9 Mart 2012
İbrahim Fidanoğlu
Bir zamanlar İzmir’in güneyine doğru Küçük
Menderes havzasında gölden ve sulak alanlardan geçilmiyordu. Cumhuriyetin ilk
dönemlerinde (1930’lu yıllar) bu toprakları kasıp kavuran sıtma salgınları
nedeniyle bir kampanya şeklinde sürdürülen sıtma ile savaş kapsamında bu göller
kurutuldu. Hatta Selçuk yolunda yer alan bugünkü Sağlık köyü civarındaki bataklık
alanların kurutulması ile ilgili olarak da Atatürk’e dayandırılan şöyle bir
anekdot da anlatılır: Torbalı civarında yer alan Cellat gölünün ve yakınındaki
bataklıkların kurutulması için yürütülen çalışmalar tamamlanmış ve sıtma ile
savaşta yörede önemli bir kazanım elde edilmiştir. Bölgeye yönelik bir ziyareti
sırasında da bu başarılar, Ulu Önder Atatürk’e gösterilmek istenir. Sağlık tren
istasyonunda duran trenden Atatürk iner ve kurutulan gölü inceler ve “Sağlık
olsun” der; bu arazide daha sonradan kurulan köye de bu olayın hatırasına atfen
Sağlık ismi verilir.
Bugün badem ağaçlarının beyaza ve pembeye
büründüğü sıcak bir bahar havasının eşliğinde Metropolis Antik Kenti’nin kutsal
dağı Gallesion’un çevresinde verimli yağışlarla geri dönen İzmir’in kayıp
göllerinin yakınlarında dolaştık durduk. Zeytinköy – Selçuk tali yolunda yer
alan Barutçu sapağından ulaşılan Çakal Gölü'nün kıyısında kurbağaların keyiften
çaldıkları bitmeyen senfoniyi dinledik. Öyle çılgınca ve durup dinlenmeksizin
vıraklıyorlardı ki; suların baskısı altındaki ova bu seslerle çın çın
çınlıyordu.
Belevi’den ekmek aldık ve yeniden düzenlenen
kasaba meydanında bahar güneşinin altında birer çay içtik. Belevi’den önce Keçi
Kalesi’nin önünden geçerek Sağlık köyü yönüne ilerledik. Köyün içinden geçen
yolu takiben İzmir Aydın otoyolunun altından Ahmetli yönüne doğru saptık.
Otoyolun altından geçen tünelin hemen girişine yakın sekiden yağmurlarla geri
dönen Cellat Gölü’ne doğru baktık. Tarihin derinliklerine gömülmüş kıyam sanki
isminde gizlenmişti. 19.yy.da İzmir’in Levantenleri bu gölde yaban ördeği
avlamaya gelirlermiş. Göl civarında büyük çiftlikler varmış. Ancak pek ıssız ve
sazlıklarla kaplı sulak alanlarmış buraları. Son yağmurlar bu gölü de kış
aylarında geri getiriyor artık; ancak geniş tarımsal alanlar olarak kullanılan
göl arazisini kaplayan su, kanallar yardımı ile Küçük Menderes’e kadar tahliye
ediliyor olmalı. Çünkü yol boyunca kanalların temizliğine yada yeni kanalların
açılmasına işaret eden ve uzayıp giden hendekler boyunca toprak yığınları ile
karşılaştık.
Ahmetli köyüne yaklaşırken Pamucak yönüne
dönen Zeytinköy sapağından sola döndük. Bu yılın ilk şeftali çiçeklerine burada
rastladık. Kimisi daha tomurcuktaydı; kimisi de sanki bu sabah açmıştı. Her iki
yanı da makilik bitki örtüsü ile kaplı hafif rampadan ilerlerken Ana Tanrıça
Meter’in evi Gallesion Dağı sürekli sol yanımızda bizi izledi durdu.
Zeytinköy’e yaklaşırken daha önceki yürüyüşlerimizde yanına kadar gittiğimiz
Gebekirse Gölü’ne tepeden baktık. Ova tamamen su baskısı altındaydı.
Çakal gölü arka havzası
Gebekirse’nin kuzeyinde yer alan tepenin hemen arkasında ise Çakal Gölü ve diğer
sulak alanlar (Cevaşir Bataklığı) uzanıyordu. Zeytinköy’ün dar sokaklarından ilerleyip Selçuk
yönüne döndük. Küçük Menderes ırmağına paralel ilerleyen karayolunu takiben
Barutçu köyü sapağına kadar devam ettik. Yol boyunca nar, narenciye bahçeleri
ve hasat yapılmış pamuk tarlaları sular altındaydı.
Küçük Menderes gölleri ve sulak alanları
Çakal gölü arka havzasında balıkçılar
Barutçu köyünün yeni
mezarlığını geçince Çakal Gölü ile karşılaştık. Sazlıklar arasında dolaşan sakar
mekeler, daha ilerde suyun içinde solucan çıkaran balıkçıllar, üstümüzden
aniden geçen bir filo gibi göle doğru süzülerek alçalan 4 tane pelikan bu sulak
alandan istifade eden ilk fark edebildiğimiz canlılardı. Gölde balık
yetiştiriciliği yapılıyordu. Barutçu köyünde su ürünleri üstüne bir de
kooperatif kurulduğunu gölün yanındaki avlanmayı yasaklayan levhalardan
öğrendik. Göle doğru bir gemi bordası gibi uzanan bir sekide bulunan ulu
çınarın altında gölü seyrettik ve göldeki kurbağaların çıkardığı sesleri
dinledik. Sazlık alanlarda saklı binlerce canlı için bir yaşam alanı idi
burası. Ancak göl kıyısında tanıklık ettiğimiz her türlü plastik şişe ve
benzeri atık malzeme, ne yazık ki her yerde olduğu gibi burada da doğal hayatı
tehdit etmekteydi. Nedense kendisine her imkânı sunan doğaya karşı insanoğlunun
reva gördüğü bu insafsız davranışları ne anlamak ne de affetmek mümkün değildi.
Köye doğru ilerledik.
Barutçu köy meydanında yer alan caminin
önünde arabayı park ettik. Sokaklarda havlayan köpekler ve yalnız bir inekten
başka kimsecikler yoktu. Evlerin bahçelerinde tek tük birkaç kadın ve camide
yaklaşan öğle namazı için abdest alan ihtiyar bir amcayı gördük. Köyün
yukarısında dağa doğru şimdi terk edilmiş olan Eski Barutçu köyünün bulunduğunu
yukardan bize doğru gelen bir kamyonetin sürücüsünden öğrendik. Oraya gitmeye
karar verdik.
Sık makilik ve oldukça dik bir rotada
(yaklaşık 45 derece) iki saat kadar yürüdük. Yükseldikçe Barutçu köyü ve
arkasında uzanan Çakal Gölü görünür hale geldi. Sık makilik arazide kepçe ile
açılmış bir traktör yolunu takiben ilerledik. Son yağmurlarla iyice çamurlaşan
zeminde toprağın içinde yer alan mika şist oluşumlar, çamura batmamızı
engelliyordu. Bu şekilde tepedeki düzlüğe kadar çıktık. Karşımıza birden eski
bir köy mezarlığı çıktı. Bu terk edilen Barutçu köyünün eski mezarlığı
olmalıydı.
Eski Barutçu köyü mezarlığı
Mezarlığın içinde dolaştık. Bu alanda
asırlık meşe ağaçlarının çevresine saçılmış çok eski taş mezar ve daha yakın
zamanlara ait (1940’lı yıllar) az sayıda daha yeni mezarlar bulunmaktaydı. Son
gömünün 1968 yılına ait olduğunu tespit ettik. Kırlıoğlu ailesine ait bir
mezardı. Mezar taşlarının üstünde hayat ve ölüme dair hazin cümleleri okuduk.
Köyün ilk olarak bu alanda kurulduğu; ancak daha sonra ekili alanların azlığı
nedeniyle olsa gerek; köyün şimdiki yerine göl kıyısına taşındığı
anlaşılıyordu. Etrafta herhangi bir iskan izi kalmamıştı. Kalan izlere
bakılacak olursa, yerleşimin de oldukça küçük boyutta olduğu anlaşılıyordu.
Dönüş yolunda rastladığımız narenciye fideciliği ile uğraşan köylü, Karatekeli
Yörüklerinden olduklarını söyledi. Mezarlık tetkikini tamamladıktan sonra biraz
ilerde yer alan bir düzlükte yemeğimizi yedik. Hava sıcaklığı 19 derece
civarındaydı. Yükseklik ise 250 metre civarındaydı.
Yaklaşık 1 saatlik mola sonrası inişe
geçtik. Arabaya ulaştığımızda saat 15.30 civarındaydı. Selçuk yönüne hareket
ettik. Bugünkü seyrüseferimiz az yorucu olmakla birlikte ama yine de öğrenmek
isteyen meraklı beyinler için yeterli ipuçlarını içermekteydi. Yorgunluğumuzu
Selçuk Parkında dinlenerek attık ve saat 17 gibi İzmir’e doğru yola koyulduk.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder