14 Mart 2012
İbrahim Fidanoğlu
Şirince yada eski adıyla Çirkince;
birbirine zıt yönde iki dramatik göçün insanlarının geldikleri yerdeki önceki
ve gittikleri yerdeki sonraki hayatlarında yaşadıkları çilenin şifrelerini
taşıyan Aydın Dağları’nın tepesinde konumlanmış belki de Dido Sotiriyu’nun Benden
Selam Söyle Anadolu’ya (Matomena Homata – Kanlı Topraklar)
romanında anlattığı Kırkınca köyünün ta kendisidir; ama şimdilerde asla orası
değildir. Çünkü onun bunun elinde kalmış restorasyonlar; yıkılıp dökülen
kiliseler ve diğer yapılar; her ne kadar turizmin nimetlerinden yararlanmaya
başlayalı beri o sessiz karanlığından biraz sıyrılıp bugüne geldiyse de bu
süreçte de ağır yaralar almış bulunmaktadır. Bugün için var olanla yetinmek
durumundayız; Anadolu’nun her yerinde ve her an olduğu gibi… Yine bu bizim
benliğimizin dışında seyredip duran ve her gün ve her gün yeniden bozulup
yeniden kurulan dengeler dünyasının acımasız gerçeğine teslim olmak zorundayız.
Debdebeli isyanların ve gösterişli sözlerin zamanı değildir. Sonuç olarak;
bugün konumuz bunların hiç biri değildir. Biz bugün size basit bir doğa
yürüyüşünün ayrıntılarından söz edeceğiz. Diğer konuların bam teline, belki
başka bir zamanda dokunur geçeriz.
Şirince Belevi yürüyüş rotası
Bugünkü planımız, İzmir’in Selçuk ilçesi
sınırları içinde ve Aydın Dağları’nın yüksek bir noktasında yer alan tarihi
yerleşimi Şirince’den başlayan bir yürüyüş yapmaktı. Oldukça bulutlu ancak
yağmursuz; güneşin nadiren kendini gösterdiği, sıcaklığın yükseltiye ve gün
içindeki gelişime göre 6 ila 12 derece arasında seyrettiği bir günde saat 10.30’da
arabamızı bıraktığımız Şirince otoparkından çıkış yaptık.
Şirince mezarlığının hemen altından
tırmanmaya başladık; biraz sonra Orman
Yolu Şirince - Görünmez Dere levhası ile bir başlangıçta olduğumuzu anladık
ve rotamızı işaretledik. Baharın baş verdiği bu günlerde bağı bahçesi olanlar
budama, gübreleme ve ilaçlama faaliyetleri ile meşguldüler. Şeftali, zeytin
ağaçları ve dağdan elde edilmiş teraslarda oluşturulmuş bağlar ilk dikkatimizi
çeken unsurlar oldu. Şirince’nin giderek salt ticarileşen ve lezzetten yoksun
şarapçılığının dejenere olmuş haline bakılırsa bu bağlardan elde edilen ürünün
nasıl değerlendirildiği konusunda ciddi bir tereddüte takılmamak elde değildir.
Akşama doğru arabamızı almak üzere yeniden Şirince’ye dönüp çarşıda biraz
dolaşınca; şarap evlerinde dinlediğimiz hikâyeler bu şüphemizi doğrular
nitelikteydi.
Yol boyunca son derece muntazam çitlerle
koruma altına alınmış, hatta üzerlerinde “dikkat; 220 volt” şeklinde uyarılar
taşıyan bahçe duvarlarına; arkamızdan canhıraş bir şekilde havlayan yırtıcı
Kangal köpeklerinin koruduğu geniş çiftlik alanlarına tanıklık ettik. Yürümeye
devam ettik. Son yağmurlarla iyice yumuşayan toprak zeminin zaman zaman çamura döndüğü
noktalarda giderek edindiğimiz deneyimle daha az çamura bulanır hale geldik.
Şirince’ye yakın bahçeleri ve köpek baskısını arkamızda bıraktıkça sessizlik
her yanı kapladı; ilk başlarda bahçelerine gidip gelen motorlu araçlar da
kaybolunca, sadece iki yanımızdaki yol kenarından zaman zaman akan küçük
dereciklerin ve kuş seslerinin sesinden başka bir şey duymaz olduk.
Rotamız boyunca Görünmez Tepe Altı’na ulaşıncaya kadar karşılaştığımız sapaklarda
sürekli olarak sola döndük. Önce tırmanıp sola ve geriye dönüşümüzde yönümüzü
Ege Denizi’ne ve Pamucak sahillerine doğru çevirdik. Bulunduğumuz en yüksek
noktada karşımızda geçen hafta yürüdüğümüz Küçük Menderes’in deltasına yakın
sulak alanlar; Gebekirse ve Çakal Gölü, daha beride Alaman (Elaman) Gölü ve bataklılar
rahatlıkla seçilebiliyordu. Batıya doğru inişe geçerek Şirince – Selçuk yolunun
da geçtiği sarp vadiyi işaretledik. En geride Selçuk Kalesi’ni ve Selçuk’un dış
mahallerini fark ettik. Bu noktadan itibaren yine tırmanışa geçerek; kuzeye ve
kuzey doğuya doğru yürüdük.
Yürüyüşümüz boyunca doğal bitki örtüsü
olarak; meyve ağaçlarının üstünde bozuk orman ve kızılçam ormanı, makilik
alanlar; yoğun olarak pırnar meşesi, delice zeytinler, ağaç çilekleri, zaman
zaman sandal ağacı, sulak alanlarda çınar ağaçları dikkatimizi çekti. Yoğun
makilik içinde kuru yaprakları ile pırnar meşelerinin oluşturduğu zıtlık
görülmeye değerdi.
Kuzeye döndüğümüz noktalarda sert poyrazla
karşılaştık. Bu da yürüyüş boyunca üşümemize neden oldu. Bu sıralarda yolda
topladığı çalıları balyalamaya çalışan bir amcayla karşılaştık. Ondan yürüyüş
rotamızın ilerisinde Belevi’nin yer aldığını öğrendik. Ancak amca bize; oranın
çok uzakta olduğunu ve bizim sapaklarda yolu karıştırabileceğimizi söyledi. Biz
kendisine teşekkür ettik ve yola devam ettik. Bir anda Belevi’ye ulaşmak
yürüyüş ekibinin hedefi ve isteği haline geldi. Kuzey doğuya doğru
ilerlediğimiz bir rotada dağın belinde, ama yüksek bir konumda yangın gözetleme
kulesini gördük; bu noktada sağa doğru bir sapak daha verdik. Ancak biz yine
sola devam ettik ve tekrar tırmanmaya başladık. Bu noktalarda yürüyüşe
başlayalı yaklaşık 2 saat kadar olmuştu.
Biraz ilerde; çamların arasında; bir
tepeciğin yamacında etrafı çalılarla çevrilmiş ve içinde kulübelerin de yer
aldığı büyükçe bir ağıl gördük. Tam o sırada köpekler de bizi fark etti. En
aşağı 2 km. uzaktan havlamaya başladılar. Giderek ağıla yaklaştık; köpeklerin
görüş açısından çıktıkça sesleri kesildi. Ancak; hemen ağılın üstünden geçen
yola gelince bizi yine fark ettiler ve bu kez daha çok havlamaya başladılar. Bu
sırada keçi sürüsünün kendi kendine yola çıktıklarını ve durarak bizi
izlediklerini fark ettik. Köpekler hala aşağıdaydılar. Merakla bizi seyreden
keçiler makilik arazinin içine sırayla ve yolu bilircesine daldılar. Ama onların
yolu bildiklerinden emindik. O sırada aşağıdan başı tartamaklı yaşlı bir
amcanın sürünün ardından yürümeye başladığını gördük. Biz de peşine takıldık.
Ağıldaki köpekler; arkamızdan ve giderek yaklaşmaya çalışarak tekrar havlamaya
başladılar. Biz hiç oralı olmaksızın ama yine de çobana doğru seyirterek sürüyü
takip ettik. Amcayla selamlaştık ve tanıştık. İsmail Amca, 80 yaşındaymış.
Yakınlarda eşini kaybetmiş. Çocukları ve gelinleri varmış; ancak yapayalnız bu
dağlarda ağılın hemen yanındaki kulübede tek başına kalıyormuş. Yalnızlıktan ve
bakımsızlıktan şikâyet etti; biz de dinledik ve moral vermeye çalıştık. Bir
şeylere ihtiyacı olup olmadığını sorduk. Alçak gönüllü İsmail Amca yine de
hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını söyledi ve “hatırımı sordunuz o yeter bana”
dedi. Bizim kendisiyle ve sağlığıyla ilgilenmemiz onu mutlu etti. Gözlerinden
rahatsızdı; ameliyat gerekiyormuş; ancak o çekinmiş ve yaptırmamış. Hiçbir
sosyal güvencesi yoktu ve bu yaşında hala sürülerinin peşinde çalışmaya devam
ediyordu. Amca 80 yaşındaydı, ama dipçik gibiydi. Sohbetimiz sonrası keçilerin
daldığı sarp makiliğe doğru tırmandı ve ağaçların arasında kayboldu, gitti.
İsmail Amca’dan ayrıldıktan sonra Görünmez
Tepe’nin beline doğru tırmanmaya devam ettik. Sırta ulaştığımızda bir dört yol
ağzına geldik. Arkamızdaki yükseltinin üstüne çıkınca, ufka doğru aşağımızda
Belevi Gölü’nün ve hemen yanında Belevi Kasabasının bulunduğunu fark ettik.
Sezgimize göre soldaki yol bizi oraya götürecekti. Diğer iki yol ise orman
içine doğru devam ediyordu. Saat bu noktada 1’i biraz geçmişti. Yani çıkış
noktamızdan itibaren yaklaşık 2,5 saat yürümüştük. Hiç durmadan devam ettik.
Bundan sonra Belevi’ye doğru sürekli inişe geçtik.
Yol boyunca çok yakın zamanda yapılmış ve
dağdan ovaya suyun tahliyesinde kullanılan kanal yapılarını gördük. İndikçe
uzaklaşan Belevi’ye ulaşmanın pek de kolay olmadığı anlaşılıyordu. Aşağıdaki
düzlüğe yaklaşırken Selatin yönüne derin bir vadiye bir sapak daha verdik. Sol
yanımızda yukarıdan gelen sularla zenginleşen bir dere bize yoldaşlık yapmaya
başladı. Giderek bahçeler ve meyve ağaçları ile dolu düzlük alanlar başladı.
Badem ve erik ağaçları, daha aşağılarda ise şeftaliler; pembe çiçekleriyle
bahara merhaba demişlerdi. Suyu kesik eski bir çeşme kalıntısının beton
duvarları üstünde 14.30’da öğle yemeğimizi yedik.
Yemek sonrası artık düzlükte yürümeye başladık.
İlerde sağda, dev pırnar meşe ağaçlarının altında bir yatırı fark ettik. Belevi
Belediyesi’nin koymuş olduğu levhadan mezarın Sinan Dede isminde, 19.yy.da Keçi Kalesinin hemen altında Kozpınar
Kırığı mevkisinde bir kıl çadırda yaşayan ve camız derisinden yelek ve çarık
yaparak geçimini sağlayan bir gönül adamına ait olduğunu anladık. Zamanında tüm
civardaki insanların yardımına koşan bu kişinin, Belevi Gölü’nden kesilen hasır
sazlarıyla ayak ve omuz ölçülerini aldığı ahali için yaptığı çarık ve yelekleri
insanların ayağına kadar götürdüğünü; bu ziyaretleri sırasında da onlarla
kurduğu sosyal yardımlaşma temelindeki ilişkilerle halkın derin sevgi ve
saygısını kazandığını okuduğumuz tanıtım levhasından öğrendik. Ölünce
kendisinin bir pınar meşesinin dibine gömülmesini vasiyet eden Sinan Dede’nin
bu vasiyeti bir şekilde yerine getirilmiş. Ancak, ne yazık ki define arayanlar
ve mezar kazıcıları bu iyi insanın kabrine de zaman içinde zarar vermişler.
2008 yılında Belevi Belediyesi kabre yapılan bu saygısızlığı, bu alanı koruma
altına alarak ve bir tanıtıcı levha koyup çevreyi temizleyerek bir nebze telafi
etmiş. Sinan Dede’nin mezarı, İzmir – Selçuk karayolu üstündeki Selçuk Özel
İdare Fidanlığı’na çıkan ve Belevi’ye yaklaşık 2 km. uzaklıkta bahçeler arası
yolda; Cibe Boğazı Kavaklar Mevkii Yosunlu Taş karşısında yer alıyor. Kavaklar,
mezarın biraz altında bir mesirelik alana dönüştürülmüş. Yukarıdan gelen
derecik bu alanı kat ediyor ve güzellik katıyor.
Yol çatısına iyice yaklaştığımız bir
noktada şeftali bahçelerinin biraz üstünde ve yolun sağındaki bir sekiye son
derece muntazam dizilmiş arı kovanlarını gördük. Özenle çalışılmış bu alanın
hemen arkasındaki bir damın yanında, çardak altında bir masa ve mavi renkli iki
tahta sandalye peyzajı tamamlamıştı. Gördüğümüz manzaraya ve bu saygıdeğer
çabaya gıpta ederek bahçenin kıyısından asfalta doğru yürüdük, geçtik.
Saat 16.15’de yürüyüşe başladığımız Orman
Yolu levhasının eşleniğine ulaştık. Levhada “Orman Yolu; Asfalt – Görünmez Tepe
Altı” yazıyordu. Hedefimizden yaklaşık 1,5 km.lik bir sapmayla Belevi’ye
ulaşmıştık. Yolun karşısına geçip Tire – Selçuk minibüsüne binip önce Selçuk’a;
Selçuk minibüs garajından da Şirince minibüsü ile Şirince’ye ulaştık.
Sabahleyin Şirince otoparkına bıraktığımız arabamızı alarak saat 18.15’de
İzmir’e doğru dönüş yoluna çıktık.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder