Tire, bir yandan Antik Çağa uzanan zengin tarihsel geçmişi, bir
yandan da Akdeniz ikliminin getirdiği bitki örtüsü çeşitliliği ile çok boyutlu
beslenme geleneğine sahip bir kasabamızdır. Bir dönem Lidyalıların yazlık
sayfiyesi olarak da işlev gören Tire, tarih boyunca kültürlerin kesiştiği ve
birbiriyle karışarak harman olduğu bir yer olmuştur. Bu kültürel yoğrulma,
sonuçta Tire’nin bugünkü hayatına dek uzanan derin izler bırakmıştır.
Posalı Kavurma
Tire'nin
tarihi Batı Anadolu’daki Lidya uygarlığı dönemine kadar uzanmaktadır. Tarihte,
Lidya için Tire'nin önemi oldukça büyüktür. Çünkü bu kent, coğrafik konumu
itibariyle o dönemin metropolleri sayılabilecek Ephesos ve Sardes
kentlerinin tam ortasında yer almaktadır. Tire; o dönemde, Ephesos’dan, Bozdağ (Tmolos Dağları)
üzerinden Sardes’e uzanan en önemli
ticari yollarının stratejik bir noktasında yer almaktaydı. Bu ticari
hareketlilik, farklı kültürlerin de buraya gelmesini sağlamış ve o günlerden
başlayan bu çok kültürlülük, Türkler'in bölgeye hâkim olmasından sonra da devam
etmiştir. II. Mahmut döneminde Bektaşiler, Aydınoğulları döneminde Efes
halkının bir bölümü, Büyük İskender zamanında ise Filistin'den getirilen
Yahudiler Tire'de iskân edilmiştir. Daha sonra II. Beyazıt döneminde
Engizisyon’dan kaçan büyük Yahudi göçünden de Tire nasibini almış olmalıdır.
Mübadele yıllarında ise Girit Adası'ndan gelen Türkler bölgeye yerleştirilmiştir.
Yüzyıllar boyunca süren göçler ve ticaret yaşamı, Tire'nin zengin yeme içme
kültürünün kaynağını oluşturmuştur.
Tire’nin bugünkü sebze ağırlıklı,
Akdeniz mutfağına dayanan ve bağışıklık sistemimizi ayakta tutmaya yönelik
beslenme alışkanlıklarının kökeninde coğrafik özellikleri ve tarihsel arka
planı yatar. Yüzyıllar boyunca bu topraklarda yaşayan halklar bu yörede yetişen
bitki örtüsünün onlara sunduğu zengin imkânlardan yararlanarak beslenme
çeşitliliğini bugüne taşıdılar. Antik Helen uygarlığında zeytin, ceviz, üzüm,
nar ve incir kutsal sayılan yiyeceklerdi. Batı Anadolu’da, İyonya’da yaşayan
toplulukların günlük yiyecekleri arasında buğday ürünleri, zeytin, keçi
peyniri, muhtelif sebzeler (pazı, lahana,
marul, turp, salatalık v.b.) yer alıyordu. Et olarak ise tavşan, keklik ve
geyik tüketip, yemeklerinde bol baharat (kekik gibi) kullanıyorlardı.
Yemeklerden sonra mutlaka şarap içiliyordu. Özetle, Türkler öncesi dönemde de
Tire’de buna benzer Akdeniz bölgesinin bitki örtüsüne dayanan ve onlardan
üretilen yiyeceklerden oluşan bir beslenme kültürü mevcuttu.
Keşkek
Türkler Batı Anadolu’ya yerleştiklerinde
yeme içme kültürü adına ne getirdiler? Aslında bunun yanıtı göçer Yörüklerin
sosyo ekonomik hayatında gizlidir. “Türklerin hayvancılığı deyince yaylacılık
akla gelmelidir. Yaylacılık Anadolu’ya Yörüklerle birlikte gelmiştir. Can ve
mal emniyeti olmayan Anadolu’da o çağlarda kim yaylacılık yapabilirdi? Türkler
ise her zaman, bir ordu düzeni ile hayvancılık yapmışlar, sürülerin ardından o
yayladan bu bu kışlağa göçüp durmuşlardır. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman
Gazi de bir koyuncu idi.” (1) Hayvancılığa dayanan ekonomi,
göçerlerin beslenme alışkanlıklarını da belirledi. Yani Türklerin beslenme
alışkanlıklarında et, süt, peynir v.b. diğer hayvansal gıda ürünlerine dayanan
bir beslenme sistematiği temel oluşturmuştur. Türklerin ekonomik hayatında
diğer bir temel unsur ise buğdaydır. Et ile buğdayın bir araya geldiği yegâne
yemek ise keşkektir. Bu öyle bir yemektir ki tarihsel arka planı ile Türk
beslenme geleneğinin en iyi temsilcilerinden biridir denilebilir. Bir diğer
bilinen yöresel et yemeği posalı kavurmadır. Posalı
Kavurma;
kuşbaşı şeklinde doğranmış dana etini, kekik, kırmızıbiber, karadut kurusu ile
birlikte terbiye ederek zeytinyağında kavurmak suretiyle elde edilen leziz bir yemektir.
Hele de; yağlı suyuna tatlı maya Kahrat (Tire
– Ödemiş arasında yer alan ve şimdilerde Gökçen ismi ile anılan beldenin
sınırları içinde kalan bir eski yerleşim yerinin adıdır.) ekmeğini bandıra
bandıra yemenin tadına doyum olmaz.
Keza, etli nohut ya da tas kebabı türü
salçalı et yemekleri de Türk mutfağının beslenme alışkanlıklarına uygun
günümüze taşınmış örneklerdir. Gerek keşkek, gerek muhtelif un (dutmaç çorbası) ya da şehriye çorbaları
ve gerekse nohutlu ya da patatesli et yemekleri yörede giderek azalan ve göçerlik
döneminin önderlerinin mezarları başında yılın belli günlerinde düzenlenen mahya
şenliklerinin ve Yörük düğünlerinin vazgeçilmez yemeklerindendir.
Tire’de kuyu tandır kebabı sabahları yenir…
Tire’nin en özgün yemeklerinden bir
diğeri de sabahleyin kuşluk vakti yenilen kuyu
tandır kebabıdır. Bu yemeğin Tire için anlamı çok mühimdir ve belki de bu
kadar erken sadece burada tüketilir. Genci yaşlısı, sabah erkenden çarşıdaki
tandırcıların yolunu tutar; tandırcılar, sabah işine giden çarşı esnafının ilk
uğradığı yerlerdir. Önden et suyuna salınmış salçalı pirinç çorbası gelir
önünüze. Yanında çorbanın üstüne sıkmak için bir dilim limonu da vardır
mutlaka. Sıcak sıcak içilen çorbanın ardından pidelerle tahkim edilmiş bir
tabak dolusu tandır eti önünüze servis yapılır. Üstüne bolca kimyon, kekik ve
karabiberden oluşan baharat çeşnisini de kattığınızda mükemmel bir damak tadına
erişirsiniz. Peki, ama bu kadar erken bu et yeme geleneği nereden gelmektedir?
Birincil olarak bunu Türklerin hayvansal gıdalarla beslenme alışkanlığına bağlamak
belki yerinde olur. Ama bu yine de sabah yenme alışkanlığını yeterince
açıklamaz. Bir rivayete göre sabahları yenen kuyu tandır, avcılık geleneğinden
kalan bir mirastır. Padişah Avcı Mehmet’in (IV. Mehmet) Tire civarındaki
dağlarda avlandığı, av öncesi de sabahleyin erkenden kafilenin törensel bir
şekilde bir kuzu ya da oğlak çevirip tandır yediği ve bunu takiben ava çıktığı
söylenmektedir. Acaba tandır geleneği o günlerden mi kalmadır? Bu tabii ki daha
derin bir araştırmanın konusu olmalıdır.
Prof. Dr. Bahattin ÖGEL, yukarıda
sözü geçen makalesinde, Türk mutfağına sonradan girmiş sebzelerle, bir dolmanın
yapılmasını bir dürüm ya da sucuk yapma tekniğine benzetmektedir. (2)
Gerçekten de her türlü sebzenin dolması ya da sarması Türk Mutfağında yapılmaktadır.
Tire’de de kabak çiçeği dolması bu orjinal
açıklamayı teyit eder tarzda bu yörede yapılan özgün bir dolma çeşididir. Kabak
çiçeği dolmasının püf noktaları şunlardır: Kabak çiçeği gün doğmadan
toplanmalıdır. İçlik hazırlanırken kıyma kesinlikle kullanılmaz. Kabak
çiçeklerinin bıyıkları özenle ayıklanmalı, dolmalar kısık ateşte
pişirilmelidir. Enginar, yaprak sarması, lahana sarması, patlıcan, kabak, biber
dolmaları yine bu yörede sıkça yapılan dolma çeşitlerindendir.
Kabak çiçeği dolması
“Patlıcan, Türklere çok geç girmiş bir
sebzedir. Avrupa’ya bizden önce girmiştir. Ancak Avrupa’da patlıcanın ne
karnıyarığı, ne imam bayıldısı ve ne de hünkâr beğendisi vardır. Bu ayrılık bir
pişirme tekniğinden ileri geliyordu. Yani kıymalı pide ve ona benzer yemekleri
olan Türkler, aynı teknikle patlıcanı da pişirmiş ve böylece karnıyarık ile
imam bayıldının doğmasına neden olmuşlardı.” (3)
Lalengi ya
da Gıylangı,
Tire’de yapılan bir patlıcan yemeğinin adıdır. Günümüzde Tire’de ona patlıcan balığı da denmektedir. Tarihin
derinliklerinden gelen bu yemek, Lelegia
ya da Lalagia adıyla Homeros’un destanlarında yer almaktadır.
Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin bir
şiirinde ise “pareha-i nan, lalengü taam”
ifadesi geçmektedir. Günümüz Türkçesi ile Mevlana, fakir halkın misafirlerine
ikramı olan küçük ekmekler ve lalengiden oluşmuş yemeği anlatmaktadır. Lalengi, 15.yy. Osmanlı Saray Mutfağı’nın
listesinde Beyza-i Yumurta Lalengede-i
Hassa olarak geçmektedir. Lalanga
olarak da bilinen bu yemek, Fatih Sultan Mehmed’in sofrasında yer almaktadır. Uzun
patlıcanların çok ince bir şekilde dilimlenip tuzlu suya batırılması ile
başlayan işlem, hamurun oldukça inceltilip hazırlanması ile devam eder. Kızgın
bol yağda hamura batırılmış patlıcanlar kızartılır. Hamurun içine kuşbaşı et de
konulabilir ya da sade yapılabilir. Üzerine peynir ufalanan lalengi, sıcak olarak yenilir. Tireli,
patlıcan balığını yazın yemeğin sonunda genellikle karpuzla birlikte
tüketmektedir.
Gıylangı ya da patlıcan balığı
Tire’nin beslenme alışkanlıklarından söz
edip de Tire’nin eski meyhanelerindeki yeme alışkanlıklarından bahis açmamak
olmaz. Cumhuriyet döneminde azınlıkların Tire’yi terk ettiği bir dönemde
1950’li yıllarda isim yapmış bir yemek ustasıdır Ratip Usta. Ratip Usta’nın
meyhanesinde mezeler masaya müşterilere sormadan belli bir düzen içinde gelirdi.
Her bir mezenin Akdeniz beslenme alışkanlıkları ve içkinin insan vücudunda ve
özellikle karaciğerdeki zararını en aza indirgemeyi hedefleyen bir yaklaşımın
yansıması olduğunu söylemek mümkündür. Rakının yanında gelen mezeler şunlardı:
- Birincil öncelikle ve mutlaka salata,
- Çökelek yağlaması,
- Kuru börülce yağlaması, yanına 1 kaşık biber salçası,
- Patlıcan ezme,
- Patlıcan kızartması (kalın dilimlenmiş patlıcan ve biber, bol ve kızgın yağda kızartıldıktan sonra üzerine sarımsaklı kese yoğurdu ve taze domates sosu dökülecek ve mutlaka bir gece dolapta dinlendirilerek eskitilecek.)
Ratip Usta’nın meyhanesinde mezelerin yanında yegâne sıcak yemek,
saçaklı köfteydi. Zamanında saçaklı köftede Ratip
Usta’nın üstüne yoktu. Duruma göre ve gerekiyorsa ilaveye Ratip Usta’nın
kendisi karar verirdi. İlave genellikle kuzu şiş ya da pirzola olurdu.
Ratip
Aslansoy (Ratip Usta)
Köfteye neden saçaklı dendiğine gelince; bu sıfat, köftenin yoğrulması
aşamasında köfte harcına en son eklenen iri kıyılmış soğan parçacıklarının
kızarmış köftenin yüzeyinde yarattığı saçağa benzer görünümden
kaynaklanmaktadır.
Köftenin öyküsü etin alımı ile başlar. Derler ki; Ratip Usta sepeti koluna takar, Salı ve
Cuma günleri alışverişe kendi çıkar. Asla bir kasaba bağlı kalmaz. Saçaklı
köftenin en önemli özelliklerinden birisi de içinde saklı suyudur. Izgarada
köftenin pişmesinden sonra köfte ikiye bölündüğünde suyu akar; yerel tabirle faşıl faşıl eder köfte. İşte pişirme
sonrası arzu edilen bu sonucun elde edilebilmesi için başlangıçta ona uygun et
kompozisyonunu belirlemek çok önemlidir. Ratip
Usta’nın kasaptan aldığı etin % 40’ı hayvanın kaburga bölgesinden, % 40’ı
boyun bölgesinden, % 5’i böbrek yatağından ve % 15’i ise kuzu boşluğundan
oluşur. Böbrek yatağı suyu tutar. Bu bileşime % 2 civarında tuz ilave edilir.
Tuz da etin içindeki suyu tutar. Ratip
Usta, dükkâna kadar et içindeki suyunu kaybetmesin diye tuzu kasapta
kıymaya ilave ettirir.
Et, kıyma makinasının orta derecede gözenekli bölümünden 2 defa
çekilir. Bundan sonra soğan rendelenip kıymanın içine soğanın suyu eklenir.
Baharat olarak, kimyon ve karabiber; yine suyu tutmaya yardımcı olsun diye çok
az un, kıymanın içine konur. Köftenin yapılışı sırasında harcı ne kadar çok
yoğurursan ürün o kadar iyi olur. Yoğurma sonrası karışım, 1 gün dolapta
bekletilir. Köfte yuvarlanacağı zaman, soğan en sonunda kıyılıp karışımın içine
katılır ve yuvarlanıp şekil verilerek köfte ızgarada pişirilecek hale gelir.
Tire’de eski
zaman meyhaneleri…(Saygın Kütahyalı arşivi)
Saçaklı köftenin pişirileceği ızgaranın kömürü ve pişirme süreci
de özel bir ihtimam gerektirir. Kömürün kırmızı yüzünün görünmemesi, pişirme
süresinin ise yaklaşık 20 dakika kadar sürmesi dikkat edilmesi gereken önemli
noktalardır. Izgarada pişirilen saçaklı köfte, masaya geldiğinde köfteye bıçağı
vurduğunuzda etin içindeki su ortaya çıkar; bu da içki ile birlikte uzun bir
zaman dilimine yayılan demlenme prosesinde tabakta bekleyen köftenin kurumamasına
ve tazeliğini yitirmemesine neden olur. 70 yaşlarında Tireli lezzet uzmanı
Refik Amca’nın anlattığına göre; “saçaklı
köftenin pişip pişmediği soğuduğunda anlaşılır.” Meyhane yenilen yemek uzun
süreye yayıldığından köfte bu süre zarfında soğur, soğuduğu zaman da içi
kırmızılaşır. Köfte kendisini soğuduğunda ele verir.
Ratip Usta’nın
meyhanesinde temel terbiye şöyledir; Ratip
Usta masaya ne getirirse yiyeceğiz? Ne getirirse içeceğiz? İlave bir şey
istemeyeceğiz. Demlenmenin sonunda mutlaka ballı yoğurt olacak. Karaciğer dostu
bal ve yoğurt içkinin yarattığı vücuttaki olumsuz etkiyi en aza indirecek.
Ratip Usta; rakı
içmenin adabını bilen, insanı ağırlamaktan keyif alan, müşterisini tanıyan,
çeşidi az ancak anlamlı mezelerle desteklenmiş bir meyhane kültürünün son
temsilcilerinden çelebi ruhlu bir zat idi. Bütün bunların yanında içtikçe ayarı
kaçıran ve giderek de çevresini rahatsız etmeye başlayan müşteriyi Ratip Usta nazikçe dışarıya davet ederdi.
Ayrıca yediklerinin de ücretini almadan evine gönderirdi. Ayrıca; Ratip Usta’nın meyhanesine asla sarhoş
olarak gelinemezdi. Bu da Ratip Usta’nın
yazılı olmayan meyhane kurallarından birisiydi. Ratip Usta, en münasebetsiz vatandaşı dahi meyhanede hizaya sokup
eğiterek meyhaneden gönderirdi. Ne yazık ki, bu güzel insan artık Tire’de yaşamamaktadır;
çünkü Ratip Usta, yaklaşık 7–8 yıl
kadar önce bu dünyadan göçüp gitmiştir. Şimdi bu yerel lezzet ustasının ismi Tire’nin
en merkezi meydanında yer alan şiş köftecilerin arasındaki iki katlı bir
binanın üstünde, revize edilmiş bir meyhanenin ön yüzündeki levhasında yaşamaktadır.
Ratip
Usta’nın Meyhanesi’nden anılarda kalan bir an; en sağda ayakta Ratip Usta
Eski zaman Tire meyhanelerinin vazgeçilmez mezeleri muhtelif ot
salataları ve yoğurt idi. Yoğurdun üstüne zeytinyağı gezdirilir, yoğurdun
kenarlarına da siyah zeytin konurdu.
Tire meyhanelerinin bir diğer önemli unsuru yukarıda da anıldığı
gibi patlıcandır. Patlıcan alkolün etkisini öldürür. Bu sonucu doğuran
patlıcanın içerdiği nikotindir. Bu nedenle meyhanelerde yaygın olarak patlıcan
kızartması ve patlıcan ezme sunulurdu.
Bugün artık Tire’de bir eski meyhanecinin ifadesiyle; “meyhanelerin sonu”na gelinmiş durumdadır.
1980’li yıllardan sonra, ülkede derinleşen ticari ilişkilerin sonucunda
insanların çoğu birer araba edindi. Bu sayede insanlar, Tire’nin dışına çıkma
olanağı buldular. Eskiden herkesin kendi yağıyla kavrulduğu dönemlerde,
Tire’nin içinde hal edilen yaşamda kadın evde oturur; erkek ise Tire’nin
merkezinde meyhaneye giderdi. O günkü sosyal hayata karşılık gelen davranış
şekli bu idi. İnsanlar arabaları sayesinde kolayca ulaşabilecekleri, uzaklarda
daha konforlu mekânların arayışına girdiler. Bu talep sonucunda, Tire’nin
merkezinden uzakta, kır lokantaları açıldı. İnsanlar artan nispi refah sonucu
biraz sayfiye, biraz doğa, biraz da yerel kültürün izlerini taşıyan bu
mekânlara taşındılar ve talep yarattılar. Tire’nin merkezinde ise gençlerin
devam ettiği izbe birahaneler meyhanelerin yerini aldı. 1980 sonrası toplumun
alt üst oluşundan Tire de nasibini aldı; yerel kültürün geçmişten gelen ayak
izleri bir bir sokaklardan silindi gitti. Bugün; Tire’de kır lokantaları ve
birahaneler, meyhanelerin geçmişte sosyal hayatın içinde oynadıkları rolü ne
ölçüde karşılıyorlar; buna en iyi her iki dönemi de yaşayan yörenin yaşlıları
karar vereceklerdir.
(1)Prof. Dr. Bahattin ÖGEL; Türk Mutfağının Gelişmesi ve Türk Tarihi
Gelenekleri; Türk Mutfağı Sempozyumu Bildirileri, 31 Ekim – 1 Kasım 1981,
Kültür ve Turizm Bakanlığı yayını; sayfa 15
(2)a.g.e. sayfa
17
(3)a.g.e. sayfa
17
(*) İbrahim Fidanoğlu – Hasan
Doğan’ın İzmir Tarih ve Toplum Dergisi’nin Ekim 2009 sayısında yayımlanan
yazısından alınmıştır.
Yazan: İbrahim
Fidanoğlu – Hasan Doğan
Düzenleyen: M.YC
Düzenleyen: M.YC
ödevim için çok önemliydi tşk ederm :)
YanıtlaSilPaylaşım için teşekkürler.
YanıtlaSil