24 Kasım 2017
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Kasımpatıların demetlendiği günlerden bir gün; 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde Tire’ye
doğru uzandık bugün. Epeydir ihmal ettiğimiz bu coğrafyada; bu diyardan
erkenden göçüp giden nice eğitim emekçisinin(1) üstümüzde dolaşan sonsuz hayallerine; artık
erişilmez görünen düşlerine bir selam gönderdik. Sarpça üstünden, Manastır
Mevkii’nden; çınarların sararıp düşmüş ve düşecek o güzelim yaprakları
arasından sızan birer aydınlık ışık huzmesi gibi; bütün hücrelerimize yerleşen
o aydınlığın tohumlarını ekenlere binlerce selam gönderdik. Yürürken Güme Dağı’nın hunharca tıraşlanmış
ağlayan makilik mezarlarında; doymak bilmeyen bir hırsın kurbanı zavallı dağ
çilekleri, sandal ağaçları, kesik çalıları, pırnarların hepsi ama hepsi; pır
pır “dolar” sayan ve zamanlı zamansız bitkilerin gövdelerine yürüyen öz suyun
sorumluları; ahir zaman pervanelerinin gölgesinde dağlarda yürüdük, yürüdük.
Sessizce ağlayan yurdumun bir köşesinde; Güme
Dağı’nın “çarpık” ve “aşırı” kentleşme cereyanlarına kapılarak
yağmalanmakta olan dilsiz Yahşibey Ovası’na
bakan yüzünde yürüdük; eski bir manastır hayaletinin izlerine doğru…
Sarpça sırtlarından Tire'ye bakış
Sarpça'da dağ çilekleri
(Ekim-2014)
Tire-Şehir Merkezi'nde güncel gözlemlere dair
Sabah; daha gün aydınlanmadan çıktık yola. Yüksek basınç nedeniyle
Torbalı civarında yoğunlaşan sis eşliğinde Belevi’ye
girdik. Sabah ayazının egemenliği vardı köy meydanında daha. Belevi’de her zaman uğradığımız
meydandaki kahvehanede; ortadaki odun sobasından gelen ateşin çıtırtıları ve
çorbalar eşliğinde başladık güne. Belevi
Gölü’nün (İlkçağ’da Pegasus Gölü)
geceden üzerine çökmüş grilik dağılmamıştı daha. Aydın Dağları’nın kuzey etekleri boyunca Kral Yolu’nun üzerindeki şeftali bahçelerini ve gölü taciz eden
bölünmüş yol çalışmalarına tanıklık ederek, saat 9.30 gibi Tire’ye ulaştık. Tire’nin
batı yönünden girişindeki şehrin bir
anlamda bekçisi olan o eşsiz ağaç; Deşteban
Kavağı her zamanki gibi yol kıyısındaydı gene. Geçerken yanından usulca;
zamana meydan okuyan bu vakur duruşu karşısında biz saygıyla eğildik.
Aydın-İzmir Otoyolu; sisin içinden gün doğarken
Kral Yolu'nda Tire'ye doğru; sisle dumanın kardeşliği
Molla Arap Külliyesi; inşaat baskısı altında...
Bugün ilk uğrağımız Tire’nin
şehir merkezinin kuzey batısında yer alan ve 15.yy.dan kalma bir kampus
niteliği taşıyan Molla Arap Külliyesi
idi. Banisi II. Beyazıt’ın
Şeyhülislam’ı Molla Arap takma adıyla
anılan Alaeddin Ali Arabi’den ismini
alan ve ne yazık ki şimdi son derece harap haldeki yapının yanına vardığımızda,
çevresinin Tire’nin Yahşibey Ovası’na
doğru genişleme eğiliminde olan çok sayıdaki bitmiş ya da inşası devam etmekte
olan apartmanlarla kuşatılmış olduğunu gördük. 10-12 sene önceydi; en son buraya
gelip Molla Arap Camisi’nin ve
çevresindeki harabelerin fotoğraflarını çektiğimde bir tek ev bile yoktu. Tire’den hayli uzakta ve bugünkü
deyimiyle bir kampus görünümündeydi. Ancak 2017 Kasım ayındaki görüntüsü, Molla Arap’ın bittiği an gibiydi bizim
için.
Molla Arap Külliyesi
Molla Arap Camisi
(Aralık-2007)
Molla Arap Külliyesi-Medrese
(Aralık-2007)
Yerel yöneticiler, rant peşinde koşan arsa ve arazi sahipleri; Fen
Lisesi kompleksini Yahşibey Ovası’nın
göbeğine oturtarak manzaranın bu noktaya ulaşmasına yol açan ve son derece
verimli tarımsal alanları betona çeviren kararlarda dahli olan değerli “yöneticilerimiz”,
şimdi bu manzaradan ve yere göğe koyamadığımız ecdadımızın gelecek nesillere emanet ettiği kültür varlıklarının
düşürüldüğü bu aciz durumdan acaba ne kadar memnundurlar? Doğrusu dehşetli
merak ediyoruz.
Molla Arap ve ona yaklaşmakta olan inşaatlar
Yahşibey Ovası'nın üstüne çöken kabus; çarpık kentleşme...
Kaldırılan temel toprağının kalitesine dikkat lütfen; içinde bir tane taş parçası yoktu.
Koca koca temel çukurları açılmış, bir yandan inşaatlar bitmekte, diğer
yandan yenileri başlamakta… Arazi sahiplerinin kulakları kirişte; acaba bize ne
zaman sıra gelecek? Ne zaman biz de 70-80 daire alarak köşeyi döneceğiz? Molla Arap’ın hemen yakınlarında bulunan
bir bahçedeki narlar dallarında kalmış bile… Bu vitamin deposu narlar, kimsenin
umurunda bile değil! Herkesin kafasında bu araziden elde edilecek rant var.
Adam bu haldeyken narı mı düşünür yahu? Uyanın Tireliler; siz uykudayken, Yahşibey Ovası’nın
içine “edivediler gari”. Haydi,
mübarek olsun hepimize…
İçimiz kararmıştı; bir bahçe kıyısında karşımıza bu kasımpatılar çıktı.
Şehirden azade; yalnız ve hüzünlü Molla
Arap’ın bütün ruhu yok edilmişti doğrusu. Hiçbir şey yapmasalardı daha iyi
gelecekti Molla Arap’a. Ama bu
kuşatma harekâtı, Molla Arap’a
yaramamıştı ve yaramayacaktı. Hoyratça davranılan Molla Arap’ın çevresinden ayrılarak Maltepe’ye doğru yürüdük.
Maltepe eteklerinde açılan çukurlar
Maltepe'de bir mezar açmasının girişi; sol üstte Tire Belediyesi'nin levhası...
Mezarın girişi
Maltepe'deki mezarın içi
Maltepe ve arkasındaki Laletepe,
Lidyalılar zamanından kalma birer tümülüs
aslında. Bu nedenle de her ikisi yığma tepeler olarak biliniyor. Gerek Maltepe’de ve gerekse Laletepe’de ne zamandır bilinen ve
definecilerin çok öncelerden yoklayıp delik deşik ettiği kaya mezarları var. Maltepe’de Tire Belediyesi tarafından
yürütülen ve bu işlemin levhalarla belirtildiği bir kazı çalışmasının emareleri
mevcut. Tepenin batıya bakan yüzünde ve çevresinde bu yaz ağırlık kazanan bir
kazı çalışması yapılmış belediye tarafından. Bunlardan birinin girişinde kayrak
taşlarla örülmüş tahkimat duvarları dikkat çekiyor. Tireli dostumuz Hasan Hoca,
bu duvarların Cumhuriyet döneminde askeriye tarafından tepenin kullanıldığı
zamanlardan kalmış olabileceği düşüncesini belirtti. Mezar odasının içinde üç
mezar için kayalara oyulmuş bölümler vardı. Kapının girişindeki mezarın
kapağının oturduğu yivler ise dikkat çekiciydi. Tepenin batı etekleri boyunca
dolanarak Laletepe’ye doğru
ilerlerken, çok sayıda açılmış başka çukurlara da rastladık.
Maltepe'deki açılan diğer çukurlara bir örnek
Laletepe önlerinde Ayazma ve kara servi
Ayazma'nın girişi
Tire Devlet Hastanesi’nin hemen arkasında yer alan Laletepe’de de halk arasında Ayazma
adı verilen ve Bizans Dönemi’nden kalma olduğunu düşündüğümüz kuyunun
yakınlarındaki yamaçta da benzer bir mezar odası vardı. Bu Maltepe’de gördüğümüze göre daha gösterişli idi. Ama benzer
yapıdaydı. Tepenin en üstünde yer alan kara serviye doğru tırmandık. Hasan
Hoca’nın anlatımına göre bu sırtta eskiden Dede
Aziz Yannis (Aya Yannis) ismiyle anılan bir Rum Ortodoks kilisesi varmış. Büyük
olasılıkla kilisenin ismi Agios Ioannis
olmalı. Hatta bunun bile bir uzantısı olabilir; vaftizci ya da ilahiyatçı gibi… Anlatıma göre; Rumlar, 19.yy.da Laletepe’de panayır şenlikleri düzenler, Ayazma’dan verilen bardaklarla kutsal sudan içerler; daha sonra da Laletepe’ye tırmanarak bu tepedeki
kilisede ibadetlerini yerine getirip tepenin sırtlarında yer içerler ve bir
anlamda Tire’nin Müslüman ahalisi tarafından yüzlerce yıldır kutlanan Sultan Nevruz şenliklerine benzer tarzda
bir ritüeli yerine getirirlermiş. Anlatıya göre şehirden bir “çeyrek” uzaklıktaki Laletepe’de artık bu izleri yakalamak çok zor. Yukarıda andığımız
ayazma kalıntısı ve Lidyalılardan kalma mezar odaları dışında ortalıkta anlamlı
bir iz görünmüyor. Yapılarla kuşatılmışlık hissi ise ziyaretçisinin elbette canını
sıkıyor.
19.yy.da Agios Ioannis Rum Ortodoks Kilisesi'nin bulunduğu Laletepe üzerindeki sırt
Laletepe; kilisenin olduğu yerde şimdi bir ağıl ve eski bir at arabası var. Arkada ise zamanın delili bir kara servi...
Laletepe'den Maltepe'ye bakış
Laletepe'deki kaya mezarının girişi
Mezar odasının içi
Gezginler, Laletepe'de ahlat hasadında...
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılmakta olan Tire Şehir Stadyumu-Laletepe'den görünüş
Laletepe’nin zirvesindeki servinin dibinden şehri ve arka dünyasını rahatlıkla
izleyebiliyorduk. İzmir Büyük Şehir
Belediyesi’nin Tire’ye armağanı olan modern Tire Stadyumu bitmek üzereydi. Ama ne yazık ki ovada şimdilerde yok olmuş eski Manav Gölü'nün yatağı üzerine konumlanmıştı. İşin
garip yanı; inşaat rüzgârı, stadyumdan öteye Küçük Menderes Ovası’nın
derinliklerine doğru; oradan oraya sıçrayan bir yangın misali yayılıp
gidiyordu. Bir zamanların çocukluk hatıralarının saklı olduğu bu bahçeler,
dolap beygirlerinin çevirdiği dönme dolaplarla kuyulardan çekilip havuzlara dökülen
ve o kavurucu yaz sıcağında Menderes’in
topraklarına hayat veren buz gibi sular; bahçelerde lüks lambalarının ışığında geçirilen
yaz akşamları; gece çekirgelerinin bitmeyen sesleri ve daha neler neler; hepsi
çok gerilerde kalmıştı artık.
Tire Belediyesi tarafından yakın zamanlarda yaptırılan Laletepe'nin önündeki yapay gölet ve park
Gölete nazır üstü meyve dolu bir ahlat ağacı; dönüp de bakanı yok!
Gölet kıyısında güneşlenen su kaplumbağaları
Daha geniş açıdan; gölet ve su kaplumbağaları
İşte ovada dönme dolapların son temsilcilerinden biri diyebileceğimiz; Kırk Kova Kuyusu’nu görmek ve
fotoğraflamak üzere çevre yolunu atlayarak, Akmescitliler’in terk edilmiş bahçesine doğru yürüdük. Bahçe hemen çevre yolunun
kıyısındaydı. Her yeri sarmış akasyaların altındaki dönme dolap kuyusu
karşıladı bizi. Zamanın ve doğanın yıpranmışlığı pas olup yapışmıştı üstüne.
Gözleri bağlı beygirin döndürdüğü kolu pastan kilitlenmişti; hareket ettirmek
imkânsızdı. Birbirine dik iki dişli çark aracılığıyla beygirin kuyunun
etrafındaki dairesel hareketi, diğer dişli çark sayesinde kuyudan çekilen suyu
taşıyan kovaların halatının sarıldığı tambura aktarılıyor; kuyudan çekilen su
dolabın üstündeki kovalar aracılığıyla kuyunun kenarındaki kanaldan havuza
doğru alınıyor olmalıydı. Havuzun arkasında nispeten harap; çatısı balıksırtı
formundaki örtü kiremitleriyle kaplı bir de büyükçe bir bağ evi vardı. Hoş bir
mekândı doğrusu. Ama şimdi ne yazık ki bir hayat belirtisi dahi yoktu
ortalıkta. Her yer tarumar vaziyetteydi sanki.
Akmescitliler'in bahçesi ve Kırk Kova Kuyusu
Akasyalar altındaki Kırk Kova Kuyusu'nun dönme dolabı
Kovanın halatının sarıldığı tambur
Leblebici Hüseyin'in ıssız bahçesinde yer alan su havuzu ve bağ evinin bugünkü durumu
Oysa 2008 yılında Sakız adasına gittiğimizde adanın en sulak ve
narenciye tarımıyla öne çıkan Cambos
bölgesinde, bir narenciye çiftliğinde gördüğümüz dönme dolap bundan çok
farklıydı; daha doğrusu gördüğümüz her şey çok farklıydı ve hayat doluydu.
Beğenmediğimiz Yunanlar, şu burnumuzun dibindeki Sakız adasındaki Yunanlar neler becermişlerdi; anlatamam. Citrus isimli çiftliğin içinde Sakız’ın ekonomik ve siyasi tarihini de
içeren küçük çapta da olsa sevimli bir müze vardı. Yüzyıllardır narenciye işi
ile uğraşan bir ailenin son temsilcileri olan çiftliğin şimdiki sahipleri, son
derece özenli insanlardı. Ortaçağdan kalma; Cenevizli ailelerin yaptırttığı;
bahçeler içindeki çok sayıda konağın yer aldığı Cambos bölgesi, bu açıdan çok özgün bir bölgeyi oluşturuyordu Sakız adasında. Citrus çiftliğinde de böyle bir konak ve çevresinde başka eski yapılar
vardı. Ama en dikkat çekici olanı, yüzlerce yıldan beri hizmet verdiği
anlaşılan, bahçenin ortasındaki o güzelim dönme dolaptı. Yeniymiş hissini veren
yeşil boyalı dolap, bu haliyle göz alıcıydı. Citrus Narenciye Müzesi’ne bir de bu dönme dolabın maketini
koymuşlardı sahipleri. Giriş bölümünde yer alan küçük bir kafeterya, narenciye
ve diğer tarımsal ürünler için sevimli alışveriş imkânları ve binaların
arkasında avludan itibaren çiftliğin derinliklerine doğru uzanan narenciye
ağaçlarının oluşturduğu muntazam tarımsal alanlar… Hepsi mükemmeldi. İşte
onların yapabildiği, ama bizim yapamadığımız şey buydu; bize devredilen mirasa
sahip çıkabilmek ve yaşatmak...
Sakız adasında; Cambos bölgesindeki Citrus çiftliğinde gördüğümüz dönme dolap
(Fotoğraf: İF; Nisan-2008)
Citrus Narenciye Müzesi'nde yer alan dönme dolabın maketi
(Fotoğraf: İF; Nisan-2008)
Citrus çiftliğinin yola bakan ön cephesinde yer alan; Cenevizliler döneminden kalma konak
(Fotoğraf: İF; Nisan-2008)
Citrus çiftliğinin giriş kapısı
(Fotoğraf: İF; Nisan-2008)
Citrus çiftliğinin bahçeleri
(Fotoğraf: İF; Nisan-2008)
Sabah turunu Tire’de Cuma günleri kurulan köylü pazarında noktalayıp
ceviz ve kestane tedariklerimizi yaparak, yemek molası için Derekahve’ye doğru yöneldik. Ayazma’nın hemen altında yeni açılan bir
çayhanede; sonbaharın renkleri arasında verdiğimiz yemek molasına ardı ardına
gelen sıcacık çaylar eşlik etti. Sararan yapraklarıyla Derekahve’nin o güzelim çınarlarının altında sohbet uzadıkça uzadı.
Ama dağlar bizi beklerdi; şimdi Güme’ye
çıkma vaktiydi. Öyle de yaptık.
Gezginler, Derekahve'de sıcacık çaylar eşliğinde yemek molasında...
Dağlar bizi bekler
Daha önceleri de uğramıştık; dağ çileklerinin meyveye durduğu
zamanlarda. Sarpça Mevkii olarak
adlandırılan Güme Dağı’nın Yahşibey Ovası’na bakan yüzünde yer alan
bir yamaçta; dağ çileklerinin, pırnar meşelerinin, sandal ağaçlarının,
melengeçlerin ve kesik çalılarının mekân kardeşliği yaptıkları; birbirine
sarılıp dolanarak toprağı daha bir sıkı sıkıya kavradıkları tatlı bir eğimle
alçalan bayırdı burası. Batıya doğru kızılçamlar arasından kıvrılarak giden bir
toprak yol, son zamanlarda hırpalanmış olsa da; yolcusunu eski bir manastırın
izlerine doğru indirirdi yavaşça. Dağ çileklerinin üzerinde ziyaretçisine
kırmızı kırmızı göz kırpan lezzetli meyveleri, tek tek dallarından koparıp
hemen ağzına atıvermek ne büyük bir bahtiyarlıktı. Bu hayallerle Sarpça’nın sırtlarına doğru tırmandık.
Sarpça sırtlarından Yahşibey Ovası'na bakış
Üzerinde meyveleriyle sandal ağaçları
Makilik örtüsü sökülüp atılmış Sarpça sırtlarının yeni hali
Sarpça sırtları yukarıda görüldüğü gibi erozyona karşı korumasız hale getirilmiş.
Kökünden kazınan alanda yeniden biten dağ çilekleri anlayana der ki; "bir gideriz, bin geliriz."
Sarpça sırtlarında makilik örtüsü; sökülen ve sökülmeyen alanlar yan yana...
Tepeye vardığımızda gördüğümüz manzara bizi dehşete düşürdü. Yahşibey Ovası’na bakan sırttaki maki
örtüsünün neredeyse yarısı iş makineleri tarafından sıyrılıp atılmıştı. Tüm
çalıların kökleri ve gövdeleri oraya buraya yığılmış vaziyette bırakılmıştı.
Toprak çırılçıplak ve korumasızdı. Bu topraklara “bilmem ne ağacı” dikmek uğruna neredeyse sık bir ormana dönüşmüş
maki örtüsü, acımasızca yerlerinden sökülüp atılmıştı. Doğru dürüst dağ çileği
de kalmamıştı zaten. Oysaki 3 yıl önce bu aylarda yine buralara uğramış ve maki
örtüsü içindeki bir toprak yoldan Yörükler
Mevkii’nin altındaki Manastır Mevkii’ne
kadar yürümüştük.(2) O
zaman her yer dağ çileğiydi. Doya doya dalından koparıp yemiştik o güzelim
meyvelerden. Ancak bu kez geldiğimizde manzara oldukça değişmişti. Sırtın
yarısı, büyük olasılıkla ceviz dikmek için sıyrılıp kaldırılmış; toprak erozyona
karşı korumasız bir duruma getirilmişti. Bunun ilk emareleri, yağan yağmurlarla
Manastır yoluna doğru sürüklenen
toprakta saklıydı.
Sarpça'nın çırılçıplak bırakılmış sırtlarından Tire'ye bakış
Çevre katliamının izleri; dağ çileklerinin sökülen kökleri...
Böyleydi.
Böyle oldu.
Sarpça sırtlarında söküm artıkları bu şekilde yığılıp bırakılmış.
Manastır yolunda da kepçe çalışmıştı. Bunun nedenini ise, asırlık çınarlarla
kaplı Manastır Mevkii’ne gelince
anladık. Daha önceki buraya gelişlerimizde görmediğimiz taş yığınlarıyla
karşılaştık. Sanki burada yapılacak bir inşaatın ilk işaretleri gibiydi
gördüklerimiz. Önceki gelişlerimizde tanıklık ettiğimiz defineci çukurları da
bir şekilde kapatılmıştı. Arazi düzlenmiş ve çınarların ortasında yer alan
çeşmenin üst düzlemindeki alana da taşlar yığılmıştı. “İyi saatte olsunlar”
buralara da uğramıştı yakında. Rant kokusu vardı ortalıkta; Sarpça sırtlarında dağ çilekleri; Manastır Mevkii’nde ise, çınarlarla
kaplı bu güzelim mekân nasibini almıştı bu kez.
Sarpça'dan Manastır Mevkii'ne giden toprak yol
Aslan dişi
Melengeçlerin kırmızıya boyanmış halleri
Manastır Mevkii; sağda taş yığınları...
Manastır Mevkii'ne girerken; bu taşlar acep neden gelmiş ola?
Oysaki Tire çevresindeki
dağların saklı vadilerinde Bizans’tan kalma ne manastırlar, ne yaşanmışlıklar
vardı. Tire üzerine çalışmalarıyla
tanınan yerel tarih araştırmacısı Munis
Armağan’ın ifadesiyle “Tire’yi adeta
her yerinden kuşatan kilise ve manastırlar zenginliği, bilimsel bir gerçeği de
ortaya koymaktadır. Bu birimlerde hamam tesisleri, yerleşim birimlerinin köy de
olsa; yaşamsal zenginliğine sahip olduğunun kanıtıdır. Öyle ki, bu kilise ve
manastır coğrafyaları, Türkmen göçebelere bıraktıkları bu kültürel mirasla
yerleşim tesislerinde önemli rol oynamışlardır. Böylece, Türk yerleşimleri
devraldıkları manastırları zaviyelere dönüştürerek ya da yeniden tesis ederek
çevresinde köy oluşumlarını hazırlamışlardır.”(3)
Manastır Mevkii; kır çeşmesi
Manastır Mevkii; bu güzelliğe kıyılır mı?
Manastır Mevkii; çınarlar altında...
Çeşme ve çınarın gövdesi neler anlatır bizlere?
Çınar, kayayı nasıl sarmış?
Manastır Mevkii; dere yatağında hayat bulmuş asırlık çınarlar
Bunun bizim de tanıklık ettiğimiz en tipik örneklerine Eğridere Vadisi’nde, Gökçen ve Ali Baba Tekkesi civarında, Peşrefli
üzerinde Karakaya’nın bağrında; Hisarlık köyünün üstlerinde Manastır Mevkii’nde rastlamak mümkündür.
Ama önemli olan buraları talan etmek ya da rant uğruna altını üstünü getirmek
olmamalıdır. Yüzlerce yıl önce Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya yönelen o büyük
göçün hatırasını yaşatmak adına bile bu kültür varlıklarının ve onların
üzerinde hayat bulduğu bu doğal mekânların korunmaya hakları vardır ve
korunmalıdır. Ecdat mirasına ve onların hatırasına ancak böyle sahip çıkılır.
Gezginler, Manastır Mevkii'nde çeşme başında...
Manastır Mevkii'nden Yuvalı yönünde ovaya doğru bakış
Manastır'dan yukarılara doğru...
Bu duygularla Manastır Mevkii’nden
ayrıldık. 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde Tire’de
gördüklerimiz pek de hoşnut etmemişti bizi. Şehirde ve dağdaki tanıklığımız,
her şeye “büyük insanlığın” rant penceresinden bakmak şeklinde
şartlandırıldığını bir kez daha göstermişti. Tire, bizim için içerdiği doğal ve kültürel zenginlikler açısından
özel bir coğrafya idi. Bu zenginliklerin her geçen gün daha çok yağmalanması,
şehrin rant uğruna betona boğulması, dağlarının ve makilik sırtlarının tıraşlanarak
talan edilmesi bir Tire dostu olarak bizi ancak üzebilirdi. Ama Tire’de
yaşayanlar olarak ya sizi…
Manastır'a veda...
Sarpça sırtlarında melengeç çalıları
Ulusların parayla ölçülemeyecek bazı değerleri vardır ki; yitirdiğinizde
iş işten geçmiş olur artık. Üzerinde yaşadığımız doğa ve kültür varlıklarımız
da böyledir işte. Hele ki Tire gibi
doğanın ve tarihin cömert davrandığı bir coğrafyadan söz ediyorsak, bütün
bunların değerini daha çok bilmeli ve çevremizde bu doğrultuda bir farkındalığın
oluşması uğrunda çaba harcamalıyız. Yoksa her şey gibi onlar da bir gün tükenip
gidecekler; bizden söylemesi…
Dipnotlar:
(1) Tireli Dağa
Kaçtım gezginlerinin can dostları, öğrencilerinin sevgili rehberi; Turgutlulu
edebiyat öğretmeni Bülent Bökü, 18 Kasım 2017 günü Hakk’a yürüdü. Nur
içinde yatsın. Onurlu kişiliği ve anısı unutulmasın.
(2) Sarpça sırtları
kepçelerle kazınmadan önceki Sarpça ve Manastır Mevkii yürüyüşü için
bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/10/tirede-bir-sonbahar-hasadi.html
(3) A. Munis Armağan,
Devlet Arşivlerinde Tire; Bilge Karınca Matbaacılık, Nisan-2003; sayfa:28
(4) Yazıda belirtilenler dışındaki fotoğraflar, gezi
sırasında İ. Fidanoğlu / M. Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Sağ olun gezgin dostlarım, ilk gençlik yıllarımın geçtiği, ilk meslek bilgilerimi kazandığım bu kadim şehri bana tekrar hatırlattınız. 1963 Yılı kışında ,Tire Sanat Okulu beşinci sınıf öğrencileri olarak Maltepe ye diktiğimiz cam fidanları ,fotoğraflarınız da gördüm ki şimdi yarım asırlık bir ormana dönüşmüş. Ruhları şad olsun, çoğu hayattan ayrıldı,o zamanki öğretmenlerimiz bize hem meslek öğrettiler, hem doğa dostu olmayı, hemde erdemli yurttaş olmayı.. Fidan dikme şöleninde yağmur birden bastırınca Maltepe'nin tam doğu yamacında bir mağaraya sığınmıştık, çocuk aklıyla oranın mezar olabileceğini düşünemezdik,silik bir hafıza kaydı olarak doğal bir oluşuna benziyordu. Geçmiş zamana bir yolculuk yaptım sayenizde. Saygı sevgi, ve selamlarımı iletiyorum Siz Gezgin Dostlarıma.
YanıtlaSilDeğerli Coşkun Ağabey; değerli katkılarınız için çok teşekkürler... Size o güzelim çocukluk yıllarını hatırlatmak bizim için ayrı bir kıvanç kaynağıdır; bunu bilesiniz. Sevgi ve selamlarımızla... İF
Silgüzel memleketim kendi sayfamda paylaşmmak için resim idirmek istedim
YanıtlaSilKötü amaçlı kullanımları önlemek amacıyla sayfalarımız korumalıdır. Sayfayı ya da istediğiniz resmi paylaşabilirsiniz. Spesifik olarak isteklerinizi blog sayfasının altında yer alan e-mail adreslerine gönderirseniz, size ilgili fotoğrafların orjinallerini iletebiliriz. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
Silcanım meleketim
YanıtlaSilNe kadar içten söylemişsiniz. İF
Sil