5 Haziran 2019 Çarşamba

KARABURUN’DAN KÖSEDERE’YE


ŞİMDİ KATIRTIRNAKLARININ ZAMANI


Yaza doğru
Her şey hafifler
Karaburun’da;
Rüzgârlı Mimas’ın eteklerinde
Katırtırnaklarının kokusu bile.
Sapsarı ve derin;
Rüzgârlara binip giderken
Gamsız akşamlarında sessiz büklerin,
Hayatın yükü ve diğerleri;
Karaburun’da her şey hafifler bir gün.

2 Mayıs 2019
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Bugün İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin iyi niyetli bir çabasının örneği olarak bölgedeki yürüyüş grupları ve doğa gönüllülerinden aldığı destekle hayata geçirdiği Rotamız Yarımada kapsamında yer alan yürüyüş güzergâhlarından birinde yürüdük. Bu yıl Karaburun yarımadasında yaptığımız ikinci yürüyüş oldu bu seferki. Datça yarımadasının topografyasına ve bitki örtüsüne oldukça benzer özellikteki Karaburun civarında yürümek nedense bize iyi geliyor. Ayrıca İlkçağ’dan günümüze söylence ile gerçeğin iç içe geçtiği bir coğrafya olması nedeniyle de bizim için ayrı bir cazibesi olduğunu da söylemeliyiz. 

 
Rüzgarlı Mimas ve katırtırnakları

 
Ambarseki köy kahvehanesi

 
Yürüyüşün başlarında; arkamızda Karaburun...

Bugün yürüdüğümüz rotayı emekle belirleyip işaretleyen ve bugün de yaşaması için uğraş veren Karaburunlu değerli doğa dostlarına da buradan bir selam göndermek ve teşekkür etmek boynumuzun borcudur. Ama bu vesileyle rotayı belirleyen işaretlerin devam etmekte olan Karaburun yol inşaatı nedeniyle Esendere civarındaki bazı yerlerde kaybolduğunu da belirtelim. Bizim için elbette sorun yok; zaten kendi rotalarımızı çoğunlukla kendimiz yaratıyoruz, ama coğrafyaya yabancı başka doğaseverlerin bu işaretlere gereksinimi olabilir. Bu konudaki tek dileğimiz; oldukça uzun bir hazırlık sürecinde, büyük emeklerle hayata geçirilen bu önemli girişimin yok olmaması için, ilgili kuruluşların belli bir devamlılık içinde bu projeye gereken ilgiyi göstererek sahiplenmeleri ve yaşatmalarıdır.

Karaburun'dan eski mezarlığa doğru...

 https://tr.wikiloc.com/gezi-yuruyus-rotalari/karaburun-saip-ambarseki-kosedere-yuruyusu-daga-kactim-36144977 
Karaburun'dan Kösedere'ye; yürüyüş rotamız 15 km...
(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen: MYC)


 
Saip yolunda...

Karaburun Jeolojisi(1)

Batı Anadolu’da üç tektonik kuşak yer almaktadır. Bunlar bugünkü konumlarını Orta ve Geç Eosen’de(2) gelişmiş olan bindirme tektoniği ile kazanmıştır. Bu kuşaklardan en doğuda olanı Menderes Masifi, ortadaki İzmir – Ankara Zonu ve en batıdaki ise Karaburun kuşağıdır. Orta ve geç Eosen’den itibaren Batı Anadolu’da kuzey – güney yönlü çekme kuvvetleri egemen olmaya başlamış ve halen devam etmekte olan bu Neotektonik evrede, bu yaşlı kuşakları verev kesen gerilme havzaları oluşmuş, bu havzalara gölsel ve karasal tortular dolmuştur.

  
Katırtırnakları

 
Kaynarpınar kahvehanesi

Karaburun yarımadasında Batı Anadolu’nun en eski kayaç grupları gözlenir. Bunlardan en eskisi Ildırı yakınlarında yer alan orta karbonifer(3) yaşlı Alandere formasyonudur. Batı Anadolu’da hâkim olan tektonik hareketler etkisiyle, Karaburun kuşağı doğu sınırında da jeotermal sıcak su kaynakları oluşmuştur. Bunlardan en önemlisi 350C sıcaklığa sahip Gülbahçe Kaplıcası’dır. Kaplıca, Karaburun – Gülbahçe karayolu sapağı kıyısındaki Tatar Deresi azmağı mevkiinde yer almaktadır. Roma döneminden kalma eski bir hamam yapısının bulunduğu bu kaplıcanın sularının; sülfat, magnezyum ve klorürce zengin olduğu bilinmektedir.

 
Gülbahçe Hamamı
(Şubat 2014)

 
Gülbahçe Hamamı yakınları; sıcak suyun kaynadığı yerlerden biri
(Şubat 2014) 

 
Roma hamamının içi
 (Şubat 2014)

Formasyon; başlangıç ve bitiş noktaları arasında oluşum açısından bütünlük arz eden jeolojik yapılar olarak tanımlanmaktadır. Karaburun yarımadası, Urla’dan itibaren Nohutalan formasyonu ile başlar. Bu formasyon, Malgaça İçmeleri’den Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün arazilerine doğru ilerlerken, solda yükselen tepedir. Kireç taşı yapılardan oluşmuştur. Bu tepelerin üzerinde eski bir Pers mezarı da yer almaktadır.

 
Balıklıova-Mordoğan arasında yer alan kayaç oluşumları
(Nisan 2014)

 
Balıklıova-Mordoğan arasında tortul kayaçlar
(Nisan 2014)

Balıklıova civarındaki oluşuma Gerence Formasyonu adı verilmektedir. Ordovisyen(4) yaşlı bir oluşumdur. Şimdi terk edilmiş durumdaki; eski bir Rum köyü olan Eski Balıklıova köyünün yaslandığı dağ, kireç taşı bloklarından oluşmuş, doğudan göç ederek batıya gelmiş böyle bir kütledir. Tektonik pencere şeklinde fliş(5) formasyonu bulunmaktadır. Ovada Ildırı yolunun sağında enginar tarlaları içinde çok ilginç bir kireç taşı kütlesi vardır.

 
Kaynarpınar florasından; ekşi yonca ya da oxalis...

 
Katırtırnakları; Karaburun'dan sonra...

Bilimsel açıklamalara göre; eskiden Anadolu’da Tetis Denizi bulunmaktaydı. Afrika Levhası’nın saatin ters yönünde hareket ederek Arabistan Lehvası’nı Anadolu Levhası’na doğru ittirmesi sonucu Tetis Denizi’nin doğudan batıya doğru kapanmasına, kaya çökelmelerine ve giderek bu oluşumların doğudan batıya doğru göç etmesine neden olmuştur.

  
Eğlen Hoca'nın doğu yönünde derin bir vadi ve kaya oluşumları
(Ocak 2010)
 
Balıklıova-Mordoğan arasında mermer ocakları
(Nisan 2014)

Eski Balıklıova köyünün sırtındaki oluşumlar tektonik pencere olarak adlandırılır. Buradan Karaburun’a doğru sırayla Güvercinli formasyonu (Mordoğan civarı; 8-10 milyon yıl öncesi çökelmiş, buralarda peri bacalarına benzer volkanizma ürünü beyaz, asidik tüf oluşumları var), Cami boğazı (Kaynarpınar civarı; sığ deniz ortamında çökelmiş, karstlaşmış kireç taşı oluşumu); Kara Reis Formasyonu (Karaburun yarımadasının doğu ve batı yakasına kadar uzanan ve önemli bir bölümünü kaplayan, ordovisyen yaşlı, derin deniz çökelmeleri sonucunda oluşmuş bir formasyondur); Alandere Formasyonu (Ildırı’ya doğru) yer alır.

 
Hamzabükü
(Ağustos 2008)

 
Badembükü kayalıkları 
(Ocak 2010)

Yarımadanın en büyük yükseltisi ise; 1212 metrelik, ağırlıklı olarak kireç taşı oluşumlu Akdağ ya da Bozdağ’dır.

Tarihsel Arka Plan; Mimas’dan Stilaryon’a; Karaburun İsyanı

İlkçağ’da İyonya topraklarının bir parçası olan, Bouteia (Meli ya da Karareis Çiftliği), Phoenicos (Eğri Liman), Sidousa (Neredeyse Karaburun’un merkezi; Saip ve Ahırlı), Pteleon veya Tolos (Denizgiren ya da Küçükbahçe), Pyrgos (Karaburun’un Burgaz Tepesi Mevkii), Vouthia ya da Voiniatis (Parlak), Polikhna (Balıklıova) gibi Erythrai’nin uydu yerleşimlerinden bazılarını(6) barındıran Karaburun yarımadası; o zamanki ismiyle Khersoneos, tarih boyunca bağrında zengin hikâyeleri besleyen bir coğrafya olarak öne çıkmış. Aslında bütün yarımadayı düşünürsek; İyon şehir devletlerinden Klazomenai, Teos ve Erythrai’nin topraklarının tamamının bu yarımadada yer aldığı bile söylenebilir. Ama bugün bizim odaklandığımız coğrafya, yarımadanın kuzeye doğru uzanan ve İzmir-Çeşme otoyolunun kuzeyinde kalan bölümü…

 
Karaburun önlerinde bir Ortodoks kilisesinin bulunduğu vadi
(Ocak 2010)
 
Rum Ortodoks kilisesinden geriye kalan somut delillerden biri; bir sütun parçası
(Ocak 2010)
 
Bizans Döneminde Karaburun, Stylarion (Stilaryon) olarak; sırtını dayadığı, bugün Akdağ ya da Bozdağ olarak adlandırdığımız, İlkçağ’da Yunan mitolojisinde yer alan Titan devlerinden birinin ismi ile ilişkilendirilen Mimas Dağı ise Stylarios Dağı olarak adlandırılıyor.

 
İlkçağ'da Mimas; Ortaçağ'da Stylarios Dağı; şimdi Akdağ ya da Bozdağ 

Bu coğrafyayı Ortaçağ’da öne çıkaran tarihsel olaylardan birisi ise hiç şüphesiz o çağda dahi yarımadanın karadan ve denizden sınırlarını çoktan aşmış bulunan şanıyla Börklüce Ayaklanması

 
Aşağı Ovacık'da eski bir çeşme; Cehennem Vadisi'nde...
(Ocak 2010)

Bizanslı tarihçi Mikhael Doukas; Bilge Umar çevirisiyle, yüzlerce yıl sonra dilimizde yayınlanan Tarih isimli kitabında bu ayaklanmadan şu şekilde söz ediyor:

“O günlerde, kırsal yöre insanı kaba saba bir Türk, İonia Körfezi [İzmir Körfezi] girişinde doğu yanda, Khios/Sakız Adası karşısındaki, halk arasında Stylarios [Rumcada; koca direk, destek sağlayıcı büyük direk] diye anılan dağın yöresinde [Karaburun yarımadasında], ortaya çıktı. Bu kişinin mülksüz, yoksul Türklere vaazlar vererek yaydığı öğretisine göre, kadınlar dışında her şey, örneğin yiyecekler, giyecekler, çift hayvanları, tarlalar, ortak mal olmalıydı. “Ben senin evine kendi evim imiş gibi gelebileceğim ve sen benim evime seni evinmiş gibi gelebileceksin; yalnız kadın kız takımı [ortaklık konusu olmaktan] hariç”. Hemen hemen bütün köylüleri kendine mürit edinmeyi başardıktan sonra, sinsi tutumla Hıristiyanların dostluğunu kazanma çabasına girişti. Bu amaçla ulu orta diyordu ki; “Türklerden bir kişi Hıristiyanların Tanrı’ya saygı göstermediğini öne sürerse kendisi Tanrı’ya saygısı olmayan biridir”. Bunun üzerine onun öğretisini benimseyenlerin hepsi denk gelip de bir Hıristiyan’la karşılaşsalar, onu konuk edip ağırlar oldular, sanki Zeus’un gönderdiği bir melek imiş gibi ona saygı gösterdiler.”(7)

 
Aşağı Ovacık'dan Balıklıova-Ildırı yolundaki Koz Çeşmesi'ne doğru uzanan vadi; Cehennem Vadisi burası mı?
(Ocak 2010)

 
Aşağı Ovacık'da keçi sürüleri
(Ocak 2010)

Börklüce’nin başını çektiği isyan hareketi, Fransız tarihçi Michel Balivet’in deyimiyle; taraftarlarını en ateşli, en marjinal sufiler arasından toplamıştır. Bizanslı tarihçi Doukas’ın “libaslılar” ya da Türk “dede”leri adını verdiği bu kişiler, Osmanlı vakanüvislerinin “torlaklar” ya da “bedbaht sufiler” diye adlandırdığı kişilerdir. İsyanın sert çekirdeğini oluşturan bu din adamları, bozgundan sonra hiçbir ayırım yapmadan tüm dervişlere karşı misillemeye geçtikleri anlaşılan galipler tarafından sistemli bir şekilde kovalanmış ve kökleri kazınmıştır.

 
Aşağı Ovacık'da bir sütun parçası
(Ocak 2010)

  
Aşağı Ovacık'da eski yerleşim izleri
(Ocak 2010)

 
Aşağı Ovacık'da eski bir toprak künk
(Ocak 2010)

Doukas, Börklüce’nin Türk tebaası olmayanlar dâhil, Hıristiyanlarla temas kurmaya çok eğilimli olduğuna tanıklık ediyor. Börklüce’nin Sakız adasını eylem alanı olarak seçmesinin nedeninin, birkaç yıl önce bu adadan geçmiş olan mürşidinin (yani Şeyh Bedrettin) düşüncelerinin kazandığı başarı ve belki de burada bıraktığı müritler, olduğu varsayılabilir. Bu varsayımı destekleyici unsurlar olarak, Şeyh Bedrettin’in torunu Hafız Halil tarafından Fatih Sultan Mehmet döneminde kaleme alınan Menakıbname, 1405’e doğru Sakız’a yapılan ve belki de Börklüce’nin de katıldığı ilk “din yayma” seferinden, Doukas da Börklüce Mustafa tarafından görevlendirilen ikinci bir derviş dalgasından söz eder.(8)

 
Rum yerleşimi Eski Balıklıova köyünden...
(Ocak 2010)

 
Eski Balıklıova köyünden denize doğru bakış; kıyıda Yeni Balıklıova...
(Ocak-2010)

Bugünkü Akdağ’ın çevresinde katmerleşen bir dizi derin vadiyle engebeli ve zor bir coğrafyayı barındıran Karaburun yarımadasının, Börklüce Mustafa ve yoldaşları tarafından bir üs ve “din yayma” merkezi olarak seçilmesi tesadüf olmamalıdır. Bugün dahi sık makiliklerle kaplı bu derin vadilerde bir uçtan diğer uca doğru ilerlerken bu gerçeği kolaylıkla kavramak mümkündür.

 
Karaburun Çullu Camisi'nin içinden; 17.yy. yapısı
(Ocak 2010)

 
Çullu Camisi; restorasyon öncesi
(Ocak 2010)

Çelebi Mehmet’in; kendisiyle taht kavgasına girişen diğer kardeşlerini birer birer ortadan kaldırması sürecinde alevlenen Karaburun İsyanı, öncelikle Bulgar asıllı Saruhan Valisi Sisman’ın ve yine Saruhan ve Aydın illerinin Sancak Beyi Timurtaş Paşazade Ali Bey’in kuvvetleri tarafından bastırılmaya çalışılır. Ancak tüm bu girişimler, Bizanslı Doukas’ın deyimiyle Stilaryon’un dar geçitlerinden ileriye geçmeye muvaffak olamazlar. Stilaryonlular, 6.000 kişilik bir kuvvetle geçişi neredeyse olanaksız daracık dağ geçitlerinden aşıp gelerek, Sisman’ın ve arkasından Ali Bey’in ordularını perişan ederler. Kazanılan bu zaferlerle, Börklüce’nin çevresinde öbeklenen mürit kitlesi de çığ gibi büyür. Durumdan haberdar edilen Çelebi Mehmet, bu kez henüz çocuk denecek yaştaki oğlu Şehzade Murat ile Sadrazam Beyazıt Paşa’yı 30.000 kişilik son derece iyi teçhiz edilmiş bir ordu ile Stilaryonlular üzerine bir kez daha gönderir.

 
Çullu Camisi
(Ocak 2010)

 
Çullu Camisi; yan cephe
(Ocak 2010)

Tarihi kaynaklara göre bu kadar büyük bir ordunun Karaburun Yarımadası’nın derinliklerine doğru ilerleyişi sırasında su temini, önemli bir problemdir. Bu anlamda bugünkü yer adlarıyla Karapınar, Kaynarpınar ve Kozağaç mevkilerindeki su kaynaklarının varlığı, ordunun ilerleyişinde anahtar bir rol oynar.

 
Badem Bükü; Sakız'dan gelen mancınığın kıyıya çıkarıldığı söylenen sahil bandı
(Mart 2016)

Badembükü'nde Mağaza Dağı'nda apsis yapan temel izleri; eski bir Rum kilisesine ait olabilir.
(Mart 2016)
 
Badem Bükü'nde Rum kilisesinin temellerinin bulunduğu Mağaza Dağı
(Mart 2016)

Yarımadaya Gülbahçe-Balıklıova ekseninden yaklaşan 30.000 kişilik dev ordu, daha sonra kabaca bugünkü Balıklıova’yı Gerence Körfezi’ne bağlayan karayolu üzerinden Kozağacı Mevkii’ne kadar ilerler. Bugün de çok eski karakteristik bir Karaburun çeşmesinin bulunduğu bu mevkiden kuzey batı yönünde; Kaynarpınar’a doğru ilerleyen ve birbirine neredeyse paralel iki vadiden içeri girer. İşte bu vadiler, Beyazıt Paşa kuvvetleri ile Börklüce müritlerinin; yani Stilaryonluların en kanlı çarpışmaları gerçekleştirdikleri Cehennem Vadileri’dir(4). Bugün bu vadilerde dolaşırken, eski çeşmelere, kuyulara, özellikle terk edilmiş Aşağı Ovacık ve Yukarı Ovacık köylerinin bulunduğu havalide çok sayıda yerleşim izlerine, küme küme yığılmış taş havuzlarına, sütun ve başlık kalıntılarına rastlanmaktadır.

 
Kara Reis
(Mart 2016)

 
Kanlıburun; Yeni Liman yolunda...
(Ocak 2010)

Beyazıt Paşa yönetimindeki Osmanlı Ordusu, Cehennem Vadisi boyunca Börklüce kuvvetlerini, dar geçitlerden içerilere doğru sürerken, bir yandan Sakız yönünde kaçışları tutmak amacıyla bugünkü Akkilise diye bilinen Yeni Liman yakınlarındaki bölgeyi Osmanlı askerleri denizden muhasara altına alırlar. Belki de denizden yapılan bir çıkarma hareketiyle karaya ulaşan Osmanlı askerleri, isyanın kalbine doğru dar geçitlerden ilerleyerek Börklüce kuvvetlerini iyice sıkıştırırlar. Anlaşılan odur ki; Börklüce kuvvetlerinin yaklaşık 10.000 kişilik gücüne karşılık Osmanlı’nın son derece iyi teçhiz edilmiş 30.000 kişilik ordusu arasındaki güç farkı, savaşı; daha çok bir tür gerilla savaşı noktasına getirmiş olmalıdır. Bu nedenle de bazı kaynaklarda Ambarseki ya da Çatalkaya önlerinde bir meydan muharebesi şeklindeki karşılaşmaya dair ileri sürülen varsayımların, arazinin de mevcut topografyası dikkate alındığında pek de geçerli olamayacağı söylenebilir.

 
Kara Reis üstünde terk edilmiş eski Rum köyü Meli
(Fotoğraf: Aydın Aydemir; Nisan 2015)

 
Meli köyü'ne panoromik bir bakış
(Fotoğraf: Aydın Aydemir; Nisan 2015)

Börklüce Mustafa ve yoldaşlarının Akdağ eteklerinde uğradığı bu büyük kırımı, yine Bizanslı tarihçi Doukas; aynı kitapta şöyle aktarmaktadır:

“Bunlar (Mehmet Çelebi kuvvetleri-İF) Bithynia, Phrygia, Lydia ve İonia’da pek çok asker devşirerek orduyu kalabalıklaştırdıktan sonra, direnilmez saldırışlarla o zor geçit veren yörelere girdiler ve hiç acıma göstermeden her kimle karşılaşırlarsa yaşlılarla küçük çocuklar, kadınlarla erkekler, hepsini hakladılar. Kısa söyleyişle her yaştan insanları merhametsizce kılıçtan geçirdiler; ta tek entarililerin (dervişler kast ediliyor-İF) ana çıkış üssü olan dağa (Akdağ-İF) varıncaya dek. Burada girdikleri çatışma büyük kayıplara yol açtı, özellikle de Murat’ın ordusunda (Şehzade Murad kastediliyor-İF); ne var ki tek entarililer sonunda teslim olmaya mecbur edildiler; sahte keşiş de o aradaydı. Düşmanları onları yakaladı ve zincire bağlı olarak Ephesos/Selçuk’a (Ayasulug-İF) getirdi; orada sahte keşişi (Börklüce Mustafa-İF) her türlü işkenceden geçirdiler, ama beriki, kendisinin hayal kurguları nedeniyle, sarsılmaz ve kımıldamaz kaldı. Bunun üzerine onu haç’a [haç biçiminde çapraz konmuş iki kalasa] çaktılar ve onu [bu haliyle] kalaslara çivilenmiş [mıh denen iri çivilerle çakılmış, mıhlanmış] elleri açık [mıh’lanmış ellerini kapatamaz durumda] olarak bir devenin üstüne yerleştirdiler, zafer alayı gösterisi yaparcasına kentin içinde dolaştırdılar. Onun müritlerinden, hoca [şeyh, dede] edindikleri kişinin [Dede Sultan denen Börklüce Mustafa’nın] öğretisini red ve inkâr etmeyenleri, bunların hepsini, onun gözleri önünde kıyımdan geçirdiler. Bu kişiler, “Dede Sultan, eriş!”den başka hiçbir şey söylemediler; söyledikleri [yapıtın özgün metninde Hellen yazımıyla Türkçe aktarılmıştır; Doukas şimdi Rumca çevirisini verecektir]“Kutsal Peder, yetiş” demektir ve onların hepsi gülümseyerek can verdiler.”(9)

  
Mordoğan; Çatalkaya köyü çeşmeleri
(Temmuz 2008)

  
Çeşmelerden birinin önden görünüşü
(Temmuz 2008)

Çeşmenin kitabesi; yapım tarihi Hicri 1152; Miladi 1739...
(Temmuz 2008)

 
Çatalkaya köy camisi
(Temmuz 2008)

 
Üzerindeki onarım kitabesi; Hicri 1314; Miladi 1896
(Temmuz 2008)

Osmanlı Devleti, Şeyh Bedrettin İsyanı’nı Anadolu ve Rumeli’nde bastırdıktan sonra Karaburun yarımadasını neredeyse iki yüzyıl yaşama kapatır. Bir anlamda devletin, isyan nedeniyle; Karaburun yarımadasına kestiği cezadır bu. Bugün Karaburun’un merkezinden Akdağ üzerinden Yaylaköy’e giden asfaltın başlarında yer alan bir sapaktan ulaşılan eski Çullu köyündeki; şimdilerde restore edilmiş bulunan eski bir caminin kitabesi üzerindeki tarih (Hicri 1016/Miladi 1607) aslında bu gerçeği yansıtmaktadır.

 
Çullu Camisi'nin kitabesi; sol alt köşede Hicri 1016...
(Ocak 2010)

 
Çullu Camisi
(Ocak 2010)

Çevredeki köy adları; Eğlen Hoca, Kösedere, İnecik; biraz daha ilerde Ambarseki ve Saip; Gerence Körfezi’ne bakan yüzde Tepeboz ve sanki bozgunlar ve korsan saldırılarına karşı sinmiş ve derin bir vadinin ardına saklanmış gibi denizi gözetleyen Bozköy, Gerence’nin diğer köyleri; Hasseki, Sarpıncık, Eski Rum köyü Sazak, Parlak, Salman ve Küçükbahçe ve dağdaki Meli ile deniz kıyısındaki Kara Reis

 
Cami Boğazı ve Akdağ
(Nisan 2015)

 
Önde katırtırnakları, arkada deniz; Saip'ten Ambarseki'ye doğru...

Hepsinin belki de ayrı hikâyeleri vardı; bir kısmı 15.yy.daki bu coğrafyada yaşanmış bir büyük deneyimin ve kavganın tanıkları olmuşlardı. Öyle bir alt üst oluş ve kıyımı yaşamış olmalı ki yarımada; belki Osmanlı’nın bu toprakları lanetlemesi, belki de kıyımdan kurtulan kılıç artığı halkın korkudan ve acıdan sinerek, bu dar geçitlerin hikâyelerinden uzaklaşıp unutmak düşüncesiyle bu vadilere ve eski yerleşim alanlarına en az iki yüz yıl uğramayışı sonrasında her yer balkanlık olmuş.

 
Eski Balıklıova köyü ve arkada Akdağ
(Ocak 2010)

 
Eski Mordoğan köyü; Ayşe Kadın Camisi; 14.yy.; Kabe betimlemeli kalem işi süsleme...
(Temmuz 2008)

 
Ayşe Kadın Camisi; minber ve mihrap
(Temmuz 2008)

 
Ayşe Kadın Camisi; kalem işi süslemelere bir örnek...
(Temmuz 2008)

Bütün bunlar; Karaburun yarımadasında yaşanan o toplumsal dramın izlerinin üstünü doğanın yorganıyla örtüvermiş sanki. Bütün patikalar, bütün yollar kapanmış gitmiş. Yaşam alanları battal olmuş; evlerin taş duvarları birer yıkıntıya dönerek zaman içinde ağıl malzemelerinde değerlendirilmiş. Kırsalda taşların çevrildiği dev taş havuzlarına dönmüş yaşam mekânları.

  
Kösedere yolunda zeytinlikler içinde dairesel şekilde; sanki bir zeytin sekisi yapar gibi düzenlenmiş ama abartılı boyutlarda taş yığınları

 
 Eğlen Hoca barajının kurulu olduğu vadinin başları; her yer makilik, bir yorgan gibi...
(Ocak 2010)

Ama şimdi  o bin yıllık yorganı böyle sıyırdılar.
(Ağustos 2008)

Akdağ'ın eteklerinde; Yaylaköy civarındaki RES'ler...
(Nisan 2019)

Şimdi yavaş yavaş yarımadayı daha hoyrat bir rüzgâr esir almak üzere. Yüzlerce yıllık makiliklerden oluşan o büyük yorgan, RES ya da GES türü enerji santralleri kurmak ya da zeytin dikimi gibi masum görünen tarımsal gerekçelerle sıyrılıp atılıyor üstünden yarımadanın. Denizden Osmanlı donanmasının Stilaryonluları kuşatmasını hatırlatan balık çiftliklerinin muhasarası ve turizm rantıyla yanıp tutuşanlar ise bu işin tuzu biberi gibi… Bütün bunların hepsi yarımadanın benzersiz doğal dokusunu ve onunla özdeşleşen tarihsel arka planındaki bütün birikmiş eski yaşanmışlıkları yok etme yarışında sanki.

 
Meli-Yaylaköy yolundan Akdağ'a bakarken...
(Nisan 2015)

 
Tepeboz köyü çeşmesi
(Mart 2012)

 
Tepeboz çeşmesinin kitabesi; yapım tarihi Hicri 1119 (Miladi 1707)
(Mart 2012)

Yarımadanın Gerence Körfezi’ne bakan sessiz köyleri boşalmış durumda şimdi. Kırık dökük taş evleri, daracık sokaklarında dolaşan öksüz ve terk edilmişlik ruhu her yeri ele geçirmiş gibi… Sadece Küçükbahçelilerin indiği Denizgiren ya da Badembükü gibi denize yakın bazı düzlüklerde tarımsal etkinlikten kaynaklanan bir hareketlilik var. Bir de enerji santrallerinin büyük tehdidi altındaki yarımadanın yüzlerce yıllık karakteristik mirası kıl keçisi sürüleri… Başka ne kaldı ki geriye? Ya da gidenlerin yerine ne koyabildik acaba? Ama kimin umurunda? Varsa yoksa rant ve para…

 
Kara Reis sırtlarında GES'ler için sıyrılan bir sırt
(Nisan 2019)

 
Balıklıova-Arkeologlar Kooperatifi yoluyla Aşağı Ovacık'a giderken rastladık bu çeşmeye birkaç yıl önce; akmaya suyu yok, ama hala ayakta...
(Ekim 2014)

Yürüyüşün Hikâyesi

Sabahın erken saatlerinde döküldük yollara. Bir Karaburun hikâyesinin peşinde; katırtırnaklarının insanın aklını başından alacak denli eşsiz kokuları ve sapsarı renkleriyle donanmış bir coğrafyaya doğru sürdük motorlarımızı; biraz da onu çepeçevre saran maviliklere…

 
Kaynarpınar çınar altındaki kır kahvehanesi; denizin kıyısında...

Kaynarpınar'da eski bir zeytinyağı fabrikasının bacası; gezginler keşifte...

Kaynarpınar’a vardığımızda saat henüz 9.30’du. Kıyıdaki kahvehane bomboş, yazlıkçılar henüz teşrif etmemişler ve sabahın mahmurluğu üzerimizde; kıyıya çarpan dalgaların çırpıntısı dışında sessizliğin ortalığı ele geçirdiği bir andı.

Gezginlerin Kaynarpınar'da sabah keyfi

 
Kaynarpınar çeşmesi; diğer örnekler gibi tipik bir Karaburun çeşmesi örneği...

Arka arkaya gelen çayların eşliğinde yaptık çıtır çıtır gevreklerimizle kahvaltımızı. Arkamızda henüz yapraklanmakta olan ulu bir çınar ve onun dalları arasında kaybolmuş eski bir çeşme, arkasında baharın coşkunluğu içinde diz boyu her türlü nebatla kaplı bir çayırlık ve en arkada ise eski bir zeytinyağı fabrikasının enkazı içinden göğe doğru yükselen bir eski baca… Zamanın yıpratıcı gücünün yıkamadığı baca, yer yer şakülünden kaymış olsa da hala varlığını sürdürmekte; Kaynarpınar’da…

  
Kaynarpınar'da çınaraltının arka dünyası; dutlar ermekte...

 
Zeytinyağı fabrikasından geriye kalan; Kaynarpınar

Saat 10 gibi Kaynarpınar’dan ayrıldık ve Karaburun’a doğru hareket ettik. Karaburun’un ilçe merkezinde; çarşı içindeki Hicri 1316 / Miladi 1899 yılında yapılmış olan Abdullah Ağa Camisi’nin arkasındaki bir dere yatağından Yaylaköy asfaltının hemen altındaki eski mezarlık düzlemine uzanan bir eski döşeme yolu takiben yürüyüşe başladık. Mezarlığa doğru bayırı çıkarken katırtırnaklarının kokusuyla ilk kez burada karşılaştık. Bir kırbacı andıran bedenleri üzerinde baş vermiş sapsarı çiçekleriyle göz kamaştıran görünümleri bir yana, o anlatılmaz hafiflikte; insanı ele geçiren benzersiz kokuları yok mu; gerçekten çarptı bizi. Soluduğumuz havanın her zerresi sanki bu kokuyla boyanmıştı. Kösedere’ye kadar yürüdüğümüz yaklaşık olarak 15 km.lik güzergâhta; her yer katırtırnakları ile kaplıydı ve anladık ki Karaburun’da şimdi onların zamanıydı.

 
Karaburun'da yürüyüşün başlangıcında...

 
Katırtırnakları arasından mezarlığa doğru tırmanırken...

 
Su düğün çiçeği

Tatlı bir meyille yükselen döşeme yol, bir süre sonra eski mezarlığın yanından bir patikaya ulaştırdı bizi. Mezarlığı solumuzda bırakarak yürümeye devam ettik ve Akdağ’ın eteklerini takip ederek yemyeşil çayırların içinden geçtik. Tepemizde masmavi bir gök, ufuk çizgimizde İzmir’in karşı kıyılarına dek uzanan derin mavilikler; denizin mavisi, ama her şeyden önemlisi; şu yarımadada binlerce yıldır yaşanmış olan her şeyin tanığı, karşımızda o dev gibi kireç taşından kütle; Ozan Homeros’un Rüzgârlı Mimas’ı ya da nam-ı diğer Akdağ

 
Döşeme yol; Karaburun

 
Gezginler ve Akdağ; Saip yolunda...

 
Akdağ önlerinde Karaburun gevenleri

 
Gevenler henüz tomurcukta... 

Zeus ile Hera’nın oğlu Hephaistos’un karşıtı; dev Titanlardan Mimas, Zeus’un öfkesine kurban edilir bir gün; üzerine tonlarca demir eritilip dağın dibine gömülür koca dev. O günden sonra dağın adının o devden geldiği rivayet edilir orada burada. Destanlarında tekinsiz rüzgârlarından söz eder ozanlar; özellikle de hemşerimiz Homeros… “Khios’un aşağısından Rüzgârlı Mimas’ı mı tutalım yoksa? Yakarıyorduk tanrıya bir belirti göstersin diye.”

 
İris Gölü
(Fotoğraf: Aydın Aydemir; Nisan 2015)

  
İris Gölü kıyısında karabaş otları
(Nisan 2019) 

Bir de İris vardır; çapkın Zeus’un kaçamaklarına bekçilik etsin diye kıskanç eşi Hera’nın dağın başına nöbetçi diye koyduğu bir ulaktır aslında Tanrılar katında İris. Thaumas ile Elektra’nın kızı; baba tarafından Pontos’a, ana tarafından Okeanos’a bağlıdır. Gökkuşağını simgeler, gökkuşağı da denizden çıkarak gökle yeryüzü arasındaki ilişkiyi kurar göründüğü için, Olympos tanrıları; İris’i de Hermes gibi ulak ve özellikle insanlara haber salmak için kullanırlar(10). Rivayet, odur ki; Zeus’u gözetlediği bir anda yakalanır ona ve Zeus’un gazabından kurtulamayarak; bugünkü Karareis-Cami Boğazı arasında bir yerde göle çevirir zalim Zeus, İris’i… Bugün sonbaharda gölün her yanındaki makiliklerin arasında baş veren mor renkli süsen ya da iris çiçekleri, o günlerden kalmadır derler. Ah eder hepsi; bittikçe sonbaharda birer birer…

 
Saip yolunda geçici yol arkadaşlarımızla ilk temas...

 
Karaburun-Saip yolu

 
Saip yolunda karşılaştığımız çeşme

 
Köpekler peşimizi bırakmadı. 

Saip köyüne yaklaşırken katırtırnaklarının gösterisi, iyice coşkun bir hal aldı. Akdağ’dan Saip Altı’na doğru akan bir dere yatağına doğru bir çiftliği geçtik. Çiftliğin yakınlarında sevimli iki köpek takıldı peşimize. Çınarlarla kaplı dere yatağını aşarken, 19.yy.dan kalma; Karaburun yarımadasının karakteristik taş çeşmelerinden biriyle karşılaştık. Bir yarım daireye karşılık gelecek şekilde; bir sıra taşla örülü kemeri, ortasındaki kilit taşı, ön cephede kemerin iki yanında yer alan; yine taşla örülmüş silmeler, toprağın içinde gömülü kalmış haznesi ve buz gibi akan suyuyla oldukça gösterişliydi çeşme. Öğleye doğru ısınan havanın bunaltıcı etkisini çeşme başında bir süre serinleyerek azaltmaya çalıştık. Kısa mola sonrası, köpeklerle birlikte yeniden Saip köyüne doğru ilerleyen şoseden yürümeye başladık.

  
Beyaz Girit ladenleri ya da bayır gülleri

  
İnek memeleri

Gezgin, Akdağ ve katırtırnakları

 
Gelincikgillerden glacium...

 
Papatyagillerden krizantemler

Çevremizde sadece katırtırnakları yoktu; pembeden mora doğru derinleşen bir tonda engerek otları, gösterişli ebegümeci çiçekleri, pembe ve beyaz renkli Girit ladenleri ya da bayır gülleri, henüz tomurcukta olan gevenlerin diplerinden baş veren pembe inek memeleri, papatyagillerden sarı krizantemler, giderek sertleşmiş çağlalarıyla badem ağaçları, bayır güllerini andıran; ama parlak sarı renkli taç yaprakları ve kenarları keskince ve parçalı yapıda; açık yeşil rengi yapraklarıyla onlardan ayrışan başka türlü çiçekler Saip yolundaki floranın önemli unsurlarıydı.

 
Önde engerek otları, arkada katırtırnakları

 
Saip'te bir sokak
(Şubat 2010)

 
Saip kır kahvehanesi; arkada Akdağ
(Mart 2012)

 Saip köyünün üstünde katırtırnakları

 
Papatyalar

 
Ebegümeci çiçeklerinin ardında Ambarseki

Saip Altı’na doğru masmavi bir deniz, köyü Akdağ yönünden çeviren yol kıyısında ve dağa doğru yoğunlaşan yapılaşma faaliyetleri arasında kalmış köyün beyaz badanalı evlerinin hemen üzerinden geçerek Ambarseki’ye doğru ilerleyen yoldan devam ettik. Buradan itibaren Ambarseki köyünün merkezine dek tali asfalt yolu kullandık. Ambarseki köyüne yakın bir konumda; bir anıtsal çınar ağacının dibinde, bir başka çeşme daha çıktı karşımıza. Bu çeşmelerin hepsinin bir ismi olmalıydı mutlaka; ancak soracak kimsecikler yoktu ortalıkta. Bir süre de onun yanında oyalandık. Daha sonra köyün mezarlığına doğru ilerleyen en alt düzlemdeki yolu takip ederek köyün merkezindeki ve denize nazır görünümü ile dikkat çeken kahvehanesine ulaştık. Ortada bir havuz, havuzun kıyısında bir Atatürk büstü, ağaçların koyu gölgesi altında etnografik malzemelerle zenginleştirilmiş kahvehanenin bahçesi, arka arkaya içilen çaylar eşliğinde bir konfor alanı görünümündeydi.

 
Ambarseki yolunda eski bir çeşme daha...

 
Gezginler, Ambarseki sokaklarında...

 
Ambarseki kır kahvehanesinden doğudaki denize bakış...

 
Gezginlerin Ambarseki molası 

Kahvehane molası sonrasında köyün evleri arasındaki sokaktan ilerleyerek, işaretlenmiş yürüyüş parkuru için Akdağ’a doğru yöneldik. Yine katırtırnakları, yine insanı sarhoş eden o güzelim kokular ve kuzeyimizde uzayıp giden derin mavilikler; o ne güzel yol arkadaşlığıydı öyle.

 
Ambarseki kır kahvehanesindeki Atatürk büstü ve kaidesi

 
Ambarseki kır kahvehanesinin genel görünümü

 
Ambarseki-Kösedere arasında katırtırnakları

Aslında Saip ve Ambarseki, 19.yy.da Ege adalarından gelen Rumlarla Türklerin birlikte kardeşçe yaşadıkları köylerden ikisi. Yarımadanın İzmir’e doğru bakan yüzünde, aşağılardaki maviliklere doğru birer seki üzerinde konumlanmış bu köyler, o kadar sevimli ve güzeller ki; son yıllarda şehirlerden gelen yeni sakinlerine kol kanat gerer oldular. Butik oteller ve sevimli kır kahvehaneleriyle özellikle bu iki köy, Karaburun’a yaklaşmakta olan yolculara bir nefes alma mekânı sunuyor. Ama her zaman olduğu gibi giderek yaygınlaşan yapılaşma eğilimini de göz önüne alırsak; kantarın topuzunun kaçmaması dileğiyle…

 
Esendere
(Şubat 2016)
 
Kösedere'ye doğru...

 Kösedere yolundan Saip Altı ve Karaburun'a doğru bakış

İnek memeleri

Esendere’ye kadar Ambarseki’den Kösedere’ye doğru uzanan yürüyüş güzergâhının işaretleri belirgindi. Ancak Karaburun yolunun bu bölümünde; devam etmekte olan yol genişletme çalışmaları nedeniyle yürüyüş parkurunun işaretleri yer yer kaybolmuştu. Yolun üst düzleminde işaretleri ararken yaşlı bir zeytinliğin içinde kısa bir mola verdik. Mola sonrasında yol kıyısından ilerleyerek Kösedere’ye doğru kıvrılan ve yürüyüş güzergâhı işaretlerinin yeniden başladığı bir toprak yoldan Akdağ yönünde içerilere doğru girdik.

 
Sarılar ve maviler; katırtırnakları ve deniz...

 
Karaburun orkideleri; tavşan topuğu

 
Tavşan topuğu

Yürüdüğümüz toprak yolda zeytin ağaçlarının arasında; birbirine benzer şekilde taşlarla oluşturulmuş en az üç tane tepecik dikkatimizi çekti. Dairesel şekilli, mezarı andıran görünümde ve çevresi taşlarla örülü, içi toprak dolu bu tepecikler bize tuhaf göründü. Eğer amaç tarladaki taşları ayıklayıp onları bir yere yığmak ise; neden dairelerin çapları neredeyse aynı idi ve içi niye toprak doluydu? Bu taş yığınlarını anlamlandıramadan kafamızda soru işaretleriyle zeytinlikten ayrıldık.

  
Kösedere yolunda bir zeytinliğin içinde muntazam taş yığınları

 
Yabani çörek otu çiçeği; açık mavi renkli...

 
Yabani çörek otu; bu da beyaza yakın renkte...

 
Gladiyoller

 
Karaburun'da kıl keçilerinin yemeye doyamadığı kesmik çalıları henüz tomurcukta...

 
Tire'deki yöresel adıyla zilcanlar

Kösedere yolunda şimdiye kadar hiç görmediğim; yabani çörek otların çiçekleriyle karşılaştım. Doğrusu çok ilginçtiler; mavi ve beyaz arasında farklı tonlarda gördüğümüz örneklerinde; çiçeğin göbeğinde lacivert tonlu dişi organlar ve onların çevresinde yeşil renkli yine dişi organlara benzer oluşumları vardı. Yaprakları ise dereotu ya da papatyagilleri andıran özellikteydiler. Benzersiz görünümleriyle aklımızın bir köşesine yazdık onları. Biraz ilerde yolun sağında ve solunda bizi yalnız bırakmayan katırtırnakları, gladiyoller, orkideler, tarla sarmaşıkları, henüz tomurcukta dağ çilekleri ve zilcanlar Kösedere yolunda rastladığımız bitki örtüsünün önemli unsurlarıydı.

 
Kösedere'ye doğru yürüdüğümüz toprak yol

 
Bu da aynı yolun bir başka bölümü

Kösedere yolunda katırtırnakları

Çok uzaklarda Eğlen Hoca'nın pervaneleri

Kösedere yolunda; dönüp arkamıza baktık.

Su takviyesi yaptığımız hayrat çeşmesi

Kösedere’ye doğru çiftlik evleri başladı. Köyden oldukça uzak konumda ve geniş araziler içinde; yeni yapıldığı her halinden belli olan, bir kısmı da inşaatı devam eder durumda, çok sayıda gösterişli evin yanından geçtik. Giderek yükselen yolu takiben tepeye eriştiğimizde, önümüzde daha epey yolumuzun olduğunu fark ettik. Çok uzaklarda Eğlen Hoca köyünün arkasındaki pervaneler ve antenler belli belirsiz görünmekteydi. Bir süre daha yürüdükten sonra işaretli parkur, bizi Kösedere’yi Karaburun asfaltına bağlayan tali yola ulaştırdı. Köyün sırttaki evleri görünmüştü. Yolu atlayarak Kösedere’nin hemen altında uzanan bir vadiye doğru yürüdük.

 
Yabani çörek otları

  
Şemsiye çiçeği ya da tarla sarmaşığı; convolvulus...

  
Gezginler, Kösedere asfaltına yaklaşırken...

 
Çekmeden duramadık; yine katırtırnakları...

 
Kösedere'ye az kaldı.

Vadide en dikkat çekici alan, adını köyden alan Kösedere’nin aktığı dere yatağıydı. Geniş gövdeli, asırlık çınar ağaçlarıyla kaplı ve zengin bitki örtüsüyle dikkat çeken alanda oldukça eski bir çeşme vardı. Üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre en son 1981 yılında tamir görmüştü. Koyu gölgeli ve bülbül sesleriyle bezenmiş mekânda bir süre dinlendik. Yaz günlerinin kavurucu sıcaklarında burası benzersiz bir sığınma alanı gibiydi.

 
Kösedere'nin deresi; o da Kösedere...

 
Çınarlar altında eski bir çeşme; bir konfor alanı...

 
Dağa Kaçtım gezginlerinin Kösedere hatırası

 
Kösedere'ye girerken yol üstündeki eski zeytinyağı işliğinden kalan ve zeytin ezmek için kullanılan bir taş baskı tezgahı

 
Zeytin presinden kalan...

 
"Kösedere'ye hoşgeldiniz."

Vadiden çıkarak yeniden Kösedere’ye giden asfalt yola kavuştuk. Köye kadar yaklaşık 1 km civarında bu yoldan yürüdük. Daha önceki birkaç yürüyüşümüzde de mola verdiğimiz köyün meydanındaki kahvehane son durağımızdı. Yol üzerinde eski bir zeytinyağı sıkma tesisinden kalan enkaz ve köy girişindeki eski tarihi çeşme yol boyunca anılması gereken son önemli noktalardı. Eğer yanlış okumadıysak; çeşmenin üzerindeki kitabede Hicri 1071 (Miladi 1660) tarihi yer almaktaydı. Bu da yazının yukarılarında söz ettiğimiz doğrultuda; Börklüce ayaklanması sonrasında bu topraklarda iskâna yaklaşık 200 yıl kadar ara verildiğini gösteriyor.

 
Köyün girişindeki 1660 yılı yapımı çeşme

  
Kösedere çeşmesinin kitabesi

 
Kösedere köy kahvehanesi ve meydan...

 
Kösedere'den bir başka görünüm

Köyün meydanına ulaştığımızda Kösedere köyünün uzun yıllar tamamlanamayan cami restorasyonunun nihayet bitmiş olduğunu gördük. Ama hala çevrede inşaat artıklarının tamamen temizlendiği söylenemezdi. Kösedere Camisi, II. Abdülhamit döneminden kalma tarihi minaresi ile dikkat çekiyor. 19.yy.ın sonlarına doğru Batı Anadolu’daki Rumların milliyetçi rüzgârlardan etkilenerek pervasız bir şımarıklık içine girdikleri bir dönemde; eziklik yaşayan Müslüman Türk ahalinin moralini yükseltmek amacıyla, kıyıya yakın birçok köy camisinde bir kampanya şeklinde andezit / sarımsak taşından tek tip minareler inşa edilmişti. Hatta bunların bazılarını İzmir’in Türk mahallelerinde bile görmek mümkündü. (Basmane’deki Çorakkapı Camisi ile Karşıyaka’da 19.yy.da Türklerin yoğun yaşadığı Soğukkuyu köyündeki Çömezcizade Hacı Mehmet Efendi Camisi’nde olduğu gibi) Kösedere Camisi’nin ne zaman inşa edildiğine dair bir bilgi bulunmuyor. Ancak, giriş kapısının üstünde yer alan onarım kitabesinden anlaşıldığına göre; Hicri 1229 (Miladi 1814) yıllarında onarım görmüş. Onarım kitabesinde caminin banisinin ismi de yer alıyor.

 
Kösedere Camisi

 
Kösedere Camisi ve minaresi bir arada...

 
Caminin girişi

“Bu camiyi bina eden Halime Hatun idi
Binası köhneyip anın harap olmuş anın resmi
Tamirine kast eyleyen Mustafa idi anın ismi
Bunu tamir edip anın hemen asl idi aslı, cümle
İttifak edip ma’muriye[ti]ne kast edeni, bu camii ma’mur
…. eden …. …. hıfz eyleyeni sahib-ül-hayrat
Halime ve tamir Mustafa bin Hüseyin
Bostancı-zade
Min şehr-i şa’ban sene 1229”(11)

Arkeoloji ve Sanat Yayınları arasında yayınlanan Cengiz Gürbıyık’ın Karaburun Yarımadası’nda Türk Mimarisi isimli kitabında söz konusu kitabe ile ilgili şu bilgiler veriliyor:

“Kitabeden yapının Halime Hatun adlı bir kişi tarafından inşa ettirildiği, ancak daha sonra hasar gördüğü ve Bostancızade Hüseyin oğlu Mustafa tarafından 19 Temmuz-16 Ağustos 1814 yılında tamir ettirildiği anlaşılmaktadır. Yapı, gerek mimari, gerekse süsleme özellikleri bakımından bu tarihe uygun düşmektedir. Dolayısıyla bu onarım, belki de yapının yeniden inşa edildiği kapsamlı bir onarım olmalıdır.”(12)

 
Caminin onarım kitabesi
(Temmuz 2008)

 
Caminin girişindeki kemer üstünde yer alan alçı işi süsleme
(Temmuz 2008)

Caminin girişinde yer alan ve bir kuş yuvasını andıran alçı süsleme, içteki kemerin kilit taşı üzerindeki ay-yıldız kabartmaları, mihrabın içine asılı vaziyetteki boyalı perde süslemeleri, mihrabın iki yanındaki sütunlar ve üzerindeki alçı kabartmalı bitkisel motiflerle bezeli saçak, vazolar ve caminin içindeki yakın coğrafyayı betimleyen manzara resimleri iç plandaki barok mimarinin ipuçlarını veriyor. Eski yıllardaki ziyaretlerimizdeki bu gözlemlerimize ek olarak 19.yy. İzmirli Rum saat ustalarından birine ait olan ahşap gövdeli saati de unutmamalıyız.

 
Cami tarafından meydana bakış

  
Kösedere'deki dostlara da ilgisiz kalamadık.

 
Bu da diğeri...

Köy meydanının yola bakan ön cephesine konulmuş bir heykel kaidesi, yörenin İlkçağ geçmişinin de oldukça zengin olduğunu haber veren bir kanıt gibi duruyor.

Kösedere Camisi'nden bir başka görünüm

 
Kösedere evlerinden biri
(Mart 2017)

Bir akşam vakti gecikmiş bir yemeğin arkasından içilen çaylar, 15 km.lik yol yorgunluğu ve günün kritiği; Mavi Boncuk Kösedere köy kahvehanesinde Karaburun’a bizi götürecek akşam dolmuşunu beklerken yaptığımız son avarelikler… Aklımızda bu toprakların eski sahipleri, yenmiş ve yenilmiş olanlar onlar tarihte bir figür olarak yerlerini aldılar; kimi silikleşti ve bir hayalden öte hiçbir şey kalmadı geriye… Ama bir ülkü uğruna; “yârin yanağından gayri” her şeyin ortak olduğu eşitlikçi bir toplumun hülyasıyla bu yola düşenler ise, hiç ama hiç unutulmadılar. Karaburun yarımadası, bugün dahi; o hatıraların gizli saklı delillerini meraklısı için hala bağrında barındırmaktadır. Ama sadece ve sadece meraklısı için…

Dipnotlar:
(1)   Karaburun Jeolojisi; meraklısı için Burhan Erdoğan, Demir Altıner, Talip Güngör ve Sacit Özer; Karaburun Yarımadasının Stratigrafisi; bkz. https://dergipark.org.tr/download/article-file/583155 ya da Adnan Kalafatçıoğlu-Karaburun Jeolojisi https://dergipark.org.tr/download/article-file/625941
(2)  Eosen: 3.jeolojik zamanın (Tersiyer) 2. alt evresidir. İlkel primatların (insan ve maymunların ataları) iyice yayıldığı dönemdir. Zamanımızdan 54-38 milyon yıl önceki dönemi kapsar. Eosenin başlangıcı, ilk modern memelilerin ortaya çıkması ile tanımlanır. Çift toynaklılar, tek toynaklılar ve primatlar (insan ve maymunların ataları) gibi memeli gruplarının küçük boyutlu formları ile hortumlu memeliler, kemirgenler gibi günümüz memeli gruplarının erken formlarının, deniz memelilerinin, günümüz kuş takımlarının ilk kez ortaya çıktığı, karalarda tümüyle memelilerin egemen olduğu, bu devre sonundaki kitlesel yokoluş ile Asya faunasının Avrupa’ya giriş yaptığı bir dönem olarak dikkat çeker. (Kaynak: Wikipedia ve ekşi sözlük)
(3)  Karbonifer: Paleozoik zamanın beşinci alt bölümü olarak karbonifer kayaçların oluştuğu jeolojik zaman dilimidir. Zamanımızdan 354-292 milyon yıl önceki dönemi kapsar. Kömürün oluşmaya başladığı çağdır. O devrin bitkilerindeki yoğun lignin içeriği ve henüz lignin maddesini metabolize edecek bakteri ve mantarların evrimleşmemiş olması sebebiyle bu ağaçların çürüyememesi, üst üste yığılarak bataklıklarda gitgide gömülmesiyle yüksek basınç altında bu kalıntılar kömüre dönüşmüştür. Yine bu dönemde atmosferik oksijen düzeyi %35 seviyelerine çıkmış, bu da trake solunumu yapan böceklerin devasa boyutlara ulaşabilmesine olanak sağlamıştır. Bu durum bugün kömür yataklarından çıkarılan iki metre boyundaki çıyan ya da kartal boyutlarındaki yusufçuk fosillerinden anlaşılmaktadır. (Kaynak: Wikipedia ve ekşi sözlük)
(4)  Ordovisyen: Ordovisyen dönem, Paleozoik zamanın ikinci alt bölümü olarak ordovisyen kayaç sistemlerinin oluştuğu dönemdir. Zamanımızdan 495-471 milyon yıl önceki dönemi kapsar. Deniz omurgasızlarının çeşitlenmesi, Paleozoik faunasının kurulması ve bitkilerin ve eklem bacaklıların karaya çıkışı en karakteristik özellikleridir.(Kaynak: Wikipedia)
(5)  Fliş: Derin deniz ortamında oluşmuş tortul kaya tabakaları
(6)  Karaburun yarımadasındaki Erythrai’nin uydu yerleşim isimleri rahmetli Erkmen Senan’ın bloğundan alınmıştır. Bkz. http://erkmensenan.blogspot.com/2010/03/karaburun-ve-cevresinin-ilkcag-tarihsel.html
(7)   Mikhael Doukas, Tarih, Anadolu ve Rumeli (1326-1462) Çeviren: Bilge Umar; Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2008; sayfa: 98-99
(8)  Michel Balivet, Şeyh Bedrettin, Tasavvuf ve İsyan; Tarih Vakfı Yurt Yayınları 94; Birinci Basım-2000; sayfa 79
(9)  Mikhael Doukas; a.g.e.; sayfa:101-102
(10) Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi; 11.Basım; Sayfa:162; İris maddesi
(11)Cengiz Gürbıyık, Karaburun Yarımadası’nda Türk Mimarisi, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2010; sayfa: 51-52
(12) Cengiz Gürbıyık, a.g.e.; sayfa: 52
(13) Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

6 yorum:

  1. çok güzel bir gezi. Bilgiler, fotolar ve paylaşımlar için çok çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz ve geri bildiriminiz için teşekkürler... Devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil
  2. Şimdiye kadar okuduğum en doyurucu, en şahane gezi yazısı, bravo!
    Ellerinize, ayaklarınıza, emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Destekleyici geri bildiriminiz için teşekkürler... İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil
  3. Muhteşem ötesi bir anlatım..Bayıldım.Sayenizde bende orada oldum ve geçmişi yaşadım resmen.Yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginize çok teşekkürler... Bloğumuza olan ilginizin ve eleştirilerinizin devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil