Her yıl yinelediğimiz Karaburun yarımadası yürüyüşlerimizden bir yenisini
yapmak bugüne nasip oldu. Sabah yüksek basınç ve yüksek sıcaklığın sebep olduğu
sisli bir havada Urla’dan geçtik. Karaburun yol ayrımından; otoyoldan ayrılarak
Gülbahçe üzerinden Karaburun asfaltına döndük. Kaynarpınar’da deniz kıyısındaki
kır kahvesinde simit, peynir ve çaydan ibaret kahvaltımızı yaptıktan sonra İstanbullu
bir bayan ile eşinin işlettiği Saip köyünün kır kahvesinde lohusa şerbeti
eşliğinde sabah kahvelerimizi Saip Altı’ndan öteye uzanıp giden denizi
seyrederek içtik. Arkamızda rüzgârlı Mimas’ın kireç taşı kayalıkları bütün
ihtişamı ile yükseliyordu.
Önde Saip köyü kır kahvesi ve muhtarlık, arkada cami ve Mimas
Birkaç yıldır Karaburun yarımadasında Börklüce Mustafa’nın izinde Cehennem
Vadisi'ni aramak adına Akdağ’ın önünde arkasında derin vadi koyaklarında yürüdük
durduk. Bugün de yine Karaburun’un tarihi köylerinden biri olan ve yüzü batıya
dönük; geçmişte korsan saldırılarına karşı gizlenme içgüdüsü ile kendisini
Akdağ’ın önündeki derin bir vadinin içine gömen ve bu nedenle denizden asla
görünmeyen Bozköy civarında dolaştık.
Kış nüfusu 120 kişi olan, son yıllarda sessiz ve doğayla iç içe yaşamı
nedeniyle yabancıların da ilgi gösterdiği bir çekim alanı haline gelen Bozköy’e Karaburun’dan sonra bir balıkçı
köyü olan Yeni Liman’a yaklaşırken “Bozköy 2 km; Tepeboz 5 km” yön
levhasından sapılarak ulaşılıyor.
Köyün içinde 1891 yılından kalma köy camisi
ve daha sonra Cumhuriyet döneminde yenilenmiş olan oval kesme taştan örülmüş
ilginç minaresi bayır aşağı inerken gözümüze ilk çarpan yapı oluyor. Köyün
yüksek sekilerinde tamamlanmış yada inşası devam etmekte olan villalar dikkat
çekiyor. Caminin hemen karşısında yine Cumhuriyet dönemi mimarisinin izlerini
taşıyan bir çeşme var. Ama her şeyden önce söz edilmesi gereken o güzelim köy
kahvesi…
Sabah, 10’u biraz geçe kahvehaneye ulaştığımızda bahçede sadece köyün
muhtarı Tamer Bey vardı. Kahvehane kapalıydı. Kahveci, çalışmak üzere tarlasına
gitmişti. Muhtar ile ayaküstü biraz lafladık. Yürüyüş rotamız hakkında bize
bilgi verdi Muhtar. Kahvenin bu aylarda genellikle öğleden sonra açıldığını,
zaten köyde daha çok yaşlı nüfusun sürekli yaşadığını, gençlerin şehre göç
ettiğini söyledi. Muhtardan ayrılıp köyün hemen altında kuzey güney yönünde
Akdağ’a doğru içerlere giren ve bir dere boyunca ilerlenebilen Uzundere Vadisi
yürüyüşümüze başladık.
Uzundere, Akdağ’ın sularının toplandığı derin bir vadide, ancak oldukça
düzlük bir alanda akıyor. Derinlik, burada Karaburun topoğrafyasını tanımlamak
anlamında doğru olacaktır. Çünkü gerçekten çok sarp ve dağlık bir coğrafyada
böyle bir vadi bir anlamda derin sözcüğünün karşılığı olarak kullanılabilir.
Ancak, sonuçta yürüdüğümüz rota oldukça düzlük bir alana karşılık gelmekte.
Köyün taş evlerini arkamızda bırakarak, asfalttan ayrıldık ve soldaki bayır aşağı inen toprak yola saptık. Yaklaşık 1,5 km sonra vadide akmakta olan derenin kenarına ulaştık. Dere, güneş ışıklarının etkisiyle pırıl pırıl parlıyordu.
Uzundere
Dere boyunca yaklaşık 8 km kadar toprak bir yoldan yürüyüşümüzü
sürdürdük. Yolun iki yakasında uzayıp giden nergis ve sümbül tarlalarından
insanın başını döndüren türden sümbül kokuları geliyordu. Nergis zamanı geçmiş,
tarlalardaki nergisler toplanmıştı. Ancak sümbüller bütün yoğunluğuyla etrafı
enfes kokulara boğmuştu.
Sümbüller
Bu coğrafyaya özgü endemik bitkilerin de yer aldığı zengin bitki örtüsü
baharla birlikte coşmuştu. Beyaz papatyalar, İzmir papatyaları, sarı
papatyalar, çiçekten yaprağa dönmüş badem ağaçları, üzerlerinde kıştan kalan
meyveleriyle narenciye bahçeleri, göz alabildiğine moru, pembesi, kırmızısı ve
beyazı ile anemonlar her tarafımızı kaplamaktaydı. Pırnar meşesi, sakız
çalıları, deliceler, birkaç asırlık zeytinler, yeni yeni yeşillenmeye yüz
tutmuş geven dikenleri, zambaklar, tırmandıkça zaman zaman kızılçamlar, sarı
çiçeklerini açmaya başlamış bir tür katırtırnakları bu coğrafyada bitki
örtüsünün gözümüze çarpan diğer önemli unsurlarıydı.
Bu yıl sert geçen kış boyunca Akdağ’a yağan karların erimesiyle
Uzundere’nin suyu oldukça fazlalaşmıştı. Ancak yine de birkaç kez karşı kıyıya
geçmemizi engellemedi. Dereyi bazen sağımıza bazen de solumuza alarak vadi
boyunca ilerledik.
Etrafımızı çeviren tepelerin yamaçlarına doğru keçi
sürülerinin çıngırakları duyuluyordu. Kendilerini zorlukla seçebilsek de çok
yukarılarda kayaların sarp yüzeylerine tırmanan keçilerin bu cesareti gıpta
edilecek düzeydeydi. Ama bize cesaret gibi gelen bu pervasız tırmanışlar, onlar
için normalin ta kendisiydi.
Nebi'nin keçileri
Biraz ilerde sağımızdaki tepelik alanda otlayan
500 civarında bir keçi sürüsünün çobanı Nebi ile karşılaştık. Uzun süre bizim
buraya sadece yürümek için geldiğimize inanamadı. Yürüdüğümüz güzergâh ve
çevredeki yerleşimler hakkında biraz bilgi aldık kendisinden. Halk arasında Manastır diye söz edilen şimdi keçi
sürülerinin ve çobanlarından başka kimsenin olmadığı o yerden bahsetti.
Karaburun – Yaylaköy yolunda bulunan Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Killigil’in de
bir süre işlettiği eski cıva fabrikasının yıkıntıları civarında bir yermiş
orası. Ama bu yalçın Karaburun coğrafyasında manastırlar dünyasından söz etmek
pek de olası gözükmektedir. Ayrıca vadi koyaklarına gizlenmiş saklı dünyalarda
dolaşılmıştır tarihin sararmış yapraklarında. Yine de esrarlı bir sır
perdesidir Karaburun’da coğrafya ve tarih. Dönüş yolunda Nebi’ye bahçeler
arasından seslendim; hemen çıktı ortaya. Sanki oradan hiç ayrılmamış gibiydi;
vadinin bekçisiydi. Elinde bir parça ekmek, yanında köpekleri ile çıkıp
geliverdi yanımıza. Vedalaştık ve ayrıldık.
Asırlık zeytin ağacı
Vadinin dibine doğru muhteşem bir zeytin ağacının burulmuş, buruldukça
yarılmış ve sanki farklı köklerden gelip de yeniden birleşip yürümüş gibi
ihtişamlı haline tanık olduk. Hemen yanında da kurumuş ve birbirine karışıp dal
budak sarmış eski bir incir ağacından kalanları seyrettik. Bu muhteşem incir
ağacının altında acaba kimler ve kimler yemişlerdi “hep beraber o ballı incirlerinden” diye düşünmeden edemedik.
Son düzlükte yol batıya doğru bir sapak verdi. Biz vadinin sonuna doğru
dere boyunca ilerlemeye devam ettik. Dere kenarında arka arkaya iki yerde eski
bir değirmenden kalan izlerle karşılaştık. Taşlarla çevrelenmiş bir oluktan
gelen suyun yüksekten akıtılarak bir değirmeni döndürmesi fikri bize en akla
yakını geldi. Ancak yine de değirmen olduğundan pek de emin olamadık. Suyun döküldüğü
kanalın hemen altında genişçe birer havuza benzer, taşlarla örülü dikdörtgen
şeklinde bir boş avlu yer alıyordu.
Vadi, sonuna doğru iyice daraldı ve dereden ibaret hale geldi. Derenin
yanlarında yükselen yamaçlarda makilik örtü yoğunlaştı. Dar keçi patikalarından
yürümek giderek zorlaşınca dereye inerek geriye döndük. Dönüş yolunda batıya
doğru dönen yolu bir yoklayalım dedik. Çok ileride Parlak köyünün arkasına denk düşen teraslanmış alanlar görünüyordu.
Yemeğimizi yemek için yeniden dere kenarına indik. Yanımızda getirdiğimiz
azıklarımızı usul usul akan Uzundere’nin şırıltısı eşliğinde, doğanın bağrında
yemenin kıvancını bir kez daha duyumsadık. Kelebekler, çalılardan kalkan
karatavuklar, uzaktan gelen keçilerin çıngırak sesleri arkadaşımız oldu bu
pastoral dünyanın içinde. Çöplerimizi topladık, torbaladık; çantalarımızı
sırtladık ve geri dönüş yoluna koyulduk.
Yemek molası
Yürüyüş boyunca sıcaklık 20 derece civarındaydı. Toplamda 15 km kadar yol
yürüdük. Vadiyi boydan boya iki kez kat ettik. Saat 16’da Bozköy’e döndük.
Köyün kahvehanesi açılmıştı. Köyün sakinleri; güneşin üzerlerine vurduğu,
bahçenin yola bakan cephesine yayılmış; çaylarını içiyorlardı. Biz de onlara
katıldık ve biraz yorgunluk attık. Sohbet sonrası yola çıkıp önce Tepeboz köyüne daha sonra da Ambarseki’ye uğradık. Tepeboz köyünün camisinin hemen
yanındaki Hicri 1119 tarihli çeşme dikkat çekiciydi. Sessizliğin kol gezdiği
sokaklarında şöyle bir dolandık; insan izine rastlayamadık. Önce Ambarseki’ye, daha sonra da İzmir’e
doğru yola koyulduk.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Önce ayağınıza sonra elinize ve yüreğinize sağlık yazınız okadar canlıydıki sizinle yürüdüm oraları ve arkadaşlarımla paylaştım martın son haftası yürümeyi düşünüyoruz bilgi için teşekkürler
YanıtlaSilSerpil Hanım, ilginize biz teşekkür ederiz. Okuyanlarda o hissiyatı yaratabildiysek ne mutlu bize. Bizim için de yürüyün bir kez daha... Bloğumuza ilginizin devamlılığı dileğiyle...İF
SilTesekkurler verdiginiz bilgiler icin..
YanıtlaSil