FOÇA-YENİ
BAĞARASI’NDA;
YEMYEŞİL
VADİLERDE…
8 Mayıs 2020
İbrahim Fidanoğlu
Hareket imkânları
sınırlandırılmış bir hayatın ortasındayız. Covid19 insanlığı test ediyor.
Doğanın içinde yer alan ve onun bir parçası olarak ortaya çıkan bu yaratığın
tarih boyunca yaptıkları sorgulanıyor bir anlamda. Ama bu savaştan ve kırım
günlerinden azade; doğa yine kendi yaşam örüntüsü içinde hayatın yeni
dinamiklerini ortaya sermekle meşgul. İlkbahar ile birlikte her yerde uyanan
yeni hayatın izlerini, bu kez Perslerin ayak izlerinin de bulunduğu Foça’nın arka dünyasındaki yeşil,
yemyeşil vadilerde sürdük. Sardeis’ten
Phokaia’e uzanan Pers yolu
şebekesinin bir yerinde yer alan bir mezar anıtı çıkış noktamızdı. Buradan eski
yıllarda çıktığımız ve çevreye hâkim, yekpare bir kaya kütlesinde billurlaşan Kapukaya’nın kuzeyindeki vadilere doğru
uzandık. Kısa bir nefes almaydı bizimkisi.
Foça-Bağarası Göleti önlerinde...
(Nisan 2020)
Bağarası'ndan ötede; Gediz Deltası'nda...
(Şubat 2019)
Foça’da Pers izleri
Perslerin İ.Ö.
6.yüzyılda Anadolu’yu ele geçiriş süreçleri Sardeis
önlerinde Lidyalılarla yaptıkları büyük savaş sonrasında önemli bir eşiği geçer.
Lidya Kralı Kroissos’un (Karun) dillere
desten zenginliği onu kurtarmaya yetmez; Pers Kralı Kyros için ise, bundan ötesi başka bir kaderdir; Yunanistan
anakarasındaki yaşayacağı maceralara ve hayal kırıklıklarına doğru.
Foça'nın girişindeki Arkaik Kutsal Alan'dan şehre bakış
(Ocak 2010)
Kutsal Alan
(Ocak 2010)
Arkaik Kutsal Alan'da kayalara oyulmuş nişler
(Ocak 2010)
Persler, Anadolu’daki yaklaşık iki yüz yıl sürecek egemenliklerini
kendi soylarından olan satraplar eliyle sürdürdüler. Bunlardan en önemlisi
belki de o yıllarda Pers Anadolusu’nun
merkezi diyebileceğimiz Sardeis’deki
satraplıktı. Aiolia’dan Likya ve Pamfilya’ya kadar uzanan geniş topraklar bu satrapın yönetimine
verilmişti. Güney Ege’de yer alan bir başka satraplık da Mausolos ile en parlak zamanlarını yaşamış olan Hekatomnos sülalesinin hüküm sürdüğü Karya Satraplığı idi. Bu satraplığın
yönetim merkezi de Halikarnassos’tu.
Hekatomnos'un Milas'taki anıt mezarı
(Mayıs 2013)
Milas'ta halk arasında Uzunyuva diye anılan Menandros Sütunu
(Mayıs 2013)
Hekatomnos Lahdi üzerinde yer alan ve Hekatomnos'u ailesi ile birlikte hasta yatağında betimleyen friz
(Kaynak:https://www.travelmugla.com/hekatomnos-anit-mezari-ve-kutsal-alani/)
“(Satraplar) çoğu kez de kral ailesiyle
yakın akraba olurlardı. Oturdukları saraylar, resmi usulleri kralınki gibi
olurdu. Bununla birlikte, satrapların tümüyle siyasal bağımsızlık emellerine
karşı da önlemler alınmıştı. Her eyaletin ordu güçleri ve kuruluşları doğrudan
krala bağlı bir başkomutanın yetkisine verilmişti. Satrapın baş sorumluluğu,
resmen salınmış olan vergileri toplamak ve devlet hazinesine aktarmaktı. Bundan
öte, eyaletindeki gerçek kişilerle ilişkileri son derece sınırlıydı. Pers
soylusuna, hep dendiği gibi “ata binmek, ok atmak, dürüst olmak” öğretilirdi.
Ama (kimi tarihsel örnekleri saymazsak) imparatorluğu yönetmek için bu
nitelikler yeterli olmadığından, yönetim sistemi yerli yerine oturmuş her
ülkede, devlet kuruluşlarının geleneksel hizmetlerini yerine getirenlerin yerli
memurlar olması şaşırtıcı değildir. Satrapların davranışlarını denetim altında
tutmak için merkezi hükümetin bir düzeneği daha vardı: “Kralın kulakları” denen
“denetçiler” atanmış kişilerden oluşurdu. Tümüyle bağımsız olan denetçilerin
gerektiğinde kullanmak üzere kendi silahlı güçleri olurdu. Bunlar bütün
imparatorluğu dolaşır, önceden bilgilendirmeksizin yöneticileri görmeye gider,
onların işleri nasıl yürüttüklerini incelerdi.”(1)
Pers Mezar Anıtı ya da Taş Kule
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Pers Mezarı Anıtı ve hemen yakınındaki Osmanlı köprüsü
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
19.yy.dan kalma bir fotoğraf; Taş Kule ya da Pers Mezar Anıtı
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Pers İmparatorluğu, tüm ülkede başkent ile taşra arasında çok iyi planlanmış bir yol şebekesine ve haberleşme ağına sahipti. Kervanların yaklaşık 90 günde aldığı İran Körfezi kıyısındaki idari merkez Susa ile Batı Anadolu’daki Sardeis arasındaki mesafeyi at sırtında aşan özel posta görevlileri yaklaşık 7 günde kat edebilmekteydi. Zamanında bu durum şöyle mümkün hale getirilmişti:
Pers Mezar Anıtı ve mezar odasının girişi
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Pers Mezar Anıtı'na güney yönünden bakış
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
“Açıkça görülüyor ki, böyle bir olayda
başarılı bir posta hizmeti gerekliydi ve bunun için Dareious (Daryus),
başkentler ile imparatorluğunun değişik merkezleri arasında bağlantıyı sağlayan
bir yol şebekesi kurmuştu. Küçük Asya Yunanlıları için, en önemli yol,
Sardeis’ten Susa’ya uzanan Kral Yoluydu. 2700 kilometrelik yol üzerinde 111
posta durağı vardı, her durakta ulaklar için menzil beygirleri bekletilirdi.
Kervanlar bu yolu 90 günde alırken kralın ulakları bir haftada kat
edebilirlerdi.”(2)
Pers Mezar Anıtı'nın biri sahte, diğeri gerçek; iki kapısı
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Mezar odasına açılan kapı
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Kuzey yönündeki yaşamdan ölüme geçişi simgeleyen sahte kapı
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Sahte kapının önünde yer alan ve Zerdüştlüğü çağrıştıran ateş çukurları
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Bugün Foça’ya yaklaşık
olarak 7 km uzaklıktaki eski bir Pers mezarının önünden geçip, daha sonra bugün
bir sulama bendi ile önü kesilmiş dereyi bir Osmanlı Dönemi köprüsü ile aşan
eski yol da bu Pers yol şebekesinin bir parçası olarak tanımlanmaktadır. Hatta
bu yol şebekesinden kalan parçaların yörede yaşayanlar arasında Susa yolu olarak anıldığı bile
söylenmektedir.(3) Bugün Bağarası Göleti’nin hemen yakınlarında
bulunan köyün mezarlığının yanındaki yekpare ana kayaya oyulmuş olan Pers Mezar Anıtı için kaynaklar İ.Ö.
6.yy.a; Perslerin Batı Anadolu’da tutundukları zamana işaret ediyorlar.
Ateş çukuru
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Mezar odasına ulaşan koridor
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Mezar odasında yer alan lahit çukuru
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Foça Kazısı Başkanı Prof. Dr. Ömer Özyiğit ise, konu ile ilgili olarak 2002 yılı Kazı Sonuçları Raporu’nda şu bilgileri aktarıyor:
“Sardeis'in
düşmesinden hemen sonra Kyros’un
generali Harpagos’un komutasındaki
Persler, Phokaia'yı da aldı (İ.Ö.
546). Herodotos'un sözünü ettiği Phokaia’nın ünlü kent duvarları, 1992
yılı kazıları sırasında ilk kez ortaya çıkarıldı. Kazılarda Persler’in kenti
alışları sırasında yanan kent kapısının tabanı üzerinde savaş sırasında
kullanılmış bir mancınık güllesi ve ok uçları da ele geçirildi.
Phokaia'nın arkaik şehir duvarları
(Ocak 2010)
Şehir duvarlarına batı yönünden bakış; duvarın kesit ayrıntısı
(Ocak 2010)
Herodotos, Persler’in Ionia’da ilk vurdukları yerin Phokaia olduğunu yazar. Kyros belki de bu anıt mezarı, Sardeis’in düşmesinden hemen sonra, Phokaia'nın alınması sürecinde, Perslerin gücünü göstermek için propaganda amaçlı olarak politik nedenlerle Phokaia yakınlarında yaptırmış olabilir. Ksenophon’un sözünü ettiği, Susa Kralı Abradatas ve karısı Panthea için yaptırdığı mezar anıtının tarihi, Phokaia Pers Mezar Anıtı'nın tarihi ile örtüşmektedir. Bu nedenle Ksenophon'da geçen Kyros'un yaptırmış olduğu mezar, belki de bu mezardır.”(4)
Taş Kule'nin çevresine oyulmuş; büyük olasılıkla kurban törenlerinde kullanılan çukurlar
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Anıt mezarın çevresindeki kurban çukurları
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Halk arasında Taş Kule ismiyle de bilinen Pers Mezar Anıtı, belki de Anadolu’da yer alan nadir Pers izlerinden biri. İyi kötü bu haliyle bile günümüze dek ulaşabilmiş olması çok değerli aslında. Mezar, ana kayaya oyularak meydana getirilmiş. Pers Kralı Kyros tarafından Anadolu’nun fethine memur edilen General Harpagos’un ilk ele geçirdiği İon kentlerinden biri olarak biliniyor Phokaia. Bu nedenle mezarın da Ksenophon’un yazdıkları referans alınarak Sardeis’in ele geçirilmesi sırasında ölen Susa Kralı Abradatas için İ.Ö. 546 civarında yaptırıldığını ileri sürüyor kaynaklar. Abradatas, Sardeis’in ele geçirilmesi sırasındaki muharebelerde öldürülünce, bu acıya dayanamayan eşi Panthea da intihar eder. Kaynakların belirttiğine göre Susa Kralı’nın eşi Panthea da onunla bu mezara gömülmüş olmalıdır.
Pers Mezar Anıtı çevresinden yer alan ve daha sonraki zamanlarda taş ocağı olarak kullanıldığını gösteren örnekler
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Derenin içindeki taş ocağı kalıntıları
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
“Anıtın alt
bölümü aynı zamanda ana bölümüdür. Üst bölümü ise kübik bir biçime sahiptir.
Yapının çatısına ait olan üst kütle ile alttaki ana gövde arasında 35-42 cm
yüksekliğinde dört basamak bulunur. Bu basamakların ilk üçü, ön yüzde cephe ile
kaynaşır ve basamak özelliğini yitirir. Kübik üst kütlenin üzerindeki daha
küçük boyutlu basamakların yalnız biri korunmuştur. Yukarı doğru küçülerek
yükselen anıt, piramitleri anımsatır. Alt bölümün ön yüzünde sahte kapı
bulunur. Bu kapı mezarın sembolik bir girişidir. Genellikle yaşamdan ölüme
geçiş olarak yorumlanır. Mezarın gerçek kapısı batıdadır. Bu kapı giriş odası
ve mezar odasına açılır. Mezar odasının sonunda döşemeye oyulmuş mezar yer
alır. Bu odaların duvarında herhangi bir süsleme bulunmaz. Sahte kapının üzerindeki
süslemelerin benzerleri İonia ve Lydia sanatında görülür. Bu süslemelerin
benzer örnekleri İran'da Pasargadae’daki
Kyros’un mezarında ve Süleyman Zindanı diye anılan ateş
tapınağı ile Nakş-i Rüstem'deki ateş
tapınağında karşımıza çıkmaktadır. Ancak İran'daki örnekler Phokaia’daki örneklerden daha geçtir.
Sahte kapı üzerindeki yaprak dizisi profilinin, İ.Ö. 530 dolaylarında yapıldığı
kabul edilen Kyros’un mezarındakilere
büyük benzerlik göstermesine karşın, daha az gelişmiş bir profili olduğu açıktır.
Bu nedenle Pers Mezar Anıtı
profilinin gelişim süreci, 10-20 yıl daha erken bir tarihi gösterir. Phokaia örneği İran'daki örneklerin
prototipidir [Özyiğit, 2002:334; Cahill, 1984:145]. Sahte kapı önünde tam
ortada, podyum içinde büyük boyutta ve anıtın tepesindeki ilk basamağın
ortasında daha küçük boyutta birer çukur vardır. Bu çukurlar büyük olasılıkla
Zerdüşt inanışına özgü ateş yakma çukurlarıdır. Her iki çukur da mezarın uzun
ekseni üzerinde yer alır. Anıtın arkasında podyuma bitişik olarak düzenlenmiş
tören alanı üzerinde tahrip edilmiş bir sunağa ait izler vardır. Ayrıca sunağın
yanında yapılan kazılarda İ.Ö.6. yüzyıl özelliği gösteren bir volüt parçası ele
geçmiştir. Anıtın sunak alanına bakan cephesinde, ana gövdenin üstünde,
olasılıkla mezar sahiplerinin ismi bulunan bir stele ait izler bulunmaktadır [Özyiğit, 2003:334]”(5)
Pers Mezar Anıtı çevresindeki taş ocağı kalıntıları
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Osmanlı köprüsünün ayağının ucunda yer alan taş ocağı kalıntıları
(Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2013/07/pers-mezar-ant-izmir-aiolis-foca.html)
Yemyeşil çayırlarda avarelikler
Göletin arkasındaki bir
sırta çıktık. Sırtımızı dayadık arkamızdaki tüf kayalıklarına. Önümüzde gölet,
arkasında Bağarası mezarlığı tam
karşımızdaydı. Pers Mezar Anıtı, Bağarası mezarlığının servilerinin
ardında kalmıştı. Bu sıralar Foçalı martılar, göletin suyunda oynaşıp
duruyorlardı. Doğrusu manzaramız gayet tatminkârdı. Hele ki çevremizdeki bahar
sevinci içindeki türlü renkteki çiçeklerle bezenmiş tabiat; yanımızdaki
getirdiğimiz yiyecek çıkınımızı, bu sekide açmaktan gayri bir başka seçeneğimiz
kalmamıştı galiba.
Dolaştığımız coğrafya; Bağarası'ndan Bucak Tepeleri'ne doğru...
(Nisan 2020)
Yanıbaşımızda kadınaynaları ve gelincikler...
(Nisan 2020)
ve yıldız çiçekleri
(Nisan 2020)
Haritalarda Doğucahisar olarak da işaretlenmiş bulunan ve bir dev yekpare kayadan ibaret Kapukaya bulunduğumuz yerden görünmüyordu. Ama geçmiş yıllarda Foçalı arkadaşlarla birlikte yanına kadar gittiğimizden(6) konumundan haberdardık. Kapukaya, İlkçağ’da Gediz Ovası’na ve Sardeis-Phokaia yoluna son derece hâkim bir noktada olması nedeniyle, Batı Anadolu’da sıkça rastlandığı gibi Perslerden kalan bir gözetleme noktası olabilirdi. Kapukaya’da ayrıca 19.yy.da Rumlardan kalma bir kilise de bulunmaktaydı. Pandeli’nin Kilisesi diye anılan bu mekândan papazların Yeni Foça ve Eski Foça’daki kiliselerle büyük bir çanı çalarak haberleştiklerine dair halkın arasında anlatılan söylenceler de mevcuttu.
Kapukaya'da; 2016 baharında...
(Nisan 2016)
Kapukaya'dan Yeni Foça boğazına doğru bakarken...
(Nisan 2016)
Gölete karşı çay keyfi
sonrasında Taşevi Sırtı ile Sarıkaya’nın arasından vadiden geçerek bahçeler
arasından ilerleyen bir yola girdik. Kır evleri, sürülmüş bahçeler ve çiçeğe
durmuş armut ağaçlarının yanından geçerek ekinlerin ve sapsarı hardalların boy
verdiği bir alana ulaştık. Armutların hepsi ahlatlardan aşılanmış olmalıydı. Çünkü
yolun öbür yakasında da sanki üzerlerine kar yağmış gibi duran; bembeyaz
çiçekleri içinde ahlat ağaçları vardı. Sarıkaya’nın
yamaçlarına doğru, inekler baharın tadını çıkarırcasına sırtları ele
geçirmişlerdi sanki. İştahla baharın yeşillendirdiği çayırlara dalmıştı hepsi.
Yol kıyısındaki armut ağaçları çiçekte...
(Nisan 2020)
Ahlattan aşılanmışlar; daha dirençli olur böyle armutlar...
(Nisan 2020)
Üzerlerine kar yağmış sanki dirençli ahlat ağaçlarının...
(Nisan 2020)
Çiriş otları ve yemyeşil çayırlar
(Nisan 2020)
Kırda hala yıkılmadan ayakta
kalabilmiş ve terk edilmiş Rum kuleleri, eski çiftlik evleri ve buraların yeni
misafirleri şehir kaçkınlarının yaptırdığı bir sürü villa vardı. Bu dar
zamanlarda dahi yeni villa inşaatları sırtlarda baş vermeye devam etmekteydiler.
Kuzeye doğru ilerleyen yol, bizi bir kavşağa ulaştırdı; tam karşımızda bir doğa
mucizesi durmaktaydı.
Kırda sessiz bir Rum kulesinden kalanlar
(Nisan 2016)
(Nisan 2016)
Bir diğeri; zamana direnen...
(Nisan 2016)
Yeşille sarının birleştiği yer; Bağarası çayırları
(Nisan 2020)
Bir zeytin ağacının ardından bakmak hardal tarlalarına...
(Nisan 2020)
Bir kayayı çatlatıp
kendine bir hayat alanı açmış yaşlı bir melengiç karşısında kala kaldık
doğrusu. Koskoca kayayı parça parça etmiş bu saygı değer ağaç, bir şekilde
kendine bir yol bulmuştu yukarıya doğru. Henüz çiçekteydi; o güzelim körpe
filizleri baş vermemişti daha. Bir süre seyrettik melengici saygıyla ve sonra Bucak Tepeleri diye anılan sırtlara
doğru sardık ağır ağır.
Taşı çatlatan melengiç
(Nisan 2020)
Daha yakından...
(Nisan 2020)
Bir çiriş otunun ardından vadiye bakmak...
(Nisan 2020)
Tepeye doğru yolun her
iki yanında yer alan evlerin sayısı ve büyüklükleri giderek arttı. Burası ayrı
bir mahalle görünümündeydi doğrusu. Kimisi bir malikâne görünümündeydi, kimisi ise
mütevazı bir kır evi… Avlu duvarlarından yola doğru sarkan mor salkımlar, Kapukaya ile aramızda kalan yemyeşil
vadinin sırtlarına yayılmış bir koyun sürüsü, yol kıyısında inceden filizlenmiş
daha genç melengiçler, mavi renkli çiçekleriyle hava cıva otları, çiriş otları
ve sapsarı çiçekleriyle hardallar; görüş alanımız içindeydi hepsi. Evlerin
avlularından havlayan bekçi köpekleri, baharın coşkusuna ayak uydurmuş
baştankaraların, ispinozların biteviye ötüşleri, vadiden gelen koyunların
çıngırak sesleri arasında yolun sonuna doğru yürüdük.
Vadide çiftlik evleri...
(Nisan 2020)
(Nisan 2020)
Bir avlu duvarından sokağa sarkan mor salkımlar
(Nisan 2020)
Vadim o kadar yeşildi ki... En arkada Kapukaya...
(Nisan 2020)
Son eve kadar getirilen
asfalt yolun bittiği noktadan itibaren bir toprak patika vadinin derinliklerine
doğru ilerliyordu. Tahminimize göre bu patikalar usulünce takip edilirse; ulaşacağımız
yer, Çanak Koyu civarındaki koylardan
biri olabilirdi. Ama bu başka bir zamana bırakılması gereken, yeterince uzun
bir rota olarak durmaktaydı karşımızda. Batıya ve kuzeye doğru çok sayıda
farklı seçenekleri de içermekteydi topografya. Ancak buradaki sıkıntı; bölgedeki
askeri alanlardan kaynaklanan kısıtlar nedeniyle, serbest hareket etme imkânının
azlığıydı şüphesiz. Dolayısıyla bu durum, Foça coğrafyasında rota belirlenirken,
her zaman göz önüne alınması gereken bir faktördü.
Doğucahisar ile Bucak Tepeleri arasında uzanan vadiye bir başka açıdan bakış
(Nisan 2020)
Melengiç filizi topluyoruz.
(Nisan 2020)
Gözalıcı mavi çiçekleriyle hava cıva otları
(Nisan 2020)
Çirişlerin ardından Yeni Bağarası ve Gediz Ovası'na doğru bakış
(Nisan 2020)
Yolun kıyısında; vadiye
doğru uzanmış bir melengicin körpe filizlerinden bir hayli topladık. Bu
filizleri hafifçe kaynatıp; limon, zeytinyağı ve sarımsaktan ibaret, iyice
hemhal edilmiş bir sosla harman ettiğinizde ortaya çıkan basit lezzeti
anlatmaya kelimeler kifayetsizdir. Üstüne içilecek bir bardak su ise, şerbet
niyetinedir. Yalnız bu taze filizlerin zamanını geçirmemek önemlidir; çünkü
hızlı bir şekilde büyürler ve aniden kartlaşırlar. Bu durumda olan melengiç
filizleri ise, asla salataya gelmez.
Bucak Tepeleri'nden çevre topografyanın panoramik görünümü
(Nisan 2020)
Önde gevenler, arkada zeytin ağaçları, melengiçler, pırnar meşeleri ve başka makilikler; Kapukaya'ya doğru...
(Nisan 2020)
Bulunduğumuz sekiden
vadiye ve geldiğimiz yöne doğru baktık. Ayağımızın altında Kapukaya’ya doğru uzanan yemyeşil çayırlar, sırtlarda ise yoğun
makilikler yer almaktaydı. Bahar, tabiatın her köşesini kendince bir renge
boyamıştı. Bu manzara karşısında coşku kaçınılmazdı. Zor günler; hastalarımız,
Covid19’un daralttığı hayat, sanki hepsinin dışında bir yerdeydik, bu vadinin
eşiğinde. Anı yaşamak en iyisi idi; hele bir de böyle yemyeşil bir vadinin kucağındaysanız.
Kapukaya ve katırtırnakları
(Nisan 2016)
(Nisan 2016)
Kapukaya'dan inerken koyun sürüleri; en arkada Foça Denizi...
(Nisan 2016)
Foça sahilinde; Büyük Deniz...
(Aralık 2018)
Kısa bir kaçamaktı
bizimkisi. Hayatı daraltan etkenlerden kaçarak ve baharın enerjisini toplayarak
yeniden kaldığımız yerden hayata devam etmek… Kısa da olsa nefes alabilmek ve yeniden
kendini üretmek… Ne mutlu bize; ne mutlu şükredene…
Dipnotlar:
(1) Seton Lloyd, Türkiye’nin Tarihi, Bir Gezginin Gözüyle Anadolu
Uygarlıkları; TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 50; TÜBİTAK, 4.Basım, Ocak 1998-Ankara;
sayfa: 122
(2) Seton Lloyd, a.g.e. sayfa: 124
(3) Susa
yolu hakkında bkz. http://erkmensenan.blogspot.com/2010/02/phokaiafoca-pers-mezar-ant.html
(4) Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri bkz. http://tayproject.org/TAYages.fm$Retrieve?CagNo=10162&html=ages_detail_t.html&layout=web
(5) 24. Kazı Sonuçları Toplantısı-2.Cilt;
27-31 Mayıs 2002; T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları; Yayın No: 2952/2; sayfa:
333-336, bkz. http://www.kulturvarliklari.gov.tr/sempozyum_pdf/kazilar/24_kazi_2.pdf
(6) Kapukaya hakkında bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/04/eski-foca-kucuk-erkecler-mevkii.html
(7) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu
tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder