“HAKKÂRİ”
(4.Bölüm)
19-23
Haziran 2019
İbrahim
Fidanoğlu
Hakkâri; eski bir rüya
Aşılması
imkânsızmış; binlerce metre yüksekliğindeki başı karlı dağları geçit vermezmiş.
Tersine akan ve durup dinlenmeden akan deli dereleri varmış. Dere derlermiş
adına, ama Batı’daki ırmaklardan çok daha fazla suyu taşırlarmış derin
vadilerden aşağılara. Tersine açan laleleri varmış yüksek yaylalarında. İnsanın
üstüne üstüne gelen ve bir anlamda bu coğrafyadaki hayatı belirleyen yüksek
dağların arasına sıkışmış çaresiz ve sahipsiz kasabaları ve köyleri varmış.
Yüksek yaylalarında yeşil hiç bitmezmiş yazları; kurudukça otlar aşağılarda;
çekilirmiş göçerler, daha yükseklere doğru. Çileli yalnızlıklara adanmışmış hayatlar;
yüzlerce yıldır bir yandan doğa, bir yandan ağır toplumsal şartlar, yemiş
bitirmiş bu coğrafyanın insancıklarını. Zulüm çekmek vakayı adiyeden sayılmış
bu topraklarda. Anlaşılmadık kavgaların peşinde telef olmuş insancıklar; sürüp
gitmiş kavga; gelmişiz bugüne. Kavganın ve zulmün coğrafyası Hakkâri; aç kapını biz geldik.
Hakkari'ye ve Sümbül Dağı'na bir tepeden bakarken...
Hakkari 'yi ikiye bölen Bulvar Caddesi
Hakkâri,
aslında haritanın sağ alt köşesinde idari sınırlarıyla tanımlanan bölgeden daha
fazlası. Osmanlı döneminde “Hakkâriyye”
adıyla tanımlanan bölge, bugünkü İran ve Irak’daki komşu toprakların bir
kısmını da kapsamaktaydı. Çölemerik
ya da Culemerg ise, tarihte bugünkü Hakkâri ilinin merkezini
tanımlamaktaymış. Gel zaman git zaman, merkezin ismi ile ilin ismi aynileşmiş
ve her ikisine de Hakkâri denmeye
başlanmış. Hakkâri ismi, etimolojik
olarak “her” ve “kari” isimlerinden oluşuyor. “Her”
hep anlamında; “kari” ise gücü
yetebilmek anlamında kullanılıyor. Birleştiğinde ise her zaman gücü
yetebilenler anlamına geliyormuş. Çölemerik
(Culemerg) ise Cu (su, ark, kanal), le (de, da edatı) ve merg (çayır, mera) kelimelerinin
birleşmesi ile oluşmuş bir sözcük olarak su
arklarının dolandığı mera anlamına gelmekteymiş.(1)
Otelimizin önünde yerel kıyafetleriyle düğüne gitmeye hazırlanan Hakkârililerle karşılaştık.
Meydan Medresesi'nin bulunduğu düzlemden Bay Kalesi'ne bakış
1998
yılında Hakkâri’nin merkezindeki kalenin eteklerinde yaşayan bir karı koca,
yaklaşan kışa hazırlanmak amacıyla evlerinin arka bahçesinden toprak almak için
bir kazıya girişirler. Kazı esnasında ortaya çıkardıkları kocaman insan
şeklindeki steller hayretler içinde bırakır kendilerini. Daha sonra Van Müzesi eliyle bölgede yürütülen
kurtarma kazılarında 2’si kadın, diğerleri ise savaşçı erkeklerden oluşmuş; 13
adet stel çıkarılır kazılardan. Yaklaşık 2 yıl kadar süren kazılar sırasında
500 yıl önceye tarihlenen bir de mezar ortaya çıkarılır. Kazılardan elde edilen
steller, daha sonra Van Müzesi’ne
taşınır ve günümüze dek orada sergilenir. (Ne yazık ki biz, müze bakımda olduğu
için ziyaret edemedik) Stellerin menşei ve hangi döneme uzandıkları konusunda
net bir kanaat oluşmaz. Bugün bile farklı görüşler ileri sürülmektedir
haklarında. Kimisi Kürtlere, kimisi Prototürklere, kimi ise Orta Asya ya da
kuzeyli kavimlere dayandırır stelleri. Genel kanı ise, stellerin İ.Ö. 2 binli
yıllara uzanan bir zaman diliminde ortaya çıkmış olabileceği ve Orta Asya
kökenli bozkır insanlarına ait olabileceği yönündedir.
Hakkâri stelleri
(Kaynak: https://www.arkeolojikhaber.com/haber-hakkari-stelleri-15853/)
Hakkâri stellerine bir diğer örnek...
(Kaynak: https://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2019/06/23/hakkarinin-gizemli-stelleri-kim-yapti/)
O
yıllarda bölgede görev yapan ve kurtarma kazılarını yöneten Arkeolog Prof. Veli Sevin, Hakkâri stelleri ile ilgili bir makalesinde şu kanaati
belirtmektedir:
“Anlaşılıyor ki, iki elinde göğsüne
doğru tuttuğu bir kap bulunan çıplak kadın ve erkek figürleri, Batı İran'da
Demir Çağı'nın başlarından itibaren mezar armağanı olarak yaygın bir kullanım
bulmuştur. Kimileri silahlarla donatılmış olan bu figürler ile Hakkâri stelleri
üzerindeki çıplak savaşçıları karşılaştırmak mümkündür. Böylelikle Hakkâri
stellerinin bozkırlardaki pek çok benzerleri gibi ölü kültü ile ilgili
olabilecekleri yolunda yeni bir kanıt sağlanmış bulunmaktadır.
Son olarak şunu belirtmeliyim ki,
arada bin yılı aşkın bir zaman farkı olmakla birlikte, önceleri iki elde,
sonraları da yalnızca sağ elde kap tutma âdetinin Orta Asya'nın balbal denen stellerinde M.S. XII. yüzyıla
kadar sevilerek kullanılmış olması oldukça ilginçtir. Bu, Hakkâri stellerinin
Ukrayna ve Kırım bölgelerinden çok Orta Asya ile bağlantılı olduğuna işaret
ediyor gibidir.”(2)
Hakkâri'de Meydan Medresesi'nden Sümbül Dağı'na bakış
Meydan Medresesi'nin iç avlusuna üst kattan bakış; parmaklıklar ardından...
İlkçağ’da
Urartu ve Asur egemenlik bölgelerinin sınırında yer alan Hakkâri, o günlerden beri zengin yer altı kaynakları nedeniyle hep
bir çatışma alanı olmuş tarihte. Persler
döneminde ise, yöre ile ilgili öne çıkan şöyle bir olay anlatılır tarihte. İ.Ö.
4.yy.da Kral II. Dara’nın (Darius) ölümü üzerine ortaya çıkan taht
kavgasında kardeşlerden biri olan Kyros’u
desteklemek üzere; Yunanlılar, Doğu’ya doğru büyük bir sefere çıkarlar. Ancak
İran’a ulaştıkları zaman, taraflar arasında gerçekleşen büyük savaşta, tahta
talip varislerden biri olan ve Yunanlıların destekledikleri Kyros öldürülür ve Yunanlılar da büyük
bir yenilgiye uğrarlar. İşte bu yolculukları, savaşı ve uğradıkları yenilgi
sonrası dağlık bir coğrafyadan ülkelerine doğru çileli dönüş yolculuklarının
anlatıldığı Ksenefon’un eseri Anabasis ya da Onbinlerin Dönüşü’nde bu yöreden söz edildiğini belirtir kaynaklar.
Yine o kaynaklara göre; kitapta ismi geçen Karduk
halkının ve ülkesinin Hakkâri
civarındaki dağlar ve derin vadilerle kaplı bu engebeli coğrafya olduğu iddia
edilir. Orası mıdır, değil midir bilemeyiz; ama böyle de bir hikâye vardır, Hakkâri’ye dair…
Meydan Medresesi; iç avludaki birbirinden hepsi farklı sütun başlıklarından biri
Sütun başlıklarından bir diğeri
ve bir diğeri daha...
Kürtlerin
yoğunlukla yaşadığı bir bölge olarak dikkat çeken Hakkâri’de Ortaçağ’da Mir
adı verilen Hakkâri Beyleri’nin
hâkimiyeti sürer yüzlerce yıl. Ama bu yerel beylerin üstünde; onların biat
ettiği başka egemenlerin buyruğu geçer bu topraklarda aslında. Zengiler, İlhanlılar, Karakoyunlular,
Celayirliler, Akkoyunlular, daha sonra Timurlenk
ve en son Osmanlı Devleti hâkim olur
bu topraklara. Uzun yıllar Van vilayetine
bağlı bir sancak olarak işlev gören Hakkâri’den,
zamanın gezgin ve yazarlarından Kâtip
Çelebi ve Evliya Çelebi, 17.yy.da
Çölemerik ismiyle söz eder. 19.yy.ın
sonlarına doğru bölge ile ilgili bilgiler veren gezgin V. Cuinet, Van vilayetine tabi Hakkâri
sancağının merkezi olan Çölemerik’in
300 ev, yirmi dükkâna sahip olduğunu, yetmiş beş öğrencinin devam ettiği bir
rüşdiye mektebi bulunduğunu ve bölgenin nüfusunun 4000 civarında olduğunu yazar.(3)
Meydan Medresesi; iç avluda sütunlarla çevrili revaklı alan ve eski mezar taşları
Meydan Medresesi; üzerine hayat ağacının işlendiği eski bir mezar taşı
1914 yılında, şehir Ruslar tarafından işgal edilir. (3 Aralık 1914) Bir hafta sonra geri çekilen Ruslar, 23 Mayıs 1915’de yeniden bölgeye gelirler. 22 Nisan 1918’de şehir harap vaziyette Rus işgalinden kurtarılır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında il merkezi yapılmasına rağmen, şehrin nüfusu 1000 kişiyi bile bulmaz. (1927 sayımında 801 kişi) Cuinet’nin belirttiği 4000 rakamına bakılırsa, Hakkâri; 19.yy.a göre, neredeyse bir köy görünümüne bürünmüştür. (1945 sayımında 2145 kişi) 1975’lerden sonra 10.000’i aşan şehir nüfusu, bölgenin ulaşım olanaklarının artışına bağlı olarak 1980’lerden sonra belli bir düzeye ulaşır. Köylerden şehir merkezine göçün teröre dayalı farklı nedenleri de olsa göç günümüze dek sürer; hem şehir merkezine, hem de çevre illere ve Batı’ya yönelik olarak. Şehir merkezinin bugünkü nüfusu ise 80 bin; çevresindeki köy ve kasabalarla birlikte toplam nüfusu ise 270 bin civarında olduğu söyleniyor.
Cilo Dağları; arkada sıra sıra...
Kırıkdağ vadilerinde binlik koyun sürüleri; en arkada belki Reşko...
Lise coğrafyasından kalan
1975
yılı Kanaat Yayınları’ndan basılan; Ord.
Prof. Besim Darkot’un Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Lise III. sınıflar
için ders kitabı olarak kabul edilen Türkiye
Coğrafyası isimli kitabında Hakkâri
coğrafyası ile ilgili olarak şu bilgiler aktarılıyor; tam 44 yıl önce.
“Güneydoğu
Toroslar, Toros sisteminin dış sırasını meydana getirirler ve Hatay
topraklarımızda, Akdeniz kıyıları üzerinde Amanus dağları ile başlarlar ve önce
kuzeydoğuya uzanırlar: K.Maraş yakınlarında doğuya bükülerek Ceyhan ırmağından
Van gölü güneyine kadar büyük bir yay çizerler. Daha doğuda ise Hakkari dağları
yüksek ve geçilmesi güç bir duvar gibi karşımıza çıkar: burada Cilo dağı
kütlesi (Reşko tepesinde) 4168 metreye kadar yükselir. Daha ötede bu dağlar,
İran’ın batı sınırı boyunca güneydoğuya doğru uzanıp giderler (Zağros dağları).
Hakkâri yakınlarında Kırıkdağ Vadileri; çağıldayan sular ve en arkada tepesi karlı Cilo Dağları
Cilo Dağları
Hakkâri bölgesi; Van yöresinin güneyinde, Güneydoğu Toros dağlarının çok yükselip genişlemiş bulunduğu bir kısımdır. Dağların 4000 metreye yaklaştığını, Cilo kütlesinde bunu da geçtiğini biliyoruz. Dağlar, yüksek kısımlarında oldukça düz şekiller taşırlar, bunların arasına bazen yüzlerce metre derinlikte ve dar vadiler girmiş bulunur. Bu vadilerden en önemlileri içinde Büyük Zap ve Botan suları akar. Yer yer dağlar arasında ovalar da göze çarpar: Gerçekte bu ovalar, kendilerini çeviren dağlara göre çukurda kalmış iseler de deniz yüzeyine göre yine yükseklikleri fazladır (Yüksekova gibi). Dağlar, hem yükseklikleri, hem de yağmur getiren güneybatı rüzgârlarına dik gelecek bir doğrultuda uzanmaları yüzünden, kenar bölgelerdeki kadar bol yağmur alırlar, fakat büyük kısımları orman sınırının üstünde kalmıştır. Hiçbir yolun geçmediği ve ancak patikalar üzerinde güçlükle gidilip gelinen bu bölge memleketimizin en tenha alanıdır. Ovalar kenarında il merkezleri Hakkâri kenti ile ilçe merkezi oldukları halde köy büyüklüğünü geçmeyen yerleşme noktalarına rastlanır.”(4)
Çukurca yolunda Narlı köyünde kedi kardeşler...
(Kaynak: Ebruli Arşivi)
Kırıkdağ Vadisi'nde Spikhane Deresi
Hakkâri coğrafyasının kabaca anlatıldığı yukarıdaki metinde en dikkat çekici ifade, “Hiçbir yolun geçmediği ve ancak patikalar üzerinde güçlükle gidilip gelinen bu bölge memleketimizin en tenha alanıdır” cümlesidir benim için. Van’dan Hakkâri’ye doğru ilerlerken giderek sıkışan topografya, sanki bütün yükünü Zap Suyu’na fırlatır atar. Bu gerçekte de böyledir. Şemdinli yolunda Zap Suyu’na karışan Pesan çayının kıyısında ilerlerken inanılmaz manzaralarla insanın yüreği sızlar, nefesi daralır. Her türlü pislikle yüklü çayın içindeki söğüt ağaçlarının dallarına takılıp kalmış naylon torbalar doğayı esir almıştır sanki. Yüklüdür Pesan, yüklüdür çaylar ve yorgun Hakkâri… Bu yorgun ve yalnız coğrafya; gün gibi bilinir ki; acılarla yüklüdür, kirlilikle yüklüdür, çileyle yüklüdür.
68'lilerin Gençlik Köprüsü'nden Zap Suyu'na bakış
Sadece Zap Suyu...
Zap Suyu ve Gençlik Köprüsü
Şehir Merkezinde;
Çölemerik’de…
Hakkâri
deyince sırtını dayadığı Sümbül Dağı’ndan
söz etmeden olmaz. Yüzlerce yıldır şehir, sanki Sümbül Dağı’nın bağrında açan bir çiçek gibidir. Dağ onun
koruyucusu, sığınağıdır, sırdaşıdır. Cilt cilt kitaplara sığmayacak çileli
hayatlara tanıklık etmiştir Sümbül Dağı.
Yaklaşık 1700 metrelik bir rakıma sahip Hakkâri’den
3487 metrelik zirvesine bakıldığında, Sümbül
Dağı saygıyı hak eder. Hakkâri Doğa
Sporları Rotaları isimli kitapta Sümbül
Dağı’ndan şöyle söz ediliyor:
Sümbül Dağı'nın 3487 metre yüksekliğindeki Batı Zirvesi ve Hakkâri
Hakkâri yakınlarındaki Nesturilerin Helil Kilisesi'nin de bulunduğu Helil Vadisi
“Her
şehrin sığındığı, başını yasladığı bir dostu vardır. Hakkâri’nin koynunda kurulduğu, yamacında serpilip büyüdüğü Sümbül Dağı ile böyle kadim bir ilişkisi
var. Bütün heybeti ile şehrin üzerinde duran Sümbül Dağı, Hakkâri’nin
her tarafında varlığını hissettiriyor. Sokaklarda sizinle beraber yürüyor hissi
veriyor size bu dağ. Şehrin neresine giderseniz gidin, onu yanı başınızda
buluyorsunuz… Hakkâri merkeze 7 km
uzaklıkta bulunan bu dağ, Hakkâri’nin
sembolü haline gelmiştir. Hakkâri’de
yaşayan herkesin neredeyse bir gün zirvesine çıkma arzusunda olduğu bir dağdır Sümbül.(5)
Berçelan yakınlarında Koçanis (ya da bugünkü ismiyle Konak) köyündeki; Nesturilerin yüzlerce yıl patriklik merkezi olarak işlev görmüş Mar Şalita Kilisesi
(Kaynak:http://wikimapia.org/39171291/tr/Mar-Şalita-Nasturi-Kilisesi)
Şemdinli topografyası
Sümbül Dağı’nin Batı Zirvesi, 3487 metre, Doğu Zirvesi ise 3582 metre yükseklikte… Tabii ki bölgenin ve Hakkâri Dağları’nın en yüksek zirvesi ise, 4168 metre yükseklikteki meşhur Reşko Tepesi… 1937 yılında Berlin Üniversitesi’nden Hans Bobek ve ekibinin ilk kez tırmandığı Reşko Tepesi’ne 1943 yılında ise, yine ilk kez bizden biri; Kemal Çapa tırmanmış. 1984 yılına kadar birçok kez zirve yapılan Reşko Tepesi, bölgedeki terör olayları nedeniyle uzun bir süre ziyaretçilerinden ayrı düşmüş. Ama görünen o ki; son yıllarda bölgede dağcılık sporu adına yeniden bir hareketlenme var. Reşko’ya da bu anlamda 2002 ve 2013 yıllarında iki kez yeniden tırmanışlar gerçekleştirilmiş.(6)
Bu dağlarda yürünmez mi? Kırıkdağ vadileri...
Ebruli gezginleri, Anadolu Ajansı'na röportaj veriyorlar.
Hakkâri Beyleri, bugün şehri Sümbül Dağı ile birlikte dört bir yandan çepe çevre saran diğer iki tepe üzerindeki Bay ve Mir Kaleleri’nden yönetmişler. Bay Kalesi, şehrin 7 km kadar güneyinde, yaklaşık 2000 metrelik bir yükseklikte yer alıyor. Mir Kalesi ya da Çölemerik Kalesi ise hemen şehrin merkezinde, kuzey güney ekseninde yer alan bir tepenin üzerinde kurulmuş. Ne yazık ki; Mir Kalesi’nden bugüne herhangibir kalıntı ulaşamamış. Kalenin eteklerinde yer alan meydanda ise, yine bu alanın ismi ile anılan eski bir medrese var.
Hakkari Meydan Medresesi
Meydan Medresesi'nin taç kapısı üstünde yer alan kitabesi
Meydan Medresesi'nin revaklı iç avlusu
Kimi
kaynaklara göre(7) 1472 yılından; Akkoyunlular’dan kalma; kimi kaynaklara göre ise, önündeki
kitabesinden kaynaklanan nedenlerle 18.yy.dan kalma bir eser olarak nitelenen Meydan Medresesi, son yıllarda
sürdürülen restorasyon süreci ile kentin tarihi kimliğini yansıtan en önemli
yapısı olarak dikkat çekiyor. Yapının mukarnaslı bir özelliğe sahip güney
yönündeki taç kapısının üstünde yer alan kitabede 1701 yılına denk düşen bir
tarih ve Kuran’dan alınmış ayetler içinde İbrahim
ismi vurgulanmış. Uzmanlar, buradan hareketle yapının 18.yy.ın başlarında ve Hakkâri Beyleri’nden İzzeddin Bey’in oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılmış
olabileceğini belirtiyorlar.(8)
Revaklı iç avluda yer alan birbirinden farklı sütun başlıklarından biri
Farklı bir sütun başlığı daha...
Medrese; kesme taş işçiliği, düzgün planı, iki katlı revaklı iç avlusu, mescit ve medrese odaları, kapısındaki süslemeler ve silindirik sütunlarının her biri birbirinden farklı sütun başlıklarıyla dikkat çekiyor.
Meydan Medresesi'nin hücrelerinden biri
Medresenin taç kapısı
Hakkâri’yi
neredeyse doğu-batı ekseninde bir boydan bir boya tam ortadan ikiye bölen Bulvar Caddesi üzerinde, önemli hükümet
binaları ve buradaki hayatın en canlı mekânları sıralanmışlar. Şehrin içindeki
güvenlik önlemleri ve zırhlı araçların varlığı bölgedeki yıllardır sürüp giden
son derece hassas dengenin birer işareti gibi. Akşama doğru sokaklar erkek
kalabalıklarıyla dolup taşıyor; cadde boyunca atılan voltalar, dağlar arasında
sıkışıp kalmış bir hayatın tek eğlencesi gibi. Hava kararmaya yüz tutarken,
kaldırımlarda küçük soba borularını andıran çay semaverlerinin ateşi tütmeye
başlıyor. Üç beş portatif sandalye ile mekân tamamlanıyor az sonra. Bunlar Hakkâri’nin serin akşamlarında sokakta
çay keyfinin habercileri…
Hakkari kaldırımlarında "akşamcı" semaverler
Kırıkdağ yolunda; arkada Cilo Dağları
Cilo'nun suyunu Zap Suyu'na taşıyan derelerden biri; Spikhane Deresi
Hakkâri Yaylaları; acaba
gidecek miyiz?
Programımızda
türkülere konu efsanevi Berçelan var,
Seyithan ve Lis buzul gölleri var. “Doğa,
manzara, dağlar, göller, toprak çok etkileyici ve sözlere sığacak gibi değil…”
Ama güvenlik kaygısı baskın geliyor her şeye; bu saydıklarımızdan hiçbirine
gitmek kabil değil ne yazık ki… Seçimler öncesindeki devam edegelen nispi
yumuşama ortamı dahi bu yolları açamamış bize. Biz de bu durumda rehberimizin
yönlendirmesi ışığında Kırıkdağ Vadileri’nde
dolaşıyoruz; avarelik yapa yapa dağlarda…
Cilo Dağları; en arkada Reşko Zirvesi
Kırıkdağ vadilerinde; Spikhane Deresi'ne gem vurulduğu an...
Kırıkdağ
yolunda bir hidroelektrik santralının üzerine kurulu olduğu Spikhane Deresi boyunca toprak bir
yoldan Cilo Dağları’na doğru
tırmanıyoruz. Arkamız sıra Anadolu Ajansı’nın
Hakkâri muhabiri de bir panel van ile
bizi takip etmekte. Zaman zaman çekimler ve röportajlar yapıyor bizimle. Belli
ki; sağlanan görece sükûnet altında bir turizm iklimi oluşturulmaya
çalışılıyor. Bu güzelim coğrafyanın buna hakkı var; insanların da buraları
görmeye…
Yalçın dağlar ve yemyeşil sırtlar; Kırıkdağ vadileri
Cevizler altında bir konfor alanı; Spikhane Deresi'ne karışan başka dereler...
Vadinin
en yukarılarında; ardı ardına sıralanmış mavi bir silüet halinde; Cilo Dağları önümüzde sanki bir duvar
gibi yükseliyor. En dik başlı olanı, Reşko
olmalı… Köpüre köpüre akan derenin acelesi var; bir an önce Zap Suyu’na karışacak. Her taraf
yemyeşil…
Kırıkdağ Vadilerinde koçerlerin sürüleri
Koyunlar ve keçiler bir arada...
Şelale
İçinden
yürüdüğümüz vadiye dik; Spikhane Deresi’ne
doğru alçalan başka vadilerden başka dereler akmakta. Solumuzdaki sırtlardan
devrilip dökülen bir şelalenin önünde duruyoruz. Cevizlerle kaplı bir konfor
alanında kısa süre soluklanıyoruz. Dillere destan ters lalelerin zamanı geçmiş
artık. En geç Haziran başında buralarda olmak gerek; ters laleleri görebilmek
için.
Şelale ve dere
Suyun sesini dinle; Kırıkdağ vadilerinde...
Dere
boyunca bini aşkın koyun ve keçi; toz duman içinde dereye doğru inmekteler.
Hayvancılık bu dağlık coğrafyanın en önemli geçim kaynağı olmuş yüzyıllardır. Şıvan adı verilen çobanlarla onların en
büyük yardımcıları; sürünün sütünü sağıp tüm lojistik faaliyetleri
gerçekleştiren cabbar berivanlar
arasındaki bitip tükenmek bilmeyen sevda öyküleri anlatılır bu dağlarda. Şöyle
bir söz varmış buralarda söylenen; “Her
şıvanın gönlünde bir berivan, her berivanın gönlünde bir şıvan yatar.”
Hakkari gezisi boyunca bize rehberlik eden Hakkari Üniversitesi'nden Murat Adıyaman, sürüsünün başında bir şıvanın (çoban) yanında taşıdığı el işi küçük heybesi hakkında bilgi veriyor.
Dağlara doğru yürüyoruz.
Koçer çadırları
Yükseldikçe artıyor arzumuz; karlı zirveleriyle bizi kendine doğru çekmekte Cilo Dağları… Türlü dikenler, su boylarında cevizlikler; renk renk çiçeklerle şenlenmiş sırtlara doğru yürüyoruz. Önümüz ardımız binlik koyun sürüleriyle çevrilmiş gibi. Dere boyundaki düzlükte koçer çadırları kurulmuş. Hummalı faaliyetler sürmekte dört bir yanda. Çadırlara doğru yaklaşıyoruz; kırmızı yanaklı, gürbüz bir bebek elden ele dolaşmakta konukların elinde. Yukarılardan büyük bir sürü yaklaşıyor çadırlara doğru. Koyunları çevirmek üzere yaydan fırlamış bir ok gibi bir kız geçiyor yanımızdan; yürümüyor; kayadan kayaya sekerek sıçrıyor sanki. İncecik bir filiz gibi. Anlatılmaz bir güzellik; işte berivanlardan biri…
Heybetli Reşko Zirvesi
Çadırların olduğu bölgede koyun sürüleri
Dönüşte,
Spikhane Deresi’nin hemen kıyısında
gölgesiyle kendini ele veren yetişkin bir ceviz ağacının gölgesinde
soluklanıyoruz yeniden. Suyun aşağılara doğru aceleyle akışının çıkardığı
korkunç sesten birbirimizi duymak ne mümkün… Köpüre köpüre akışın tarifi yok.
Geçen yıl Gürcistan’ın kuzeyindeki Svaneti bölgesinde tanıklık ettiğimiz
boz bulanık Engüri Irmağı’nın akışını
hatırlatıyor bize. Her şeyi önüne katıp Karadeniz’e taşıyan boz bulanık Engüri…
Gürcistan'da Büyük Kafkas Dağları'nın suyunu Karadeniz'e taşıyan Engüri'nin kollarından biri
(Temmuz 2018)
Cevizlerin altında; delişmen derelere tanıklık ettik.
Ebruli gezginlerinin şelale hatırası
(Kaynak: Ebruli Arşivi)
Çukurca’da Zaman
Çukurca,
topografik olarak aslında eskilerin tabiriyle ismiyle müsemma bir yer değil.
Zaten eski ismi olan Çel, Kürtçe’de
kayalık, dik yer anlamına gelmekteymiş. Şehir merkezinin deniz seviyesinden
yüksekliği 1300 metre civarında. Hakkâri’den
farklı bir manzarayla karşılaşıyoruz Çukurca’ya
yaklaşırken. Aşağılarda ekili tarlaların arasından kıvrılarak tırmanan bir yol,
bizi Çukurca’nın şehir merkezine
ulaştırıyor. Aslında kasaba, coğrafik konum itibariyle neredeyse sıfır
noktasında sayılır. Çünkü kıvrılarak güneye doğru devam eden yolun biraz
ilerisinde Irak sınırı var.
Çukurca'ya girerken...
Çukurca girişinde Çukurca hatırası; arkada eski Çukurca evleri...
(Kaynak: Ebruli Arşivi)
Şehrin
girişinde bir seyir teras şeklinde düzenlenmiş alanda rengarenk kocaman bir Çukurca yazısı karşılıyor bizi. Çalışkan
ve vizyon sahibi bir kaymakamın yarattığı farktan söz etmek istiyoruz Çukurca’da… Basit ama küçük dokunuşlarla
fark yaratmış genç kaymakam bu küçücük kasabada. Şehrin hemen girişindeki eski
taş bir bina restore edilip, Çukurca’yı
ziyarete gelen konuklar için bir konfor alanına dönüştürülmüş. Kasabanın önemli
tarımsal ürünlerinden incir, susam ve tahin, baklagiller, mısır ve bal, binanın
belli bir bölümünde cazip ambalajlar içinde ziyaretçiler için satışa sunulmuş.
Hele şehrin girişindeki türlü dünya yazarlarından örnekler içeren kitap
maketleri, bir renkli duvar gibi yolun iki yanındaki kaldırımların kıyısında
yükseliyor.
Çukurca sokaklarında cilt cilt kitap maketleri; ilginç...
Çukurca; arkada Çel Kalesi
Çukurca çarşısı
Çukurca merkezinde bir çeltik tarlası
Ama Çukurca’da en çok ne iz bıraktı sizde derseniz; bir vadinin kıyısında yükselen tepeye yaslanmış durumda yorgun yıkıntılar halindeki eski Çukurca evleri derim. Tepenin en yüksek noktasındaki Çukurca ya da eski Çel Kalesi’nin eteklerinde konumlanmış iki-üç katlı taş evler, birbirinin üzerinde yükselen profilleriyle; yıllar önce Sakız adasında gördüğümüz Anavatos köyünü(9) ve orada bir yamaca asılı hissini yaratan eski taş evlerini hatırlatıyor.
Çel Kalesi'nin eteklerinde Eski Çukurca'nın birbirine yaslanmış taş evleri
Sakız Adası'nda Anavatos köyü
(Şubat-2017)
Restorasyon sürecindeki Eski Çukurca evlerine yürüyoruz.
Bir evin içinden görünüm
Eski Çukurca'da...
Belli
ki Osmanlı Döneminde bölgeyi yöneten Çukurca
Beyleri’nin (Piruzbeyoğulları)
bölgedeki iktidarını temsil eden bir kadim yerleşim burası. Kimi zamana
yenilerek tamamen yıkılmış, kimisi ise yorgun da olsa hala ayakta. Bugünlerde
yine aynı kaymakamın çabasıyla geliştirilen bir proje kapsamında, turizme
yönelik bir restorasyon süreci sürdürülüyor evlerin bulunduğu yamaçta. Evlerin
arasındaki daracık bir sokaktan ilerleyerek en tepeye; bir yarın başına doğru
tırmanıyoruz. Bulunduğumuz noktadan; Çukurca’nın
“çukur”daki verimli tarımsal alanlarına doğru bakıyoruz. En güzel fotoğraf
veren noktalardan birindeyiz şimdi.
Savunma refleksiyle kule ev formatında yapılmış eski evlerden ikisi sırt sırta vermiş.
Eski Çukurca'dan şimdiki Çukurca'ya bakış
Eski Çukurca'da zaman durmuş gibi; yıkıntılar arasındayız.
Çukurca Kalesi’nin
eteklerindeki bu eski evlerin alt katları, güvenlik refleksiyle sağır olarak
inşa edilmişler. Yani bir tip kule ev diyebiliriz. Zaten Eski Çukurca’nın konumlandığı yamaca karşıdan bakıldığında,
birbirine sırt sırta vermiş bu evler, aslında tepedeki kalenin eteklerinde
devam eden bir uzantısı gibi.
Eski Çukurca'nın en yüksek noktasından "çukur"daki tarımsal alanlara bakış
Evlerin dağın eteğine doğru dizilişleri, yukarıdaki kalenin bir uzantısı hissini yaratıyor.
Eski Çukurca evlerine bir başka örnek
Çukurca’nın geçmişte kalan hayatında susam, çok önemli bir tarımsal ürün imiş. Kasabada dere kıyısında yer alan 15 civarı susam değirmeni bulunmaktaymış. Gel zaman git zaman Hakkâri coğrafyasının üstüne çöken karabasan, buraları da kıskacına almış bir süre sonra. Değirmenler, zamanla harap ve metruk mekânlara dönüşmüş Çukurca’da. Yine o genç kaymakam, susam konusuna el atmış ve bu değirmenlerden birini restore ettirip susamdan tahine uzanan sürece yeniden hayat vermiş; yeniden su döndürmeye başlamış değirmeni ve susamın mis gibi kavrulmuş kokusu Çukurca’nın yitik mahallelerinde yeniden yükselmiş göğe doğru. Bu bir masal değilmiş; susamın yeniden insan içine karışmasının öyküsüymüş sadece.
Çukurca'da yukarılardan dökülen su kıyısında susam değirmeni
Susam değirmeni
Restore edilen değirmen binası
Susam kavruluyor.
Kısa
zaman diliminde hasır sandalyelerde yarenlik ettiğimiz Duran Amca, hemen
arkamızdan Eski Çukurca’ya dair
fotoğrafları elektronik ortamda bize yetiştiren Ziraat Bankası’nın Mardinli
müdürü Mehmet Emin Bey, duvarcı ustaları, yoldan çevirip çay teklifinde bulunan
hiç tanımadığımız Çukurcalılar, Batı’dan gelip sıfır noktasında en zor
şartlarda görev yapıp; yine de bizi görünce babasını, annesini ya da kardeşini
görmüş gibi bizlere sevgiyle sarılan, memleket hasretlerini iki çift kelamda
gidermeye çalışıp az da olsa huzur bulan cevval güvenlik görevlileri, daha
kimler; Çukurca’da hepsinin ayrı bir
hikâyesi var ve dinlemeye değer…
Çukurca çarşısında...
Çukurca hatmileri
Çukurca'da Pir Celal Türbesi
Çukurca'da Duran Amca ile muhabbetteyiz.
Eski Çukurca'ya dair bir gravür
20 yy.da çekilmiş bir Çukurca (Çel) Kalesi fotoğrafı
Çukurca’dan
ayrılırken yüksek dağların ardından güneş devriliyor ufka doğru. Yol kıyısında
pirinç tarlaları; akşam güneşinin kızıllığı arklardaki suya vurmuş. Ya
narçiçekleri; kıpkırmızı açmış yine her bahardaki gibi. Renkleri kan kırmızısı
değil, bayrak kırmızısı…
Çukurca'da nar çiçekleri
Çukurca'da "çukur"a vuran akşam kızıllığı
Çukurca'da çeltik tarlaları
Hakkâri’de yok olan miras;
Nesturiler
İ.S.
4-5.yy.larda Bizans Dünyası’nda Konstantinapolis Patriği olarak görev yapan Nestorius, Hıristiyanlığın hâkim
yaklaşımlarına aykırı bir şekilde İsa Peygamber’in bir insan olarak yetişkin
çağda peygamber özelliklerini kazandığını; tanrının oğlu olarak doğmadığını
ileri sürer. Koskoca İsa Peygamberi bir anda bir ölümlü düzeyine indirgeyen Maraşlı Nestorius, Hristiyanlığın ve o
günkü müesses nizamın genel davranışına aykırı fikirlerinden ötürü 431 yılında
düzenlenen Efes Konsili’nde aforoz
edilir ve Mezopotamya’ya sürgüne gönderilir. Bu Nestorius ve onun peşinden gelenler için yeni bir başlangıç anlamına
gelmektedir.
Nesturilerin patriklik merkezi; Koçanis ya da bugünkü Konak köyü; 19.yy.
(Kaynak: wikimapia.org)
Koçanis Mar Şalita Kilisesi'ni betimleyen eski bir gravür
(Kaynak: wikimapia.org)
Mezopotamya’da, İran’da ve Ortadoğu’nun yakın coğrafyasında ileriki yıllarda sabık Patrik Nestorius’un fikirleri, giderek ciddi bir taraftar kitlesi toplar. Bu durum, daha sonraları Nesturilik diye anılacak yeni bir mezhebin oluşumu anlamına gelmektedir. Uzun yıllar Hıristiyanlığın hâkim ideolojisinin yoğun saldırılarına ve yıldırma politikalarına maruz bırakılan Nesturiler, Hakkâri’de, Diyarbakır’da, Urfa’da ve bunlara komşu coğrafyalarda (Suriye, Irak ve İran’da) tutunmaya çalışırlar. Özellikle Abbasiler döneminde Bağdat ve çevresinde güç kazanırlar. Orta Asya’nın içlerine yönelik nüfuz etme ve Çin’e kadar uzanan geniş bir coğrafyada taraftar kazanma hamleleri bu dönemde yoğunlaşır.
Tyari aşiretinden bir Nesturi din adamı; 19.yy.
“Bu
dönemden başlayarak Nestûrîler’in Orta Asya’ya (Hindistan, Türkistan ve Çin)
kadar yayıldığı görülmektedir. XIII. yüzyıldaki Moğol istilâsı bir anlamda
Nestûrî kilisesinin gücünü kırmış, o tarihten itibaren kilise gerilemiştir.
Ancak XVII. yüzyılda Keldânîler’in Katolikliği benimsemesinden bir asır sonra
Keldânî Patriği XIII. Şimon Denha, Katoliklik’ten ayrılıp Nestûrîliğe dönmüş ve
piskoposluğu Hakkâri dolaylarındaki Koçanis’e taşımıştır.”(10)
Ana kayaya oturtulmuş Koçanis Kilisesi; bugünkü hali
(Kaynak: wikimapia.org)
Aslında Nesturilerin kendi inançlarını güven içinde gerçekleştirmeleri uğruna sığındıkları son coğrafya, bir anlamda son derece dağlık bir bölge olan Hakkâri olur. Yüksek dağlar ve derin vadilerle kaplı bu bölgede 17.yy.dan 19.yy.ın sonlarına kadar, yine bu bölgede bulunan Kürt aşiretleri ile birlikte barış içinde yaşarlar. Ta ki; 19.yy.da yoğunlaşan misyoner faaliyetlerine dek… Protestan İngiliz ve Amerikan misyonerlerinin bölgedeki 100.000 civarındaki Nesturi nüfusunu Ortadoğu’daki petrol bölgelerine yönelik çıkarlarına alet etmek adına; Osmanlı Devleti’nin bölgedeki egemenliğine yönelik bir kama gibi kullanma isteği, bölgeyi sonuçta savaşa ve en sonunda Nesturileri sürgüne sürükler.
Koçanis Kilisesi'nin apsisi
(Kaynak: wikimapia.org)
1843 yılında Kürt Bedirhan aşiretinin büyük bir saldırısına maruz kalan Nesturiler, 10.000 civarı mensuplarını bu savaşlar sırasında yitirirler. Takip eden 1.Dünya Savaşı’nda ise bölgeyi işgal eden Rusların yanında pozisyon alan Nesturiler, bu seçimlerinin bedelini oldukça ağır bir biçimde öderler. Bölgedeki Kürt aşiretleriyle işbirliği yapan Osmanlı Devleti, savaşta Ruslarla işbirliği içinde hareket eden Nesturileri affetmez ve onları bir daha dönmemek üzere; patriklik merkezi Koçanis’ten ve Hakkâri’den İngiliz kontrolündeki Irak topraklarına doğru sürer. Şüphesiz ki bu süreçte Kürt aşiretlerinin rolü tartışılmaz derecede önemlidir.
Koçanis Kilisesi ve karlı dağlar
(Kaynak: wikimapia.org)
Cumhuriyet kurulduktan sonra Irak topraklarını kontrol eden İngiliz Yönetimi, Musul ve Kerkük Meselesi yüzünden bu topraklar üzerinde Osmanlı Devleti’nden bakiye haklarını koruma arzusundaki Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik son kez Nesturileri yeniden kışkırtır. 1924 yılının Ağustos ve Eylül aylarına yayılan bu Nesturi İsyanı, Kürt aşiretlerinin işbirliği ile Türkiye Cumhuriyeti tarafından bastırılır.
Koçanis Kilisesi; bir zamanlar Nesturi patrikliğine ev sahipliği yapmış.
(Kaynak: wikimapia.org)
Bu yenilgi, Nesturilere indirilen
son darbe olur. Bundan sonra Hakkâri bölgesinde
bir daha hiçbir Nesturi'ye asla rastlanmaz. Önce kendileri, daha sonra mekânları
ve kültürel mirasları yok olur yavaş yavaş. Ardında bıraktıkları mal ve
mülkler, bölgedeki Kürtler tarafından bölüşülür. Başka insanlar gelir yerleşir
topraklarına. Kiliseleri ahır işlevi görür bundan sonra. Birçoğu doğanın ve
insanın tahribatına dayanamaz, yıkılır. Defineciler, her yerde olduğu gibi
hallaç pamuğu gibi atar kiliseleri ve günün birinde; 1982 yılında, Kırıkdağ vadilerinde koyunlarını otlatan
bir çoban, Deze isimli eski Nesturi köyünde; tesadüfen Nesturilerin kadim mirasına ulaşır. Bu
andan itibaren gelişen olaylar sonucunda geriye kalan ise, ortalığa saçılan Nesturi hazineleri; çil çil altınlar,
kaçakçıların ellerine düşen Nesturi
el yazmaları, ortadan kayboluşuyla efsaneleşen Barnabas İncili; definenin paylaşılması sırasında çıkan anlaşmazlık
sonucu çatışmalar; ölüler, takibatlar ve söylencelerdir.
Bir başka açıdan; ana kayaya oturtulmuş Koçanis Kilisesi
(Kaynak: www.hakkarikentrehberi.com)
Hakkâri’de hala
ayakta kalabilmiş birkaç Nesturi kilisesinden
sadece birini görme fırsatımız oldu gezi sırasında. Nesturi kiliseleri, ana inanç akımından ayrılıklarını temsil eden
farklılıklara koşut; oldukça sadece, şatafattan uzak ve dıştan bakıldığında bir
dikdörtgenler prizmasını andıracak denli basit mimari yaklaşımlarla
oluşturulmuş. Uzun yıllar (17.yy.dan itibaren) Nesturilik mezhebinin patriklik merkezi olarak işlev görmüş Koçanis köyündeki kilise de bir ana kaya
üzerine oturtulmuş ve kesme taştan oluşturulmuş böyle bir yapı özelliğine
sahip. Tabii ki güvenlik nedeniyle yanına gidemediğimiz için, sadece
resimlerine bakarak bu değerlendirmeyi yapabiliyoruz.
Hakkari yakınlarındaki Helil Kilisesi ve Helil Deresi
Nesturi Helil Kilisesi
Helil Deresi'nin acelesi var; hedef Zap Suyu...
Helil Vadisi
Yanına kadar yaklaşabildiğimiz Helil
Kilisesi ise yine aynı adla anılan ve Zap
Suyu’na karışan Helil Deresi’nin
kıyısında bulunuyor. Son derece sade görünümlü bu kilisenin üstü toprak bir
çatı örtüsü ile kaplanmış. Dış duvarlar ise yine kesme taştan. Üzerinde
herhangibir kitabe ya da tanımlayıcı bir bilgi olmaması nedeniyle ne zaman
yapıldığına dair bir bilgiye ulaşmak mümkün değil. Kilise, Hakkâri şehir merkezinden yaklaşık 10 km uzaklıkta bulunuyor.
Yüksekova'ya yaklaşırken karlı dağlar karşıladı bizi.
İran
sınırına doğru; Hakkâri’nin uzak kasabaları, Yüksekova ve Şemdinli
Yüksekova ve Şemdinli’ye dair ne diyebiliriz ki? Her
iki yerleşimde de hayat, şehri bölen ana caddenin çevresinde öbeklenmiş gibi. Yüksekova diğerine göre çok daha büyük
bir yerleşim olarak dikkat çekiyor. Zaten nüfusu da Hakkâri il merkezinden bile fazla; 110 bin civarında… Yüksekova’da yakın geçmişte terörün
hallaç pamuğu gibi attığı sokaklar, toz toprak içinde şehrin ana arteri
görünümündeki bir bulvar, arabaların geçişiyle birlikte yoldan havaya doğru
savrulan toz duman, birbirine bağlı iki pasajın içinde; İran’dan Yüksekova’ya sınırdan getirilen
kalitesiz İran menşeli malların satıldığı bir İran Pazarı, caddede anlayamadığımız derecede biteviye
kalabalıklar, kaldırımlarda hasır sandalyeler üzerine ilişip sürekli çay ve
sigara içenler, bu karmaşa içinde sayısız kuyumcu dükkânı ve her metrekaresinde
hissedilen kayıt dışı hayatlar; bunun dışında başka bir şey yok Yüksekova’da…
Yüksekova'da ilk mola; Cilo Saklıbahçe...
Ebruli gezginlerinin Cilo Saklıbahçe hatırası
Yüksekova'da siyabu dedikleri kök bitkisi; en uzakta otlu peynir yapımında kullanılan yabani sarmısak benzeri otlar...
Yüksekova'da yolüstü manavlarına bir örnek
Yüksekova'da Hayattin Kesici Caddesi'nde kuyumcu vitrinleri
Yüksekova kuyumcularında sıra sıra "malgrap"lar ya da "evyıkan"lar
Yüksekova'da İran Pasajı'nda...
Kuyumcuların
vitrinlerini süsleyen; malgırap ya da
Hakkâri bölgesindeki yaygın tabiriyle
ev yıkan olarak adlandırılan altın
gerdanlıklar anlatılacak gibi değil. Bunları almak bir yana boyunda taşımak
dahi bir güç kuvvet ister buralarda. Ama Hakkâri’de
bir şekilde; evliliğin raconunda bunları almak var. Yoksa evlilik bir hayal…
Ama 40-50 binleri bulan bu bedeli ödemek de kolay olmasa gerek; altın
gerdanlıkların Hakkâri’de adı da
bundan dolayı “ev yıkan”a çıkmış
olmalı.
Yüksekova'da İran Pasajı'nın girişi
İran Pasajı'nda şallar
İran'dan gelen duvar resimlerini satan bir esnaf
İran Pasajı'nın içinden...
Yüksekova kaldırımları
1950
metre yüksekliğinde bir düzlük üzerinde kurulmuş; Hakkâri’nin en kalabalık ilçesi
Yüksekova’nın son yıllarda kullanıma açılan bir de havaalanı bulunmakta.
Cadde
üzerinde kuşkonmazı andıran; ama saçakları da olan bir ot görüyoruz manavlarda.
Yaygın olarak satılıyor buralarda. İsmi siyabu
imiş. Yumurtalı kavurması güzel olurmuş diyorlar. Akşam Yüksekova’da bir kına gecesine davetliyiz; bitmek bilmeyen halaylar
çekilecek. Ama öncesinde Yüksekova’nın
merkezinde özel bir mekânda bizim için hazırlanmış güzel bir akşam yemeği
yiyoruz; ev yemeği tadında. Önden doğaba
dedikleri; yoğurtla yapılan bir tür köfteli çorba sunuluyor bizlere. Üzerinde
mis gibi kırmızı biberle kavrulmuş tereyağı gezdiriliyor. Oldukça leziz bu
yemeği yemeğe doyamıyoruz. Arkasından gelen yemeğin adı ise Yüksekova çarşısında gündüz gördüğümüz siyabu kavurması. Bir kök bitkisi olan
siyabu, yumurta ile kavrularak pişirilmiş.
Yüksekova'da Cilo Saklıbahçe'de bir akşam yemeği
Yüksekova'da akşam yemeği; doğaba, bir tür yoğurtlu köfteli çorba...
ve yumurtalı siyabu kavurması
Yüksekova'da kına gecesi; kına tepside geliyor.
Bir yandan zılgıtlar çekiliyor; bir yandan kına yakılıyor.
Ebruli gezginleri, halayda...
Ebruli gezginlerinin Yüksekova'da kına gecesi hatırası; gelin ve damatla birlikte...
Kına gecesi,
şehir merkezinden biraz uzakta üzeri örtülmüş bir toprak alanda
gerçekleştiriliyor. Kına gecesinin sahipleri, İzmir’den gelen misafirleri büyük bir
konukseverlik içinde kapıda karşılıyorlar. Bizim için ayrılmış yerler var
ilerde. Gelinle damadın kapıdan girişinden itibaren ortalık mahşer yerine
dönüyor aniden. Havai fişekler arasından geçen gelinle damat, alanın ortasına
oturtularak kına merasimi gerçekleştiriliyor. Arkasından başlayan halaylara
eşlik eden yerel müzik çın çın inletiyor geceyi. Bizi de katıyorlar halaya;
biteviye dönüp duruyoruz alanda. Kendini yineleyen hareketler; bitmek bilmiyor
bir türlü…
Şemdinli'ye yaklaşırken...
Şemdinli vadileri
Eski Şemdinli ya da Nehri
Yüksekova’dan
Şemdinli’ye giderken Zap Suyu’na karışan Pesan Çayı’nın kıyısı boyunca seyrettik. Her türlü plastik torba ve
benzeri atığın kirlettiği Pesan,
çaresizce Zap’a doğru akıyordu. Söğüt
dallarına takılmış naylon torbalar; her bir dalı, birer korkuluk bileşeni
haline getirmişti sanki. Rüzgârla savruldukça bir o yana, bir bu yana; hiçbir
canlının bu dereden su içecek cesareti dahi olmazdı.
Pesan Çayı
Şemdinli'ye doğru ölmez otları
Ölmez otu; yakından...
Şemdinli’ye
doğru sürekli dönüp duran bir tırmanışla yükseliyoruz. Önce 2110 metrelik Haruna Geçidi, daha sonra da 1900
metrelik Şabada Geçidi’nden
geçiyoruz. Yüksek dağlar ve derin vadiler arasından geçerek ulaştığımız Şemdinli’den Nehri’ye doğru devam ediyoruz. Su, Nehri köyüne yaklaştıkça temizleniyor. Osmanlı Döneminde
Nakşibendiliğin bir kolunun (Halidiye)
merkezinin de bulunduğu Nehri köyüne
doğru Nehri Şelalesi’nin hemen
yanıbaşındaki bir kır lokantasında mola veriyoruz. Yukarılardan gelen su,
topografyanın izin verdiği bir oluktan aşağılara doğru büyük bir gürültüyle
dökülüyor. Konuşulanları duymak ne mümkün… Suyun zerrecikler halinde etrafa
saçılması hoş ışık oyunlarına neden oluyor. Bir süre burada dinlendikten sonra;
suyun geldiği tepelere doğru; daha yükseklere tırmanmaya başlıyoruz.
Ulaştığımız son nokta; Nehri köyü…
Nehri Şelalesi
Nehri Şelalesi ve kır lokantası
Nehri; Kayme Sarayı
Kayme Sarayı ve dağlar
Kayme Sarayı'nı geziyoruz.
Yüksek tavanlı odalardan biri
Köy,
eskiden bölgede önemli bir idari merkez olmanın yanında, Nakşibendiliğin de
Anadolu’daki önemli merkezlerinden biri olma özelliğini taşımış. Tarikatın
geçmişteki önemli önderlerinden Seyit
Taha’nın mezarı da, son yıllarda kötü bir restorasyonla ayağa kaldırılmaya
çalışılmış; iki katlı ve oldukça yüksek tavanlı taş binanın (Kayme Sarayı) yakınlarında, tarlalar
içinde yer alıyor.
Saraydan Nehri çevresindeki dağlara bakış
Kayme Sarayı'nın üst kat pencerelerinin birinden bakarken...
Nehri’yi
ilginç kılan özelliklerden bir diğeri ise, her yerden gelen suyun hayat verdiği
bir mesire yerine sahip bulunması. Suyun kaynaklarından biri, hemen Nehri Masi Alabalık Tesisleri’nin
girişinde; bir küçük havuzun içinden kaynıyor. Tesis, arazinin topografyasına
uygun olarak geniş bir alana yayılmış. Aşağılarda gördüğümüz şelalenin suyu da
buradan geliyor olmalı.
Nehri; doğal peyzaj...
Pesan çayını besleyen Nehri'deki su kaynaklarından biri
Nehri, alabalık tesisleri
Nehri; mesirelik
Nehri'de bir başka küçük şelale; mesireliğin içinde...
Nehri
yakınlarında bir de tek kemerli bir taş köprü bulunuyor. Pesan Çayı’nın üstünü kesme taştan yapılmış tek bir kemerle aşan
köprü, zamanında çayın iki yakasında yer alan yerleşimleri birbirine bağlamış.
Köprünün büyüklüğüne bakılırsa, zamanında bir kervan köprüsü olarak işlev
görmüş olmalı.
Pesan Çayı üzerindeki Nehri kervan köprüsü
Nehri kervan köprüsü
Pesan çayı
Şemdinli; akşama doğru...
Şemdinli'den bir başka görünüm
Şemdinli semaverleri akşama doğru kaldırımda...
Hakkâri’ye veda ederken…
Engebeli
coğrafyada güvenlik koşullarının izin verdiği ölçüde, haritanın sağ alt
köşesindeki en uzaktaki ilimiz Hakkâri’ye
bir merhaba dedik bu gezide. Batı’dan; oraları bir iç turizm etkinliği
kapsamında ziyaret eden ilk gruplardan biri; belki de ilkiydik. Bu bizim için
önemliydi. Bugüne kadar hep haber ajanslarında isimlerini işittiğimiz Hakkâri ve onun kadar meşhur kasabaları,
dağ geçitleri ve köpüre köpüre akan aceleci ırmakları arasında dolaştık. Yöre
insanının konukseverliğine, karşılıksız sevgisine mazhar olduk; bu bizi
gururlandırdı. Yemeklerinden tattık, halaylar çektik; acı kahvelerinden içtik.
Bizim için her şeye rağmen unutulmazdı. Umarım bundan sonra hayat, daha güzel
seyreder Hakkâri’de… Tek dileğimiz,
ateşler içinde kalmasın Hakkâri…
Dipnotlar:
1. Hakkâri Doğa Sporları Rotaları; Editörler: Emin
Yıldırım, Murat Adıyaman, Yaşaşr Kaplan; Hakkâri Üniversitesi Yayınları;
sayfa:11
2. Prof. Dr. Veli Sevin; Hakkâri Stelleri: Zap Irmağı Kıyısında Bozkır Göçebeleri
3. Bkz. İslam
Ansiklopedisi; Hakkâri Maddesi
4. Ord. Prof. Besim Darkot, Türkiye Coğrafyası, Lise III, Kanaat Yayınları-İstanbul, 1975; sayfa
22 ve sayfa:133
5. Hakkâri Doğa Sporları Rotaları; Editörler: Emin
Yıldırım, Murat Adıyaman, Yaşar Kaplan; Hakkâri Üniversitesi Yayınları;
sayfa:42
6. Hakkâri Doğa Sporları Rotaları; Editörler: Emin
Yıldırım, Murat Adıyaman, Yaşar Kaplan; Hakkâri Üniversitesi Yayınları;
sayfa:21-22
7. Bkz. İslam
Ansiklopedisi; Hakkâri Maddesi
8. Hakkâri Meydan Medresesi; Yrd. Doç. Dr.
Şahabettin Öztürk, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Top
9. Sakız Adası’ndaki Anavatos köyü için
bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2017/03/sakizda-karnaval-zamani.html
10. Bkz. İslam Ansiklopedisi; Nesturilik maddesi
11. Fotoğraflar, yazıda belirtilenler
dışında gezi sırasında İ.Fidanoğlu
tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Düzenleyen: MYC
“Gönlümün sağ alt köşesi“ anlatımların için teşekkürler İbrahim bey.
YanıtlaSilBloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz, okumalarınız ve geri bildirimleriniz için ben sizlere teşekkür ederim. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
YanıtlaSil