DUBROVNİK
yada RAGUSA(1)
6 Temmuz
2012
İbrahim Fidanoğlu
Dubrovnik;
Bir Dünya Mirası
Dubrovnik, Hırvatistan’ın
Adriyatik kıyısında; neredeyse en güneyde yer alan ve tarih boyunca doğuyu
batıya bağlayan ticaret yollarının üzerinde stratejik bir öneme sahip,
diplomatça duruşu ile zamanın büyük devletleri arasında dans ederek varlığını
koruma becerisi gösterebilmiş eskinin bağımsız Ragusa yada Dubrovnik
Cumhuriyeti, şimdinin ise önemli bir liman kenti ve turizm merkezidir.
Dubrovnik ve çevresi(2)
Karadağ’ın kendi adıyla
anılan körfezinin kuzey ucunda kurulu Herceg Novi kasabasını geçtikten sonra,
Adriyatik’e paralel dar kıyı şeridini takiben yapılacak kısa bir yolculuk
sonrasında Hırvatistan sınır kapısına gelinir. Bu yolculuk esnasında düzlük
alanlardan Dinar Alpleri’ne doğru uzanan incecik belli ve sipsivri
uçlarıyla göğe doğru yükselen kara servilerin, diğer ağaçlar arasındaki hemen
dikkat çekiveren manzarası görülmeye değerdir. Policic yakınlarındaki kapıdan kısa bir bekleyiş sonrasında
Hırvatistan topraklarına girilir.
Dubrovnik ve çevresi; Adriyatik kıyısında denize paralel
hemen yükselen Dinar Alpleri’nin etkisiyle, Balkanlar’ın iç bölgeleriyle her
bakımdan farklılaşan bir coğrafyaya, iklime ve kültürel yapıya sahiptir.
Bölgenin kuzeybatı bölümünde kıyı şeridi, Peljesac
Yarımadası’nı, Ston Vadisi’ni ve Dubrovnik ırmağına kadar oldukça ince Dubrovnik
sahilini oluşturmaktadır. Dubrovnik kara sınırlarının güneydoğu ucu ve
Hırvatistan kıyılarının sınır noktası, yalnızca Bokokotor Körfezi’nden girilebilen Ostro ile Prevlaka Yarımadası’nı
oluşturmaktadır. Bu adalar topluluğu; Olipa,
Jakljan, Sipan, Lopud, Kolocep ve Daska’dan
müteşekkildir ve eski Dubrovnik Şehir Limanı’nın güneydoğusu yakınlarında
bulunan Lokrum Adası ile son bulmaktadır.
Pila Kapısı önlerinde dub (çınar) ağaçları altındaki çeşme
Dubrovnik, Akdeniz ikliminin yumuşak özelliklerine
sahiptir. Buna paralel olarak da kıyı şeridinde Akdeniz bitki örtüsünün
çeşitliliğini gösterir. Dubrovnik ve çevresi; sıra dışı çeşitlilik gösteren
jeolojik yapısı, çöküntü alanlarıyla oluşan iç içe derin körfezleri ve iğne
oyası gibi işlenmiş kıyı çizgisi, hemen kıyıdan fazla uzaklaşmadan
erişilebilecek uzaklıktaki Adriyatik’e saçılmış adacıklar, zengin bitki örtüsü,
yalçın kayalıkları ve berrak sularıyla yüzyıllardır bölgede bir cazibe merkezi
oluşturur. Bu coğrafik yapılanma, sonuçta yörede tarih boyunca yaşayan
kavimlerin yaratmış oldukları uygarlıkların; mimari alt yapı, toplumsal
örgütlenme, sosyal ilişkiler, ticaret ve kültürün de şekillenmesinde önemli rol
oynamıştır.
Kısa
Tarihçe
Dubrovnik’in tarihteki
ilk yerleşimcileri, İlliryalılar
olarak bilinmektedir. Dalmaçya
sözcüğünün de eski bir İlliryalı kavim olan Dalmatlardan
geldiği ileri sürülmektedir. Şimdiki Dubrovnik’in M.S. 7.yy.da eski Roma kenti Epidaur’un
Avar ve Slav akınları sonrasında yıkılması ve ana karada yaşayan Romalı halkın
küçük Laus adasına sığınması sonrasında bu adacıkta kurulduğu ve
zamanla Laus isminin Ragusa’ya
dönüştüğü söylenmektedir. 7.yy.dan 12.yy.a kadar; o yıllarda ana karadan küçük
kanallarla ayrılan adanın karşısında ise bölgede yetişen dub yada dubrave
(bildiğimiz çınar) ağacından ismini alan Dubrovnik
isimli bir Hırvat yerleşimi oluşmaktadır. Zamanla iki yerleşimde yaşayan halkın
birbiriyle kaynaşması ve ada ile ana karanın arasındaki kanalların alüvyonlarla
dolması sonucunda 12.yy.da etrafı korunaklı surlarla çevrili, tamamen birleşmiş
ve sokaklarının düzenlenmesi tamamlanmış halde tek bir kent oluşmuştur. İşte bu;
bugünkü Dubrovnik’tir. Şehrin bugün
en önemli çekim merkezi ve bir anlamda ana arteri olan Stradun (Placa) Caddesi,
bu iki yakayı birbirine bağlayan aks üzerinde ve doğu batı yönünde yer alır.
Lovrijenac Kalesi
12.yy.da çevredeki
birçok Adriyatik şehri ile anlaşmalar imzalayan, Akdeniz’de Venedik ile ticari
konularda adeta bir rekabete girişen Dubrovnik,
bu yıllarda bağımız bir yapıya sahip yerel prensler tarafından idare edilmektedir.
Ancak; denizcilik ve ticaret konusunda bölgede göstermiş olduğu yüksek başarılar
sonrasında Venedik ile sürdürdüğü rekabet pahalıya patlar ve şehir, Venedik
Devleti’nin yönetimine girer. (1205)
Revelin Kalesi önlerinden St. John Burcu’na ve limana bakış
Yaklaşık 150 yıl kadar
süren Venedik egemenliğinde de Dubrovnik’in Kuzey Afrika ve Suriye kıyılarına
uzanan ticari etkinliği devam eder. Bu süre zarfında Venedik boyunduruğuna
karşı sürdürülen mücadeleler, bölgedeki Macar ve Hersek Kralları gibi başka
aktörlerin de müdahaleleri sonrasında 14.yy.da Dubrovnik yeniden bağımsız bir
yapıya kavuşur.
Dubrovnik; 1526’daki Macar-Hırvat ordusunun Osmanlı
karşısında bozguna uğradığı Mohaç Meydan Savaşı sonrası; bölgede giderek önemli
bir politik güç olarak ortaya çıkan Osmanlılar ile Venedik Devleti arasında
adeta bir tampon vazifesi yaptı. Bazen Osmanlı’nın Batı’daki gözü kulağı gibi
davranıp ona vergi veren; bazen de Venedik ve Katolik Dünyası ile birlikte
davranarak onları hoş tutan Dubrovnik,
uzun yıllar bu ikili siyasetini sürdürdü. Bu; ona ticari ve siyasi anlamda,
önemli bir manevra sahası ve arkasında büyük zenginlikler kazandırdı.
1667’de kentte yaşanan
büyük depremde her yer tahrip oldu. Bir anlamda 12.yy.da kuruluşu tamamlanan
kent, savunma sistemleri dışında tümüyle yok oldu. 5000’den fazla
Dubrovniklinin öldüğü bu büyük felaket sonrasında; kentin kendini yeniden
toparlaması uzun yıllar aldı. Yüzyıllar süren barış ve zenginlik dönemlerinde
ortaya çıkan karakteristik gotik ve Rönesans çehresinin ve mimari canlılığının
yerine, Dubrovnik; sade görünüm ve
boyutlarıyla sağlam ve dolayısıyla mütevazı, zemin katında yapılması zorunlu
kılınan ve kapıları hemen sokağa açılan küçük dükkânlı barok tarzı evleriyle
yeni bir hayata doğru yelken açtı.
Ploca Kapısı ve şehrin koruyucusu Sv. Vloha’nın heykeli
19.yy.da Fransız ve
Avusturya Macaristan İmparatorluğu yönetiminde kalan Dubrovnik, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında modern
Yugoslavya Cumhuriyeti’nin özerk bir üyesi olan Hırvatistan toprakları içinde,
bir Hırvat şehri olarak yaşamını sürdürdü. 199o’lı yıllarda Balkanlar’ın üstüne
çöken kâbus dolu günlerde; haksız yere Sırp Ordusu’nun azgınca saldırılarına
maruz kalan kent, çok önemli kayıplar verdi. 1995 yılında Hırvatistan’ın
bağımsızlığını ilan etmesiyle; savaştan yorgun düşmüş zavallı kent, bağrında
taşıdığı ve geçmişini yansıtan yıkık dökük kültürel varlıklarının yeniden ayağa
kaldırılması için yürütülen uzun bir restorasyon süreci yaşadı. Bütün çekilen
acılara ve verilen ağır kayıplara rağmen kent; bugün bu restorasyon süreci
sonrasında, küllerinden yeniden doğmuş gibidir ve kendisine karşı acımadan
sürdürülmüş bu şiddet ve yok etme politikasına ve onu yürütenlere karşı bir
Dünya Kültür Mirası kenti olarak gururla dimdik ayakta durmaktadır.
Stradun’a girerken
Dubrovnik’de
dolaşırken
Bugün; modern Dubrovnik, surların dışında eski şehrin
yer aldığı yarımadanın arkasından Hırvatistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Franjo Tudjman’ın adıyla anılan modern
köprünün altında kalan Dubrovnik Körfezi’ne kadar uzanan geniş bir topoğrafyaya
yayılmıştır. Dubrovnik Limanı, bir dil gibi denizin karanın içine sokulduğu bu
körfezin doğu kıyısında yer alır. Kentin yamaçlarına yaslanmış, müstakil yada
iki katlı Akdeniz tipi evlerin rengarenk çiçeklerle bezeli bahçeleri görülmeye
değerdir. Yaz aylarında akın akın gelen turist kafileleri, Eski Şehrin
sokaklarını ve meydanlarını, kentin otellerini, restoranlarını ve eğlence
merkezlerini tıka basa doldururlar. Tabii ki bundan en çok surlar içindeki eski
Dubrovnik kenti (Stari Grad) nasibini
alır.
Eski
Şehrin Surları
Eski şehre en
karakteristik görünümünü kazandıran ve bütün dünyanın aklında yer etmesini
sağlayan en önemli unsur, 1940 metre uzunluğundaki şehir savunmasını sağlayan
mükemmel surlarıdır. Şehri çepeçevre saran bu eşsiz görünümlü yapılar zinciri;
bir dizi hisar, burç, siper, kule ve ayrı ayrı kalelerden oluşur. Surların
çevirdiği kentin batı yakasındaki denize ulaşan sahilinde; eski liman ve
tersane yer alır. Karaya bakan ana duvarın genişliği 4-6 metre, denize bakan
duvarın genişliği ise 1,5-3 metre kadardır. Sur duvarlarının yüksekliği yer yer
25 metreye kadar ulaşır. Karaya bakan duvar, o zamanın top atışlarından
korunmayı sağlayan daha alçak ve eğimli bir duvarla korunmuştur.
Minceta Burcu
Dubrovnik’i çevreleyen
surların, askeri açıdan en kritik noktalarında dört adet güçlendirilmiş hisar
yer alır. Kuzeydeki Minceta Kulesi ve doğudaki Revelin Kalesi şehrin limanını
korur. Güneydoğuda Aziz İvan Kalesi; batıda şehrin girişini koruyan ihtişamlı
görüntüsüyle büyük Bokar Hisarı yer alır. Ayrıca; şehrin batı tarafını, denizden
ve karadan gelecek tehlikelere karşı ayrı bir yapı kompleksi halinde yer alan Lovrijenac
Kalesi korumaktadır. Şehrin batı tarafında en bilinen ve çift taraflı
olarak hisarlar tarafından korunan Pila Kapısı; doğu yönünde ise Revelin Kalesi tarafından korunan Ploca
Kapısı bulunmaktadır. Liman tarafında şehrin Çan Kulesi’nin altından
geçilerek ulaşılan diğer iki kapısı ise Pontre Kapısı ve Balıkçılar
Kapısı’dır. Şehir Limanı, dalgalardan ve denizden gelen beklenmedik
saldırılardan ise Kase adını verdikleri bir dalga kıran ile korunmaktaydı.
Stradun yada Placa
Şehrin
Kalbi; Stradun
Şehrin ana aksını 12
yy.a kadar bir zamanlar suyla kaplı bir kanal olan Stradun oluşturur. Batı
doğu ekseninde Pila Kapısı’ndan
girilerek ulaşılan Onofrio Çeşmesi’nin
bulunduğu meydanı, Sponza Sarayı, Çan
Kulesi ve şehrin koruyucusu Sv. Vlaho
Katedrali’nin bulunduğu bir başka meydana bağlayan Stradun’u (Placa)
kuzey güney ekseninde birbirine paralel bir dizi daracık sokak keser. Güney
yönündeki bu sokaklardan birinde ticaret merkezi kentin bir dönem vazgeçilmez sakinleri
olan Yahudilerin ibadethanesi Sinagog ile yine bu kez kuzey yönündeki
sokaklardan birinde son yıllarda açılmış Bosnalı Müslümanlara ait bir cami yer
alır.
Yüzyıllar boyu şehrin
ana girişi olmuş Pila Kapısı’na bir taş köprüden geçilerek ulaşılır. Şehrin bu
en önemli giriş noktasının bulunduğu yarım daire şeklindeki kemerli kulenin
üzerinde şehrin koruyucusu Aziz Vlaho’nun heykeli yer alır.
Kapının tam önünde zincirlerle kuleye bağlı, asma ahşap bir köprü yer alır. Bu
kapıdan hafif eğimli bir taş yolu kullanarak şehrin en büyük çeşmesi Onofrio
Çeşmesi’nin bulunduğu meydana gelinir. Çeşme ismini Napolili mimar; Onofrio
Della Cava’dan almaktadır. 12 km. uzaklıktan şehre su getiren Napolili
mimar; ayrıca Luza Meydanı’nda pazara
su temin eden daha küçük bir çeşme de yaptırmış. Büyük Onofrio Çeşmesi, 1667 yılında ağır hasar görmüş. Bugünkü hali
onun en sade şeklini oluşturmaktaymış. Deprem öncesinde çeşmenin üzerinde yer
alan göz alıcı heykeller bugün tamamen yok olmuş durumda. Çeşmenin üzerinde
sadece musluklarının raptedildiği 16 kabartma bulunuyor.
Büyük Onofrio Çeşmesi
Stradun’un başında; Pila Kapısı
ile cadde arasında Aziz Spas Kilisesi ve Minceta Kulesi’ne kadar uzanan ve
çok geniş bir alana yayılan Fransisken Manastırı yer alır.
Manastırın altında, cadde üzerinde Dubrovnik’in en eski eczanesi bulunmaktadır.
Stradun, Dubrovnik’in en önemli
ortak alanı ve insan kalabalıklarının toplaştığı ve buluştuğu bir noktadır.
Bütün önemli etkinlikler, festivaller ve toplantılar burada yapılır. Hatta biz
orada iken de; Sv. Vlaho Kilisesi önünde 10 Temmuz’da başlayacak Dubrovnik Yaz
Festivali’nin hazırlıkları sürmekteydi. İki yanı boyunca yükselen üç katlı,
birbirine bitişik düzende konumlanmış yapılar neredeyse bir duvar gibi Stradun’un iki yanını örter. Şehrin bu
en güzel ve en geniş caddesi, özellikle geceleri çok eğlencelidir. Bitmek
bilmeyen insan kalabalıkları, yol boyunca dizili dükkânlara girer çıkar ve sağa
sola bakınarak avarelik ederler. Yorulduklarında mola verecekleri zengin
içerikli restoranlar ve kafeteryalarla doludur kent. Hele Sv. Vlaho Kilisesi’nin bulunduğu Luza Meydanı’nda tam bir
cümbüş havası eser akşamları… Geç vakitlere kadar süren insan trafiği hiç
eksilmez.
Luza Meydanı, Stradun’un limana
açılan Çan Kulesi’nin bulunduğu doğu yönündeki ucundadır. Bu meydanda 15.yy.dan
kalma şehrin Çan Kulesi, Sponz Sarayı;
Ortaçağın meşhur şövalyesi Orlando’nun
gotik tarzda yapılmış heykelinin yer aldığı Orlando
Sütunu, küçük Onofrio Çeşmesi, Büyük
Konsey Sarayı ile Ulusal Tiyatro ve şehrin koruyucusu kabul edilen Sv.
Vlaho yada St. Blaise Kilisesi yer alır.
Sv. Vlaho yada St. Blaise Kilisesi
Venedik için Aziz Marco
ne ise, Dubrovnik için de Aziz Vlaho aynı anlamı ve önemi taşımaktadır. Şehrin
usta işi, oya gibi işlenmiş bütün mimari yapısı; daracık sokakları, sokaklarına
sinmiş kültürel iklim; her şey bize Venedik’i hatırlatmaktadır. Bu anlamda
şehrin St. Blaise gibi adanmış bir koruyucusunun da bulunması son derece
doğaldır.
Şehrin koruyucusu
Anadolulu Sv. Vlaho aslında Sivaslı bir Ermeni Azizdir. Hristiyanlık
tarihinde Sebasteli Vlas olarak bilinen ve esas işi doktorluk olan Aziz Vlas, Sivas Piskoposluğu yapmış;
inançlarına göre de dövülerek öldürülmüş. 11. yy.dan itibaren Anadolu’dan
Avrupa’ya yayılan Aziz Vlas kültü, Dubrovnik’in koruyucusu haline gelmiş. Her yıl
3 Şubat’ta adına yortu düzenlenen Sv.
Vlaho için; Dubrovnik’ten giden dini görevliler, Sivas’ta Gök Medrese’nin
karşısında bulunan mezarını ziyaret ediyorlarmış. Kentin surlarının muhtelif
yerlerinde ve kendi adını taşıyan kilisenin önünde yer alan heykellerinde Sv. Vlaho, elinde koruyucusu olduğu kent
Dubrovnik’in maketini taşır durumda canlandırılmıştır. Bu anlamda; Türkiye’den
kalkıp Adriyatik kıyısındaki Dubrovnik’de Anadolulu bir azizin korumacılığı ile
karşılaşmak, gerçekten bizim için Balkanlar Yolculuğu’nun en ilginç
anlarındandı. Bu vesile ile öğrendiğimize göre, azizin mezarı Sivas’ta şehir
merkezinde; Gök Medrese’nin karşısında bulunmaktaymış. Hatta son yıllarda
geçirdiği bir restorasyon sonrası mezarı biraz toparlanmış. Dinlerin katmanlar
halinde birbirinin içinde gelişip yayılması sürecinde ilginç gelecek bir başka
konu da Sivaslıların yüzlerce yıldır “göz
evliyası” niyetiyle Aziz Vlas’ın
başında ettikleri dualar olsa gerek.
Sponz Sarayı; kemeraltı ve Stradun
Dubrovnik şehrinin
koruyucusu Aziz Vlaho’nun barok tarzı
kilisesi, depremde yıkılan ve yine aynı azize ithaf edilmiş eski kilisenin
yerine 1715 yılında Venedikli mimar Marino Gropelli tarafından inşa
edilmiş. Kilise; ortada oval bir kubbesi, büyük işlemeli bir girişi ve girişin
önünde geniş merdivenleri olan göz alıcı bir yapıdır. Dışında yer alan barok
süslemeler, Stradun’da yer alan yapıların sadeliğiyle belli bir zıtlık
oluştursa da Luza Meydanı’na ayrı bir canlılık ve hareket kazandırmaktadır.
Luza Meydanı’nda limana çıkan kapıya yakın konumda ve solda;
1667 depreminden hasar görmeden bugüne ulaşabilmiş şehrin en güzel
saraylarından birisi, kemerli stoası ile görkemli bir yapı olan Sponz
Sarayı yer alır. Yapının içinde Cumhuriyet döneminde gümrük ve bir depo
da yer almaktaymış. Bina, Dubrovnikli mimar Paskoje
Milicevic tarafından yapılmış olup, barok ve gotik tarzdaki kemeraltı ve
heykel süslemeleri eşsizdir. Bugün Sponz
Sarayı’nda Dubrovnik şehrinin arşivi
bulunuyormuş. Dubrovnik Cumhuriyeti’nin çöküşüne dek süren dönemi kapsayan neredeyse
bütün arşiv belgeleri bu binada korunmaktaymış.
Revelin Burcu
Knez
Sarayı
Sv. Vloha Kilisesi’nin çapraz karşısında, Belediye Binası’nın
hemen yanında ise eşsiz mimarisi ve muhteşem süslemeleriyle Knez
Sarayı yer alır. Dubrovnik Cumhuriyeti’nde bu sarayda, kentin en üst
düzeydeki yöneticisi olan ve bir aylığına seçilen Knez adı verilen prens
yada rektör yaşarmış. Rektörle birlikte kenti yöneten üç konsey bulunurmuş.
Bunlar, Yüksek Konsey, Senato ve Küçük Konsey imiş. Yönetim erki bu üç konsey
arasında paylaşılarak gerçekleştirilirmiş. 14.yy.da ilk kez saray olarak
adından söz edilen bina, zaman içinde yapılan eklentilerle bugünkü ihtişamlı
görüntüsüne kavuşmuştur. 1435 yılındaki yangından sonra Napolili mimar
Onofrio’nun ellerinde şekil bulan gotik tarzdaki binanın kemerleri altındaki
sütun başlıklarında yer alan figüratif betimlemeler göz kamaştırıcıdır.
1667’deki depremde büyük hasara uğrayan yapının güney cephesi, daha sonraları
barok tarzda yenilenmiş.
Meryem Ana
Katedrali
Knez Sarayı’nın yan
karşısında; güney yönünde Dubrovnik Meryem Ana Katedrali yer
almaktadır. 1667 yılındaki büyük depremde neredeyse tamamen yıkılan katedral,
18.yy. başı itibariyle bugünkü görünümünü kazanmış. Oldukça gösterişli kubbeli
bir bazilikaya sahip olan eski Roma dönemi kilisesinin yerine Urbinli mimar Andrea
Buffalini tarafından üç kubbeli bir kilise tasarlanmış. Kilisenin ön
cephesinde yedi basamaklı bir merdivenin üzerinde yükseltilmiş zemin üstünde
dört adet yüksek Korint tarzı sütunun ortasında kilisenin ana girişi yer
alıyor.
Meryem Ana Katedrali
İvan
Gundulic Meydanı
Katedralin batısında;
şimdi yerel üretici pazarının tezgâhlarının yer aldığı İvan Gundulic Meydanı yer
alır. Son derece geniş ve etkileyici meydana bakan taş evlerin balkonlarında ve
taraçalarında yer alan sıra sıra dizilmiş pembe ortanca saksıları göz alıcıdır.
Meydanın tam ortasında ise 16-17.yy.da yaşayan, Hırvat edebi dilinin
gelişmesine önemli katkıları olan Dubrovnikli şair ve yazar İvan
Gundulic’in barok tarzda süslemelerle kaplı kaidesi üstünde yükselen
bronz heykeli bulunmaktadır. Heykelin kaidesinin dört yüzünde en ünlü eseri Osman’ı anlatan kabartmalar yer
almaktadır. Heykel ilk çağdaş Hırvat heykeltıraşlarından İvan Rendic’in eseridir. Meydandaki satıcıların az miktarda ama
çeşitlilik yönünden zengin ürünlerini içeren tezgahları arasında dolaşmak da
ayrı bir keyiftir.
Knez Sarayı
Ruder
Boskovic Meydanı
İvan Gundulic Meydanı’nın güneyinde; Roma’daki İspanyol
Merdivenleri’ne benzeyen barok tarzı iki yandan çıkılan merdivenlerle
Cizvitlerin Aziz İgnatius Kilisesi ve Dubrovnik Koleji’nin bulunduğu Ruder
Boskovic Meydanı’na ulaşılır. 17.yy.da Dubrovnikli Cizvitlerin
gayretleri ile yapılmaya başlanan binalar, 1667 depremi nedeniyle ancak
18.yy.da bitirilebilir. Cizvit tarikatı kurucusu Aziz İgnatius’un ismini
taşıyan kilisenin ön cephesi, barok tarzı süslemeleri ve merdivenlerle yükseltilmiş
ön cephe yaklaşımları ile Meryem Ana
Katedrali’nin mimarisini hatırlatır. Bu sıra dışı barok merdivenlerin
ustası ise Romalı mimar Pietro Passalacqua’dır ve Roma’daki
İspanyol Merdivenleri’nin bir yansıması gibidir. Yapımı 18.yy.da
tamamlanmıştır. Meydanda dinlenmek için birkaç kafeterya ve hediyelik eşya
satıcıları da bulunmaktadır.
İvan Gundulic anıtı
Çan Kulesi’nin altından
geçilerek Revelin Kalesi’ne doğru
açılan Ploca Kapısı’na doğru
yürürseniz; yine bir kale görünümündeki yüksek duvarlar çevrili bir başka
manastıra çıkar yolunuz. Bu Dominikan Manastırıdır. Yolda caz
yapan Dubrovnikli amatör müzisyenlerle karşılaşabilirsiniz. Ploca Kapısı’ndan şehri terk ederken,
yine bir köprünün üstünden eski limana ve onu koruyan St. John yada Sv. İvan Kalesi’ne
doğru bakarsınız. Hemen surların içinde karşıda Dubrovnik’in sur içi evleri
uzanır. Altlarında ise eski tersane yer almaktadır. Şimdi tersanenin bulunduğu mekânda
sıra sıra restoranlar bulunmaktadır. Doya doya şehre bakarsınız; Adriyatik;
ileride yer alan Kase dalgakıranının tam arkasında masmavi derinliğiyle uzanıp
gitmektedir. Dalgakıran; limanın tam karşısında ve St. John Kalesi ile aynı
hizada konumlanmıştır. Tekrar tekrar dolaştığınız şehir bitmiştir. Sırada
soluklanma ve atıştırma zamanı vardır. Bir gölge altı kafeterya bulursunuz;
denize karşı oturur ve maviliklere dalar gidersiniz. İşte Dubrovnik seyirliği
budur.
Aziz İgnatius Cizvit Kilisesi
İspanyol Merdivenleri
Aziz İgnatius Kilisesi iç vitraylarından
Dubrovnikli müzisyenler
Stradun; ters açı
Dipnotlar:
1.
Bazı mekânların ve
önemli binaların isimleri konusunda, gezi esnasında alınan Dubrovnik Eski Şehir
Haritası ve Antun Travirka’nın hazırladığı Dubrovnik-
Tarih, Kültür, Sanat Mirası; Zadar-2011 isimli kitaptan yararlanılmıştır.
2.
Google Earth’den
alınmıştır.
3.
Diğer fotoğraflar 2012
Yazı’nda İbrahim Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
Merak ettiğim yerleri yazmışsınız. Baştan sona keyifle okudum. Ben de önümüzdek, baharda bir Balkan yolculuğu planlıyorum. Nedense bahar oralar için en güzel zamanmış gibi geliyor.
YanıtlaSilSevgiler.