11 Aralık 2017 Pazartesi

İZMİR KUŞ CENNETİ’NDE; LODOSUN ORTASINDA…



“Rüzgâra karşı bisiklet sürmek”
1 Aralık 2017
İbrahim Fidanoğlu

Giriş


Bu hafta Karşıyaka’dan fazla uzaklarda değildik. Çiğli ilçe sınırları içinde kalan ve isminden ötürü; bize Türkmen beylerinden Menteşe Bey’in damadı Sasa Bey’i anımsatan Sasalı köyünün yakınlarındaki Çamaltı Tuzlası’nda; doğal sit alanı İzmir Kuş Cenneti’nde idik.  Kuvvetli lodosun egemen olduğu hava koşullarında geçti günümüz. Sabah çok erken olmayan bir vakitte; saat 10 gibi Çiğli-Sasalı üzerinden Kuş Cenneti’ne ulaştık. Amacımız koruma altındaki doğal hayatı ve kuşları gözlemlemek ve biraz da yürümekti. Bu arada Üç Tepeler diye bilinen İlkçağ yerleşimi Leukai de gün içindeki hedeflerimiz arasındaydı. Yürümek amacıyla başladığımız günümüz, Kuş Cenneti’nin ziyaret merkezi yakınlarındaki İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin kiralık bisikletlerini görünce seyir değiştirdi. Bol bisikletli, az yürüyüşlü; çocukluk günlerimize bir selam gönderdiğimiz anlarla dolu sevimli bir gün geçirdik Kuş Cenneti’nde bugün kısacası.


İzmir Kuş Cenneti; ılgınlar ve Çamaltı Tuzlası


İzmir Kuş Cenneti'ni bisikletle dolaştık.


İzmir Kuş Cenneti ve Gediz Deltası

Dolaştığımız coğrafyanın milyonlarca yıllık jeolojik oluşumu hakkında aşağıdaki metin bize bir fikir verecektir:

“İzmir Körfezi ve kuzey parçası olan Menemen Ovası, jeolojik zaman içinde iki kez oluşmuş gibi gözükmektedir. Pliosen’de (5-1,6 milyon yıl) veya bir sonraki dönem Pleistosen’de (1,6 milyon yıl-10 bin yıl) başında oluşan Manisa ve İzmir çöküntü alanlarını, Menemen’in doğusunda bugünkü boğaz üzerinde yer alan bir eşik ayırmaktaydı. İzmir çöküntüsüne dolan Akdeniz’in suları, Menemen’in doğusuna, eşik kıyısına kadar sokulmakta ve körfezi en geniş sınırlarına ulaştırmaktaydı. Son buzul dönemi öncesindeki bu ilk istilada, deniz seviyesinin günümüzdekinden 7 metre daha yüksek olduğu ileri sürülür. Son buzul döneminde ise deniz seviyesinin 90-100 metre alçalması ile İzmir Körfezi’ni oluşturan çöküntü alanı, yeniden karalaşmış ve çevre yükseltilerden gelen akarsular, bu alanda derin vadiler açarak batıya doğru akmış olmalıydılar. Bu arada Menemen-Manisa Boğazı üzerindeki eşikte biri doğuya; Manisa çöküntüsüne doğru, diğeri batıya; körfeze doğru akan ve aynı su çizgisinden beslenen iki akarsudan batıya akanı, zaman içinde aşınma ile diğerini kaparak boğazı oluşturmuş, Manisa çöküntü havzasını dış drenaja bağlamış olmalıdır. Son buzul döneminin sona ermesiyle yükselen Akdeniz’in suları, eski deltayı sular altında bırakmış ve körfez, yeniden eski genişliğine kavuşmuştur. Dolayısıyla; Maltepe, Taşlıtepe, Değirmentepe ve Üçtepeler alüvyonlu zemine gömülerek birer ada halini almışlardır.”(1)

 
Gediz Deltası'nda flamingolar
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015)

İzmir Kuş Cenneti; arkada Leukai ya da Üç Tepeler

Deniz Bostanlısı’nın arka dünyasından başlayarak Foça Bağarası yakınlarına kadar uzanan geniş bir alana yayılmış olan Gediz Deltası, 19.yy.da körfezin ağzının kapanma riskini ortadan kaldıran yatak değişimi sonrasında; Eski ve Yeni Gediz’in denize doğru ulaşan ya da ulaşamayan kolları arasındaki zengin flora ve faunası ile son derece önemli bir sulak alan olarak dikkat çeker. Özellikle birçok kuş türünün önemli bir üreme noktası ve göçmen kuşların konaklama mekânı olarak bilinen delta, milyonlarca yıldır, yüzlerce kilometre uzaklardan denize doğru taşınan alüvyonlu topraklarıyla insan toplulukları için de son derece verimli bir tarım potansiyeli sunar.

 
Gediz Deltası'nda hayat bulan flamingolar uçarken...
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015)

 
Gezginler, gözetleme kulesi yolunda; kırmızıya dönmüş tuz tavaları


Kuş Cenneti-Leukai bisiklet ve yürüyüş rotası; 13 km. (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

İzmir Kuş Cenneti de Türkiye’deki en önemli sulak alanlardan biri olarak öne çıkan Gediz Deltası’nın Çamaltı Tuzlası sınırları içinde yer alan tuz tavalarının çevresinde öbeklenmiştir. Homa Dalyanı, Çilazmak Dalyanı ve Kır Denizi Dalyanı, Gediz Deltası’nda yer alan üç doğal lagünü oluşturur. İç Anadolu’nun ortasındaki Tuz Gölü ile birlikte ülkemizdeki en önemli flamingo üretim alanını oluşturan İzmir Kuş Cenneti’nde tuz tavalarında yer alan ve suya kırmızı rengini veren artemia salina isimli bir omurgasız canlı, flamingoların en önemli besin kaynaklarından biridir. Flamingolara kanatlarındaki kırmızı rengini kazandıran bu mucizevî canlının özellikle tuz tavalarının bulunduğu bu bölgede yaşam alanı bulması, bu alanların doğal yaşamın devamlılığı açısından  ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir.

 
Gediz Deltası ve İzmir Kuş Cenneti'nin konumları
(Kaynak: https://www.gezenbilir.com/konu/izmir-kus-cenneti-gediz-deltasi.4970/) 

 
Gezginler, Leukai yolunda...

 
İzmir Kuş Cenneti'nde flamiingolar

 
Dağa Kaçtım yollarda...

Bugün ziyaret ettiğimiz İzmir Kuş Cenneti’nde Çamaltı Tuzlası ile ziyaret merkezi arasındaki bölgede merkezden kameralı sistemle uzaktan da izlenebilen flamingoların yumurtlamaları için oluşturulmuş bir yapay ada bulunuyor. Bu yıl bu adada hayata merhaba diyen flamingoların sayısında bir rekora ulaşılmış. Ancak yine de her nedense ziyaret merkezinde bir tuhaflık vardı. Adı ziyaret merkezi olsa da içeri girdiğimizde karşılaştığımız terk edilmişlik havası, açıkçası pek de sevimli gelmedi bize. Neden sonra anladık ki; İzmir Kuş Cenneti’nin yönetimi konusunda güç odakları arasında bir sorun vardı. Medyaya yansımış bu sürtüşme elbette bizim ilgi alanımızın dışındaydı; ama hayata can veren bu tür bir doğal koruma alanının üzerinde gelişen spekülatif korkuları da hafife almamak gerek. Örneğin körfez geçişi ile ilgili olarak Kuş Cenneti’ndeki doğal ortamın karşı karşıya kalabileceği potansiyel riskler bu açıdan son derece dikkat çekici. İzmir’in dibinde, böylesine bir vahşi doğanın varlığını içine girip yaşamadan anlamak oldukça zor. Biz bile bugün dolaştığımız güzergâh üzerinde 7 çakal, yaklaşık 90 kilo ağırlığında bir kocaman yaban domuzu, 50 civarı yılkı atı ve onlarca farklı türde kuş gördük. Deltada yer alan tuzlu ve tatlı sular, gölcükler, geçici sulak çayırlar, tuz tavaları, lagünler ve tepelik alanlar farklı özellikteki bitki çeşitliliğinin gelişimine neden olmuş. Bugün çevrede tanıklık ettiğimiz ılgınlar, melengeçler, okaliptüsler, fıstık çamları, kaya korukları, son yağmurlarla baş veren çiriş otları, deniz börülcelerinin varlığı bunların birer delili gibi.

 
Yol kıyısında kaya korukları

 
Deniz börülceleri

 
Kuş Cenneti florasından bir örnek daha...

Ziyaret merkezini Üç Tepeler’e bağlayan yolun kıyısındaki balçığın üzerinde gördüğümüz kuşların sevimli ayak izleri, bize buradaki doğal hayatın sunduğu en güzel resimlerden biriydi. Giderek sertleşen lodosla birlikte kuzeye doğru Leukai yerleşiminin bulunduğu Lodos Tepe’ye ulaştık. Dönüşte lodosa karşı bisiklet sürmek ne kadar zormuş; o zaman anladık. Zaten yıllarca bisiklete binmemiş olmanın acemiliğiyle; bir sağa bir sola yalpalarken, lodos da karşıdan nefesimizi kesercesine estikçe ayaklarımızdaki derman kesildi bir an.

 
Leukai yolunda karşı kıyıya doğru denizin içinden koşturan yılkı atları

 
Lodos Tepe önündeki gölcük

 
Gezginler, Lodos Tepe sapağında...

Leukai’nin bulunduğu Lodos Tepe’ye doğru dönerken hemen önümüzden geçen 30 civarı yılkı atı, birden bizden ürkerek suya doğru atladılar ve karşı kıyıya dörtnala geçtiler. Onlara karşı kıyıda bulunan bir başka sürü de katılınca sayıları neredeyse 50’yi buldu. Atlar, telaşla Üç Tepeler’in karşımızda bulunan bir başka yükseltisine doğru tırmandılar. Biz ise bisikletlerimizi Lodos Tepe’ye tırmanan bir patikanın başındaki ılgınların altına bıraktık ve Leukai’den bugüne kalanlara bakmak üzere tepeye tırmandık.

 
Leukai'nin konumlandığı Lodos Tepe

 
İki yanında ılgınlarla çevrili bu patikadan Leukai'ye ulaştık.

 
Lodostepe önünde Leukai tanıtım panosu

Leukai

Leukai, İlkçağ’da Pers kralına karşı isyan eden; yine bir Pers Komutanı Takhos’un askeri üs olarak kurduğu bir ada yerleşimi olarak biliniyor. Üç Tepeler’in ana karadan azade özelliği, İlkçağ’da savunma kolaylıkları açısından kentin bir askeri üs olarak kullanımını kolaylaştırmış olmalı. Üç Tepeler, daha sonraları Gediz (Hermos) Irmağı’nın alüvyon hareketleri sonucu ana kara ile bir şekilde birleşmiş. Kentin girişinde yer alan tanıtım panosunda kentin kuruluş tarihi, İ.Ö. 4.yy. (İ.Ö. 352 yılı) olarak veriliyor. Kentin kendi adına bastırdığı sikkeler mevcut. Bu sikkelerin ön yüzünde Pers Komutanı Takhos’un portresi yer alırken, arka yüzünde ise İon kenti Klazomenai’nin simgesi olan bir kuğu kabartması bulunuyor.

 
Leukai gümüş sikkesi; İ.Ö. 350 yılları civarı; ön yüzde Pers komutanı Takhos'un portresi, arka yüzünde ise Klazomenai kentinin simgesi kuğu kabartması yer alıyor.
(Kaynak: http://www.asiaminorcoins.com/gallery/displayimage.php?album=128&pid=8297#top_display_media)

 
Leukai'de yılkı atları

 
Lodos Tepe'den Kuş Cenneti'nin görünüşü

 
Lodos Tepe'nin doğu yamaçlarında terk edilmiş taş ocağı  

Kentin Klazomenai ile ilgisine gelecek olursak, o da kentin Takhos sonrasında Klazomenai ile Kyme kentleri arasındaki güç savaşımına sahne oluşuna dayanıyor. Kentin kimin egemenliğine gireceği konusunda anlaşamayınca Yunanistan’daki Delphoi Tapınağı’nın kâhinlerinden yardım istenir. Kâhinlerin Tanrı Apollon’un buyruğu olarak taraflara ilettikleri mesaj şöyledir:

Leukai, orada ilk kurbanı yapacak olana aittir. Yalnız her iki tarafta önceden belirlenmiş tarihte, gün doğarken kendi kentlerinden yola çıkacaklardır.”

 
Leukai kentinin sırtlarında yer alan ve 19.yy.dan kaldığını düşündüğümüz bir eski yapının kalıntıları

 
Leukai kentinin girişi

 
Kentin yüzeyinde rastladığımız toprak künk parçaları

 
Gediz Deltası; Kır Denizi'ne doğru...

Ancak, çözüm yolunda uyanık İonlar (Klazomenaililer), Leukai yakınlarında kurdukları bir koloniden hareket ederek Kymelilere göre daha atik davranırlar ve yarışma günü koloniden erkenden yola çıkarak Leukai’e Kymelilerden erken ulaşarak ilk kurbanı keserler ve Leukai’nin egemeni olurlar.

 
Leukai'de rastladığımız yapı elemanları; çatı kiremitleri

 
Kesme taşlar

Kent, tarihte bir başka önemli olayla; Pergamon Krallığı’nın sonlarında ortaya çıkan bir köle ayaklanmasıyla da birlikte anılmaktadır. Son Pergamon Kralı III. Attalos, ölümünden önce hazırladığı vasiyeti gereği kenti Romalılara bırakır. İ.Ö. 133 yılında III. Attalos ölünce, babası II. Eumenes’in gayrimeşru oğlu olan Aristonikos bu vasiyete itiraz eder ve Pergamon’un egemenliği konusunda hak iddia eder. Aristonikos, bu isyanda Leukai kentini kendine üs seçerek İ.Ö. 132 yılında Roma otoritesine karşı ayaklanır. Pergamon ordusunun bir kısmından, halktan ve özgürlük vaat edilen kölelerden oluşan Aristonikos’un ordusu, Phokaia kentinin donanma desteğini de alarak ciddi bir askeri güç haline gelir. Ancak bölgedeki en önemli Roma desteği Ephesos deniz gücünün Phokaia donanmasını bir deniz savaşında yok etmesi ile Aristonikos Ayaklanması ciddi bir yara alır. İlkçağ’ın büyük gezgini, coğrafyacı Amasyalı Strabon, bu olayları Geographika adlı eserinde bu olaylardan ve Leukai kentinden aşağıdaki şekilde söz etmektedir:

 
Leukai'den Kuş Cenneti'ne bakış; okaliptüsler arasından...

 
Gezginler, Leukai'de...

 
Leukai'nin lodosa karşı korunaklı; kuzey ve doğu yönündeki yoğun yerleşim izleri

 
Bir duvar izi

Smyrna’dan sonra Leukai denilen küçük bir kente gelinir. Attalos Philometor’un ölümünden sonra, kral ailesinden olduğu için saygı duyulan ve krallığı ele geçirmeyi tasavvur eden Aristonikos burada ayaklanmıştı. Kymelilerin toprakları civarındaki bir deniz savaşında Ephesoslular tarafından yenilir yenilmez hemen Smyrna’dan sürgün edildi. Fakat o içerilere doğru gitti ve kısa zamanda çaresiz, desteksiz kalmış olan halktan çok sayıda insan ve hatta bağımsızlık vaadiyle Heliopolitai adını verdiği tutsakları dahi topladı. Önce beklenmedik bir anda Thyateira’ya saldırdı, sonra Apollonis’i ele geçirdi ve sonra da kuvvetlerini diğer kalelere karşı yöneltti, fakat uzun zaman bu başarısını sürdüremedi. Kentler, hemen kendisine karşı Bithynalı Nikomedes’in ve Kapadokia krallarının yardımıyla çok sayıda birlikler gönderdiler. Sonra Romalı beş elçi ve bundan sonra da Consul Publius Crassus yönetiminde bir ordu ve sonunda da, Aristonikos’u canlı olarak ele geçirip Roma’ya gönderen ve savaşı sona erdiren Marcus Perperna geldi. Aristonikos, hapiste yaşamına son verdi, Perperna hastalıktan öldü ve Crassus, Leukai dolayında bazı kabileler tarafından saldırıya uğradı ve savaşta can verdi. Sonra, on naiple birlikte Manius Aqillius konsül olarak geldi. Eyaleti, halen devam etmekte olan yönetim şekliyle düzenledi.”(2)

 
Leukai surlarından kalanlar; doğu cephesi

 
Leukai'de yapı taşlarına örnekler

Strabon’un anlatımından anlaşıldığı kadarıyla Leukai hiç birisine yar olmamış ve teker teker hayatın içinden sıyrılıp gidivermiş koskoca Romalı komutanlar ve Aristonikos. Bu da Leukai’de başlayan bir ayaklanmanın vardığı son noktayı görebilmek açısından da ilginç olsa gerek.

Strabon’un sözünü ettiği Leukai’nin de yer aldığı Roma eyalet düzenindeki yeri ise Prof. Dr. Ersin Döğer’in İzmir’in Smyrna’sı adlı kitapta şu şekilde ifade ediliyor:

“Bu arada Asya Eyaleti 10 idari ve yargı birimine bölünür (Diokeiseis). Bunlardan birinin merkezi de Smyrna olur. Kentin kuzeyinde Aiolis bölgesinin kentleri (Myrina, Kyme, Phokaia, Leukai, Neonteikhos, Temnos), Kuzey İonia kentleri (Teos, Klazomenai, Erythrai, Kolophon, Lebedos) ile Magnesia, Nymphaion gibi bazı Lidya kentleri bu Diokeiseis’in yargılama alanı içine alınırlar. Böylece Smyrna bir idari birimin merkezi olarak seçilmekle Ephesos’la rekabet edebilir bir konuma getirilir ve dolayısıyla çevresindeki Klazomenai ve Phokaia gibi rakiplerini geride bırakmış olur.”(3)

 
Leukai gezginleri; kapalı bir havzanın önünde; arkada flamingolar...

 
Leukai'de defineci çukurlarına bir örnek; duvar izleri seçilebiliyor.

Bugün her iki yanı ılgınlarla kaplı bir patika ile ulaşılan Leukai antik kentinin girişinden başlayarak kuzeye doğru uzanan sur duvarlarının kalıntıları karşılıyor bizi; bir de yılkı atları… Bugüne kadar Leukai’de defineciler dışında sistematik bir kazı faaliyeti gerçekleşmemiş. Ayrıca kente ulaşmak için tırmandığımız patikanın solunda yer alan taş ocağı kalıntıları da tuzlalar arasındaki yolların yapımında kullanılmak üzere kentten epey miktarda taş çıkarıldığını düşündürtüyor. Bu definecilerin kente verdiği zararların yanında sanki daha büyük bir paya sahip gibi duruyor.

 
Leukai surları; kuzeye doğru uzanıyor.

 
Defineciler tarafından açılan bir çukurda toprağın içinde devam eden toprak künkler

 
Leukai'nin yerleşime en uygun alanında duvarlarla çevrili bir yaşam alanı

 
Aynı bölgenin bir başka görünümü

 
Leukai'den; bir okaliptus ağacının dibinden Gediz Deltası'na bakış 

Kentin kurulu olduğu tepenin üzerinde; kuzeydoğu yönünde kısmen duvar izlerinin fark edilebildiği bir düzlük var. Lodos rüzgârına karşı korunaklı bir konumda bulunan bu düzlüğün kentin yaşamında önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyoruz. Definecilerin açtığı çukurların çeperlerinde kaybolup giden toprak künkler, kimi amfora dibi ya da kulplarına ait parçalar, kanalizasyon kanallarının izleri kentte binlerce yıl sonra rastladığımız yaşam izlerinden bazılarını oluşturuyor. Kentteki en belirgin yapı kalıntıları ise, kenti savunmak amacıyla yapılmış olan kuzey ve doğu yönündeki sur kalıntıları…

 
Gediz Deltası ve Kır Denizi

 
Leukai'den aşağıdaki sulak alanlara bakış; bu bölgeden de taş alındığı anlaşılıyor.

Kentin güneyine doğru tatlı bir eğimle yükselen Lodos Tepe’nin kısmen heyelan tehlikesine açık ve dik bir uçurumla sonlanan güney kenarlarından aşağıya doğru bakarken, önce hızla kaçan kocaman bir yaban domuzunu, arkasından ise koşturarak Lodos Tepe’nin doğu yamaçlarına doğru tırmanan bir çakal sürüsünü (7 çakal) fark ediyoruz. Buraya gelirken böylesi bir vahşi hayatı tahmin etmemiştik doğrusu. Hayvanların bu zengin habitat içinde özgürce hareket edebilmesi ise bize umut veriyor.
 
 
Leukai'den bir görünüş

 
Leukai ve Kuş Cenneti

Gediz Deltası’nda çocukluk hatıraları

Leukai’nin konumlandığı Lodos Tepe’den batı ve kuzey yönünde Gediz Deltası’nın güzelliklerine bakmak, Kır Denizi’nin bulanık rengine kaptırıp gitmek geçmişe doğru; Gediz’in binlerce yıldır bir oya gibi işlediği deltanın derinliklerinde hayat bulan canlılığın sırrına erebilmek ne büyük bir bahtiyarlık… Bir çocuk gezginin hafızasına kazınmış hatıralar; Kır Denizi’nde; şimdilerde sonsuzluğa göçüp gitmiş bir baba ve amcanın öğretmenliğinde çıkılan balık avı yolculukları, yaşanmışlıklar ne kadar değerli kılar o hatıraları…

 
Leukai; Lodos Tepe ve tuzlalar

İşte Dağa Kaçtım gezgini Aybey Çini’nin çocukluk günlerinden bugüne yansıyanlar:

“Şemsi Amcam, kayıkta kalabalığı fazla sevmez, bu işi sıraya koyardı. Balığa gideceğimiz akşam erkenden yatar, sabahın olmasını iple çekerdim. Buna rağmen çok erken kalkmaktan biraz üşenir, ama uykum açılıp yola çıkınca, yerini büyük bir heyecan ve mutluluk alırdı. Balık avlamak için buluştuğumuz günler çok neşeli geçer, sepetimizdeki kavun, beyaz peynir ve taze ekmekten oluşan nevalemiz, değme sofraları lezzet yönünden geride bırakırdı. 

 
Gediz Deltası'nda çocukluk hatıraları; Çamaltı Tuzlası'nda balıkçıların Teksas adını verdikleri derme çatma balıkçı kulübeleri
(Resim: Varol ÇİNİ) 

Sandalda her balık cinsi için ayrı ayrı olta takımları vardı. Bol iğneli, tüylü çapari oltaları, levrek ve lüfer için fırdöndüden iğneye kadar tel çekilmiş oltalar, çipura için zokalı oltalar, çarpma, çok kalın misinası, kocaman iğnesiyle trança oltası, lidaki, mercan, karagöz için daha ince misinalı oltalar… Bu takımlar, daima yedekleriyle el altında tutulurdu. Misinalar kırılmasın diye de her olta kendi boyutunda mantarlara sarılırdı. Uzun bir sırığın ucuna takılmış üççatallı zıpkın, sülünez çıkarmak için teller, iri bir balığı sandala almak için kepçe, yem çıkarmakta kullanılan gargoloz takımı, fener, dip aynası, yakalanan balıkları koymak için yayvan sepet, balıkların üzerini örtmek için çuvallar… Bu çuvallar, denizde ıslatılır, balıkların üzerine örtülür; inanılmaz şekilde akşama kadar taze kalmaları sağlanırdı.

 
Deniz Bostanlısı'nda gargolozla yem çıkarırken...
(Resim: Varol ÇİNİ) 

Sabahları erken saatlerde; genellikle uygun havalarda deniz çarşaf gibi olurdu. Kıyıdan önce biraz kürek çeker, açılır; sonra pat pat çalışan motorun sesiyle yavaşça uzaklaşırdık. Arkada kalan şehir, küçülen görüntüler, aslında özgürlüğe yelken açmış insanların iç huzurunu yaşatırdı bizlere. Hafif bir yelle savrulup, sandalın suyu yararken sıçrattığı tuzlu zerrecikler yüzünüze çarpardı. Bu yaşananlar bir hayal değil, işte tam ortasındayız bu güzelim anın dedirtirdi usulca. Hele bir de sırayla da olsa, biz çocuklara yekeyi tutup, sandala yol verme sorumluluğu verilince; inanılmaz derecede mutlu ederdi bizleri.

 
Sahilde trata çeken balıkçılar
(Resim: Varol ÇİNİ) 

 
Kıyıda boklu kebap keyfi
(Resim: Varol ÇİNİ) 

Büyükler sabır gerektiren çipura oltalarını hazırlayıp atarlar, biz çocuklar; daha büyük iğnelerle hazırlanmış oltalarımızla ısparoz, istavrit, gopes veya lidaki yakalayıp günü kurtarmanın gururunu yaşardık. Balık avlarken en büyük marifet ise, en ince misina ile en büyük balığı yakalamaktı. Bizim ustalar, derin suda oltaya takılan balığın cinsini daha görmeden, çok az hata payı ile kesin bilirlerdi. Büyük piyango ise, uzun süre beklenen çipuranın oltaya takılmasıydı. O zaman sandalda bir sevinç, bir umut; acaba arkası gelir mi? Yeter ki o balığı tekneye alalım, yoksa kaçan bu büyük balık, gün boyunca konuşulan tek konu olurdu. Derin mavilikten döne döne parıldayarak gelen lidaki veya mercanın sabah güneşinin canlı ışıklarındaki yanardöner renkleri muhteşem görünürdü. Hayatım boyunca unutamayacağım anlardandı bu yaşananlar.”(4)

  
Kuş Cenneti'nde akşama doğru...

Bir yandan delişmen lodos rüzgârı, bisikletler üzerinde yalpalayarak gitmeye çalışan biz; Homa Dalyanı’na doğru yönelen yoldan bir gözetleme kulesine doğru ilerledik. Kırmızılar içindeki tuz tavaları ve flamingolar, biraz arkalarda Leukai antik kentinin üstüne konumlandığı Lodos Tepe görüş alanımızdaydı. Güneye doğru ufuk çizgimizde; artık özelleştirilmiş Çamaltı Tuzlası’nın beyaz tepeleri andıran tuz stok alanları uzanıyordu. Yol kıyısındaki deniz börülceleri bile kırmızıya boyanmıştı sanki. Bir süre buraların seyrine dalıp avarelik ettik ve daha sonra geldiğimiz yoldan ziyaret merkezine döndük.

 
Deniz Bostanlısı'ndaki balıkçı barınağında martılarla yaşanan keyif anı

 
Şehrin dibinde; Mavişehir gökdelenlerine karşı kuşlarla gelen yaşama sevinci

 
Deniz Bostanlısı balıkçı barınağı

 
Balıkçı barınağında Dağa Kaçtım gezginleri bir arada...

Vakit öğleyi geçmişti. Sasalı’da ekmek tedariki sonrasında yediğimiz gecikmiş öğle yemeği sonrasında günün kapanışı için Deniz Bostanlısı’ndaki balıkçı barınağına uğradık. Burası Mavi Şehir gökdelenleriyle kucak kucağa; bir doğal yaşamın son kırıntılarının yaşandığı ilginç bir mekândı. Balıkçı tekneleri, körfezden kum midyesi çıkaran kafilelerce insan, sabah balık mezatlarıyla hareketlenen balıkçı pazarı, denizin hemen kıyısında salaş bir çayhane, kıyıdakilerin attıkları yiyecekleri kapmaya çalışan martıların çığlıkları, hemen önümüzde suya dalıp çıkan batağanlar, denizin içindeki kazıklara tünemiş; kanatlarını rüzgâra karşı açarak kurutma telaşındaki üç beş karabatak ve balıkçı teknelerinden önlerine atılacak ağ artığı balıkları bekleyen yaşlı pelikanlar; hepsi tam tekmil buradaydılar. Gri renkteki gök, akşamki yağmura gebeydi sanki. Bu curcunanın ortasında ise, bir hayat vardı; bitmeyen tükenmeyen.

 
Mavişehir ve pelikanlar 

 
Denizde bir kayık, kayıkta bir martı; burası Deniz Bostanlısı...

Sabahtan beri Gediz Deltası’nda; İzmir Kuş Cenneti’nde, Leukai Antik Kenti’nde, Sasalı köy meydanında ve Deniz Bostanlısı balıkçı barınağında bir durup bir koşturan günümüz, martıların çığlıkları arasında akşama ulaşmıştı gayri. Şimdi gitme zamanıydı. Biz de öyle yaptık.

Dipnotlar:
(1)     Gediz Havzası’nın jeolojik gelişimi hk.da. İzmir’in Smyrna’sı; Prof. Ersin Döğer, İletişim Yayınları, 1.Baskı-2006; sayfa: 17.
(2)    Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV), Çeviren: Prof. Dr. Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 3.Baskı, İstanbul 1993; sayfa: 166-167)
(3)    Ersin Döğer, İzmir’in Smyrna’sı, Paleolitik Çağ’dan Türk Fethine Kadar, İletişim Yayınları, 1. Baskı-İstanbul 2006; sayfa: 107
(4)    Aybey Çini, Hatıralardakiler ve Hatırımdaki Renkli Kelimeler; Güzelim Karşıyaka’m, Bornova-Ekim 2017; sayfa: 22-23
(5)    Yazıda belirtilenler dışındaki fotoğraflar, gezi sırasında M. Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

8 yorum:

  1. Yine harika bir yazı. Antik kent olduğunu bilmiyordum. ilgiyle takip ediyoruz:) sık kullanılanlar arasında bloğunuz. keşke sizin kadar bitki ve ağaç isimlerini bilebilseydim. teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli takipçimiz; ilginiz ve katkılarınızın devamlılığı nedeniyle size bir kez daha teşekkür ederiz. Bizi "sık kullanılanlar"a layık gördüğünüz için de ayrıca teşekkürler... Gördüklerimizi ve bildiklerimizi paylaşıyoruz. Sevgilerimizle... İF

      Sil
  2. Rahmetli dedemin anılarında geçen "5 Temmuz 1916 Çarşamba günü Üç Tepelere 45. Alay bölüğümü değiştirmeye gittik. Orada bir de batarya vardı. Cuma gecesi düşman gemileri Kösten adasına 5-6 normal mermi attı." Cümlesinden hareketle neredeymiş burası diye aranırken blogunuza denk geldim. Çok yararlandım. Biz Üçtepeler'e yakın, Sazlıgöl'ün üst tarafında oturmaktayız ve Kuş cennetine çok yakınız. Lakin duymamıştım hiç antik kenti de Üçtepeler'i de. Çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın takipçimiz, çok değerli bir geri bildirim göndermişsiniz. Bu tür geri bildirimleri aldığımızda inanın çok memnun oluyoruz. Dedenizin anlattığı bir hatıra ile yazımızın çakışması gerçekten ilginç. Sİze Üç Tepeler'in konumunu hatırlattığımız için de doğrusu mutlu olduk. Üstelik de oldukça yakın bir konumdasınız. Eh, artık bunun üzerine bir ziyaret edip dedenizi anarsınız o tepelerde. Leukai, tarihin ilk köle ayaklanmalarından birinin askeri üssü olması açısından da ayrı bir öneme sahiptir. Herhangi bir kazı çalışması olmamış şimdiye kadar; definecileri saymazsak. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil
  3. Çiğli Airfel Servisi olarak bloğunuzu beğenerek takip ediyoruz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geri bildiriminiz için teşekkür ederiz. Pandemi nedeniyle uzun ve disiplinli dağ yürüyüşlerine bir süredir ara vermiş durumdayız. Küçük kaçamaklarla blogdaki yazıları sürdürme niyetindeyiz bir süre daha. Umarım bir gün yeniden kaygısızca dağlarda yürüyebileceğimiz zamanlara yeniden ulaşabiliriz. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil