiş), her akşam; öküz boynuzundan yaptığı borazanı üflermiş ve bütün bük bu sesi duyarmış. Bunun anlamı misafirliğe davetmiş. Kayınpederim de “ninem ile birlikte fenerimizi alır misafirliğe giderdik” diye aktarıyor.

 
Hasan Hoca'nın sevgili kayınpederi; Yakaköylü Ali Fidan...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Yakamar'da eski bağ evlerinden biri
(Mart 2004)

  
Yakamar'da son ayak izlerinden biridir bu çeşme...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Yakamar’da artık son ayak izlerinden biridir bu çeşmeler. Aynı çeşmenin bir benzeri daha Belenköy’de bulunuyor. Bir çocuğun içine kafasını sokup çıkaramadığı ve hayatını kaybettiği için bu çeşmenin Kanlı Çeşme olarak anıldığı söyleniyor. Yine bir benzeri de Yakaköy mezarlığının kuzey doğu köşesinde mevcut. Yöre halkı, bu çeşmelere; açılma yöntemi nedeniyle yarma çeşme adını vermiş. Çeşmenin yukarısında açılan bir kuyunun dibi yarılarak alınan su, çeşmeye kadar aktarılıyor; yöntem bu. Yaka’da da yöntem aynı; Kapız Kuyusu’nun dibi yarılarak alınan su, köyün mezarlığındaki çeşmeye aktarılmış.

 
Kanlı Çeşme
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Yakamar ve Gocadağ
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 Yakamar'ın yıkık evlerinden biri daha...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Buraların kaderinin döndüğü zaman, yukarıda da andığımız gibi palamutların bir bir yok edilmesi ile başladı. Bu sulak ve bahçe yapımına oldukça uygun tarımsal alanlar, giderek önemini yitirdi. Marin de aynı akıbete uğradı. Oysa buralarda bir zamanlar Karabıyık Amca yaşamış. Bu kişi oldukça zeybek ruhlu bir adammış. Güçlü kuvvetli ve korkusuz… Bu kişi aynı zamanda Sömbeki’de de yaşarmış. Betçe’de Sömbekili Karabıyık olarak bilinirmiş. Avraji olsun, Golli olsun, Vasil olsun; bu bölgenin hiç de yabancı olmadığı insanlar… Hatta Golli’nin irmesi diye adlandırılan bir küçük irim de varmış Kumyer’de. O günlerin tanığı İşlemeli Kemal Amca hala yaşıyor. O da yazlarını burada geçiren kişilerden. Kendisi 96 yaşına rağmen, hala dimdik ayakta. Yine Yakamar’ın Recep Nine’si; koskoca Recepler sülalesinin buralarda yaşadığının kanıtı. Nitekim yukarıdaki çeşme de Recepler’in Çeşmesi olarak bilinir. Şimdilerde ne yazık ki bu sülaleden bir tek Özcan Şahin, atalarından kalan araziyi adam etmeye çalışıyor. Oysa su problemi olmayan bu bölgenin tekrar eski günlerine kavuşturulması gerekmez mi; en azından o güzelim günlerin hatırına.”

 
Yakamar'ın şapeli; apsisi hala belli...

  
Şapelin bir başka görünüşü

 
Kumyer'in eski zamanlarını iyi bilen "İşlemeli" Kemal Amca; 96 yaşında...
(Hasan Doğan Arşivi)

 
Yakamar patikaları

Yakamar’da Kumyer Kalesi’nin güney yakasına düşen bir konumda eski bir şapel kalıntısı var. Şapel, bakımsızlıktan ve zamanın tahribatına dayanamayarak içine çökmüş durumda. Ancak hala doğu yönündeki apsis duvarı rahatlıkla seçilebiliyor. Aradaki Marin’e doğru ilerleyen bir patikanın ayırdığı kilisenin karşı yakasında ise yine makilikler içinde başka yıkıntılar dikkat çekiyor. Yarımadada Reşadiye’den başlayarak Datça’dan Betçe’ye uzanan eksende birçok köy yerleşiminde fazla kalabalık olmasa da Osmanlı Yönetimi zamanında ve özellikle 17.yy.dan itibaren On iki Adalar ve Girit’ten gelip buralara yerleşmiş bir Rum azınlıktan söz etmek mümkün.

 
Yakamar çiğdemleri
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Çağla ve çiçek birarada; erkenci bademler tutarken... 
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

  
Kırmızı anemonlar; Yakamar'da...
(Mart 2004)

Eflatun rengi anemonlar; Yakamar'da...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

  
Bu da anemonların mavisi; Yakamar'da...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Sarı sarı çiçekler; katmer katmer...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Hasan Hoca, Datça Yarımadası’ndaki Rumlarla ilgili Betçe yaşlılarından dinlediği şu bilgileri aktarıyor:

“19. yüzyılın ikinci yarısında özellikle Sömbeki (Simi) adasından Rum aileler Reşadiye çevresine, Betçe’ye de İstanköy adasından gelen Rum aileler yerleşmişler. Bu Rumların sayıları hiçbir zaman nüfusun yüzde 5’ine ulaşamamıştır. Bütün rivayetler, bunların küçük sanayide ve el sanatlarında usta olduklarını işaret etmektedir. Bu gün Datça ve Betçe’de ayakta kalan yel değirmenlerini Rumlar yapmışlar; değirmencilik ve fırıncılık bunların işiymiş o yıllarda. Bu Rum duvarcı ustalarının eseri olan; zamanın zenginlerinin evlerinde yapı üsluplarını özellikle Çeşmeköy’de görebilirsiniz. Ayrıca Rumlar, tarımda; sebze ve meyvecilikte de önemli birikime sahiptirler. Onlardan dinlediğime göre; Yakaköy’ün yaşlıları, Kumyer mahallesinde ayakkabıcı, bakkal, fırıncı Rumların isimlerini hatırlıyorlar ve bayramları birlikte kutlardık; çok iyi ilişkilerimiz vardı diyorlar.”

Yakamar'ın bir zamanlar bereket saçan su dolu havuzları
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Yakamar'da eski bir kuyu; üstü çalılarla örtülmüş.
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

 
Yakamar patikaları
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Ari Çokona’nın 20. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri isimli kitabında ise, Datça Yarımadası’ndaki Rumların hayatına dair şu bilgiler aktarılıyor:

“Yarımadanın batısında, Simi adasının tam karşısında bulunan 200 haneli Stadia (Datça) köyünde 10 hane Rum yaşıyordu. 17. ya da 18. yüzyılda Nisiros ve Simi adalarından gelen göçmenler tarafından kurulmuştu.

Süngercilik, balıkçılık, badem, incir, limon ve portakal üretimiyle geçinen Datça ve çevresindeki yoksul köylerin Rum cemaatleri, sancağın Pisidia Metropolitliği’ne bağlı diğer yerleşimlerinden farklı olarak, İliupoleos kai Thiatyron Metropolitliği’ne bağlıydı. Okulları olmayan ve kiliselerinde düzenli ayin yapılmayan bu küçük köylerin sakinleri, dini ihtiyaçlarını, Datça’nın dışında, Rum mezarlığının yanında bulunan Taksiarhon Kilisesi’nde (Bugünkü Hızırşah yakınlarında, yeni restore edilen kilise-İF) karşılıyorlardı. Dini törenleri tekne ile Simi’den gelen papaz yönetirdi. Datça-Reşadiye yolu üzerinde, ayazması da olan Panayia Tekiriani Kilisesi ve Ayios Dimitrios Şapeli vardı. Okumak isteyen çocuklar, Simi, Nisiros ya da İzmir’e gönderilirdi.

   
Hızırşah köyü yakınlarındaki Taksiarhon Kilisesi; eski hali...
(Mart 2004)
 
Doğudan bakış; Taksiarhon Kilisesi
(Mart 2004)

Peça köyleri genel adıyla bilinen çoğu karma nüfuslu yerleşimler şunlardı: Elee (Ele, bg. Reşadiye, karma nüfuslu, 6 hane Rum, Profitis İlias Şapeli), Yakaköy (karma nüfuslu, 6 hane Rum), Yazıköy (karma nüfuslu, 7 hane Rum, Yukarı Ayios Yeoryios Kilisesi), Avlana (Evlana, 20 hane Rum, Aşağı Ayios Yeoryios Kilisesi), Pelenköy, Kumyari (Cumalı, karma nüfuslu, 3 hane Rum, Ayios Nikolaos Kilisesi), Çeşmeköy (karma nüfuslu, 6 hane Rum), Mezgit (karma nüfuslu, 4 hane Rum), Karaköy (karma nüfuslu, 9 hane Rum; büyük miktarlarda kaliteli incir üretiliyor, İzmir ve Rodos’a gönderiliyordu), Batira, Tarahia ve Kızlan (karma nüfuslu, 6 hane Rum).”(12)

 
Yakamar'da dilsiz çeşmelerden biri; Nazmi Hoca inceliyor.
(Hasan Hoca; Şubat 2020)

Yakamar çeşmeleri dilsiz şimdi. Suyu tükenmiş; akmıyor çoğu. Zamana ve insana yenilmişlik var bu eski çeşmelerin ruhlarında. Ruhları olur mu demeyin çeşmelere, ne olur; çünkü onlar yüzlerce yıllık bir kadim geçmişin belleği oldular bir anlamda; kırık dökük de olsa ayakta kalarak. Bu ruhu bugüne onlar taşıdı; o silinip gitmiş; üzerleri korkunç inşaat hamleleri ve görgüsüz zenginliklerle örtülmüş o tertemiz hatıralar onların haznelerinde, kırık dökük tuğlalarında ya da bir kenara atılmış lahit benzeri devşirme antikite malzemelerin mermerden hücrelerinde saklı.

 
 Yakamar'da bir yalnız adam; Goca Mehmet Emmi; hesaba vurur gibi bu patikalarda geçen hayatını...
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Son söz olarak Yakamar’ın bu suskun çeşmelerinin adına bırakalım Hasan Hoca konuşsun; gerisi sussun.

Yakamar’da her çeşme, terk edilmişliğin hüznünü yansıtır biraz da. Kim bilir; nice genç kızları, başında bekletti testisiyle? Kim bilir kaç kişi, yuva kurmanın ilk adımlarını attı bu yalnız çeşmelerin başlarında? Hangi buluşmalar aşkla sonuçlandı, hangi buluşmalarda küskünler barıştı başında? Tüm buluşmalardan, kaş göz atmaların hepsinden haberim olurdu benim. Şimdilerde traktörle birileri gelip toprakları alt üst edip gidiyorlar; bir daha da gelmiyorlar. Badem ağaçları buralara da girdi; bu güzelim bahçelere badem ağaçlarını diktiler ve gittiler. Buralar artık domuzların ve yılanların yeri oldu.

 
Belenköy'de Kanlı Çeşme başında yaşlı bir çınar; Goca Mehmet Emmi... 
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Buralardan terki diyar ettiniz; yalnız bıraktınız bizleri. Sonra gelip evlerinizi yıktınız, benim kaynağımı kuruttunuz. Portakal da, limon da kalmadı buralarda. Artık ekip biçmiyorsunuz da. Oysa yazlık sebzeleri ne kadar da çok yapardınız bu topraklarda. Uzunkuyu Mevkii’nden başlayıp Çeşmeköy yoluna kadar yaptığınız o güzelim teraslarda bir zamanlar hayat cıvıl cıvıldı. Kuyuların vardı; yarma kuyular ve devamında benim gibi çeşmeler… Ne değişti de terk edildik?”

(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar:
(1)   Argos: Yunanistan’ın Peloponnesos Yarımadası’nın kuzeydoğusunda; denizden 5 km kadar içeride yer alan İlkçağ kenti; Homeros’un İlyada Destanı’nda yer alan Agamemnon ve Diomedes gibi birçok kahramanın kökeni burasıdır.
(2)  George E. Bean, Eskiçağ’da Menderes’in Ötesi; Arion Yayınevi, 1.Basım, Şubat-2000-İstanbul; Sayfa: 138
(3)  Dor Hexapolisi: 6 Dor şehir devletinin oluşturduğu Dor birliği. Birliğe şu şehirler dahildi: Kos, Knidos, Halikarnasos, Rodos’taki Lindus, Rodos’taki İalysus ve yine Rodos’taki Camirus…
(4)    George E. Bean, a.g.e. sayfa: 138
(5)    George E. Bean, a.g.e. sayfa: 146
(6)    George E. Bean, a.g.e. sayfa: 140
(7)     George E. Bean, a.g.e. sayfa: 145-146
(8)    George E. Bean, a.g.e. sayfa: 144
(9)    George E. Bean, a.g.e. sayfa: 144-145
(10) George E. Bean, a.g.e. sayfa: 137
(11)  George E. Bean, a.g.e. sayfa: 145
(12) Ari Çokona, 20. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’da Rum Yerleşimleri, Literatür Yayınları, 2016; 2. Basım; sayfa:308
(13) Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

9 yorum:

  1. Mükemmel bir çalışma akıcı bir ifade ile tarihsel derinliği ve otantik derlemelerin kaynaştırılması harika kaleminize emeğinize sağlık kalıcı bilgilerin varlıgı ayrı bir değer mükemmel.teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir yazı dizisi ve çalişma olmuş. Emeğinize kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel bir yazı dizisi ve çalişma olmuş. Emeğinize kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  4. Mükemmel bir yazı derlemesi tarihsel derinlikleri ve otantik deyişlerin bir arada harmanlandığı derin emek ve çalışma ürünü emeğinize kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahmet Ağabey; değerli geri bildirimin için teşekkürler. Keşke sen de aramızda olsaydın o günlerde...İF

      Sil
  5. Filimana, Kumyer sarnıçları,pınarlar, yaşanmışlıklar,büyük felaketten sonra bile dost kalabilen insanlar... Değirmenci nine ve değirmenler... GÜNÜMÜZ EVLİYA ÇELEBİSİ Hasan Doğan ve arkadaşları. Kutluyorum sizi. Devamını diliyorum.

    YanıtlaSil
  6. Filimana, Kumyer sarnıçları,pınarlar, yaşanmışlıklar,büyük felaketten sonra bile dost kalabilen insanlar... Değirmenci nine,ıssız kalan yerleşim yerleri.GÜNÜMÜZ EVLİYA ÇELEBİSİ Hasan Doğan ve arkadaşları. Kutluyorum hepinizi. Devam ediniz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginize ve geri bildirimlerinize teşekkürler...Devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil