İbrahim Fidanoğlu
Baharı karşıladığımız bu
günlerde Aydın Dağları’na paralel seyreden Aydın – Denizli asfaltını takiben,
yağışların bol olduğu her yılki gibi sular altında kalmış Büyük Menderes
Ovası’nı sağımızda bırakarak; Umurlu ve Köşk kasabalarını geçtik ve Sultanhisar’a
ulaştık. Restorasyonu devam eden 120 yıllık tarihi Çarşı Camisi’ni ardımızda
bırakarak Nysa yokuşuna tırmanmaya başladık. Aydın vilayetinin bütün
kasabalarında olduğu gibi Sultanhisar’ında da yol boyunca sağlı sollu dikili
turunç ağaçlarının erişebildiğimiz dallarından alabildiğine turunç topladık.
Buralarda turuncu salatalara ve pideye sıkarlar. Hafif acımsı tadı nedeniyle de
portakal gibi pek fazla tüketilmez. Bu nedenle de turunç ağaçlarının diplerinde
meyveleri ziyan olur gider. Aslında ekonomik değeri pek de parlak olmayan bu
meyve ağacının ilerde daha iyi bir noktada olmasını dileyerek topladığımız
turunçları arabaya koyup yola devam ettik. Kurtuluş Savaşı’nda Yunan işgaline
karşı Batı Cephesinde Kuvayı Milliye direnişinin önemli figürlerinden olan
Yörük Ali Efe’nin köyü Kavaklı’ya giden şosenin ikiye böldüğü Nysa antik
kentinin 12.000 kişilik ihtişamlı tiyatrosu köşeyi dönünce birden karşımıza
dikildi.
Nysa Tiyatrosu
Prof. Vedat İdil tarafından Yaşar
Holding’in katkılarıyla yürütülen kazılar sonucunda kent hakkında kapsamlı
bilgiler elde edildi. Vedat Hoca’nın Nysa
ve Akharakha isimli kitabından aldığımız aşağıdaki bilgiler kentle ilgili yeterince
bir yönlendirmeye sahip diyebiliriz. Biz de oradan alıntıladık.
Nysa’nın Tarihçesi ve
Bugüne Kalanlar
“Antik Karya bölgesinin önemli bir kenti olan Nysa, Aydın-Denizli
karayolu üzerinde, Aydın'ın 30 km doğusunda bulunan Sultanhisar ilçesinin 3
km kuzeybatısında yer almaktadır. Aynı zamanda İzmir - Denizli demiryolu
üzerinde bulunan Sultanhisar ilçesi böylece bağrında tarihin en değerli
hazinelerinden biri olan Nysa Antik kentini saklamaktadır. Portakal ve limon
bahçelerinin, zeytinliklerin ve incir ağaçlarının arasında gelişen modern ilçe
bugün Nysa antik kentinin güney sınırlarına değin yayılmıştır.
Nysa, Aydın'ın
doğusunda bulunan ve Eski Çağ'da Messogis
olarak adlandırılan bugünkü Aydın dağlarının güneye bakan yamacında, kışın su
taşmalarına neden olan, buna karşın yazın kuruyan Tekkecikdere adlı bir
akarsuyun çevresinde çok dik bir boğazın oluşturduğu alanın her iki yanında
kurulmuş olan eski bir yerleşimdir. Bu nedenle de romantik bir görünüme sahip
olan kent, kuzeydeki bu Messogis Dağı'nın 1200 m yüksekliğindeki kütlesi ile
oldukça iyi bir şekilde sınırlandırılmıştır. Kentin güneyi ise Büyük Menderes
Nehri'nin vadisine doğru açıktır ve bugünkü Sultanhisar'ın kuzeyindeki
yerleşmelere sınır oluşturur.
Nysa'nın
kuruluşu hakkındaki bilgileri Augustus devrinin ünlü gezgin ve coğrafyacısı Amasyalı
Strabon (M.Ö. 64-M.S. 21) ile tarihçi Byzantion'lu (İstanbul)
Stephanus'un (M.S. 6.yüzyıl) anlattıklarından öğreniyoruz. Nysa, Eski
Çağ'da özellikle eğitim alanında ünlü olan bir kentti ve Strabon da bu kentte
eğitim görmüştü. Antik kentteki Gymnasion ile kütüphane kalıntısı Nysa'daki bu
eğitim yapılarını oluşturmaktaydı. Nysa adı özellikle Helenistik devir
krallık ailesi kadınları arasında oldukça sık rastlanan bir addır. Byzantion'lu
Stephanus, Ethnica adlı eserinde Eski Çağ'da Nysa adını taşıyan on kentten
Karia bölgesindekinin Suriye kralı Seleukos'un oğlu I.Antiochos Soter (M.Ö.
281-261) tarafından eşi adına kurulduğunu belirtir. Strabon'a göre Nysa Poleponnes'teki
(Yunanistan’ın güneyindeki yarım ada; Mora yarımadası) Sparta'dan gelen Athymbros,
Athymbrados ve Hydrelos adlı üç kardeş tarafından kurulan üç ayrı
küçük yerleşmenin sonradan büyük bir kent halinde birleşmesi ile olmuştur ve Athymbros
da bu yeni kentin kurucusu olarak anılmıştır. Bu nedenle antik kent başlangıçta
Athymbra olarak adlandırılmış ve zaman zaman da Antiocheia olarak
tanınmıştır. Kentin adının M.Ö. 2.yüzyılın başlarında Nysa olduğu
bilinmektedir. Nysa'nın tarihi konusunda çok şey bilinmemektedir. Bununla
birlikte, Seleukosların Anadolu'da kurdukları askaeri koloniler halindeki
kentlerin yanında, küçük yerleşmelerin synoikismos (birleşme) yoluyla tek bir
sivil kent halinde oluşturdukları kent kurma politikasına uygun bir şekilde kurulmuş
olan Nysa'nın Kral III.Antiochos (M.Ö.223-187) tarafından ele
geçirildikten sonra Asyl (sığınma) hakkı istenilen bir kent olma
ayrıcalığını elde ettiği bilinmektedir.
Nysa, Romalıların yönetimi altında sikke
bastırmıştır ve antik kentte basılan Kistophoros türü sikkeler
M.Ö.133-111 yılları arasında tarihlenmektedir. Birinci Mithridates
savaşı sırasında Nysa'lı Chairemon adlı varlıklı bir kişi Romalıları desteklemiş
ve bunun üzerine Mithridates tarafından yakalattırılıp, öldürülmüştür. Nysa'da
çok varlıklı ailelerin olduğu bilinmektedir. Örneğin, Chairemon'un
akrabalarından Pythodoros bunlardan birisiydi ve Pompeius ile Caesar'la da
yakın dostluğu vardı. Marcus Antonius'un kızlarından birisi ile evlenen
Pythodoros'un bu evliliğinden olan kızı Pythodoris ise önce Pontus sonrada
Kapodokya kraliçesi olmuştu. Strabon, Pythodoris'i iyi bir yönetici olarak
tanımlar. Kentin gelişmesi özellikle Roma İmparatorluk çağı içerisinde,
Strabon'un ölümünden sonraki dönemdedir.
M.S. ilk 3
yüzyılda, yani Roma İmparatorluk çağı içerisinde Nysa'da neler olduğu konusunda
çok fazla bir bilgimiz bulunmamakla birlikte bazı yazıtlarda İmparator Vespasianus,
Hadrianus, Pius, Marcus Aurelius ve Commodus'un adlarının yanı sıra İmparator
Gallienus'un küçük oğlunun adına da rastlanmıştır. Bizans çağında kent 12.
yüzyılda Selçukluların yönetimi altına geçmiş, ancak kısa bir süre sonra yine
Bizanslıların hakimiyeti altına girmiştir. Nysa'nın 1402 yılında Timurleng
tarafından istila edilmesinden sonra kent yavaş yavaş önemini kaybetmiştir.
Kentte bugün görülen kalıntıların büyük çoğunluğu Roma ve Bizans çağlarına
aittir.
Gymnasium:
Gymnasium,
antik kentin batısında yer almakta, 165 metre uzunluğunda ve 70 metre
genişliğinde dikdörtgen şeklinde bir alanı kapsamaktadır. Nysa’daki gençlerin
düşünsel ve bedensel olarak eğitim gördükleri bu büyük yapı kalıntısı Strabon
zamanında büyük olasılıkla daha küçük ölçülerde bulunuyordu. Bu günkü yapı
kalıntıları ise Geç Roma İmparatorluğu dönemindedir ve Gymnasium'un bu yapısı
özellikle 19. yüzyılda ve son zamanlarda oldukça tahrip görmüştür.
Gymnasium'un
kuzeyinde sütunlu salonun arkasındaki bugünkü yok olmuş olan duvarın devamında
üç kemerli olarak görülen büyük bir yapı kalıntısı bulunmaktadır. Halen bu
yapının ortadaki kemeri sağlam durumda korunmuştur. Büyük bir olasılıkla
Gymnasiumun kuzeyindeki yapı kompleksini oluşturan kısımdan kalmış olan bu
kalıntı oldukça güzel bir taş işçiliği göstermektedir. Yapıdaki kemerlerin iç
kaplaması dörtgen şekilli kesme taşlardan değil, aksine dikey olarak
yerleştirilmiş yassı tuğlalardan yapılmıştır. Kemerin üzerinde yatay tavan
kirişleri için yapıldıkları anlaşılan sıra halinde kare şekilli delikler
bulunmaktadır.
Gymnasium'un doğu tarafının ortasında ise dikdörtgen şeklinde iri taşlardan
yapılmış olan bir yapının izleri görülmektedir. Büyük olasılıkla burada
Gymnasium'un doğudaki girişi bulunuyordu.
Nysa Tiyatrosunun oturma sıraları |
Stadyum:
Nysa'daki
antik kentin üzerinde yer aldığı kayalık platoyu derin vadiler halinde kuzeyden
güneye doğru bölen dere yataklarından en genişinin üzerinde Strabon'un Amphitheater olarak tanımladığı ve bugün
sel suları nedeni ile oldukça tahrip görmüş olan Stadyum yer almaktadır.
Yaklaşık 192 metre uzunluğunda ve 44 m. genişliğinde olan bu Stadyumun batıdaki
oturma sıraları, bu taraftaki yamacın daha az eğimli olması nedeni ile doğrudan
doğruya doğal arazinin üzerine yerleştirilmiştir. Buna karşın doğudaki oturma
sıraları ise birbirine paralel ve eğimli olarak yükselen tonoz kemerlerden
oluşturulan mükemmel bir alt yapının üzerine oturtulmuştur. Bugün doğu taraftaki
bu alt yapı kalıntıları kısmen görülebilmektedir. Nysa Stadyum'u yaklaşık
30.000 kişiyi alacak kapasitededir.
Tiyatro
Nysa'da
yaklaşık olarak antik kentin merkezinde, yukarıda, doğudaki bir yamacın
üzerinde yer alan tiyatro oldukça iyi korunmuş durumdadır. Oturma sıralarının
olduğu bölüm (Cavea) yarım daireyi
biraz aşmaktadır. Tiyatronun yan girişlerinin bulunduğu duvarlar büyük
dikdörtgen taşlardan bir uzun bir kısa olarak özenle işlenmiştir.
Oturma
sıraları bir geçit ile ikiye ayrılmış olup, üst kısımda 26, alt kısımda 23
sıradan oluşmaktadır. Tiyatronun bu oturma sıraları bugün kısmen iyi korumuş
durumdadır ve yaklaşık 12.000 kişilik bir oturma kapasitesine sahiptir. Nysa
Tiyatrosunun sahne yapısında 5 adet kapı bulunmaktadır.
Nysa'daki
Roma İmparatorluk çağına ait olan bu tiyatroda sahne yapısının podyumlarında
bulunan bağcılık ve şarapçılık tanrısı Dionysos'un yaşamına ait kabartma
heykeltraşlık frizleri özellikle çok önemlidir. Çünkü tiyatrodaki bu frizler Türkiye'deki diğer kabartma
frizli üç antik tiyatrodan (Hierapolis, Perge ve Side) en iyi korunmuş
durumdakilerini oluşturmaktadır. Bu frizlerde Menad, Silen, Dağ Nymphesi,
Dionysos'un ebesi olan Nysa,
Eros
(sevgi ve aşk tanrısı), Nysa antik kentinin tanrı ve tanrıçası olan Pluton ile Kore, çobanların ve
sürülerin tanrısı Pan,
Tanrıça Artemis, Athena, Afrodit,
tanrı Hermes,
post giymiş satyr,
Ariadne (Dionysos'un
eşi), Triptolemos
figurleri çeşitli şekillerde tasvir edilmişlerdir.
Tüneller
Roma
Köprüleri ve Tünel
Stadyum'un
hemen kuzey kısmında, derin vadi üzerinde bir Roma Köprüsü kalıntısı
bulunmaktadır. Bu köprünün batıdaki kemerleri 1998 yılında yapılan kazılarla
ortaya çıkarılmıştır. Strabon, Nysa'da akan suların içerisinden geçtiği gizli
bir yeraltı geçidinden sözetmektedir. Bu antik kentin tiyatrosunun önündeki
meydanı alttan destekleyen ve Messogis (Aydın) dağından hızla akan sular için
bir kanal işlevi gören yaklaşık 100 m. uzunluğundaki tünel şeklindeki yapı
olmalıdır. Bu büyük bir olasılıkla Strabon zamanındaki basit ve doğal yeraltı
geçidinin Geç Roma döneminde tonoz kemerler ile desteklenen büyük bir su geçişi
olarak oldukça özenli ve ince bir mühendislik bilgisi ile yeniden inşa edilmiş
şekli olmalıdır.
Su
Deposu; Pazar Bazilikası ve Dükkânlar:
Nysa'daki görkemli
tiyatronun kuzeyindeki tepede eski çağda antik kentin su gereksinmesini
sağlayan su deposunun kalıntıları bulunmaktadır. Tiyatronun güneydoğu kısmında Bouleuterion
ile Agora'ya giden yolun kenarında büyük kemerli bir yapı mevcuttur.
Bunların arasında özellikle ortadaki, üzerinde yunus balığının üzerine binmiş Eros tasviri
ile diğer mitolojik tasvirler ve balıklar gibi süsler içeren, alt kısmı bir
sıra akanthus yaprakları ile süslü başlık çok önemlidir. Bu başlık M.S. 2.
yüzyılın ikinci yarısına işaret etmektedir. Nysa'da büyük olasılıkla Pazar
Bazilikası olarak tanımlanan yapının önünden giden antik kentin Bouleuterion'u
ile Agora’sına doğru devam eden yolun doğusunda bir sıra halinde yan
yana dizilmiş olan tonoz kemer şeklinde inşa edilmiş dükkânlardan 9 adeti halen
iyi korunmuş durumdadır.
Buoleuterion
Nysa antik kentinin en iyi korumuş
yapılarından biri Buoleuterion'dur. Strabon; bu yapıyı Gerontikon
(yaşlılar meclisi) olarak tanımlamıştır. Tiyatronun güney doğusunda yer
almaktadır. Buoleuterion dikdörtgen planlı inşa edilmiş olup, iç
kısmında yarım daire şeklinde theatron kısmı yer almaktadır. Yapının
oturma sıraları 12 adettir. Buoleuterion'un kalın duvarları yapının
üstünün örtülü olduğuna işaret etmektedir. Yapının kuzey kısmında kemerli bir
galeri bulunmaktadır ve burada yaklaşık 5 metre aralıklar ile yerleştirilmiş
olan 4 adet eliptik sütun vardır. Yapıya güneydeki 5 adet kapıdan
girilmektedir. Yapı 600 ile 800 kişiyi alabilecek kapasitededir. Yapının güneyindeki
salonun döşemesinin çeşitli renklerdeki geometrik motifler ile süslü bir
mozaikle kaplı olduğu görülmektedir. Yapıya geç bir tarihte eklendiği düşünülen
güneydeki bu kısımda bir havuz ile bir dizi halinde sıralanmış olan çeşitli
heykel kaidelerinin bulunduğu görülmektedir.
Agora
Buoleuterion'un doğusunda antik kentin Agorası
yer almaktadır. Burası yaklaşık 89x105 m. ölçüsünde ve dört yanı sütun sıraları
ile çevrili salonlardan oluşan dikdörtgen biçimli bir pazar yeridir. Agora’nın
doğusunda ve kuzeyinde İon düzeninde çift sıra kolonlar vardır. Yapının esas
girişi büyük olasılıkla güney salonunun ortasında bulunuyordu. Yapının bir
başka girişi de doğudaki salonun orta eksenindedir. Ayrıca Agora'nın kuzey
batısındaki başka bir giriş de yapının batısında bulunan Boulleuterion'la
bağlantısını sağlamaktadır. 1995 yılında yapılan kazılarda bir adet beyaz
mermerden yapılmış kadın heykeli başı çıkarılmıştır. Stil olarak Roma
İmparatoru Hadrian'ın hanımı İmparatoriçe Sabine stilindedir ve M.S. 2.
yüzyılın başlarına tarihlenmektedir. Yapılan kazılarda çıkarılan ikinci kadın
heykeli başıda M.S.1 ya da 2. yüzyıllarda yapılmıştır. Kazılarda çeşitli heykel
parçaları ile Geç Roma ve Bizans dönemine ait seramik kaplar, kandiller
bulunmuştur.
Kuzey doğu alanında
sunak olduğu düşünülen 3.60 x 3.80 ölçülerdeki yapının üst parçalarında
bukranion frizleri bulunmaktadır. Kuzeydoğu kazı alanında çıkarılan 3 adet
yazıtlı mimari bloktan bir tanesi kentin şans tanrıçası Tykhe'ye değinmektedir.
Bu da bize Nysa'nın Agorası'nı koruyan tanrıçalardan birisinin Tykhe
olduğunu göstermektedir
Agora'ya
doğudan girişi sağlayan dokuz basamaklı merdivenin önündeki alanda bir adet
küçük tanrıça Hekate heykeli parçası bulunmuştur. Tanrıçanın üç
tarafında da giyimli kadın heykelleri şeklinde tasvir edilmiştir. Bu heykel Nysa'nın
daha çok Karia bölgesi sınırları içerisinde yer aldığına işaret etmektedir.
Aynı noktada bulunan bir başka eser de beyaz mermerden yapılmış bir herme
başıdır. Çoğunlukla bir büst şeklinde yapılan ve bir kaide üzerinde bulunan herme
heykellerinin kökeni haberci tanrı Hermes'i simgeler. Bunlar özellikle
agoralarda bulunurlar. Nysa Agorası’ndaki bu herme başı stil olarak Roma imparatorluk çağı içerisinde M.S. 2.
yüzyılın 2. yarısına tarihlendirilmelidir.
Agora'nın
kuzeyindeki alanın büyük bir kısmı renkli mozaik ile kaplıdır. Bu çok renkli
mozaik (beyaz, kırmızı, mavi, sarı) dışta içiçe geçmiş dairelerden oluşan bir
bordür, arada örgü motifi ile halat motiflerinden oluşan bir çerçeve ile ondan
sonra gelen merkezi motif kısımlardan oluşmaktadır.
Nysa'daki
ekonomik ve ticari yaşamın merkezi olan bu agora, Geç Helenistik dönemden
başlayarak Roma İmparatorluk çağı içerisinde M.S. 1 ve 2. yüzyıllarda çeşitli
değişiklikler görmüş olmalıdır.
Roma
Hamamı ve Kütüphane
Nysa'da Strabon tarafından değinilmeyen yapı
kalıntılarından birisi kentin doğu tarafında, stadyumun güney doğusu ile Bouleuterion'un
güney batısındaki bir alanda bulunan oldukça büyük bir yapı kalıntısıdır. Bu
yapı geniş mekânları, oldukça hacimli dikdörtgen biçimli duvarları ve doğu
kısmındaki bir havuzu ile antik kentteki Roma hamamlarıdır.
Strabon'un
değinmediği bir diğer yapı kalıntısı da Gymnasium'un yaklaşık 150 m. kuzeyinde
yer alan Kütüphane'dir. Nysa'daki eğitim tesislerinden en önemlisi olan
bu yapı kalıntısı, bugün yaklaşık 14,80x13,40 m ölçütlerindeki dikdörtgen
biçimli planı ile Efes
Celsus Kütüphanesi'nden sonra Anadolu'daki en iyi korunmuş
durumda olan ikinci antik çağ kütüphanesidir. Yapının esas girişi güneyde
olmalıdır. Kütüphane iki ya da büyük olasılıkla üç kattan oluşmaktadır. En üst
kat tamamen yok olmuş durumdadır. Zemin kat yarısına kadar toprak içindedir. İkinci
kat batı tarafta görülmektedir. Kütüphanenin ışıklandırmasının pencerelerden
sağlandığı anlaşılmaktadır. Duvarların iç kesimlerinde tahtadan rafların
yerleştirildiği üçer niş bulunmaktadır. Kütüphane'de okuma salonunun dış
duvarları ile iç duvarlar arasında oluşturulan bir boşlukla rulolar ya da
yazmalardan oluşan ciltlerin nemden korunması sağlanmıştır. Aynı yöntem
Efes'teki Celsus Kütüphanesi'nde de uygulanmıştır.
Stadyumun oturma
sıraları
Kilise;
Konutlar ve Nekropol:
1800’lü
yıllarda Almanların (Von Days) Nysa'da yaptığı ilk kazılarda büyük bir
olasılıkla eski tapınakların üzerinde inşa edilmiş olan 2 adet Bizans
Kilisesi'ne ait kalıntılara rastlanmıştır. Ancak, bugün bu kalıntılara ait
izler kaybolmuş durumdadır.
Nysa halkının
oturduğu evlerin, büyük olasılıkla kentin Gymnasium'unun batısındaki alanda ve
güneyde bugünkü Sultanhisar ilçesinin kuzey kısımlarındaki eğimli
arazide olduğu tahmin edilmektedir.
Nysa antik kentinin Nekropol'ü, kentin
batı tarafında Akharaka'ya (bugünkü Salavatlı) doğru giden kutsal
yolun üzerinde bulunmaktadır. Yan yana dizilmiş çift katlı tonoz kemerli
yapılardan oluşmaktadır. Böylece Nysa Nekropol'ü iki katlı kemerlerden oluşan
bir cephe görünümünü ortaya koymaktadır. Bu mezarların içlerinde ise genellikle
lahitler bulunmaktadır. Bazı lahitlerde çeşitli bronz sikkelerle pişmiş
topraktan yapılmış kandiller gün ışığına çıkarılmıştır.”
(Nysa ve Akharakha; Prof. Vedat İDİL)
Biraz da Nysa’nın sırtını dayadığı Aydın
yada antik dönemdeki ismiyle Messogis Dağları’ndan söz edelim. Çünkü bu kültürü
ve tarihi belirleyen coğrafya ve iklimdir.
Aydın Dağları
Aydın
Dağları, Büyük
Menderes’in “S” çizerek ilerlediği ve yüzyıllardan beri önüne katarak
getirdiği alüvyonlu topraklarla zenginleştirdiği Menderes Ovası’nın hemen
kuzeyinde boydan boya yükselen, denize dik vaziyette konumlanmış, Dilek
Yarımadası’ndan başlayarak İç Ege’ye kadar (Buldan’a kadar) uzanan oldukça uzun
bir dağ sırasıdır. Bu dağlara antik çağda Messogis Dağları denirmiş.
Ayrıca üzerinde bol miktarda yer alan ceviz ağaçları nedeniyle Cevizli
Dağları ismiyle de anılıyor.
Bu yöre
toprağına halk arasında Bitik Toprak adı veriliyor. Bilimsel ismi ise konglomera...
Bu yapı; Aydın yöresine özgü deyişle; kum (en incesi), kayır (daha
irice) ve çağılın (dere
yataklarında görülen yumru taşlar ve çakıl da içeren, içinde humus bulunmayan)
katmanlar halinde giderek sıkışması suretiyle oluşumunu tamamlıyor. Kolay
işlenebilen ve kazılabilen bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Aydın
Dağları’nın jeolojik yapısını alçaktan yükseğe doğru, konglomera-mika şist-mermer
yapılar olarak tanımlamak mümkün. Zaman içinde yer hareketleriyle engebe ve
çöküntü alanlarının oluşumu sonucunda Aydın Dağları ortaya çıkmış. Bu yapının
bozulduğu tek nokta; İncirliova’da İkizdere civarında.. Ballıkaya denilen
ve İzmir’den Aydın istikametine giderken yolun solunda rahatlıkla fark edilebilecek
bu oluşum kireç taşından bir kütledir. Bu kütlenin hemen hemen en yüksek yerine
rastlayan bir oyukta erken Hristiyanlık dönemine ait Cebrail freskosu bulunmaktadır. Ulaşımı oldukça zor olan bu yere
İkizdere barajı nedeniyle güzergahı değiştirilen Tire – İncirliova asfaltından
İncirliova’ya hakim bir viraj düzlüğünden sarp araziye tırmanılarak
ulaşılabilmektedir.
Bitki örtüsü
açısından; bu dağlarda; ceviz ve kestane ağaçları ile daha alçaktaki yamaçlarda
zeytin ağaçları yer almaktadır. Bu ağaçların yoğunluğu ve ululuğu nedeniyle
Evliya Çelebi’nin “Eflake ser çekmiş” dediği rivayet edilmektedir. Türkiye
kestane rekoltesinin yaklaşık %60 kadarı Aydın Dağları’ndan elde edilmesine
rağmen kestanenin endüstriyel anlamda işlendiği ve pazara sunulduğu yer olarak
Bursa bilinmektedir. Aydın’da üretilen kestane, ham halde buradan Bursa’ya
gönderilmektedir. Son yıllarda Aydın - Umurlu’da Zeybek ticari ismiyle
kestane şekerlemesi üreten bir tesis faaliyete geçmiş bulunuyor. Kestane
ağacının dallarından zeytin silkmek için sırık yapılıyor. Daha alçaklarda
makilik alanlar var. Bunların içinde en önemlisi Mersin bitkisidir. Bu bitkinin
meyvesi olan mersin üzümü (orman üzümü) Aydın ve civar kaza pazarlarında bu
mersin üzümünü bulmak mümkün. Halk yaygın olarak tüketiyor. Mersin bitkisinin
dalları bayramlarda mezarlık önünde geniş şekilde demet demet satılıyor ve
mezarlık ziyaretlerinde mezarlara konuluyor. Bu dağlara özgü bir diğer ağaç türü
de Ahlat (yaban armutu)..Bu ağaçlar köylüler tarafından aşılanarak ıslah
edilmiş. Sebze-meyve hallerine standart dışı olması nedeniyle sokulmayan
dolayısıyla manavlarda pek bulamayacağımız, ancak çok lezzetli olduğu söylenen
bu armutları yine civar pazarların tezgâhlarında bulabilmenin mümkün olduğu
belirtiliyor. Sultanhisar civarındaki Başçayır mevkiinin (Nysa Dağı) bal
kabaklarının da ayrı bir lezzete sahip olduğu söylenmekte. Bu dağların
civarında tektonik hareketler nedeniyle yer altı sıcak sularının kaynakları ve
kaplıcalar oldukça yoğun olarak yer almakta. Bu durumun mitolojide yer alan Öbür
Dünya / HADES / Cehennem (Tartaros) inancına temel teşkil ettiği ve
söylencelerin bu yer yapısı ile ilişkili olarak geliştiği söylenebilir.
Bugünkü
Sultanhisar’ın sırtlarında yer alan Nysa’nın mitolojiden gelen ayrı bir önemi
var. Mitolojide üç büyük kardeş tanrıdan söz ediliyor. Bunlar Yerlerin ve
Göklerin Tanrısı Zeus; Denizlerin Tanrısı Poseidon
ve Yer Altı Tanrısı Hades’tir. Mitolojiye göre Zeus’un bir başka
kadınla yaşadığı aşk sonrası kadın hamile kalır. Zeus Hera’nın bunu öğreneceği
korkusu ile kadının karnındaki çocuğu alır ve kadını öldürür. Çocuğu kendi
baldırına yerleştirir, çocuk gelişimini burada tamamlar. Doğunca Zeus çocuğu
Nysa Dağı’nın yukarılarında yer alan Aroma (şimdiki Kavaklı köyü - Yörük
Ali Efe’nin doğduğu köy) civarına dağa bırakır. Bu çocuk Şarap Tanrısı Diyonisos’tur.
Diyonisos bu dağlarda Pan (keçi ayaklı), Satir (keçi kulaklı) ve Menad’larla
birlikte büyür ve yaşar. Diyonisos ve arkadaşları, üzüm hasadından sonra
düzenlenen bağbozumu şenliklerinde şarapla kendinden geçerek, zil zurna sarhoş
olurlar, çılgınca eğlenirler. Bugünkü modern tiyatronun da bu Diyonisos
Bağbozumu Şenlikleri’nden doğduğu söylenir. Mitolojide Nysa ile ilişkilendirilen
bir diğer söylence de Yer altı Tanrısı Hades; Tarım ve Bereket Tanrıçası
Demeter ve onun kızı Persephone ile ilgilidir.
“Tanrıça
Demeter; Homeros destanlarındaki güzel saçlı, güzel örgülü kraliçedir. Toprak
ve bereket tanrıçasıdır. Hesiodos'a göre Kronos ile Rheia'nın kızı, yani ikinci
kuşak tanrılar soyundandır. Zeus ile
birleşmesinden Persephone doğmuştur.
Demeter'in
yatağına girdi Zeus
Canlıları
doyuran, tarlalar tanrıçasının.
Ak kollu
Persephone'yi doğurdu Demeter,
yer altı
tanrısı Aidoneus
kaçırdı onu
anasının koynundan
ve bilge
Zeus bıraktı kızını ona.(Hesiodos,
Theogonie, 911 vd.)
Demeter
ekinleri ve özellikle buğdayı simgeler. En çok tapınım gördüğü yerler İtalya,
Girit ve Trakya'dır. Onun tek efsanesi mevsimlerle ilgilidir. Bu efsane Yunan
dünyasının daha çok buğday üreten bölgelerinde gelişmiş ve tutulmuştur. Hem
efsanede, hem de tapınımında kızı Persephone ile birlikte anılır, bunlara
"iki tanrıça" denir. Efsaneye göre Persephone bir gün oyun arkadaşlarıyla
birlikte çayırda çiçek toplarken toprak yarılmış ve Hades arabasıyla çıkarak
kızı yeraltı ülkesine kaçırmış ve orada ona nar yedirmiştir. İnanışa göre
ölüler ülkesinde bir şey yiyen Hades'ten geri çıkamaz. Çok üzülen Demeter
kızını aramak için yollara düşmüş ancak hiç bir yerde bulamamıştır. Bunun
üzerine yaşama küserek ıssız bir köşeye çekilmiştir. Demeter'in küsmesiyle
toprağın bereketi uçup gitmiş, kıtlık baş göstermiştir. Tanrı Zeus duruma
müdahale ederek sorunu çözümlemiştir. Bundan sonra Persephone kışı kocası
Hades'in, bahar ve yazı Demeter'in yanında geçirmeye başlamış ve toprağa
yeniden bereket gelmiştir. Zeus'la Demeter'in kızı olan Persephone, Kore yani
genç kız olarak da anılmaktadır. Önceleri bereket ve toprağı simgelerken Hades
tarafından kaçırılmasından sonra ölüler ülkesinin tanrıçası olmuştur.” (www.eskicag.org)
Aydın
Dağları’nda yükseklerdeki su kaynaklarından çıkarak gelen çok sayıda su yolu ve
dere bulunmaktadır. Tarih boyunca dağdan ovaya akan bu su yollarını ıslah etmek
ve bu civarda kurulmuş olan kentlerin su ihtiyacını karşılamak amacıyla Su
İletim Sistemleri kurulmuştu. İncirliova civarında İkizdere üzerindeki
yapılar (Çatma köprü); Tralleis kentine su sağlayan ve kente kadar ulaşan su
yolu ise Tebaites su kaynağı bunlardan bazılarıdır. Tebaites’ten gelen su yolu
Aydın’da yer altına girer. Şimdi sürekli rutubet içinde bir evin altından
akarak geçer ve bir yer altı ıırmağına dönüşür. Bir diğer su yolu da Aydın’daki
Tabakhane Çayıdır. (Eudon)
Aydın
Dağları’nın doğal geçitleri olarak; Selçuk-Ortaklar; Selatin Geçidi
(Aydın – İzmir demiryolu 19.yy.da ilk yapımı esnasında bu güzergah seçilmiş;
ancak o günkü teknoloji ile dağın delinip tünel açılması işleminde ciddi
maliyet ortaya çıkınca iş yarım bırakılarak Selçuk-Ortaklar güzergahına
dönülmüş. Bugünkü otoyol inşaatı esnasında o yıllara ait bulgu ve kalıntıların
Kutlutaş şantiyesinde bulunduğu belirtilmektedir.); İncirliova-Tire; Beydağ-Nazilli;
Köşk-MendeGüme (eskiden PentaKome; ceviz mobilyaları ile tanınmış)-Bademli
(eskiden Bademya)-Ödemiş güzergâhları söylenebilir.
Ören yerini gezdikten sonra Tekkecikderesi
boyunca hafif bir doğa yürüyüşü yaptık. Vadinin dibinde küçük bir dere şırıl
şırıl akıyordu. Vadinin her iki yakasına saçılmış tek tük badem ağaçları
baharın müjdesini verircesine beyaz ve pembe elbiselerini kuşanmışlardı.
Köylüler ören yerinin içinde yer alan zeytinliklerinde hala zeytin
silkiyorlardı. Kimi kasabalı sakinler de agora ve çevresindeki düzlüklerde
piknik yapıyorlardı. Yörük Ali Efe’nin memleketi Kavaklı köyünün yoluna toprak
atıp tesviye çekmişlerdi. Yolun köye kadar bu şekilde olup olmadığını merak
ettik. Ancak bu işi bir başka sefere bırakarak akşama yaklaşan günü bitirmeden
Yenipazar’a pide yemeğe gittik.
Nazilli Pidesi
Pide, yoksul ve orta halli insanların tarih
boyunca bilinen bir yiyeceği olmuştur hep. Yunanca ve İbranice’de pide
anlamında kullanılan pita sözcüğü yerleşmiştir. Yahudilerin hamursuz
bayramında yaptıkları hamursuz adını verdikleri yiyecek de bir tür pidedir.
Roma’da hiçbir zaman soylu sofralarında yeri yoktu pidenin. Pide o zamanda orta
halli ve daha düşük gelir gruplarının basit yiyeceğiydi. Efes’te Arkadius
zamanında pide dükkânlarının olduğunu kayıtlardan öğreniyoruz şimdi. Foça’da
tam karşıda yer alan adanın ismi de Pita adasıymış eskiden. Bizim
pidemiz ise Bizans’tan günümüze dek ulaşan bir devamlılık arz ediyor. Ancak bu
zaman sürecinde giderek evrimleşmiş ve dünyada giderek bir Türk Pidesi
kavramı oluşmuş. Kenarları kıvrık, içinde çeşitli malzemelerin karışımından
oluşan pideye artık Türk pidesi diyoruz. Pide deyince; Menderes’in güneyi akla
geliyor hemen. Şu
kadarını söylemeliyiz ki; Büyük Menderes’in güney yakasında yenilen pidelerin
tadına doyum olmuyor. Bu lezzette pideleri büyük şehirlerde yemek asla ve asla
mümkün değildir. Bozdoğan,
Nazilli, Karacasu, Yenipazar, Koçarlı
kasabaları, bu anlamda pideleriyle öne çıkan Güney Menderes Ovası yerleşimleridir.
Yenipazar’da Mehmet Sümer’in Sümer Pide Salonu,
Bozdoğan’da yakın zamanda yeniden tefriş edilen Mikado Pide Salonu, Koçarlı’da Disara Pide Salonu tarafımızca
denemiş ve kalitesi konusunda garanti verilebilecek nitelikte yörenin meşhur
pide salonlarındandır. Buralarda; kıymalı, kesikli, peynirli, otlu ve tahinli
çeşitlerini yemek mümkündür.
Söke civarından gelen o meşhur unu, Madran
suyu, etin kesimlik
hayvandan elde edilmesi, sütü ve kaymağı, yöreye ait bazı otlar (ısırgan, sarı ot v.b.), baharlı
rokaların ve kıymalı pidelerin üstüne sıkılan turunçları ile bu lezzeti
anlatmak mümkün değildir. Bu işin en güzeli; Aydın’ın güney kasabalarında,
Karacasu’da, Nazilli’de, Bozdoğan’da, Yenipazar ve Koçarlı’da bu kasabalardan
yetişen yerel ustalar tarafından, yerel malzeme kullanılarak yapılmış pideleri
yerinde tatmaktır. Buralarda pide yemek neredeyse bir ritüele dönüşür. Bu
törensel yemeğe; önden Şam işi dedikleri yuvarlak kıymalı pidelerle başlanır,
arkasından kesikli yumurtalı dedikleri lor, yumurta ve maydanoz karışımı ile
yaptıkları pide gelir; doymadıysanız otlu peynirli yada kapalı peynirli
pidelerle devam edilir. Bunların eşlikçisi; elbette ki turunçla tatlandırılmış
roka salatası ve el yapımı nefis ayranlarıdır. Kapanış ise muhteşem tahinli ve
şekerli pide ile yapılır. Bunun yanında gelen tavşankanı çaylar da bu işin
olmazsa olmazıdır. Üstelik de bu kadar enfes bir mide ziyafetine ödediğiniz
ücret ise şehirde ödediklerinizin yanında komik kalır.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
harika
YanıtlaSilTebrik ediyorum... Fevkalade bir gezi yazısı olmuş. Dünü bugüne bağlamışsınız. Teşekkürler...
YanıtlaSilTeşekkürler... Harika bir yazı olmuş. Dünü, bugünle çok güzel bir şekilde bağlamışsınız.
YanıtlaSil