KADERİNE AĞLAYAN
ÜLKE; BOSNA HERSEK
“HERSEK
ÜLKESİ”
(POÇİTEL-BLAGAY-MOSTAR)
7 Temmuz 2012
İbrahim Fidanoğlu
Ston Kalesi
Giriş
Bazı yerler vardır; ilk
bakışta anlarsınız; oralar kaderine ağlar. Tarih boyunca coğrafyanın ve geçmiş
tarihin izinde yürüyen insanlar acıyla yoğrulmuştur bu topraklarda. Suçlu
arasanız; tarih tünelinde bu kadar da geriye mi gidilir canım dersiniz
içinizden. Kadim uygarlıkların geçiş yolunda; kavimler göçünün kapı ağzında yer
alan bu topraklar, biçare insanların ve kültürlerinin iç içe geçtiği; halkların
kendi inanç ve kültürlerini birbirlerine dayattığı yerler olmuştur geçmişte
hep. Ama geçmiş geçmişte kalmamıştır; nedense acı bugüne de katmerlenerek
taşınmıştır. Bugünkü dünyanın savaş lordları, farklılıkların rengini ve
lezzetini bu coğrafyalarda yaşayan insanlara çok görmüşlerdir. Komşuyu komşuya
düşman eden, bir gün uyandığınızda yüreklerde henüz közlenmiş o ateşi yeniden
körükleyen nifak tohumlarını bu topraklara saçmıştır birileri. İşte bu
coğrafyalardan birisidir; kaderine ağlayan ülke Bosna – Hersek toprakları…
Bosna Hersek’in Adriyatik kıyısındaki Neum Kasabası
Bosna
Hersek’e doğru
Dubrovnik’ten
ayrıldıktan sonra, denizin karanın içine sanki bir dil gibi uzandığı körfezin
karşı kıyısına Franjo Tudjman Köprüsü’nü
geçerek ulaşılır. 90’lardaki savaş sırasında Slobodan Miloşeviç ile el sıkışıp
Bosna’yı bölme planları yapan ve bağımsızlık sonrası Hırvatistan’ın ilk
cumhurbaşkanı olan Franjo Tudjman’ın
adıyla anılan bu köprü, iki kıyıya yaslanmış bir nazarlık gibidir. Dinar
Alpleri’ne doğru tırmanan sağımızdaki topoğrafyada incecik zarif servilerin
göğe doğru uzanışlarına tanıklık edersiniz. Burada kıyı boyunca kıvrılarak
dolaştığımız yolda sınırlar da muhteliftir yani. Eğilir bükülür buralarda çoğu
kez; bazen kıyıların kıvrılışına ayak uydurur; bazen de etnisitenin borazanı
öter sınırlarda… Birinden çıkar, hemen bir diğerine girersiniz sessizce. 6
asırlık meşhur çınar ağacı ile ünlü Threshno,
bir dönem genel müdürü de dahil; herkesin çıplak dolaştığı bir çıplaklar oteli
ile ün salmış Slano, Ortaçağ’ın ünlü
gezgini Marco Polo’nun doğum yeri Korçula adası ve zamanında Dubrovnik
Cumhuriyeti’nin yaptırdığı Ston Kalesi’nin
hala ayaktaki surlarının eteklerinde uzanan Ston
kasabası; Bosna Hersek’in denize ulaşan Adriyatik kıyısındaki tek yerleşimi
Neum
öncesi dikkatimizi çeken son Hırvat yerleşimleridir.
Metkoviç’e doğru inerken ovadaki sulama kanalları
(otobüsten)
Neum, Bosna – Hersek’in
denize açılma şansının olduğu yegâne noktasıdır. Dar bir koridor şeklinde
denize uzanan Neum kasabası, Hırvat
topraklarını ikiye ayırır. Dubrovnik ve çevresindeki kasabalar bu koridorun
güneyinde yer alır. Karlofça Antlaşması ile Dubrovnik Cumhuriyeti’nden Osmanlı
İmparatorluğu’na geçen Neum,
Bosna’nın kaybedildiği 1878 yılına kadar Osmanlı idaresinde kalır. Yaklaşık
5000 civarında olan kasabanın nüfusunun çoğunluğu Hırvatlardan oluşmaktadır. Bosna
Hersek’in tek sahil yerleşimi olması nedeniyle yaz aylarında Bosnalı
tatilcilerin oldukça rağbet ettikleri bir sayfiye görünümündedir.
Bosna Hersek’te; genel
bir kural olarak, farklı alfabe kullanan etnik yapılar nedeniyle tüm trafik
levhalarında bulunan yazılar; hem Latin, hem de Kiril alfabesi ile ifade
edilmektedir. Neum’da gördüğümüz
manzara, Latin alfabesi kullanan Hırvatların; Kiril alfabesi ile yazılı
ifadelerin üzerlerini karalamış olduğudur. Çünkü onlara ve Boşnaklara göre Kiril
alfabesi, Sırpları temsil etmektedir. Aynı durum Sırp Bölgesi’nde ise
tersinedir; bu kez Sırplar, yer adlarının Latin harfleri ile yazılı ifadelerini
karalamaktadırlar. Bosna – Hersek topraklarındaki savaşlarda ekilen düşmanlık
tohumları, bugün trafik levhalarına yansımış durumdadır. Manzara göstermektedir
ki; yakın bir gelecekte de bu kin ve nefret atmosferi, kolay kolay bu
topraklardan silinmeyecektir.
Bosna Hersek öncesi son
Hırvat Kasabası, Metkoviç ve Aziz İlyas Kilisesi
Neum’dan sonra yeniden Bosna topraklarından Hırvatistan
topraklarına geçilir. Ploce yakınlarında Mostar yönüne kıvrılan karayoluna, sınıra ve
hatta Saraybosna’ya kadar filmlere ve romanlara konu olmuş Bosna’nın meşhur
ırmağı Neretva yoldaşlık eder. Dinar
Alpleri’nin geçit veren bir noktasından dağların ardına doğru
süzüldüğünüzde, sizi Neretva’nın deltası ve onun yüzlerce kanaldan oluşan
kolları ile sulanan ve ufka doğru göz alabildiğine uzanan mümbit bir ova
karşılar. Denize doğru iyice genişleyen yatağında usul usul akmakta olan
Neretva, yeşilden maviye doğru çalan tonlarda eşsiz bir görüntü sergiler. Biraz
ilerde karşı tepelerin eteğinde Mostar yolundaki Bosna Hersek sınır kapısından
önce son Hırvat kasabası olan Metkoviç durmaktadır.
Metkoviç, Bosna - Hersek
sınırından önce Neretva kıyısında küçük bir tepenin üstüne konumlanmış son
Hırvat kasabasıdır. Yerleşimin en dikkat çekici yapısı Aziz İlyas Kilisesi dikkat çekicidir. Neretva’nın yol boyunca
denize doğru hayranlık uyandıran akışı görülmeye değerdir.
Neretva Irmağı geniş yatağında Adriyatik’e doğru akarken
Hersek
Genel olarak Hersek;
aslında bugünkü Bosna Hersek’in güneyinde Mostar merkezli bir coğrafi bölgeyi
tanımlar. Bugün bir kısmı Hırvatistan, Sırbistan ve Karadağ sınırları içinde
kalmış bu toprakları, tarihte bir dönem yönetmiş Hırvat krallarının kendilerine
verdikleri isim olan ve dük anlamına gelen Herzog kelimesinden ötürü Hersek
ismiyle anıla gelmiştir. 14 yy.a kadar Bosna Krallığı ile birlikte hareket eden
Hum Prenslerinin yönetiminde kalan Hersek bölgesi, Hum Prensliği’nin zayıfladığı bir dönemde Hırvat ve Macar
Krallığı’nın etkinlik alanına girer. Hersek’in; 15.yy.ın sonlarına doğru Osmanlı
İmparatorluğu’nun eline geçişi ile birlikte Bosna Sancağı’na bağlanması;
1878’de bu toprakların Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun nüfuz sahasına
girinceye kadar bir anlamda Bosna ve Hersek’in bir bütün halinde muhafaza
edilmesine de yardımcı olmuştur. Hersek, bugün de çoğunlukla Hırvatların
yaşadığı bir coğrafyadır. Din ve mezhep ekseninde farklılaşan ve gerilen bu
bölgede 1992-1995 yılları arasındaki kanlı savaşta adını sıkça duyduğumuz Mostar,
Foça, Stolac gibi önemli yerleşimler bulunmaktadır. Neum bu bölgenin sahildeki
tek yerleşimidir.
Bosna
Hersek; Kısa Tarihçe
Bosna’nın yüzyıllar
öncesine uzanan karmaşık tarihi Slavların Avarların önünden Balkanlar’ın
güneyine doğru sürüklendikleri göç hikâyeleri ile başlar. M.S. 6. -9.yy.lar
arasında; bu toprakların ilk sahipleri olarak bilinen İlliryalılar’ın daha
güneye; bugünkü Arnavutluk topraklarına doğru göç etmelerine yol açan bu büyük
yer değiştirme sonrasında; bugün bizim Güney Slavlar adını verdiğimiz
topluluklar (Hırvatlar, Slovenler, Sırplar ve Boşnaklar) Bosna Hersek merkezli
bir coğrafyada kuzeye ve güneye doğru yayılarak aşağı yukarı tüm Balkan
yarımadasında etkinlik kazanırlar.
Poçitel ve Şişman İbrahim Paşa yada Hacı Aliya Camisi
12.yy.a kadar Ban
adı verilen prenslerin önderliğinde aynı dili konuştukları Ortodoks ve Katolik
Slav halkları arasında bir anlamda kendi inançları temelinde var olma savaşı
veren Boşnaklar, Hersek bölgesindeki Ortodoks olan Hum prensleri ile geliştirilen
akrabalıklar üzerinden yakın bir dostluk ilişkisi sürdürürler. 12.yy.da; bugünkü
Saraybosna’nın içinden akan Miljacka kıyısındaki Ulusal Kütüphane’nin önünden
geçen caddenin ismini taşıdığı Ulu Ban Kulin önderliğinde Sırp,
Hırvat ve Macar cenderesi arasına sıkışmış kaderlerine yürüyen Boşnaklar,
bağımsız bir inancı temsil eden Bogomil mezhebinin dayandığı bir
taban üstünde bugüne uzanacak acıyla dolu tarihi yolculuklarına çıkarlar.
Kaynaklara göre, Bulgaristan
mahreçli bir inanç sistemi olan ve sözcük anlamı olarak “Tanrı’nın sevdiği”
anlamına gelen Bogomil inancında, kiliseler Hristiyanlığın diğer mezheplerinde
olduğu gibi gösterişli ve şatafat dolu değildi. Bu inanca bağlananlar, Hristiyanlığın
en bilinen inancı Teslis’i; yani
Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlemesini ret ediyorlar; İsa’nın Tanrı’nın oğlu
değil; sadece bir peygamber olduğuna inanıyorlardı. Papazların önünde haç
çıkarmıyorlar, vaftiz edilmiyorlar, Pazar ayinlerine katılmıyorlardı. Bogomil
inançlarına göre, içinde yaşadığımız dünya ve bu dünyaya ait zenginlikler bir
aldatmacaydı ve bu yüzden din adamları son derece sade giysiler içinde; sanki
birer derviş gibi dolaşırlardı. Bu inancın sahipleri için; insanın iç
disiplini, kendini tanıması; doğruluk, iyilik ve şefkatle davranması çok büyük
bir önem taşırdı. Dinlerine bağlı sofular, disiplinlerini kaybetmemek için asla
içki içmezlerdi. Çok dindarları et bile yemezlerdi. Yılın ancak belirli
günlerinde yapılan ayinlerde şarap içilmez, ancak ekmeğin bölüşüldüğü ve
herkese dağıtıldığı bir tören yapılırdı.
