ŞİMDİ KATIRTIRNAKLARININ
ZAMANI
Yaza doğru
Her şey hafifler
Karaburun’da;
Rüzgârlı Mimas’ın eteklerinde
Katırtırnaklarının kokusu bile.
Sapsarı ve derin;
Rüzgârlara binip giderken
Gamsız akşamlarında sessiz büklerin,
Hayatın yükü ve diğerleri;
Karaburun’da her şey hafifler bir gün.
2 Mayıs 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Bugün İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin iyi
niyetli bir çabasının örneği olarak bölgedeki yürüyüş grupları ve doğa
gönüllülerinden aldığı destekle hayata geçirdiği Rotamız Yarımada kapsamında yer alan yürüyüş güzergâhlarından
birinde yürüdük. Bu yıl Karaburun
yarımadasında yaptığımız ikinci yürüyüş oldu bu seferki. Datça yarımadasının topografyasına ve bitki örtüsüne oldukça benzer
özellikteki Karaburun civarında yürümek
nedense bize iyi geliyor. Ayrıca İlkçağ’dan günümüze söylence ile gerçeğin iç
içe geçtiği bir coğrafya olması nedeniyle de bizim için ayrı bir cazibesi
olduğunu da söylemeliyiz.
Rüzgarlı Mimas ve katırtırnakları
Bugün yürüdüğümüz rotayı
emekle belirleyip işaretleyen ve bugün de yaşaması için uğraş veren Karaburunlu
değerli doğa dostlarına da buradan bir selam göndermek ve teşekkür etmek
boynumuzun borcudur. Ama bu vesileyle rotayı belirleyen işaretlerin devam
etmekte olan Karaburun yol inşaatı
nedeniyle Esendere civarındaki bazı
yerlerde kaybolduğunu da belirtelim. Bizim için elbette sorun yok; zaten kendi
rotalarımızı çoğunlukla kendimiz yaratıyoruz, ama coğrafyaya yabancı başka
doğaseverlerin bu işaretlere gereksinimi olabilir. Bu konudaki tek dileğimiz;
oldukça uzun bir hazırlık sürecinde, büyük emeklerle hayata geçirilen bu önemli
girişimin yok olmaması için, ilgili kuruluşların belli bir devamlılık içinde bu
projeye gereken ilgiyi göstererek sahiplenmeleri ve yaşatmalarıdır.
Karaburun'dan eski mezarlığa doğru...
Karaburun'dan Kösedere'ye; yürüyüş rotamız 15 km...
(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen: MYC)
Karaburun'dan Kösedere'ye; yürüyüş rotamız 15 km...
(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen: MYC)
Saip yolunda...
Karaburun Jeolojisi(1)
Batı Anadolu’da üç tektonik kuşak yer
almaktadır. Bunlar bugünkü konumlarını Orta
ve Geç Eosen’de(2) gelişmiş olan bindirme tektoniği ile kazanmıştır. Bu
kuşaklardan en doğuda olanı Menderes
Masifi, ortadaki İzmir – Ankara Zonu
ve en batıdaki ise Karaburun
kuşağıdır. Orta ve geç Eosen’den
itibaren Batı Anadolu’da kuzey – güney yönlü çekme kuvvetleri egemen olmaya
başlamış ve halen devam etmekte olan bu Neotektonik
evrede, bu yaşlı kuşakları verev kesen gerilme havzaları oluşmuş, bu havzalara
gölsel ve karasal tortular dolmuştur.
Katırtırnakları
Kaynarpınar kahvehanesi
Karaburun yarımadasında Batı Anadolu’nun en eski
kayaç grupları gözlenir. Bunlardan en eskisi Ildırı yakınlarında yer alan orta karbonifer(3) yaşlı
Alandere formasyonudur. Batı Anadolu’da hâkim olan tektonik hareketler
etkisiyle, Karaburun kuşağı doğu
sınırında da jeotermal sıcak su kaynakları oluşmuştur. Bunlardan en önemlisi 350C
sıcaklığa sahip Gülbahçe Kaplıcası’dır.
Kaplıca, Karaburun – Gülbahçe
karayolu sapağı kıyısındaki Tatar Deresi azmağı
mevkiinde yer almaktadır. Roma döneminden kalma eski bir hamam yapısının
bulunduğu bu kaplıcanın sularının; sülfat, magnezyum ve klorürce zengin olduğu
bilinmektedir.
Gülbahçe Hamamı
(Şubat 2014)
Gülbahçe Hamamı yakınları; sıcak suyun kaynadığı yerlerden biri
(Şubat 2014)
Roma hamamının içi
(Şubat 2014)
Formasyon; başlangıç ve bitiş noktaları
arasında oluşum açısından bütünlük arz eden jeolojik yapılar olarak tanımlanmaktadır.
Karaburun yarımadası, Urla’dan itibaren Nohutalan formasyonu ile
başlar. Bu formasyon, Malgaça İçmeleri’den
Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün
arazilerine doğru ilerlerken, solda yükselen tepedir. Kireç taşı yapılardan
oluşmuştur. Bu tepelerin üzerinde eski bir Pers mezarı da yer almaktadır.
Balıklıova-Mordoğan arasında yer alan kayaç oluşumları
(Nisan 2014)
Balıklıova-Mordoğan arasında tortul kayaçlar
(Nisan 2014)
Balıklıova civarındaki oluşuma Gerence
Formasyonu adı verilmektedir. Ordovisyen(4) yaşlı bir oluşumdur.
Şimdi terk edilmiş durumdaki; eski bir Rum köyü olan Eski Balıklıova köyünün yaslandığı dağ, kireç taşı bloklarından
oluşmuş, doğudan göç ederek batıya gelmiş böyle bir kütledir. Tektonik pencere şeklinde fliş(5)
formasyonu bulunmaktadır. Ovada Ildırı yolunun sağında enginar tarlaları
içinde çok ilginç bir kireç taşı kütlesi vardır.
Kaynarpınar florasından; ekşi yonca ya da oxalis...
Katırtırnakları; Karaburun'dan sonra...
Bilimsel açıklamalara göre; eskiden Anadolu’da Tetis Denizi bulunmaktaydı. Afrika Levhası’nın saatin ters yönünde
hareket ederek Arabistan Lehvası’nı Anadolu Levhası’na doğru ittirmesi
sonucu Tetis Denizi’nin doğudan
batıya doğru kapanmasına, kaya çökelmelerine ve giderek bu oluşumların doğudan
batıya doğru göç etmesine neden olmuştur.
Eğlen Hoca'nın doğu yönünde derin bir vadi ve kaya oluşumları
(Ocak 2010)
Balıklıova-Mordoğan arasında mermer ocakları
(Nisan 2014)
Eski
Balıklıova
köyünün sırtındaki oluşumlar tektonik
pencere olarak adlandırılır. Buradan Karaburun’a
doğru sırayla Güvercinli formasyonu
(Mordoğan civarı; 8-10 milyon yıl
öncesi çökelmiş, buralarda peri bacalarına benzer volkanizma ürünü beyaz,
asidik tüf oluşumları var), Cami boğazı (Kaynarpınar civarı; sığ deniz ortamında çökelmiş, karstlaşmış kireç
taşı oluşumu); Kara Reis Formasyonu (Karaburun
yarımadasının doğu ve batı yakasına kadar uzanan ve önemli bir bölümünü
kaplayan, ordovisyen yaşlı, derin
deniz çökelmeleri sonucunda oluşmuş bir formasyondur); Alandere Formasyonu
(Ildırı’ya doğru) yer alır.
Hamzabükü
(Ağustos 2008)
Badembükü kayalıkları
(Ocak 2010)
Yarımadanın en büyük yükseltisi ise; 1212
metrelik, ağırlıklı olarak kireç taşı oluşumlu Akdağ ya da Bozdağ’dır.
Tarihsel Arka Plan; Mimas’dan Stilaryon’a; Karaburun İsyanı
İlkçağ’da İyonya
topraklarının bir parçası olan, Bouteia
(Meli ya da Karareis Çiftliği), Phoenicos
(Eğri Liman), Sidousa (Neredeyse
Karaburun’un merkezi; Saip ve Ahırlı), Pteleon
veya Tolos (Denizgiren ya da
Küçükbahçe), Pyrgos (Karaburun’un
Burgaz Tepesi Mevkii), Vouthia ya da Voiniatis (Parlak), Polikhna (Balıklıova) gibi Erythrai’nin
uydu yerleşimlerinden bazılarını(6)
barındıran Karaburun yarımadası; o zamanki ismiyle Khersoneos, tarih boyunca bağrında zengin hikâyeleri besleyen bir
coğrafya olarak öne çıkmış. Aslında bütün yarımadayı düşünürsek; İyon şehir
devletlerinden Klazomenai, Teos ve Erythrai’nin topraklarının tamamının bu
yarımadada yer aldığı bile söylenebilir. Ama bugün bizim odaklandığımız
coğrafya, yarımadanın kuzeye doğru uzanan ve İzmir-Çeşme otoyolunun kuzeyinde
kalan bölümü…
Karaburun önlerinde bir Ortodoks kilisesinin bulunduğu vadi
(Ocak 2010)
Rum Ortodoks kilisesinden geriye kalan somut delillerden biri; bir sütun parçası
(Ocak 2010)
Bizans Döneminde
Karaburun, Stylarion (Stilaryon) olarak;
sırtını dayadığı, bugün Akdağ ya da Bozdağ olarak adlandırdığımız, İlkçağ’da
Yunan mitolojisinde yer alan Titan devlerinden birinin ismi ile ilişkilendirilen
Mimas Dağı ise Stylarios Dağı olarak adlandırılıyor.
İlkçağ'da Mimas; Ortaçağ'da Stylarios Dağı; şimdi Akdağ ya da Bozdağ
Bu coğrafyayı Ortaçağ’da
öne çıkaran tarihsel olaylardan birisi ise hiç şüphesiz o çağda dahi
yarımadanın karadan ve denizden sınırlarını çoktan aşmış bulunan şanıyla Börklüce Ayaklanması…
Aşağı Ovacık'da eski bir çeşme; Cehennem Vadisi'nde...
(Ocak 2010)
Bizanslı tarihçi Mikhael Doukas; Bilge Umar çevirisiyle, yüzlerce yıl sonra dilimizde yayınlanan Tarih isimli kitabında bu ayaklanmadan
şu şekilde söz ediyor:
“O günlerde, kırsal yöre insanı kaba saba
bir Türk, İonia Körfezi [İzmir Körfezi] girişinde doğu yanda, Khios/Sakız Adası
karşısındaki, halk arasında Stylarios [Rumcada; koca direk, destek sağlayıcı
büyük direk] diye anılan dağın yöresinde [Karaburun yarımadasında], ortaya
çıktı. Bu kişinin mülksüz, yoksul Türklere vaazlar vererek yaydığı öğretisine
göre, kadınlar dışında her şey, örneğin yiyecekler, giyecekler, çift
hayvanları, tarlalar, ortak mal olmalıydı. “Ben senin evine kendi evim imiş
gibi gelebileceğim ve sen benim evime seni evinmiş gibi gelebileceksin; yalnız
kadın kız takımı [ortaklık konusu olmaktan] hariç”. Hemen hemen bütün köylüleri
kendine mürit edinmeyi başardıktan sonra, sinsi tutumla Hıristiyanların
dostluğunu kazanma çabasına girişti. Bu amaçla ulu orta diyordu ki; “Türklerden
bir kişi Hıristiyanların Tanrı’ya saygı göstermediğini öne sürerse kendisi
Tanrı’ya saygısı olmayan biridir”. Bunun üzerine onun öğretisini
benimseyenlerin hepsi denk gelip de bir Hıristiyan’la karşılaşsalar, onu konuk
edip ağırlar oldular, sanki Zeus’un gönderdiği bir melek imiş gibi ona saygı
gösterdiler.”(7)
Aşağı Ovacık'dan Balıklıova-Ildırı yolundaki Koz Çeşmesi'ne doğru uzanan vadi; Cehennem Vadisi burası mı?
(Ocak 2010)
Aşağı Ovacık'da keçi sürüleri
(Ocak 2010)
Aşağı Ovacık'da bir sütun parçası
(Ocak 2010)
Aşağı Ovacık'da eski yerleşim izleri
(Ocak 2010)
Aşağı Ovacık'da eski bir toprak künk
(Ocak 2010)
Doukas, Börklüce’nin Türk tebaası olmayanlar dâhil, Hıristiyanlarla temas kurmaya çok eğilimli olduğuna tanıklık ediyor. Börklüce’nin Sakız adasını eylem alanı olarak seçmesinin nedeninin, birkaç yıl önce bu adadan geçmiş olan mürşidinin (yani Şeyh Bedrettin) düşüncelerinin kazandığı başarı ve belki de burada bıraktığı müritler, olduğu varsayılabilir. Bu varsayımı destekleyici unsurlar olarak, Şeyh Bedrettin’in torunu Hafız Halil tarafından Fatih Sultan Mehmet döneminde kaleme alınan Menakıbname, 1405’e doğru Sakız’a yapılan ve belki de Börklüce’nin de katıldığı ilk “din yayma” seferinden, Doukas da Börklüce Mustafa tarafından görevlendirilen ikinci bir derviş dalgasından söz eder.(8)
Rum yerleşimi Eski Balıklıova köyünden...
(Ocak 2010)
Eski Balıklıova köyünden denize doğru bakış; kıyıda Yeni Balıklıova...
(Ocak-2010)
Bugünkü Akdağ’ın çevresinde katmerleşen bir dizi derin vadiyle engebeli ve zor bir coğrafyayı barındıran Karaburun yarımadasının, Börklüce Mustafa ve yoldaşları tarafından bir üs ve “din yayma” merkezi olarak seçilmesi tesadüf olmamalıdır. Bugün dahi sık makiliklerle kaplı bu derin vadilerde bir uçtan diğer uca doğru ilerlerken bu gerçeği kolaylıkla kavramak mümkündür.
Karaburun Çullu Camisi'nin içinden; 17.yy. yapısı
(Ocak 2010)
Çullu Camisi; restorasyon öncesi
(Ocak 2010)
Çelebi Mehmet’in; kendisiyle taht kavgasına girişen diğer kardeşlerini birer birer
ortadan kaldırması sürecinde alevlenen Karaburun
İsyanı, öncelikle Bulgar asıllı Saruhan
Valisi Sisman’ın ve yine Saruhan
ve Aydın illerinin Sancak Beyi Timurtaş Paşazade Ali Bey’in kuvvetleri
tarafından bastırılmaya çalışılır. Ancak tüm bu girişimler, Bizanslı Doukas’ın deyimiyle Stilaryon’un dar geçitlerinden ileriye geçmeye muvaffak olamazlar. Stilaryonlular, 6.000 kişilik bir
kuvvetle geçişi neredeyse olanaksız daracık dağ geçitlerinden aşıp gelerek, Sisman’ın ve arkasından Ali Bey’in ordularını perişan ederler.
Kazanılan bu zaferlerle, Börklüce’nin
çevresinde öbeklenen mürit kitlesi de çığ gibi büyür. Durumdan haberdar edilen Çelebi Mehmet, bu kez henüz çocuk
denecek yaştaki oğlu Şehzade Murat
ile Sadrazam Beyazıt Paşa’yı 30.000
kişilik son derece iyi teçhiz edilmiş bir ordu ile Stilaryonlular üzerine bir
kez daha gönderir.
Çullu Camisi
(Ocak 2010)
Çullu Camisi; yan cephe
(Ocak 2010)
Tarihi kaynaklara göre bu kadar büyük bir ordunun Karaburun Yarımadası’nın derinliklerine doğru ilerleyişi sırasında
su temini, önemli bir problemdir. Bu anlamda bugünkü yer adlarıyla Karapınar, Kaynarpınar ve Kozağaç mevkilerindeki
su kaynaklarının varlığı, ordunun ilerleyişinde anahtar bir rol oynar.
Badem Bükü; Sakız'dan gelen mancınığın kıyıya çıkarıldığı söylenen sahil bandı
(Mart 2016)
Badembükü'nde Mağaza Dağı'nda apsis yapan temel izleri; eski bir Rum kilisesine ait olabilir.
(Mart 2016)
Badem Bükü'nde Rum kilisesinin temellerinin bulunduğu Mağaza Dağı
(Mart 2016)
Yarımadaya Gülbahçe-Balıklıova ekseninden yaklaşan 30.000 kişilik dev ordu, daha sonra kabaca bugünkü Balıklıova’yı Gerence Körfezi’ne bağlayan karayolu üzerinden Kozağacı Mevkii’ne kadar ilerler. Bugün de çok eski karakteristik bir Karaburun çeşmesinin bulunduğu bu mevkiden kuzey batı yönünde; Kaynarpınar’a doğru ilerleyen ve birbirine neredeyse paralel iki vadiden içeri girer. İşte bu vadiler, Beyazıt Paşa kuvvetleri ile Börklüce müritlerinin; yani Stilaryonluların en kanlı çarpışmaları gerçekleştirdikleri Cehennem Vadileri’dir(4). Bugün bu vadilerde dolaşırken, eski çeşmelere, kuyulara, özellikle terk edilmiş Aşağı Ovacık ve Yukarı Ovacık köylerinin bulunduğu havalide çok sayıda yerleşim izlerine, küme küme yığılmış taş havuzlarına, sütun ve başlık kalıntılarına rastlanmaktadır.
Kara Reis
(Mart 2016)
Kanlıburun; Yeni Liman yolunda...
(Ocak 2010)
Beyazıt Paşa yönetimindeki Osmanlı Ordusu, Cehennem Vadisi boyunca Börklüce kuvvetlerini, dar geçitlerden içerilere doğru sürerken, bir yandan Sakız yönünde kaçışları tutmak amacıyla bugünkü Akkilise diye bilinen Yeni Liman yakınlarındaki bölgeyi Osmanlı askerleri denizden muhasara altına alırlar. Belki de denizden yapılan bir çıkarma hareketiyle karaya ulaşan Osmanlı askerleri, isyanın kalbine doğru dar geçitlerden ilerleyerek Börklüce kuvvetlerini iyice sıkıştırırlar. Anlaşılan odur ki; Börklüce kuvvetlerinin yaklaşık 10.000 kişilik gücüne karşılık Osmanlı’nın son derece iyi teçhiz edilmiş 30.000 kişilik ordusu arasındaki güç farkı, savaşı; daha çok bir tür gerilla savaşı noktasına getirmiş olmalıdır. Bu nedenle de bazı kaynaklarda Ambarseki ya da Çatalkaya önlerinde bir meydan muharebesi şeklindeki karşılaşmaya dair ileri sürülen varsayımların, arazinin de mevcut topografyası dikkate alındığında pek de geçerli olamayacağı söylenebilir.
Kara Reis üstünde terk edilmiş eski Rum köyü Meli
(Fotoğraf: Aydın Aydemir; Nisan 2015)
Meli köyü'ne panoromik bir bakış
(Fotoğraf: Aydın Aydemir; Nisan 2015)
Börklüce Mustafa ve yoldaşlarının Akdağ
eteklerinde uğradığı bu büyük kırımı, yine Bizanslı tarihçi Doukas; aynı kitapta şöyle
aktarmaktadır:
“Bunlar
(Mehmet Çelebi kuvvetleri-İF) Bithynia, Phrygia, Lydia ve İonia’da pek çok
asker devşirerek orduyu kalabalıklaştırdıktan sonra, direnilmez saldırışlarla o
zor geçit veren yörelere girdiler ve hiç acıma göstermeden her kimle
karşılaşırlarsa yaşlılarla küçük çocuklar, kadınlarla erkekler, hepsini
hakladılar. Kısa söyleyişle her yaştan insanları merhametsizce kılıçtan
geçirdiler; ta tek entarililerin (dervişler kast ediliyor-İF) ana çıkış üssü
olan dağa (Akdağ-İF) varıncaya dek. Burada girdikleri çatışma büyük kayıplara yol
açtı, özellikle de Murat’ın ordusunda (Şehzade Murad kastediliyor-İF); ne var
ki tek entarililer sonunda teslim olmaya mecbur edildiler; sahte keşiş de o
aradaydı. Düşmanları onları yakaladı ve zincire bağlı olarak Ephesos/Selçuk’a
(Ayasulug-İF) getirdi; orada sahte keşişi (Börklüce Mustafa-İF) her türlü
işkenceden geçirdiler, ama beriki, kendisinin hayal kurguları nedeniyle,
sarsılmaz ve kımıldamaz kaldı. Bunun üzerine onu haç’a [haç biçiminde çapraz
konmuş iki kalasa] çaktılar ve onu [bu haliyle] kalaslara çivilenmiş [mıh denen
iri çivilerle çakılmış, mıhlanmış] elleri açık [mıh’lanmış ellerini kapatamaz
durumda] olarak bir devenin üstüne yerleştirdiler, zafer alayı gösterisi
yaparcasına kentin içinde dolaştırdılar. Onun müritlerinden, hoca [şeyh, dede]
edindikleri kişinin [Dede Sultan denen Börklüce Mustafa’nın] öğretisini red ve inkâr
etmeyenleri, bunların hepsini, onun gözleri önünde kıyımdan geçirdiler. Bu
kişiler, “Dede Sultan, eriş!”den başka hiçbir şey söylemediler; söyledikleri
[yapıtın özgün metninde Hellen yazımıyla Türkçe aktarılmıştır; Doukas şimdi
Rumca çevirisini verecektir]“Kutsal Peder, yetiş” demektir ve onların hepsi
gülümseyerek can verdiler.”(9)
Mordoğan; Çatalkaya köyü çeşmeleri
(Temmuz 2008)
Çeşmelerden birinin önden görünüşü
(Temmuz 2008)
Çeşmenin kitabesi; yapım tarihi Hicri 1152; Miladi 1739...
(Temmuz 2008)
Çatalkaya köy camisi
(Temmuz 2008)
Üzerindeki onarım kitabesi; Hicri 1314; Miladi 1896
(Temmuz 2008)
Çullu Camisi'nin kitabesi; sol alt köşede Hicri 1016...
(Ocak 2010)
Çullu Camisi
(Ocak 2010)
Çevredeki köy adları; Eğlen Hoca,
Kösedere, İnecik; biraz daha ilerde Ambarseki
ve Saip; Gerence Körfezi’ne bakan yüzde Tepeboz
ve sanki bozgunlar ve korsan saldırılarına karşı sinmiş ve derin bir vadinin
ardına saklanmış gibi denizi gözetleyen Bozköy,
Gerence’nin diğer köyleri; Hasseki, Sarpıncık, Eski Rum köyü Sazak, Parlak,
Salman ve Küçükbahçe ve dağdaki Meli ile deniz kıyısındaki Kara Reis…
Cami Boğazı ve Akdağ
(Nisan 2015)
Önde katırtırnakları, arkada deniz; Saip'ten Ambarseki'ye doğru...
Hepsinin belki de ayrı hikâyeleri vardı; bir kısmı 15.yy.daki bu
coğrafyada yaşanmış bir büyük deneyimin ve kavganın tanıkları olmuşlardı. Öyle
bir alt üst oluş ve kıyımı yaşamış olmalı ki yarımada; belki Osmanlı’nın bu
toprakları lanetlemesi, belki de kıyımdan kurtulan kılıç artığı halkın korkudan
ve acıdan sinerek, bu dar geçitlerin hikâyelerinden uzaklaşıp unutmak
düşüncesiyle bu vadilere ve eski yerleşim alanlarına en az iki yüz yıl
uğramayışı sonrasında her yer balkanlık olmuş.
Eski Balıklıova köyü ve arkada Akdağ
(Ocak 2010)
Eski Mordoğan köyü; Ayşe Kadın Camisi; 14.yy.; Kabe betimlemeli kalem işi süsleme...
(Temmuz 2008)
Ayşe Kadın Camisi; minber ve mihrap
(Temmuz 2008)
Ayşe Kadın Camisi; kalem işi süslemelere bir örnek...
(Temmuz 2008)
Bütün bunlar; Karaburun yarımadasında yaşanan o toplumsal dramın
izlerinin üstünü doğanın yorganıyla örtüvermiş sanki. Bütün patikalar, bütün
yollar kapanmış gitmiş. Yaşam alanları battal olmuş; evlerin taş duvarları
birer yıkıntıya dönerek zaman içinde ağıl malzemelerinde değerlendirilmiş.
Kırsalda taşların çevrildiği dev taş havuzlarına dönmüş yaşam mekânları.
Kösedere yolunda zeytinlikler içinde dairesel şekilde; sanki bir zeytin sekisi yapar gibi düzenlenmiş ama abartılı boyutlarda taş yığınları
Eğlen Hoca barajının kurulu olduğu vadinin başları; her yer makilik, bir yorgan gibi...
(Ocak 2010)
Ama şimdi o bin yıllık yorganı böyle sıyırdılar.
(Ağustos 2008)
Akdağ'ın eteklerinde; Yaylaköy civarındaki RES'ler...
(Nisan 2019)
Şimdi yavaş yavaş
yarımadayı daha hoyrat bir rüzgâr esir almak üzere. Yüzlerce yıllık
makiliklerden oluşan o büyük yorgan, RES ya da GES türü enerji santralleri
kurmak ya da zeytin dikimi gibi masum görünen tarımsal gerekçelerle sıyrılıp
atılıyor üstünden yarımadanın. Denizden Osmanlı donanmasının Stilaryonluları
kuşatmasını hatırlatan balık çiftliklerinin muhasarası ve turizm rantıyla yanıp
tutuşanlar ise bu işin tuzu biberi gibi… Bütün bunların hepsi yarımadanın
benzersiz doğal dokusunu ve onunla özdeşleşen tarihsel arka planındaki bütün
birikmiş eski yaşanmışlıkları yok etme yarışında sanki.
Meli-Yaylaköy yolundan Akdağ'a bakarken...
(Nisan 2015)
Tepeboz köyü çeşmesi
(Mart 2012)
Tepeboz çeşmesinin kitabesi; yapım tarihi Hicri 1119 (Miladi 1707)
(Mart 2012)
Kara Reis sırtlarında GES'ler için sıyrılan bir sırt
(Nisan 2019)
Balıklıova-Arkeologlar Kooperatifi yoluyla Aşağı Ovacık'a giderken rastladık bu çeşmeye birkaç yıl önce; akmaya suyu yok, ama hala ayakta...
(Ekim 2014)
Yürüyüşün Hikâyesi
Sabahın erken
saatlerinde döküldük yollara. Bir Karaburun
hikâyesinin peşinde; katırtırnaklarının insanın aklını başından alacak denli
eşsiz kokuları ve sapsarı renkleriyle donanmış bir coğrafyaya doğru sürdük
motorlarımızı; biraz da onu çepeçevre saran maviliklere…
Kaynarpınar çınar altındaki kır kahvehanesi; denizin kıyısında...
Kaynarpınar'da eski bir zeytinyağı fabrikasının bacası; gezginler keşifte...
Gezginlerin Kaynarpınar'da sabah keyfi
Kaynarpınar çeşmesi; diğer örnekler gibi tipik bir Karaburun çeşmesi örneği...
Arka arkaya gelen
çayların eşliğinde yaptık çıtır çıtır gevreklerimizle kahvaltımızı. Arkamızda
henüz yapraklanmakta olan ulu bir çınar ve onun dalları arasında kaybolmuş eski
bir çeşme, arkasında baharın coşkunluğu içinde diz boyu her türlü nebatla kaplı
bir çayırlık ve en arkada ise eski bir zeytinyağı fabrikasının enkazı içinden
göğe doğru yükselen bir eski baca… Zamanın yıpratıcı gücünün yıkamadığı baca,
yer yer şakülünden kaymış olsa da hala varlığını sürdürmekte; Kaynarpınar’da…
Kaynarpınar'da çınaraltının arka dünyası; dutlar ermekte...
Zeytinyağı fabrikasından geriye kalan; Kaynarpınar
Saat 10 gibi Kaynarpınar’dan ayrıldık ve Karaburun’a doğru hareket ettik.
Karaburun’un ilçe merkezinde; çarşı içindeki Hicri 1316 / Miladi 1899 yılında
yapılmış olan Abdullah Ağa Camisi’nin
arkasındaki bir dere yatağından Yaylaköy
asfaltının hemen altındaki eski mezarlık düzlemine uzanan bir eski döşeme yolu
takiben yürüyüşe başladık. Mezarlığa doğru bayırı çıkarken katırtırnaklarının
kokusuyla ilk kez burada karşılaştık. Bir kırbacı andıran bedenleri üzerinde
baş vermiş sapsarı çiçekleriyle göz kamaştıran görünümleri bir yana, o
anlatılmaz hafiflikte; insanı ele geçiren benzersiz kokuları yok mu; gerçekten
çarptı bizi. Soluduğumuz havanın her zerresi sanki bu kokuyla boyanmıştı. Kösedere’ye kadar yürüdüğümüz yaklaşık
olarak 15 km.lik güzergâhta; her yer katırtırnakları ile kaplıydı ve anladık ki
Karaburun’da şimdi onların zamanıydı.
Karaburun'da yürüyüşün başlangıcında...
Katırtırnakları arasından mezarlığa doğru tırmanırken...
Su düğün çiçeği
Tatlı bir meyille
yükselen döşeme yol, bir süre sonra eski mezarlığın yanından bir patikaya
ulaştırdı bizi. Mezarlığı solumuzda bırakarak yürümeye devam ettik ve Akdağ’ın eteklerini takip ederek
yemyeşil çayırların içinden geçtik. Tepemizde masmavi bir gök, ufuk çizgimizde
İzmir’in karşı kıyılarına dek uzanan derin mavilikler; denizin mavisi, ama her
şeyden önemlisi; şu yarımadada binlerce yıldır yaşanmış olan her şeyin tanığı,
karşımızda o dev gibi kireç taşından kütle; Ozan Homeros’un Rüzgârlı Mimas’ı
ya da nam-ı diğer Akdağ…
Döşeme yol; Karaburun
Gezginler ve Akdağ; Saip yolunda...
Akdağ önlerinde Karaburun gevenleri
Gevenler henüz tomurcukta...
Zeus ile Hera’nın oğlu
Hephaistos’un karşıtı; dev Titanlardan
Mimas, Zeus’un öfkesine kurban edilir
bir gün; üzerine tonlarca demir eritilip dağın dibine gömülür koca dev. O
günden sonra dağın adının o devden geldiği rivayet edilir orada burada.
Destanlarında tekinsiz rüzgârlarından söz eder ozanlar; özellikle de hemşerimiz
Homeros… “Khios’un aşağısından Rüzgârlı
Mimas’ı mı tutalım yoksa? Yakarıyorduk tanrıya bir belirti göstersin diye.”
İris Gölü
(Fotoğraf: Aydın Aydemir; Nisan 2015)
İris Gölü kıyısında karabaş otları
(Nisan 2019)
Bir de İris vardır; çapkın Zeus’un kaçamaklarına bekçilik etsin diye kıskanç eşi Hera’nın dağın başına nöbetçi diye
koyduğu bir ulaktır aslında Tanrılar katında İris. Thaumas ile Elektra’nın kızı; baba tarafından Pontos’a, ana tarafından Okeanos’a bağlıdır. Gökkuşağını
simgeler, gökkuşağı da denizden çıkarak gökle yeryüzü arasındaki ilişkiyi kurar
göründüğü için, Olympos tanrıları; İris’i
de Hermes gibi ulak ve özellikle
insanlara haber salmak için kullanırlar(10).
Rivayet, odur ki; Zeus’u gözetlediği
bir anda yakalanır ona ve Zeus’un gazabından kurtulamayarak; bugünkü Karareis-Cami Boğazı arasında bir yerde
göle çevirir zalim Zeus, İris’i… Bugün sonbaharda gölün her
yanındaki makiliklerin arasında baş veren mor renkli süsen ya da iris
çiçekleri, o günlerden kalmadır derler. Ah eder hepsi; bittikçe sonbaharda
birer birer…
Saip yolunda geçici yol arkadaşlarımızla ilk temas...
Karaburun-Saip yolu
Saip yolunda karşılaştığımız çeşme
Köpekler peşimizi bırakmadı.
Saip köyüne yaklaşırken katırtırnaklarının gösterisi, iyice
coşkun bir hal aldı. Akdağ’dan Saip Altı’na doğru akan bir dere
yatağına doğru bir çiftliği geçtik. Çiftliğin yakınlarında sevimli iki köpek
takıldı peşimize. Çınarlarla kaplı dere yatağını aşarken, 19.yy.dan kalma; Karaburun
yarımadasının karakteristik taş çeşmelerinden biriyle karşılaştık. Bir yarım
daireye karşılık gelecek şekilde; bir sıra taşla örülü kemeri, ortasındaki
kilit taşı, ön cephede kemerin iki yanında yer alan; yine taşla örülmüş
silmeler, toprağın içinde gömülü kalmış haznesi ve buz gibi akan suyuyla
oldukça gösterişliydi çeşme. Öğleye doğru ısınan havanın bunaltıcı etkisini
çeşme başında bir süre serinleyerek azaltmaya çalıştık. Kısa mola sonrası,
köpeklerle birlikte yeniden Saip
köyüne doğru ilerleyen şoseden yürümeye başladık.
Beyaz Girit ladenleri ya da bayır gülleri
İnek memeleri
Gezgin, Akdağ ve katırtırnakları
Gelincikgillerden glacium...
Papatyagillerden krizantemler
Çevremizde sadece
katırtırnakları yoktu; pembeden mora doğru derinleşen bir tonda engerek otları,
gösterişli ebegümeci çiçekleri, pembe ve beyaz renkli Girit ladenleri ya da
bayır gülleri, henüz tomurcukta olan gevenlerin diplerinden baş veren pembe
inek memeleri, papatyagillerden sarı krizantemler, giderek sertleşmiş
çağlalarıyla badem ağaçları, bayır güllerini andıran; ama parlak sarı renkli
taç yaprakları ve kenarları keskince ve parçalı yapıda; açık yeşil rengi
yapraklarıyla onlardan ayrışan başka türlü çiçekler Saip yolundaki floranın önemli unsurlarıydı.
Önde engerek otları, arkada katırtırnakları
Saip'te bir sokak
(Şubat 2010)
Saip kır kahvehanesi; arkada Akdağ
(Mart 2012)
Saip köyünün üstünde katırtırnakları
Papatyalar
Ebegümeci çiçeklerinin ardında Ambarseki
Saip Altı’na doğru masmavi bir deniz, köyü Akdağ yönünden çeviren yol kıyısında ve
dağa doğru yoğunlaşan yapılaşma faaliyetleri arasında kalmış köyün beyaz
badanalı evlerinin hemen üzerinden geçerek Ambarseki’ye
doğru ilerleyen yoldan devam ettik. Buradan itibaren Ambarseki köyünün merkezine dek tali asfalt yolu kullandık. Ambarseki köyüne yakın bir konumda; bir
anıtsal çınar ağacının dibinde, bir başka çeşme daha çıktı karşımıza. Bu
çeşmelerin hepsinin bir ismi olmalıydı mutlaka; ancak soracak kimsecikler yoktu
ortalıkta. Bir süre de onun yanında oyalandık. Daha sonra köyün mezarlığına
doğru ilerleyen en alt düzlemdeki yolu takip ederek köyün merkezindeki ve
denize nazır görünümü ile dikkat çeken kahvehanesine ulaştık. Ortada bir havuz,
havuzun kıyısında bir Atatürk büstü, ağaçların koyu gölgesi altında etnografik
malzemelerle zenginleştirilmiş kahvehanenin bahçesi, arka arkaya içilen çaylar
eşliğinde bir konfor alanı görünümündeydi.
Ambarseki yolunda eski bir çeşme daha...
Gezginler, Ambarseki sokaklarında...
Ambarseki kır kahvehanesinden doğudaki denize bakış...
Gezginlerin Ambarseki molası
Kahvehane molası
sonrasında köyün evleri arasındaki sokaktan ilerleyerek, işaretlenmiş yürüyüş
parkuru için Akdağ’a doğru yöneldik.
Yine katırtırnakları, yine insanı sarhoş eden o güzelim kokular ve kuzeyimizde
uzayıp giden derin mavilikler; o ne güzel yol arkadaşlığıydı öyle.
Ambarseki kır kahvehanesindeki Atatürk büstü ve kaidesi
Ambarseki kır kahvehanesinin genel görünümü
Ambarseki-Kösedere arasında katırtırnakları
Aslında Saip ve Ambarseki, 19.yy.da Ege adalarından gelen Rumlarla Türklerin
birlikte kardeşçe yaşadıkları köylerden ikisi. Yarımadanın İzmir’e doğru bakan
yüzünde, aşağılardaki maviliklere doğru birer seki üzerinde konumlanmış bu
köyler, o kadar sevimli ve güzeller ki; son yıllarda şehirlerden gelen yeni
sakinlerine kol kanat gerer oldular. Butik oteller ve sevimli kır
kahvehaneleriyle özellikle bu iki köy, Karaburun’a yaklaşmakta olan yolculara
bir nefes alma mekânı sunuyor. Ama her zaman olduğu gibi giderek yaygınlaşan
yapılaşma eğilimini de göz önüne alırsak; kantarın topuzunun kaçmaması
dileğiyle…
Esendere
(Şubat 2016)
Kösedere'ye doğru...
Kösedere yolundan Saip Altı ve Karaburun'a doğru bakış
İnek memeleri
Esendere’ye kadar Ambarseki’den
Kösedere’ye doğru uzanan yürüyüş
güzergâhının işaretleri belirgindi. Ancak Karaburun
yolunun bu bölümünde; devam etmekte olan yol genişletme çalışmaları nedeniyle
yürüyüş parkurunun işaretleri yer yer kaybolmuştu. Yolun üst düzleminde
işaretleri ararken yaşlı bir zeytinliğin içinde kısa bir mola verdik. Mola
sonrasında yol kıyısından ilerleyerek Kösedere’ye
doğru kıvrılan ve yürüyüş güzergâhı işaretlerinin yeniden başladığı bir toprak
yoldan Akdağ yönünde içerilere doğru
girdik.
Sarılar ve maviler; katırtırnakları ve deniz...
Karaburun orkideleri; tavşan topuğu
Tavşan topuğu
Yürüdüğümüz toprak yolda
zeytin ağaçlarının arasında; birbirine benzer şekilde taşlarla oluşturulmuş en
az üç tane tepecik dikkatimizi çekti. Dairesel şekilli, mezarı andıran görünümde
ve çevresi taşlarla örülü, içi toprak dolu bu tepecikler bize tuhaf göründü.
Eğer amaç tarladaki taşları ayıklayıp onları bir yere yığmak ise; neden
dairelerin çapları neredeyse aynı idi ve içi niye toprak doluydu? Bu taş
yığınlarını anlamlandıramadan kafamızda soru işaretleriyle zeytinlikten
ayrıldık.
Kösedere yolunda bir zeytinliğin içinde muntazam taş yığınları
Yabani çörek otu çiçeği; açık mavi renkli...
Yabani çörek otu; bu da beyaza yakın renkte...
Gladiyoller
Karaburun'da kıl keçilerinin yemeye doyamadığı kesmik çalıları henüz tomurcukta...
Tire'deki yöresel adıyla zilcanlar
Kösedere yolunda şimdiye kadar hiç görmediğim; yabani çörek otların
çiçekleriyle karşılaştım. Doğrusu çok ilginçtiler; mavi ve beyaz arasında
farklı tonlarda gördüğümüz örneklerinde; çiçeğin göbeğinde lacivert tonlu dişi
organlar ve onların çevresinde yeşil renkli yine dişi organlara benzer
oluşumları vardı. Yaprakları ise dereotu ya da papatyagilleri andıran
özellikteydiler. Benzersiz görünümleriyle aklımızın bir köşesine yazdık onları.
Biraz ilerde yolun sağında ve solunda bizi yalnız bırakmayan katırtırnakları,
gladiyoller, orkideler, tarla sarmaşıkları, henüz tomurcukta dağ çilekleri ve
zilcanlar Kösedere yolunda rastladığımız
bitki örtüsünün önemli unsurlarıydı.
Kösedere'ye doğru yürüdüğümüz toprak yol
Bu da aynı yolun bir başka bölümü
Kösedere yolunda katırtırnakları
Çok uzaklarda Eğlen Hoca'nın pervaneleri
Kösedere yolunda; dönüp arkamıza baktık.
Su takviyesi yaptığımız hayrat çeşmesi
Kösedere’ye doğru çiftlik evleri başladı. Köyden oldukça uzak
konumda ve geniş araziler içinde; yeni yapıldığı her halinden belli olan, bir
kısmı da inşaatı devam eder durumda, çok sayıda gösterişli evin yanından
geçtik. Giderek yükselen yolu takiben tepeye eriştiğimizde, önümüzde daha epey
yolumuzun olduğunu fark ettik. Çok uzaklarda Eğlen Hoca köyünün arkasındaki pervaneler ve antenler belli
belirsiz görünmekteydi. Bir süre daha yürüdükten sonra işaretli parkur, bizi Kösedere’yi Karaburun asfaltına bağlayan tali yola ulaştırdı. Köyün sırttaki
evleri görünmüştü. Yolu atlayarak Kösedere’nin
hemen altında uzanan bir vadiye doğru yürüdük.
Yabani çörek otları
Şemsiye çiçeği ya da tarla sarmaşığı; convolvulus...
Gezginler, Kösedere asfaltına yaklaşırken...
Çekmeden duramadık; yine katırtırnakları...
Kösedere'ye az kaldı.
Vadide en dikkat çekici
alan, adını köyden alan Kösedere’nin
aktığı dere yatağıydı. Geniş gövdeli, asırlık çınar ağaçlarıyla kaplı ve zengin
bitki örtüsüyle dikkat çeken alanda oldukça eski bir çeşme vardı. Üzerindeki
kitabeden anlaşıldığına göre en son 1981 yılında tamir görmüştü. Koyu gölgeli
ve bülbül sesleriyle bezenmiş mekânda bir süre dinlendik. Yaz günlerinin
kavurucu sıcaklarında burası benzersiz bir sığınma alanı gibiydi.
Kösedere'nin deresi; o da Kösedere...
Çınarlar altında eski bir çeşme; bir konfor alanı...
Dağa Kaçtım gezginlerinin Kösedere hatırası
Kösedere'ye girerken yol üstündeki eski zeytinyağı işliğinden kalan ve zeytin ezmek için kullanılan bir taş baskı tezgahı
Zeytin presinden kalan...
"Kösedere'ye hoşgeldiniz."
Vadiden çıkarak yeniden Kösedere’ye giden asfalt yola kavuştuk.
Köye kadar yaklaşık 1 km civarında bu yoldan yürüdük. Daha önceki birkaç
yürüyüşümüzde de mola verdiğimiz köyün meydanındaki kahvehane son durağımızdı.
Yol üzerinde eski bir zeytinyağı sıkma tesisinden kalan enkaz ve köy
girişindeki eski tarihi çeşme yol boyunca anılması gereken son önemli
noktalardı. Eğer yanlış okumadıysak; çeşmenin üzerindeki kitabede Hicri 1071
(Miladi 1660) tarihi yer almaktaydı. Bu da yazının yukarılarında söz ettiğimiz
doğrultuda; Börklüce ayaklanması sonrasında bu topraklarda iskâna yaklaşık 200
yıl kadar ara verildiğini gösteriyor.
Köyün girişindeki 1660 yılı yapımı çeşme
Kösedere çeşmesinin kitabesi
Kösedere köy kahvehanesi ve meydan...
Kösedere'den bir başka görünüm
Köyün meydanına
ulaştığımızda Kösedere köyünün uzun
yıllar tamamlanamayan cami restorasyonunun nihayet bitmiş olduğunu gördük. Ama
hala çevrede inşaat artıklarının tamamen temizlendiği söylenemezdi. Kösedere Camisi, II. Abdülhamit döneminden
kalma tarihi minaresi ile dikkat çekiyor. 19.yy.ın sonlarına doğru Batı
Anadolu’daki Rumların milliyetçi rüzgârlardan etkilenerek pervasız bir
şımarıklık içine girdikleri bir dönemde; eziklik yaşayan Müslüman Türk ahalinin
moralini yükseltmek amacıyla, kıyıya yakın birçok köy camisinde bir kampanya
şeklinde andezit / sarımsak taşından tek tip minareler inşa edilmişti. Hatta
bunların bazılarını İzmir’in Türk mahallelerinde bile görmek mümkündü.
(Basmane’deki Çorakkapı Camisi ile
Karşıyaka’da 19.yy.da Türklerin yoğun yaşadığı Soğukkuyu köyündeki Çömezcizade Hacı Mehmet Efendi Camisi’nde
olduğu gibi) Kösedere Camisi’nin ne
zaman inşa edildiğine dair bir bilgi bulunmuyor. Ancak, giriş kapısının üstünde
yer alan onarım kitabesinden anlaşıldığına göre; Hicri 1229 (Miladi 1814)
yıllarında onarım görmüş. Onarım kitabesinde caminin banisinin ismi de yer
alıyor.
Kösedere Camisi
Kösedere Camisi ve minaresi bir arada...
Caminin girişi
“Bu camiyi bina eden Halime Hatun idi
Binası köhneyip anın harap olmuş anın resmi
Tamirine kast eyleyen Mustafa idi anın ismi
Bunu tamir edip anın hemen asl idi aslı, cümle
İttifak edip ma’muriye[ti]ne kast edeni, bu camii
ma’mur
…. eden …. …. hıfz eyleyeni sahib-ül-hayrat
Halime ve tamir Mustafa bin Hüseyin
Bostancı-zade
Min şehr-i şa’ban sene 1229”(11)
Arkeoloji ve Sanat Yayınları arasında yayınlanan Cengiz
Gürbıyık’ın Karaburun Yarımadası’nda
Türk Mimarisi isimli kitabında söz konusu kitabe ile ilgili şu bilgiler
veriliyor:
“Kitabeden
yapının Halime Hatun adlı bir kişi tarafından inşa ettirildiği, ancak daha
sonra hasar gördüğü ve Bostancızade Hüseyin oğlu Mustafa tarafından 19
Temmuz-16 Ağustos 1814 yılında tamir ettirildiği anlaşılmaktadır. Yapı, gerek
mimari, gerekse süsleme özellikleri bakımından bu tarihe uygun düşmektedir.
Dolayısıyla bu onarım, belki de yapının yeniden inşa edildiği kapsamlı bir
onarım olmalıdır.”(12)
Caminin onarım kitabesi
(Temmuz 2008)
Caminin girişindeki kemer üstünde yer alan alçı işi süsleme
(Temmuz 2008)
Caminin girişinde yer alan ve bir kuş yuvasını andıran alçı süsleme, içteki kemerin kilit taşı üzerindeki ay-yıldız kabartmaları, mihrabın içine asılı vaziyetteki boyalı perde süslemeleri, mihrabın iki yanındaki sütunlar ve üzerindeki alçı kabartmalı bitkisel motiflerle bezeli saçak, vazolar ve caminin içindeki yakın coğrafyayı betimleyen manzara resimleri iç plandaki barok mimarinin ipuçlarını veriyor. Eski yıllardaki ziyaretlerimizdeki bu gözlemlerimize ek olarak 19.yy. İzmirli Rum saat ustalarından birine ait olan ahşap gövdeli saati de unutmamalıyız.
Cami tarafından meydana bakış
Kösedere'deki dostlara da ilgisiz kalamadık.
Bu da diğeri...
Köy meydanının yola bakan ön cephesine konulmuş bir heykel kaidesi,
yörenin İlkçağ geçmişinin de oldukça zengin olduğunu haber veren bir kanıt gibi
duruyor.
Kösedere Camisi'nden bir başka görünüm
Kösedere evlerinden biri
(Mart 2017)
Bir akşam vakti gecikmiş bir yemeğin arkasından içilen çaylar, 15 km.lik
yol yorgunluğu ve günün kritiği; Mavi
Boncuk Kösedere köy kahvehanesinde Karaburun’a bizi götürecek akşam
dolmuşunu beklerken yaptığımız son avarelikler… Aklımızda bu toprakların eski
sahipleri, yenmiş ve yenilmiş olanlar onlar tarihte bir figür olarak yerlerini
aldılar; kimi silikleşti ve bir hayalden öte hiçbir şey kalmadı geriye… Ama bir
ülkü uğruna; “yârin yanağından gayri”
her şeyin ortak olduğu eşitlikçi bir toplumun hülyasıyla bu yola düşenler ise,
hiç ama hiç unutulmadılar. Karaburun
yarımadası, bugün dahi; o hatıraların gizli saklı delillerini meraklısı için
hala bağrında barındırmaktadır. Ama sadece ve sadece meraklısı için…
Dipnotlar:
(1) Karaburun Jeolojisi; meraklısı için Burhan
Erdoğan, Demir Altıner, Talip Güngör ve Sacit Özer; Karaburun Yarımadasının Stratigrafisi; bkz. https://dergipark.org.tr/download/article-file/583155
ya da Adnan Kalafatçıoğlu-Karaburun Jeolojisi https://dergipark.org.tr/download/article-file/625941
(2) Eosen: 3.jeolojik zamanın (Tersiyer) 2. alt evresidir. İlkel
primatların (insan ve maymunların ataları) iyice yayıldığı dönemdir.
Zamanımızdan 54-38 milyon yıl önceki dönemi kapsar. Eosenin başlangıcı, ilk
modern memelilerin ortaya çıkması ile tanımlanır. Çift toynaklılar, tek toynaklılar
ve primatlar (insan ve maymunların ataları) gibi memeli gruplarının küçük
boyutlu formları ile hortumlu memeliler, kemirgenler gibi günümüz memeli
gruplarının erken formlarının, deniz memelilerinin, günümüz kuş takımlarının
ilk kez ortaya çıktığı, karalarda tümüyle memelilerin egemen olduğu, bu devre
sonundaki kitlesel yokoluş ile Asya faunasının Avrupa’ya giriş yaptığı bir
dönem olarak dikkat çeker. (Kaynak: Wikipedia
ve ekşi sözlük)
(3) Karbonifer: Paleozoik zamanın beşinci alt bölümü olarak karbonifer
kayaçların oluştuğu jeolojik zaman dilimidir. Zamanımızdan 354-292 milyon yıl
önceki dönemi kapsar. Kömürün oluşmaya başladığı çağdır. O devrin bitkilerindeki yoğun
lignin içeriği ve henüz lignin maddesini metabolize edecek bakteri ve
mantarların evrimleşmemiş olması sebebiyle bu ağaçların çürüyememesi, üst üste
yığılarak bataklıklarda gitgide gömülmesiyle yüksek basınç altında bu
kalıntılar kömüre dönüşmüştür. Yine bu dönemde atmosferik oksijen düzeyi %35
seviyelerine çıkmış, bu da trake solunumu yapan böceklerin devasa boyutlara
ulaşabilmesine olanak sağlamıştır. Bu durum bugün kömür yataklarından çıkarılan
iki metre boyundaki çıyan ya da kartal boyutlarındaki yusufçuk fosillerinden
anlaşılmaktadır. (Kaynak: Wikipedia
ve ekşi sözlük)
(4) Ordovisyen: Ordovisyen dönem, Paleozoik zamanın ikinci alt bölümü
olarak ordovisyen kayaç sistemlerinin oluştuğu dönemdir. Zamanımızdan 495-471
milyon yıl önceki dönemi kapsar. Deniz omurgasızlarının çeşitlenmesi, Paleozoik
faunasının kurulması ve bitkilerin ve eklem bacaklıların karaya çıkışı en
karakteristik özellikleridir.(Kaynak: Wikipedia)
(5) Fliş: Derin deniz ortamında oluşmuş tortul kaya tabakaları
(6) Karaburun yarımadasındaki Erythrai’nin uydu yerleşim isimleri
rahmetli Erkmen Senan’ın bloğundan
alınmıştır. Bkz. http://erkmensenan.blogspot.com/2010/03/karaburun-ve-cevresinin-ilkcag-tarihsel.html
(7) Mikhael Doukas, Tarih,
Anadolu ve Rumeli (1326-1462) Çeviren: Bilge Umar;
Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2008; sayfa: 98-99
(8) Michel Balivet, Şeyh Bedrettin, Tasavvuf ve
İsyan; Tarih Vakfı Yurt Yayınları 94; Birinci Basım-2000; sayfa 79
(9) Mikhael Doukas; a.g.e.; sayfa:101-102
(10) Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi; 11.Basım; Sayfa:162; İris maddesi
(11)Cengiz Gürbıyık, Karaburun Yarımadası’nda Türk Mimarisi, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
2010; sayfa: 51-52
(12) Cengiz Gürbıyık, a.g.e.; sayfa:
52
(13) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
çok güzel bir gezi. Bilgiler, fotolar ve paylaşımlar için çok çok teşekkürler.
YanıtlaSilBloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz ve geri bildiriminiz için teşekkürler... Devamlılığı dileğiyle...İF
SilŞimdiye kadar okuduğum en doyurucu, en şahane gezi yazısı, bravo!
YanıtlaSilEllerinize, ayaklarınıza, emeğinize sağlık.
Destekleyici geri bildiriminiz için teşekkürler... İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
SilMuhteşem ötesi bir anlatım..Bayıldım.Sayenizde bende orada oldum ve geçmişi yaşadım resmen.Yüreğinize sağlık.
YanıtlaSilİlginize çok teşekkürler... Bloğumuza olan ilginizin ve eleştirilerinizin devamlılığı dileğiyle...İF
Silİbrahim bey, bu güzel fotoğraflar ve verdiğiniz bilgiler için çok teşekkürler. Ben de Börklüce ile ilgili bir yazı hazırlıyorum. Tabii ki kaynak göstererek bazı fotoğraflarınızı, bilgi ve yorumlarınızı kullanmak isterim. Selamlar. www.sefataskin@yahoo.com
YanıtlaSilSefa Bey, merhabalar... Sizi yakından tanıyorum. Ilginize ve güzel sözlerinize teşekkür ederim. Tabii ki istediğiniz resimleri spesifik olarak belirtirseniz size fotoğrafların orjinallerini gönderebilirim. Yazıyı da eğer tümünü isterseniz onu da word formatında gönderebilirim. Görüşmek üzere. Çalışmalarınızda başarılar...İF
SilSefa Bey; tekrar merhabalar... İletinizin altında verdiğiniz e-mail adresi Google tarafından doğrulanmıyor. İletim geri döndü. Siz bana isteklerinizi ifidanoglu@gmail.com adresine gönderirseniz memnun olurum.
SilIyi akşamlar...
İF
Merhaba İlhan bey, mail'i adresinize göndermiştim, elinize geçti mi acaba?
YanıtlaSilİbrahim Fidanoğlu demek istediniz herhalde. E-mail adresiniz bana ulaşmamış durumda. Eğer bu iletiyi gönderen Sefa Taşkın ise daha önceki blogda yazdığı mail adresi ileti kabul etmiyor ve Gmail'de mesaj geri dönüyor. Eğer bana isteğinizi ifidanoglu@gmail.com adresini kullanarak iletirseniz değerlendirebilirim. İF
Siliyi günler bir jeoloji öedevim var ve sizin ile iletişim kurabilşrsem çok iyi olacak iletişim hattınız var mıdır
YanıtlaSilBlog sayfamızın altında e-mail adresleri var. Bunlardan birine isteğinizi somut bir şekilde belirtin. Değerlendirelim. İF
Sil