Poçitel Kalesi ve Gavran Kaputanzade Kulesi
Bogomillik, Hristiyanlık
tarihi içinde dıştalanan ve sapkın olarak damgalanan cemaat dışı bir anlayışı
temsil eder. Bu açıdan bakıldığında; Bizans döneminde İstanbul merkezli
Ortodoks Kilisesi’ne karşı aykırı duruşu ile Anadolu’da yaşam alanı bulan ve
Türkmenlerin bu coğrafyada tutunması sürecinde onlarla yakınlaşan Paulikanlarla
Ortaçağ’da Güney Fransa topraklarında bir kardeşlik ülküsü ile ortaya çıkan Kathar
Şövalyeleri arasındaki bir etkileşim sürecinin ortasında bir yerde
durmaktadır. (1)
Tüm bunların arkasında;
Asya bozkırlarından Anadolu’ya taşınan diğer inanç sistemlerinin etkisini de
göz ardı etmemek gerekir. Ama şu bir tarihi gerçektir ki; aynı şekilde Ortodoks
Slavlar ve Müslüman Arap akınları arasında sıkışmış Hazar Türklerinin
Museviliğe sarılışları gibi Boşnaklar da bağımsız bir halk olarak gelecekte var
olmak adına kendi kimlik kavgalarını bu inanç tabanında yükseltmiş
olmalıdırlar. Bu mücadele süreci, onların yaşadıkları coğrafyadaki şartlar da
göz önüne alınırsa; Alevi-Bektaşi düşüncesinin Balkanlar’da ete kemiğe
büründüğü kolonizatör dervişlerde vücut bulan Müslümanlığı bir anlamda
kolaylıkla kabul edişlerini de açıklamaktadır.
İç savaştan önce Mostar ve
Eski Köprü –Kartpostal(5)
1878 yılına kadar Bosna
Hersek, Osmanlı Devleti’nin yönetiminde kalır. Bu süre boyunca Boşnaklar,
Osmanlı bürokrasisinde önemli görevler üstlenirler. Ancak; Osmanlı – Rus
Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilgisi ile sonlanan süreç, Balkanlar’da ve
Avrupa’da dengelerin alt üst olmasına yol açar. Berlin Antlaşması ile Bosna
Hersek, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun egemenlik alanı içine girer.
Saraybosna’da Miljacka ırmağı üzerinde yer alan Latin Köprüsü’nde 28 Haziran
1914 tarihinde Bosnalı bir Sırp milliyetçisi tarafından Avusturya – Macaristan
Veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın ve eşinin bir suikast sonucu öldürülmesi
ile tetiklenen Birinci Dünya Savaşı yine bu topraklar için yıkım, kan ve göz
yaşı demektir. Savaş sonrasında Bosna – Hersek, adı belirtilmeksizin Yugoslavya
Krallığı içinde yer alır. Burada belirilmesi gereken, krallığın kuruluşundaki
ilk isminin Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı olduğudur. Daha sonra “Güney Slavlarının Ülkesi” anlamında
Yugoslavya Krallığı ismini alır. (2)
Bu dönemde Hırvatların
ve Sırpların bölgede etkinlik kazanmak adına birbirleriyle çekiştiği bir
mücadele alanı haline gelen Bosna Hersek toprakları; İkinci Dünya Savaşı’nda
bir yandan Hırvat faşistleri Ustaşi’nin; bir yandan da Sırp faşistleri
Çetniklerin karşı karşıya geldiği bir savaş arenasına dönüşür. Nazilerin
acımasızca katliamlarına sahne olan Bosna Hersek; Hırvat asıllı Joseph
Broz Tito önderliğindeki partizanların filmlere de konu olan Neretva
kıyılarındaki efsanevi Jablanica savunması benzeri
zaferleriyle taçlandırılmış bir bağımsızlık savaşının odağı haline dönüşür.
Poçitel ve Saat Kulesi
Yugoslavya; savaştan
sonra oluşan iki bloklu dünyada Sosyalist Yugoslavya Cumhuriyeti olarak 6 özerk
cumhuriyetin ortak enerjisi ve tarihsel birikimi ile kısa zamanda ulusal
kalkınma sürecinde önemli aşamalar kaydeder. Tito yönetiminde izlenen içerideki
özyönetim politikaları ve dış siyasette iki bloğa da mesafeli duran
Bağlantısızlar Hareketi içindeki önder rolü, Yugoslavya’yı dünya siyaset
sahnesinde saygın bir yere oturtur. Ancak; ne yazık ki, 1989’da Sosyalist
Blok’un çökmesiyle sonuçlanan Soğuk Savaş Süreci sonunda Yugoslavya, dünya
politik arenasının ağababaları tarafından kolay yutulacak bir lokma olmaması
nedeniyle bin bir komplo ve karıştırma hamleleri sonucunda yüz binlerce insanın
ölümlere ve acılara sürükleneceği bir parçalanma sürecine itilir.
Tito’nun ölümü, Sırp
milliyetçi lider Slobodan Miloşeviç’in Sırbistan’daki yönetimin başına getirilmesi,
ülkedeki bütün dengeleri alt üst eder. Bütün eski defterler yeniden açılır.
Önce, Slovenya az çatışmalı bir süreç sonunda Yugoslavya’dan koparak
bağımsızlığını ilan eder. Hemen akabinde ise; Hırvatistan, zaman zaman Franjo Tudjman ve Slobodan Miloşeviç’in masa başındaki Bosna’yı yutma ve aralarında
paylaşma pazarlıkları ile kesikliğe uğrayan kanlı bir savaş sonrası Ekim
1991’de Yugoslavya birliğinden ayrılır.
Poçitel’e tırmanış
Bosna Hersek ise bu
parçalanma sürecinde en karmaşık etnik yapıya sahip olması, Boşnakların federal
Yugoslav ordusunda hemen hemen hiçbir etkinliğinin bulunmaması nedeniyle en
dramatik zamanları yaşar. Kaderine ağlayan Bosna, 1992-1995 yılları arasında
tam üç yıl; insanlık onurunun ayaklar altına alındığı katliamlar, BM ve başta
ABD olmak üzere büyük devletlerin “tavşana kaç tazıya tut” türü oyalama
taktikleri ile uzayıp giden kuşatmalar ve kıyımlara sahne olur. Koskoca bir
kentin; Srebrenitsa’nın yok edilişi; Boşnakların topluca katliamlara tabi
tutuluşu; başkent Saraybosna’nın neredeyse üç sene boyunca Sırp keskin
nişancılarının ateşi altında insanlık dışı bir kuşatmaya tabi tutuluşları ile
Bosna’daki savaş giderek dünya kamuoyunun dikkatini çeker. 14 Aralık 1995’de
Paris’te imzalanan Dayton Antlaşması
ile savaş sona erer; Bosna Hersek bağımsız bir devlet olarak dünya sahnesine
çıkar.
Poçitel sokakları
Bosna Hersek Devleti,
bugün Bosna Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti adı altında iki ayrı
devletçikten ve BM tarafından idare edilen ihtilaflı Brcko özerk bölgesinden
oluşmaktadır. Bosna Hersek Devleti, Boşnak, Sırp ve Hırvat liderlerin
oluşturduğu bir troyka ve federal meclis tarafından yönetilir. Ayrıca federal
yapıların ve bu federal yapıların içinde yer alan kantonların da ayrı idari
mekanizmaları ve meclisleri bulunmaktadır. Bu da Bosna Hersek’teki karar alma
süreçlerini geciktiren karmaşık bürokratik ilişkilerin varlığı anlamına
gelmektedir. 5 ayda bir, ülkeyi yöneten Troyka’nın başkanlık süresi
tamamlanarak el değiştirir. Bu anlamda devletin bekası için stratejik kararları
ortak olarak almak ve uygulamak, pratikte hayli zor gözükmektedir.
Poçitel; genel görünümü
Makedonya’daki çoklu
etnik yapıların birbirleriyle dengede bulunduğu hallere benzer uygulamalar
Bosna Hersek’te de mevcuttur. Örneğin Hersek bölgesindeki Hırvatların çoğunlukta
olduğu yerleşimlerden geçerken, Hırvatistan bayrağını dalgalanırken görmek pek
mümkündür. Bu durum, son derece doğal ve anayasa ile güvence altına alınmış bir
haktır. Aynı durum; diğer etnik bölgelerde de Sırp yada Boşnaklar için söz
konusu olabilir. Trafik levhalarının üzerindeki Kiril alfabesi ile yazılmış
yazılar Hırvat ve Boşnak bölgelerinde; Latin harfleri ile yazılmış yazılar ise
Sırp özerk bölgelerinde karalanmaktadır.
Poçitel’in kapısı
Ne yazık ki; Bosna
Hersek’i oluşturan toplumların birbirlerine karşı güvensizlikleri halen
sürmektedir. Sırplar akıllarının bir köşesinde hep Sırbistan Cumhuriyeti ile
birleşmek hayalini yaşatmakta; bu olmayacaksa Bosna Hersek içinde bağımsız Sırp
Cumhuriyeti’nin sahip olduğu mevcut yapısının devam etmesinden yana tavır
sergilemektedirler. Hırvatlar ise; aynı düşü Hırvatistan için görmekte; etkin
oldukları alanlara Hırvat bayraklarını asarak ve Mostar’da gördüğümüz gibi
tepelere dev haçlar dikerek Neretva’nın hemen karşı kıyısındaki Müslüman
Boşnaklara bir anlamda göz dağı vermektedirler. Tarihte olduğu gibi bugün de bu
iki etnik grup (Sırplar ve Hırvatlar) arasına sıkışmış olan Boşnaklar ise ne
yazık ki; şu anda dünya haritalarında bağımsız bir ülke olarak tanımlanmış
sınırlar içinde bu devletin yaşatılmasını ve bütünleşik bir Bosna Hersek’in
oluşturulması hayallerini beslemektedirler. Onların düşü ise büyük ihtimalle;
bağımsız, keskin iç sınırlarla birbirinden ayrılmayan; homojen bir demografik
ve idari yapıya sahip Bosna Hersek olmalıdır.
Poçitel ve Kale
Poçitel
Metkoviç – Mostar
karayolu üzerinde, Mostar’a yaklaşık 20 km. uzaklıkta bir yerde; Neretva’ya
hemen kıyısındaki yüksekçe bir tepeden bakan Poçitel, biraz Birgi;
biraz Safranbolu’dur ilk bakışta. Osmanlı’nın damgasını vurduğu; sokaklarında yürürken
o kültürel atmosferi soluduğunuz bu kasaba da; 1992 – 1995 yılları arasında
Sırpların bir kültürün izlerini silmek ve bir halkı yok etmek adına sürdürdüğü
savaş politikalarından ne yazık ki nasibini almış durumdadır. Savaş sonrası
harap olan Poçitel’de sürdürülen restorasyon çalışmaları sonrasında hiç
değilse geçmişi bize hatırlatacak bugünkü görünüme ulaşılabilmiştir.
Poçitel; önde hamam, arkada Macar Kalesi
Poçitel’de; kasabanın
girişindeki kemerli kapıya doğru yürürken, hemen önünüzü ellerindeki;
çiçeklerle bezenmiş sepetleri içinde çeşitli kuru ve yaş meyve satan ve size
Türkçe sözcüklerle hitap etmeye çalışan Boşnak kadınları keser. Yol kıyısındaki
mütevazı kafeteryanın bahçe çitlerine asılı bir levhadaki “Türk çayı bulunur”
ifadeleriyle bam telinize basılır aniden. Başınızı yukarı doğru kaldırdığınızda
ise köyün hemen üstündeki tepede yükselen; bir zamanlar Hırvat – Macar
Krallarının mesken tuttuğu Ortaçağdan kalma kale kalıntılarıyla karşılarsınız. Kale
ile bütünleşik bir konumda bulunan Gavran Kaputanzade Kulesi bir
gözetleme kalesi olarak işlev görmüş olmalıdır. Kasabanın tümü aslında
yukarıdan aşağıya; Neretva kıyısına kadar uzanan bu kale yapısının bir parçası
görünümündedir. Birbirlerine bitişik konumdaki taş evler ve Neretva kıyısındaki
kemerli giriş kapısı kale kentin uzaktan bir taştan bir üzüm salkımını andıran
görüntüsünü tamamlayan unsurlardır.
Poçitel’in demleme Türk çayı da bulunan kahvehanesi
Ortaçağda Poçitel,
Adriyatik’ten Bosna’ya ve oradan daha içerilere doğru bir geçiş noktasında ve
Neretva’ya paralel bir yol güzergâhında bulunması nedeniyle stratejik bir öneme
sahipti. Bu nedenle Poçitel,
Ortaçağda uzun süre bölgenin bir yönetim merkezi olarak önemli bir rol oynadı.
1463-1471 yılları arasında bir Macar garnizonu olarak işlev gören dağdaki Poçitel Kalesi ve kasaba, en parlak
dönemini Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde kaldığı 1471-1878 yılları arasında
yaşadı. Dönemin yöneticileri tarafından kasabada yaptırılan bayındırlık
eserleri; savaşların ve zamanın tüm yıpratıcılığına karşın bugün bile
ayaktadır.
Bunların arasında
16.yy.dan kalma Şişman İbrahim Paşa
yada Hacı Aliya Camisi, Şişman İbrahim Paşa Medresesi, bir
mektep, han ve hamam ile saat kulesi sayılabilir. Evliya Çelebi’nin
Seyahatnamesi’nde; 1664’de ziyaret ettiği kasabada bulunan eserlerden sadece
saat kulesine atıfta bulunmaması, bu yapının bu ziyaret sonrası bir dönemine
tarihlenebileceğini göstermektedir. Saat kulesi, Akdeniz – Dalmaçya mimari
etkisi taşıyan bir özelliğe sahiptir. Diğer eserlerde ise tipik Osmanlı
mimarisi çizgileri izlenebilmektedir. Savaşta harap olan cami ve diğer yapılar
restorasyon sonrası yeniden ayağa kaldırılmış durumdadır.
Blagay Tekkesi ve Buna ırmağı
Blagay
Tekkesi
Mostar öncesi
uğradığımız yerlerden birisi de, Neretva’ya karışan Buna
ırmağının kaynağına kurulmuş ve Balkanlar’ın Osmanlılar tarafından ele
geçirilmesi öncesi önemli roller üstlenen misyoner dervişlerin belki de en
önemlisi Sarı Saltuk Baba ile ilişkilendirilen bir başka tekke olan Blagay
Tekkesi idi.
İki katlı tekke binasının
hemen yanında, içinde iki sandukanın yer aldığı bir türbe bulunmaktadır. Bu
sandukalardan birisinin Sarı Saltuk Baba’ya
ait olduğu rivayet edilmektedir. Tabii ki, Anadolu’da ve Balkanlar’da 12 kadar
yerde adına türbe bulunan Sarı Saltuk
Baba’nın bu topraklarda bir anlamda dinler üstü bir yere oturtulup belli
bir kutsallık atfedilmesindeki kerameti, yaşamı boyunca izlediği yol ve
yöntemlerin yaşadığı ve etkilediği coğrafyalardaki halkların hafızasında
yaratmış olduğu etkiler ve izlerde aramak yerinde olacaktır. Dolayısıyla;
sandukanın içinde kim olursa olsun; Blagay’da ve halkın gönlünde de o niyetle
yatmaktadır. Diğeri ise Yeniçeri Ocağı’nın kapatıldığı 1826’daki Vakayı Hayriye
olayları sırasında II. Mahmut’un Bektaşi tekkelerini yasaklaması nedeniyle
Bektaşiliğin bu topraklardan Arnavutluk’a doğru ricatı sürecinde; Halveti Dergâhı haline dönüştüğü dönemde
tekkenin şeyhliğini yapan Âşık Paşa’ya
aittir.
Osmanlı mimarisine uygun olarak inşa edilmiş tekke, hemen yanında göğe doğru bir duvar gibi yükselen dağın dibinde konumlanmıştır. Buna ırmağının kaynağı da ana kayanın içine doğru ilerleyen karanlık bir tünelden yeryüzüne çıkmaktadır. Anlatılanlara bakılırsa; son yıllarda dalgıçlar suyun kaynağının bulunduğu mağaranın 900 metre içerilerine kadar girmişler. Buna ırmağı, yaklaşık 12 km. kadar batıya doğru aktıktan sonra aynı isimle anılan bir köyün yakınlarında Neretva ırmağına kavuşuyormuş. Şu kadarını söylemeliyiz ki; adeta mağaranın içinden doğan koskoca bir ırmağın rengi maviye ve yeşile çalan suyunun kaynağa yakın yerlerde küçük çavlanlar halinde devam eden biteviye akışını izlemenin keyfi doyumsuzdu.
Blagay’dan Buna’ya; suyun doğduğu mağara girişi
Buna’nın iki yakasında 10
derece civarındaki buz gibi suyunda yetiştirilen kırmızı benekli alabalıkların
pişirildiği kır restoranları yer alıyor. Biz de bunlardan birine uğrayıp bey
çorbası, tereyağında alabalık ve baklavadan oluşan öğle yemeğimizi keyifle
yedik. Begova yada Bey çorbası, Boşnakların en önemli
yemeklerinden birisi imiş. Oldukça leziz olan ve tavuk suyuna yapılan çorbanın
içinde tavuğun göğüs etleri, kuru bamya, havuç ve maydanoz yer alıyor. Un ile
koyulaştırılan suyuna ayrıca terbiye ilave ediliyormuş. Bizim damak tadımıza
pek uygun ve hafif bir çorba olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Gelelim; Blagay
Tekkesi’ne… Kayıtlara göre 16.yy.da inşa edilmiş olan tekke,
Balkanlar’da dolaşan Sarı Saltuk Baba mitinin bir simgesi gibidir. Makedonya’nın
Ohri Gölü kıyısında Ortodoks Aziz Sveti Naum ile alt alta üst üste
gelen inanç katmanları arasında kendisine yer bulmuş olan Sarı Saltuk Baba’nın
Arnavutluk’da Kruje’ye, Romanya’da Dobruca’ya uzanan o mucizevî eli,
Hersek diyarında tertemiz bir suyun dağın içinden patlayarak geldiği bu eşsiz
kaynağın dibine dek uzanmış durmaktadır. Osmanlı kuvvetlerinin henüz Rumeli’nde
daha gözükmediği 13.yy.da bir bütünün parçası olarak insana duyulan sevginin
büyüttüğü Alevi – Bektaşi düşüncesi ve onun serçeşmesi Hünkâr Hacı Bektaşi
Veli’den beslenen bu kolonizatör dervişlerin oynadıkları tarihsel rol asla göz
ardı edilemez. Ancak, 2012 yılının yazında Blagay Tekkesi’nde karşılaştığımız
manzara hiç de bu tarihsel arka planla örtüşmemektedir.
Blagay Tekkesi üst kat tavan detayı
Tekke, son yıllarda
geçirdiği restorasyon sonrasında Türkiyeli bir turizm acentasına uzun süreli
kiralanmış; sonuçta onların elinde evrimleşen tekke, tarihsel geçmişi ve ona
hayat veren fikri önderleriyle tüm ilişkisini koparacak düzeyde değişime
uğratılmış durumdadır. İsmi bile Alperen
Tekkesi olarak değiştirilen yüzlerce yıllık Blagay Tekkesi’ndeki manzara, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı hallederek
Bektaşi tekkelerinin yer altına girmesine yol açan ve Balkanlar’da Bektaşiliğin
bir anlamda çanına ot tıkayan II. Mahmut’un yaptıklarının bile ötesindedir. İnsan
sevgisi ve hoşgörü temelli bir düşüncenin ürünü olan bu mekânın geçmişini yok
sayıp, tekkeyi ziyarete gelenleri “örtünme” baskısı ile bezdiren “ilgililer”, Buna’nın
kaynağından fışkıran suyun kudretli akışını seyretmek üzere tekkenin
bahçesindeki sandalyelere ilişmeye yeltenenlerin başında birer can alıcı gibi
bitip, mutlaka bir şeyler içmeleri gerektiğini gayet saygısızca söylemektedirler.
Umarız bu hal, sadece bizim karşılaştığımız bir arızi durum olsun. Ne diyelim;
su akar, bulur yolunu; Buna’nın Neretva’yı bulduğu gibi…
Blagay Tekkesi ve avlusu
Sarı Saltuk Baba ve kolonizatör dervişlerle ilgili olarak
Makedonya ve Arnavutluk yazılarımızda yeterince değinmeler yer aldığından ötürü
bu sıkıntılı bahsi, aklı başa devşirme temennisi ile burada kesip Mostar yoluna
vasıl oluyoruz gayri.
Hersek’in
gayri resmi başşehri; Mostar
Blagay’dan sonraki hedefimiz; yaklaşık 12 km. uzaklıktaki Mostar; yani iç savaşta kalbinden vurulan şehir… Hum ve Velez Dağı arasındaki vadide Adriyatik’e doğru akmakta olan Neretva ırmağının üzerine konumlanmış; Hersek bölgesinin nüfus bakımından en büyük ve en önemli vilayeti… Bosna Hersek’in 5. Büyük kenti… 1992 -1995 yılları arasında sürdürülen iç savaşta en büyük yarayı alan Mostar’da şehre ismini veren(3) ve yüzlerce yıldır şehrin simgesi haline gelmiş Osmanlı dönemi Mostar Köprüsü 8 Kasım 1993’de Hırvat güçlerinin tank ve top ateşi ile Neretva’nın mavi sularına gömüldü. Yıkanların akıllarındaki yegâne fikir; Hırvat ve Boşnak bölgelerini Neretva ırmağı sınır olmak üzere sonsuza kadar ayırmaktı. Bir diğer önemli neden ise 16.yy.dan kalma Mostar Köprüsü’nün tarihsel ve kültürel boyutta taşıdığı önemi ortadan kaldırmak olmalıdır. 20.yy.ın son 10 yılında gerçekleştirilen bu vahşice saldırının bugün gelinen nokta itibariyle amacına ulaşamadığı açıktır. Ancak; her şeye rağmen Neretva’nın karşı kıyısında; Hırvat bölgesinde bulunan tüm Mostar’a hâkim bir tepeye Hırvatlar tarafından çakılan haç, eski düşlerin hala canlılığını koruduğunun bir kanıtı gibidir. Ancak; günümüz konjonktüründe ulaştığımız noktaya bakılırsa; bu işin sorumlularının Neretva’nın sularına gömdükleri Mimar Sinan’ın öğrencisi olan Mimar Hayreddin’in 16.yy.da yaptığı köprünün yapı taşları değil; kendi ham hayalleri olmalıdır.
Buna’nın ilk çağlayanı
Mostar; tarihsel çizgide,
Neretva’nın iki yakasında gelişen ve nehrin üstündeki Mostar Köprüsü ile
birbirine bağlanan; bir anlamda Neretva ile bütünleşmiş bir kent
görünümündedir. Savaştan sonra Dünya Bankası, UNESCO, Ağa Han Kültür Vakfı ve
Dünya Anıtlar Fonu’nun oluşturduğu bir konsorsiyumun merkezinde yer aldığı; ayrıca
İtalya, Hollanda, köprüyü yıkan Bosnalı Hırvatların Hırvatistan’ı ve
Türkiye’nin desteklediği bir girişim tarafından fonlanan köprünün yeniden inşa
süreci bir Türk firma tarafından gerçekleştirilir. Orijinal yaklaşımlara ve
Osmanlı mimarisine uygun olarak inşasına 2001 yılında başlanan köprü 3 yıl
sonra sürecin tamamlanmasını takiben 2004 yılında yeniden hizmete açılır. 24
metre yüksekliğinde, 4 metre genişliğinde ve 30 metre uzunluğunda olan tek
kemerli köprünün Boşnak bölgesindeki Koski Mehmet Paşa Camisi’nin
avlusundan güneşin devrildiği andan itibaren suya vuran aksi ile birlikte seyri
doyumsuzdur.
2012 Yazında Mostar Köprüsü
Kentin Boşnak
bölgesindeki ana arterlerden biri çoğu eski Yugoslav Cumhuriyetlerinde
gördüğümüz gibi hala Mareşal Tito’nun ismini taşımaktadır. Bu durum bir açıdan
garipsense de kurmuş olduğu devletin darmadağın olmasına rağmen hala bu ismi
yaşatan halklar için Sosyalist Yugoslavya’da Güney Slavlarını bir arada tutan
bir çimento anlamı taşıdığını göstermektedir. Cadde üzerinde savaşın yorup harap
ettiği binaların üzerinde yer alan şarapnel delikleri hala tazeliğini
korumaktadır. Biraz ilerdeki 1564 yılında yapılmış olan Nasuh Paşa Camisi’nin
avlusu, savaş sırasında ölenlerin gömüldüğü bir şehitlik görünümündedir. Savaş
sırasında ağır hasarlara uğrayan Mostar’ın Boşnak bölgesinde yer alan Osmanlı
dönemi eserleri, Bosna’nın restorasyonu sürecinde yeniden ayağa kaldırılmış
görünüyor. Minaresi yıkılan, kubbesi patlatılan birçok cami eski hallerine
uygun şekilde yeniden onarılmış durumdadır. Bu süreçte devlet olarak;
Türkiye’nin katkılarını da anmadan geçmemek gerekir. Ancak; sivil ve kamu
binaların birçoğunda savaşın izlerini ve “Don’t Forget” yazılarını belki de
savaşın kötülüğünü ve yıkıcılığını unutturmamak adına bugün de görmek
mümkündür.
Mareşal Tito Caddesi’nden ağır hasarlı bir
binanın köşesinden Neretva’ya doğru döndüğümüzde bizi Sokullu Mehmet Paşa’nın ruznamecisi
ve tımar defterdarlarından Koski Mehmet Paşa’nın 1618’de
yaptırdığı cami ve geniş avlusu karşılıyor. Kemerli bir kapıdan girilen caminin
avlusunda; ırmağa daha yakın bir konumda haziresi, ortada bir şadırvan ve
köşede ise bir türbe yer alıyor. Savaşta minaresi tamamen yıkılan caminin üzerinde
yer alan Türkçe tamirat kitabesine göre Türkiye’nin katkılarıyla onarılıp
Ağustos 2001’de yeniden ibadete açıldığını öğreniyoruz. Caminin yüksek bir
düzlükten Neretva’ya bakan avlusunun, nehrin iki yakasındaki Halebîye
ve Tara
kulelerini birleştiren Mostar Köprüsü’nü fotoğraflamak için
en uygun mekânlarından biri olduğunu anlıyoruz.
Neretva’nın Hırvat yakasında Fransisken manastırı
Mostar’daki en büyük
cami ise Mostar Köprüsü’nden yaklaşık 500 metre daha ilerde olan Karagöz
Bey Camisi… Mimar Sinan’ın eseri olan bu cami 1557’de yapılmış. Cami,
gerek İkinci Dünya Savaşı’nda ve 90’lardaki iç savaşta harap olmuş. Son
savaşta; caminin minaresi, kubbesi ve son cemaat yeri tamamen tahrip olmuş.
Savaş sonrasında yürütülen restorasyon faaliyetleri sonucu cami, eski haline getirilerek
yeniden ibadete açılmış.
Mostar’ın tarihi Kuyumcular
Çarşısı’nda ara sokaklarda dolaşıyoruz. İran İslam Cumhuriyeti’nin bir
İslam Merkezi dikkatimizi çekiyor. Hemen karşısında ise Halveti Mahmut Dede
Türbesi yer alıyor. Çarşıda bugün kuyumculardan çok bakırcılar ve her türlü
hediyelik eşya satan dükkânlarla restoran ve kafeteryalar konumlanmış. Mareşal Tito’nun
resimleri ve o döneme ait her türlü eski eşya da satılanların arasında yer
alıyor. Boşnak yakasında yer alan Halebiye Kulesi’ne doğru
ilerliyoruz; kulenin hemen altında bir dükkanda Mostar Köprüsü’nün Hırvat
topçusu tarafından nasıl sulara gömüldüğünün belgeseli gösteriliyor. Sürekli
tekrar eden film, bir anlamda savaşın acılarını Mostarlılara ve ziyaretçilerine
bir kez daha hatırlatıyor.
Mostar Çarşısı ve Türk Konsolosluğu
Mostar Köprüsü’nden yürüyerek
Hırvat yakasına geçiyoruz. İnsan kalabalıkları, köprünün üstünden Neretva’yı
seyrediyor. Köprüden Neretva’nın buz gibi sularına atlamak Boşnak gençlerinin
bir cesaret gösterisine dönüşmüş. Biraz ilerde nehirde serinleyen gençleri
görüyoruz. Köprünün üstünde dik eğimi ve zeminin kayganlığı nedeniyle yürümesi
oldukça zor. İnsanların kaymaması için 30 metrelik köprü boyunca aralıklarla
hafif yükseltili setler yapılmış. Tara Kulesi’nin altında yer alan
kemerli kapıdan bu kez Hırvat yakasındaki; hediyelik eşya dükkânları, restoran
ve kafeteryaların bulunduğu çarşıya giriyoruz. Biraz ilerde; Neretva’ya doğru
akan ve Velez Dağı’nın eteklerinde yer alan küçük bir derenin (Radoboljo deresi) üstündeki köprüden
geçip; biraz da Neretva’yı bu yakadan seyrediyoruz. Neretva’nın üstünde Eski
Köprü’den başka Avusturya yönetiminde iken 1913’de yapılan Lucki
Köprüsü, 1917’de inşa edilen Carinski Köprüsü, 1882’de Avusturya
İmparatoru Franz Joseph tarafından yaptırılan ve Mostar’ın ikinci en eski
köprüsü olan Musala Köprüsü (Tito döneminde Tito Köprüsü olarak anılmış) ve
en yeni köprü olan Bunur Köprüsü yer alıyor. (4)
Saraybosna’ya hareket
etmeden önce; saatler mertebesinde kaldığımız bu kısa aralıkta Mostar’da
görebildiklerimiz ve hissettiklerimiz bu kadardı diyebiliriz. Ama son bir
kanaatimizi belirtecek olursak, Mostar; 1992-95 yılları arasında süren Hırvat –
Boşnak savaşında Neretva eksenli bir fay hattı üzerinde yer alması nedeniyle
ciddi boyutlarda hasara uğramış, tarihsel arka planın ve kentteki kültürel
mirasın oldukça zengin olduğu bir kent olarak Bosna Hersek coğrafyasında öne
çıkıyor denilebilir. Bu anlamda, buraya gelen ziyaretçilerin bizden daha fazla
Mostar’a zaman ayırmasında yarar var.
Mareşal Tito Caddesi’nde Nasuh Paşa Camisi ve haziresi
Mostar’ın Boşnak yakası ve arkada Halebiye Kulesi
Koski Mehmet Paşa Camisi
Koski Ahmet Paşa Camisi’nin avlu girişi (içerden)
Koski Mehmet Paşa Camisi haziresi
Koski Mehmet Paşa Camisi’nin restorasyon sonrası içi
Koski Mehmet Paşa Camisi’nin avlusu ve şadırvanı
Boşnak Yakasında Kuyumcular Çarşısı; şimdi bakırcılar var
Kuyumcular Çarşısı’nın girişi; arkada Halebiye Kulesi
Eski Köprü’nün kaygan taşları
Neretva ve Koski Mehmet Paşa Camisi
Köprünün üstünden Boşnak
yakası; Kuyumcular Çarşısı ve Koski Mehmet Paşa Camisi
Eski Köprü’den Lucki Köprüsü’ne doğru
Mostar’ın Hırvat yakasındaki çarşıdan…
Hırvat yakasındaki
Neretva’ya dökülen Radoboljo deresi üstündeki köprü
Hırvat yakasında Radoboljo deresi ve lokantalar
Hırvat yakasında çarşı manzaraları
Hırvat yakasından Mostar Köprüsü’nün kemerli giriş kapısı
Mostar’ın Boşnak yakasında Kuyumcular Çarşısı
Mostar magnetleri
Kuyumcular Çarşısı’ndan Koski Mehmet Paşa Camisi’ne doğru
Hırvatların Mostaralık(!)
Haçı
Boşnak yakasında Kuyumcular Çarşısı’nda Boşnak evleri
Mostar Köprüsü
Savaşın artıkları hediyelik eşya olmuş Mostar’da(6)
Dipnotlar:
(1) Bkz.
Gülün Öteki Adı; Mine Kırıkkanat; OM Yayınevi; 2002
(2) Yugo-Slav-ya:
Güney Slavları Ülkesi; Yugo sözcüğü, Slav dillerinde Güney anlamına
gelmektedir.
(3) Stari
Most, Slav dillerinde eski köprü anlamına gelmektedir. Osmanlı döneminde
köprünün iki tarafındaki nöbetçilere Mostari
adı verilirmiş.
(4) Mostar
köprüleri konusunda http://www.visitmostar.net/Bridges.htm
adresinden yararlanılmıştır.
(5) Mostar
kartpostalı, http://worldonpostcards.wordpress.com/2009/07/12/152-bosnia-herzegovina-4-mostar/
adresinden alınmıştır.
(6) Mostar
Kartpostalı dışındaki diğer tüm fotoğraflar; 2012 Yazında İbrahim Fidanoğlu
tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder